Kubilay Aktas – Simya

Şifa, bütüncül olmanın diğer bir adıdır. Şifa bulmak, bütünün farkına varmaktır. Bütünün farkında olan insan şifayı bulmuştur. O insan sağlıklıdır. Şifa bir hissediştir. Bu hissediş şifayı celbeder ve şifacı buradan beslenir. Bir idrak halidir merkez-durak… Aslında idrak durmaktan geçer. Zihin durduğu anda, zaman ve mekan ötesine geçilmiştir. Ödünç alınmış bilgiler sizden düşer. Zihnin durmasından kasıt; onun tanık konumuna geçmesidir. Bütün kadîm öğretiler gerçekliğin zihinsizlik ve tanıklık dünyasını tanımak ve onu kristalize etmek olduğunu söylüyor. Zihin, zaman ve mekan ile kayıtlıdır. Varlığının devamı ve hareketi için bu sınır gereklidir. Ancak idrak denilen mistik algıyla (müşahade-oluş) biz gözlemci olabiliriz. Bu, nesne-özne arasındaki git-gel halinden gözlem konumuna sıçramaktır.


Zaviye; yani açı/boyut kazanmışsınızdır. Buradan fiziği de kuşatan bir algı dünyasına geçersiniz. O zaman iç içe anlam boyutlarını ihtiva eden sembolik gizemli dili okursunuz. Bu noktada bilgiler hakikatlarını açar. İlim burada anlayışı doğurur. Dönüşüm burada olur. Şifa bu kaynaktan gelir. Tırtılı kelebeğe dönüştüren sırrın kendisi şifanın kaynağıdır. Her şey Şâfi ismine bakar. Hoş, her isim birbirine bakar ve birbirini gösterir. Yani varoluştaki her bir birim, birbiriyle bağlantılıdır. Bu, hep böyleydi: Kozmik ağ… Bunun adı İslâm’dır. Sistemin adı İslâm, yani bütünün örgüsel farkındalığı… Buna inanmazsınız, bunu yaşarsınız. Güneşe inanılmaz, bilinir. Nasıl bir örgü? Sibernetik, denge üzerine olan bir örgü… Kopuk ve ilişkisiz değil; tam aksine organik ve hikmetli… Bunun ismi Sübhan’dır.

Varlıkta bağlantısız, anlamsız, ilişkisiz hiçbir şey yok. Bunu bilirseniz güveni hissedersiniz. O zaman varlık ağacında meyve verebilirsiniz. Elhamdülillah dersiniz. Meyveyi vermiş olmanız tohumu tanımanız adına büyük bir fırsattır. Değerlendirebilirseniz; yani memnuniyetinizi bütüne yayarsanız çok büyük bir mana sizi kuşatır. O da Allahuekber’dir. Sübhanallah ile varlığı (sebep-sonucu) aşarken; Elhamdülillah ile kendinizi (düşüncelerinizi-zanlarınızı) aşarsınız. Sonucunda Allahuekber size gelir: Kulum bana bir adım gelirse ben ona on adım gelirim. Sübhanallah; her şey hikmetli bir şekilde yaratılmış, eksik ve kusur yok demektir. Bir vakit, DNA üzerinde atıl düşündükleri bir sürü amino asit dizilimi keşfettiler. Bunların evrim sürecinde işe yaramaz, dumura uğramış parçalar olduğunu düşündüler ve tek kelime ile gereksiz dediler. Elbette derin bilinci göremedikleri ve bilemedikleri için “gereksiz” dediler. Başka ne diyebilirlerdi ki? Ellerindeki verilere göre isim ve hüküm vermek bir hastalıktır beşer için ama, İnsan-ı Kâmil isimsiz olanla yaşar. Bilim ilerledi, o amino asitlerin çok önemli proteinlerin ana maddesi olduğunu anlaşıldı.

Yanılmışız dediler ve hep diyecekler de… Çünkü varlık zihinle sınırlanmayacak düzeyde bir bütündür ve bilinçlidir. Ayrıca sürprizlerden de hoşlanır. Parçaya bakıp bütün hakkında hüküm çıkaranları şok etmek, O’nun bir ismidir. Her an bir “şe’n” [1] Bana tek, anlamsız, ilişkisiz bir şey gösterebilir misiniz? Anlam gizemin kendini ifade biçimidir. Anlam, size yüklenen programdır. Rahman Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı (açıklamayı) öğretti. Rahman, 1-4 Hayat bir gizemdir. Gizem içinde çözülürseniz şifanın kaynağını bulur, anlam kazanır ve Şâfi’ye ayna olursunuz. Anlamınızı, kendi gerçekliğinizi bulmanızdır şifa. O, içsel bir yükseliştir (miraç), coşku ve güven buradan gelir. Şifa denilince, Şâfi ismini ön plana çıkarıyoruz. Merkezimizde Şâfi ismi var. Bu anlamda Şâfi ismine ayna olmak demek, her şeyin bütünlük içinde birbirini tamamladığının farkında olarak ona uygun yaşamak demektir.

İkinin üçüncüsü Allah’tır. Asıl olan, o esmânın, hâlin (niteliğin) sizde tezahür etmesidir, yani ondan mayalanmanız esastır. O esma sizde maya tuttuğu zaman, artık o esmanın halleri sizin üzerinizden varoluşa akar. İnsan bilincine tırmanmak isteyen beşer, mürşid-i kâmilden mayalanıp insan olur. Şifacı, Allah’ın ahlakına ayine olur. İşte, Allah’ın ahlakı ile ahlaklanın ayetinin bir manası bu niteliklere, varlıktaki kanunlara ayna olun, oradan gebe kalın ve ruh çocuğunuzu doğurun demektir. Kısacası varlığın ilkelerini kendinize modelleyin. Rahman esmasına ayna olmak istiyorsanız, tabiata bakın. Rahim esmasına ayna olmak istiyorsanız, Hakikat-i Muhammed’e (Hz. İnsan) bakın, yani zâtına bakın. Zahirden Aynalanmaya Bir Örnek Asrın sorunu nedir? Kaygı, endişe, derd-i maişet… Aşağıdaki bab, teslim olup tevekkül edenlerin nasıl salâh bulduğunu anlatıyor, hayırlı netice vermenin yolunu sezinletiyor. Bu ba b Rahman eczanesinden derd-i maişette sıkıntı, kendi dünyalarında endişe, kaygı duyanlara şifa olması adına zahirî dünyadan aynalanmaya, modellemeye bir örnektir. Ne diyor Hz. İsa (a.s): Göğün kuşlarına bakın: Ne ekerler, ne biçerler, ne de ambarlarda toplarlar.

Semavî olan onları besler. Siz onlardan daha değerli değil misiniz? Sizden kim kaygı çekmekle boyunun ölçüsüne bir arşın katabilir? Ve esbaptan ötürü ne için kaygı çekersiniz? Kır zambaklarının nasıl büyüdüklerine bakın. (Tefekküre bakar mısın?) Ne çalışırlar, ne iplik eğirirler. Size derim! Süleyman bile ve onun bütün izzeti bunlardan biri gibi giyinmiş değildi. Bugün mevcut olup yarın fırına atılan kır otunu, Allah böyle giydirirse, sizi daha çok giydirmez mi ey az imanlılar? Şimdi ne yiyeceğiz? Yahut ne içeceğiz? Yahut ne giyeceğiz diye kaygı çekmeyin. (İman, tevhid, teslim, tevekkül) Çünkü milletler bütün bu şeyleri ararlar; çünkü Rabbiniz bütün bu şeylere muhtaç olduğunuzu bilir. Fakat önce onun melekûtunu ve salâhını arayın. Bütün bu şeyler size artırılacaktır. Bundan dolayı yarın için kaygı çekmeyin, zira yarınki gün kendisi için kaygı çekecektir. Kendi derdi güne yeter…” Tabiat eczanesinden mayalanmak adına zahirî tefekkürdür bu. Bâtından Aynalanmaya Bir Örnek Bir de bâtından zâtına tefekkür var, oraya ayine olmak var. Mesela; “Size içinizden bir resul gönderdik” buyuruluyor Bakara 151. ayette. Aynı resul, dışarıda olduğu gibi sende de var. Aslında dışarısı, içerisi yok.

Bunlar zihnî yanılgılar. Dünyanın aşağısı yukarısı var mı? Nereden baktığına bağlı olarak değişir bu. Öyle müminler vardır ki; ben onları hangi sır ile görüyorsam onlarda beni aynı sır ile görürler. Bu ne demek? “Sen derin bilince iner, sınırlı benlerden kurtulur, ben ötesi beni bulursan, Muhammed’in (a.s.m) hissedişini bizatihî kendinde deneyimlersin” demek. Aynı haller sende de tezahür eder. Bildiklerin içsel deneyime, keşfe dönüşmüştür. Ey iman edenler… iman edin. Nisa, 136 İki cihan mükâfatına talip olanlar! Olun. Bildiklerinizi köklü deneyimler (melekeler) haline getirin ki, hakkalyakîn mertebesine ulaşın. Artık sizden hevaya uyma, dünyevî (egosal) bir hal zuhur etme imkanı kalmasın. Allah enfüste (nefislerinizde) ve âfakta (dış dünyada) size ayetlerini gösterecektir, siz de onları bilip tanıyacaksınız. Fussilet, 53 İnsanın varlıktaki niteliklere (dış) ve o niteliklerin hallerine (iç) tasarrufu ve istidadı vardır. Bu ayet kapının açık olduğunu söylüyor.

İnsan bu kanala ilim ve duayla muvaffak olabilir. Şems o kanalı açtı Mevlana’da. Şems, daha öncesinde kitaplardan hadis okuyan Mevlana’nın kütüphanesini ve zihnini içeriye yöneltti. Dış dünyaya olan vurgu Şems ile içeri yöneldi. Zihinsizlik dünyasına giren insan o mertebedeki hallere şaşırır. Arz şiddetli bir sarsıntıyla sarsıldığı vakit ve toprak ağırlıklarını dışarı çıkardığın da ve insan buna ne oluyor buna (bana) dediği vakit O gün arz bütün haberlerini anlatır. Rabbinin ona vahyetmesiyle. Zilzal, 1-5 Zihinsizlik Dünyasına Giriş Bedenin arzı olan zihniniz, varoluş düzlemindeki dayanak noktanızdır. Metasını dışarı attığı zaman, evinizin (zihninizin) içi boşaldığı zaman, orada kökleşmiş olan zanlarınız, inançlarınız, bağımlılıklarınız çözüldüğünde şiddetli bir şekilde sarsılır. İşte zihinsizlik dünyasına girmeniz budur. “Ve insan buna ne oluyor?” dediği vakit, “Bak boşluğa düştün. Daha önce zihne tutunuyordun. Şimdi tutunacak dal yok. Dolayısıyla seni dinlemeyen, senin dışında bir sistemle karşılaştın veya o sistem uyandı. Durmuyor, seni dinlemiyor kendine ait (sana ait değil) hal diliyle beden arzı sana anlatır.

Sana rağmen bir şeyler oluyor” Bu, “sana rağmen” ifadesi önemli… “O gün arz bütün haberlerini anlatır. Rabbin ona vahy etmesiyle” Bu zamana kadar baskıladıkların veya ektiklerin dışarı çıkıyor. Yüzleşiyorsun kendinle. O gün arz, Rabbinin ona vahyetmesi ile sana anlatır. İnsan Rabbin izni olmadan bir yaprağı bile düşüremez. Onun yasası dışına çıkamaz. Bu, her zaman böyle. Ancak çoğu zaman, yapanı kendimiz zannediyoruz. İlahî İhsan’da Gavs-ı Azam Abdülkadir-i Geylanî’ye ilhâmen Cenâb-ı Hakk ne diyor: Ey Gavs! İnsanın cismi, nefsi, kalbi, ruhu, kulağı, gözü, dili, ayağı, eli ve buna benzer nesi varsa hepsini kendi nefsimiz için kendi nefsimize, yani kendi zâtımız (özümüz) ile kendi zâtımıza biz belirgin kıldık (izhar ettik). İnsanın yemesi, içmesi, bir iş işlemesi, bir şeye yönelmesi ve bir şeyden uzaklaşması gibi bütün durumlarında biz gizliyiz, onu eyleme iten ve yatıştıran biziz. İnsanda ne belirirse bizim nefsimizdir, bizden ayrı ve gayrı değildir. Ve biz de onun gayrı değiliz. Zihinsizlik dünyasında durabilirsen, yapanın sen olmadığının, ancak senin üstünden yapıldığının farkına varırsın. Güzellik, iyilik budur. Bu farkedişle izlemeye (sabır-namaz) devam edersen, öyle bir an gelir ki; izleme içinde eş zamanlı yaratımı yaşarsın.

Dediklerin ve dedikleri kaybolmuştur. Oluş vardır. Enfüs (nefis) ve afak (kozmoz) birliğine şahit oluyorsundur. Ve bu yeterlidir, doluluk mutmainniyettir. Rabbine dönüş biiznillah gerçekleşmiştir. Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin Onlar, kesinlikle Rabblerine kavuşacaklarını ve O’na döneceklerini düşünen ve bunu kabullenen kimselerdir. Bakara, 45-46 Yardım ve destek isteyin kudret sahibi olandan. Çünkü sizin oraya çıkacak ve orada duracak gücünüz yok. Sabır-namaz vesilesiyle zihnî algılama biçimi olan ikili yapının ötesine sıçrayın, (tevhide) gelin dönüşün. * * * [1] Şe’n’in Türkçe’de tam karşılığı yoktur. En yakın mânâ olarak hal, kabiliyet deniliyor. Hâlık (yaratıcı) Allah’ın bir ismidir. Hâlıkıyet ise şe’nidir. Yâni, yaratıcı olmak Allah’ın şânındandır. Bu hâlıkıyetini icra etmek dilediğinde halk (yaratma) fiiliyle mahluku yaratır ve o mahlûkta Hâlık ismi tecelli eder.

Risale-i Nur Kulliyatı’nda “Zat, Şuunat, Sıfat,…” sıralaması vardır. Şuunat sıfattan önce zikredilmiştir. Çünkü sıfatları icraata sevk eden şuunattır (kabiliyettir). Mesela, merhamet etmek Allah’ın şe’nindendir. Bu merhamet ile kişiye nimet ihsan etmeği irade eder ve kudretiyle onun ihtiyacı olan şeyi yaratır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir