Kyra Stromberg – Zelda Sayre ve F. Scott Fitzgerald

Burada anlatacağımız aşk hikâyesi 20. yüzyılın başlannda Amerika’da geçiyor ve en sıradan ucuz romanlar gibi m utlaka mutlu sonla biteceği beklentisi uyandırıyor. Şöyle ki: Sıcak bir yaz gecesi, Güney’deki bir taşra kentinde yaşayan varlıklı bir ailenin el bebek gül bebek büyüttüğü on sekiz yaşındaki kızı, âdeti olduğu üzere şehir kulübündeki cumartesi balosuna gider. Onunla bir çift laf etm ek, bir an göz göze gelm ek, belki de bir sonraki dansta eşleşm ek umuduyla bekleşen arkadaşları ve hayranlan, her zamanki gibi bu güzeller güzelinin etrafını sarar. Hiç farkında olmasa da, hayatını belirleyecek olan genç adam -ki o da onunkini belirleyecektir- sahnedeki yerini almıştır. O da parlak bir güzelliğe sahiptir ve özel olarak dikilmiş teğmen üniforması da üzerine pek yakışmıştır. Yaşıtı olan diğer genç erkekler gibi, yakınlardaki bir kampta, Avrupa’daki savaşa katılmak üzere silah altına çağnlmayı beklemekte ve kalan zamanını eğlenerek geçirmeye çalışmaktadır. O da Amerikan taşrasından, Ortabatı’nın kuzeyinden gelmedir; ülkenin doğusundaki seçkin üniversitelerden bi11 rinde okumuştur ve söylenenlere bakılırsa, halihazırda birkaç eseri yayımlanmış yeni bir yazardır. Duruşu kendinden emindir, nitekim güzel genç kızı kavalyesiyle dans ederken görür görmez zafere ulaşacağından kuşku duymaksızın araya girip ona çıkm a teklif eder. Kızsa kuralları hep kendi koyduğundan, tersler onu: bu kadar acelesi oian biriyle buluşmak üzere sözleşmez, hele de bu kadar geç saatte. Belli ki ilk görüşte aşk değildir bu, ama genç kız etkilenmiştir. Hikâye alır başını gider: Genç adam onu ikna etmek için elinden geleni ardına koymaz, çoğu zaman uzakta, para kazanmaya çalıştığı New York’ta olsa bile. Araya bir iki ayrılığın girdiği uzun bir aşk ilişkisinin ardından, henüz ikisi de çok gençken. New York’ıa dünya evine girer ve ait oldukları kuşağın “rüya çifti” olurlar. Nasıl der masallar? “…ve sonsuza dek mutlu yaşadılar”: “…eğer ölmemişlerse…” Yanlış son.


Bir masal değil bu. Ne de içli bir ucuz roman sinopsisi. Aksine, iki insanın yaşanmış, sarsıcı, alabildiğine tutkulu, üstelik çok yönlü yansıtılmış gerçek varoluşu söz konusu burada: Scott Fitzgerald ve Zelda Sayre. Bu gerçekliği sıradışı kılan, kahramanların kendi kendilerini yarattıkları, aynı zamanda hem asıl hem suret oldukları bir roman gibi yaşanması. Ve bu değiş tokuşu sahneye koyan araç da yazı; yalnızca Fitzgerald’ın değil, yirmili yılların bütün genç entelektüellerinin tutkuyla bağlandığı bir “yeni edebiyat.” Ara sıra, uçan süpürge acemi sihirbazların altından kayıp gider ya da kahramanlar mutluluk sarhoşluğu içinde kurmaca hayatı gerçekliğe döndüren sihirli parolayı unutuverirler. “Rüya çift” Scott ve Zelda Fitzgerald’ın -en azından göz kam aştırdıkları ilk zam anlarında- yaşıtlarıyla çağdaşları üzerinde bıraktığı büyü inanılmazdır. Scott Fitzgerald’ın ilk 12 iki romanıyla ilk hikâyelerinde boy gösteren figürlerde bütün bir kuşak kendini yeniden bulur; nasıl konuştuklarını, ne düşünüp ne yaptıklarını ve nasıl davrandıklarını görür. Idollerinin reklamlar ve basın tarafından şişirilip körüklenerek kör edici bir ışıltıyla sahneye sürülüşünü büyülenmiş halde izler. Kişinin kamuya açılması, “reklam” dünyasına atılan ilk büyük adım bu yıllarda Amerika’da, New York’ta gerçekleşir. Otomobil ve telefon, film ve uçak -bugün insanların gözünde kimseye zararı dokunmayan külüstürler- dönemin yaşamı değiştiren, baş döndürücü yenilikleridir. Parola mesafelerin kısalması, hareketlilik ve tempodur. Hız her zaman her yerdedir: hızlı başarı, şöhret, zenginlik. Bu heyecan verici cemiyet oyununa herkes katılmak ister ve Fitzgeraldlar bu işin ustasıdır. Tehlikeli bir iddiadır bu: Genç, güzel ve yetenekli olmanın kızıştırıcı cüretkârlığıyla çağın idealini kendi yaşamsal özlerinden besler, gelip geçici mizansenler için her seferinde kendi gerçekliklerinden bir parça verirler.

Ta ki geri dönüş olanaksız hale gelinceye ve kendi sahip oldukları güç tükeninceye dek. Geriye kalanlarsa yeterince hayret vericidir: Scoıt Fitzgerald’dan beş büyük roman, neredeyse sayılamayacak kadar çok hikâye, bu arada denemeler ve bol bol yazışma. Yirmili yılların ortalarına kadar kazandığı büyük başarılardan bu yana, kitapları değişken tepkilere maruz kalmıştır: Ölümünü izleyen yıllarda unutulmaya yüz tutmuş, altmışlardan sonra ise birçok defa “yeniden doğmuştur.” 1 9 9 2 ’den bu yana Amerika’da eserlerinin eleştirel bir toplubasımı üzerinde çalışılıyor. Zelda Fitzgerald’m yazdıklarıysa, Fitzgerald uzmanı ve yorumcusu Matthew J. Bruccoli tarafından 1991’de yayımlanan 480 sayfalık bir ciltte eksik olarak toplanmış: Tek ro13 manı, bir düzine kadar hikâyesi, bir tiyatro oyunu, bir dizi makale ve eleştiri yazısı ve -ne yazık ki sadece- Scott’a yazdığı mektuplar. Hacim (ve maddi getiri) bakımından Scott Fitzgerald’m üretkenliği ve başarısıyla kıyas kabul etmez. Onun daha büyük, gözle görülür biçimde üstün bir yeteneğe sahip olduğuna şüphe yok. Kimilerine göre bir dahiydi o. Bununla birlikte Zelda’nm izlenimleri, gözlemleri ve kişisel notlarından, dilsel özgünlüğünden, insani bağım sızlığından ve çok yönlü kişiliğinden ne kadarının onun yapıtına girdiği -bunları tek tek kanıtlamak için girişilen yeni çabalara rağmen- ancak tahmin edilebilir. Scott Fitzgerald’ın kendisi dışında en sevdiği modeldi Zelda. Bunu açıkça söylemekten çekinmezdi. İlk romanıyla dikkatleri üzerine çeken genç yazar, henüz 1921’de verdiği bir röportajda şu sözleriyle itirafta bulunur: “Gerçekte romanlarımın kadın kahramanıyla evlendim.’’ Yani “flapper” denen genç, “zeki”, sindirilm em iş, yeni bir kadın tipiyle. Böylelikle Zelda’da bulduğu, halta “oluşturduğu” Zelda’nın da canlandırdığı bu kadın tipini edebi anlamda yeniden kullanabilecektir.

Zelda’yı tehlikeye sokan, karmaşık bir süreç olacaktır bu. Birinci Dünya Savaşı’nı izleyen dönemde yaşamış Amerikan yazarları arasında, hayatı Scott Fitzgerald’ınki kadar özenle araştırılmış başka biri yok. Zelda’ya ilişkin çalışmalar ise çok daha az. Yazara ait ilk biyografilerin çoğunda önemli de olsa yan roldedir Zelda, neredeyse ona yamanmaktan başka bir şey yapmaz. Çoğunluğu erkek kimi yaşamöyküsü yazarları tarafından, yazarın yeteneğinin tükenişinden öncelikle o sorumlu tutulmuş ve açıkça suçlanmıştır. Başlı başına bir kişi olarak ilk kez yetmişli yılların başlarında, Nancy Milford ve Sara Mayfield’ın çalışmalarında gün ışığına çıkar. 14 Dostları ve yaşamöyküsü yazarları nezdinde Scott Fitzgerald karakteri de tartışmalıdır. Ama yeteneği ta en başında fark edilmiş, önemsenmiş, tanınmış ve çeşitli biçimlerde dile getirilmiştir. Adını ölümünden sonra da yaşatmak üzere, kendi bildiği yoldan yürümüştür, llkgençlik günlerinden beri tuttuğu günlüklere, başrolde hep kendisinin bulunduğu heyecan verici olayları -zaman zaman diyalog biçim inde- yazmış; insanlara, nesnelere ve dışsal durumlara, ayrıntılara ilişkin gözlemlerini saymış dökmüş; kulağına çalman konuşmaları, düşünce kırıntılarını not almıştır. Scott’ın yaşama düzen verme ve orada kendine bir yer edinme dürtüsü dikkat çekici ölçüde erken biçimlenmiştir. Henüz on beş yaşında tutmaya başladığı “Thoughtbook”, yani “Düşünce Defteri”nde yer alan ilk betimlemeler, yaşamöyküsü yazarı Matthew Bruccoli’nin işaret ettiği gibi, onun “bir deneyimi ancak yazarken gerçekten yaşayabilen biri” olduğunu gösteriyor. “Doğuştan” yazar olmanın şaşmaz göstergesidir bu, tabii bir de benmerkezciliğin; Fitzgerald’ın kendini ve ilk roman kahramanlarım tanımladığı tabirle “rom antik benmerkezci”nin. Flemen hemen edebi kariyeriyle birlikte 1919/20’de tutm aya b aşlad ığ ı b ir ç e ş it h esap d e fle rin e ( “L e d g e r”) 1937’nin sonuna dek bütün gelir giderlerini kaydeder. Defteri beş bölüme ayırır: Başlıca edebi eserleri (yazıldığı yer ve tarihle birlikte romanları ve hikâyeleri); yazıdan elde ettiği gelirler; daha küçük m uhtelif m etinler (ve getirileri); Zelda’nm gelirleri ve son olarak hayatının kaba taslak bir öyküsü. En kaotik dönemlerinde, sözgelimi alkolizm inin doruk noktalarında veya Zelda’yla aralarının iyice bozulduğu zamanlarda bile titiz bir muhasebeci gibi kayiL tutmaya devam eder: Bu kayıtlar, parayla haşır neşir olmayı beceremeyen birinin hayatın üstesinden gelmek için giriştiği iç sıkıcı denemeler olarak görülebilir.

Bu “hesap defteri” hem 15 nesnel hem insani olması bakımından birinci sınıf bir belgedir. Çalışmalarının kullanılmamış ama hâlâ değerlendirilebilir bölüm leriyle -kim isi Zelda’mn günlüklerinden ve mektuplarından alınm a!- diğer düşünce notları, “N otebooks” adını verdiği defterlerde toplanmıştır. Bütün bu toplama-düzenleme girişimleri, yazar olarak her zaman kendine atfettiği büyük öneme ve bir değil pek çok bakımdan örnek olduğu inancına işaret ediyor. Zelda söz konusu o lu n ca bir k arşılaştırm a yapm ak imkânsız. Zaten Scott günlüklerine hemen el koyuyordu. Özgünlüğünden pek çok iz taşıyan mektuplarıysa çeşitli yazışmalar arasında dağılıp gitmiş durumda. Tıpkı yaşamöyküsü gibi edebi varlığının da tam olarak gün ışığına çıkarılması, -kuşkusuz yeni kadın hareketinin de etkisiyle- ancak son yirmi beş yılda olan bir şey. Bunu, ona biçilen rolle gerçek kimliği üzerine kafa yoran birkaç yeni münferit araştırmaya ve daha önce sözü geçen iki biyografiye borçluyuz. Doğru ve bütün bir Zelda imgesine ulaşılmasında, bu beraberlikten doğan tek çocuk Scottie Fitzgerald Lananhan Smith’in de büyük payı var. Yayınlanan metinlere ve Zelda Fitzgerald’m geç dönem resimlerinden oluşan sergiye sunuş hazırlamak ve danışm anlık etm ek dışında, M. J. Bruccoli’yle birlikte -kişisel açıklamalar, günce notları, mektuplar ve fotoğraflar gibi- sayısız ayrıntıyı tarayarak anne ve babasının yaşamının eşsiz bir “suretini” çıkaran görülmeye değer bir albüm olan The Romantic Egotist’i hazırlamıştır. Bizse burada kusurları görmezden gelen bir tarafgirliğe veya tatsız suçlamalara kaçmadan, karakter ve yeteneğin, kişisel alt yapıların ve yaşam koşullarının, tarihsel dönemin ve kaderin biraraya gelerek Scott Fitzgerald ve Zelda Sayre’yi nasıl bir araya getirdiğini ve sonra da onları nasıl ayırdığını anlamaya çalışacağız.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir