Laurence Yep – Ejderhalar icin Evcil İnsan Bakım Kılavuzu

Eğer m utluluğunuza ve akıl sağlığın ıza değer veriyorsanız, hiç acele etmeyin ve evcil hayvanınızı akıllıca seçin. P ofuduk için, yani şimdiye dek sahip olduğum en iyi evcil hayvan için iyi bir cenaze töreni oldu. Tören için şatoya gelenlerin çokluğu beni memnun etti. Güneş ışıkları, San Francisco’ya çöken sisi delip geçerken, yas tutanlar geniş avluyu doldurdu ve birbirleriyle selamlaşmaya koyuldu. Pofuduk’u herkes çok seviyordu, çün- kü uysal bir tabiatı vardı. Şimdiye dek beslediğim evcil hayvanlar içinde en iyisiydi. Keyifsiz olduğu zamanlarda bile kesinlikle kimseyi ısırmazdı, çünkü onu iyi terbiye etmiştim. Zaten o, bir karıncayı bile incitemezdi. Pofuduk öyle özel bir evcil hayvandı ki, onun gibisini bulamayacağımı biliyordum. Yüreğimdeki acı biraz olsun hafifleyene dek, şöyle yirmi ya da otuz yıllık bir uykuya dalmak istedim. Onun acısını unutsam da tekrar evcil bir hayvan sahibi olur muydum, bilemiyordum. Ama VVinnie, bana başka bir seçenek bırakmadı. Cenaze töreninden iki gün sonra paldır küldür odama girdi. İnsanların en sıskasıydı, tamamen siyahlara bürünmüştü. Kıvırcık ve dağınık saçları açık kahverengiydi. Elini beline koydu, beni inceledi; gözlerini kuyruğumun ucundan güzel başıma doğru hızlıca gezdirdi. “Sen gerçekten ejderha mısın?” diye sordu. Hayal kırıklığına uğramış gibiydi. “Saygısızlık yapma.” dedim öfkeyle. “Ayrıca, anahtarı nerden buldun?” diye sordum. Büyük hala Amelia, bana gönderdiği son mektubunun içine koymuştu.” dedi odamın içinde dolaşırken. Amelia insanların benim Pofuduk’um için kullandığı komik bir lakaptı. “Mektubunda, bodrum kattaki gizli kapıya nasıl gidileceğini tarif 6 etmişti.” dedi. Bana cesurca bir bakış atarak. “Senin yalnız kalmandan korkuyordu.” dedi. “Ben yalnız değilim.” dedim. Karşımdaki komik yaratığa pençemi uzattım. “Şimdi bana anahtarı ver ve çık git buradan.” Dediğimi yapmak yerine odamın içinde dolandı. Müzik kutusu ve metal plakların önünde durdu. Yarım metre enindeki büyük müzik kutusuna merakla baktı. Kutunun kapağında, önünde ve iki yanında mercan ve deniz kabuklarını tasvir eden zarif oyma desenler vardı. “Bu ne?” diye sordu. “Bir müzik kutusu.” dedim. Bu müzik kutusu, Pofuduk’un büyükbabası Sebastian’m hediyesiydi. Sebastian gençliğinde neşeli biriydi, ama yaşlandıkça çok sıkıcı olmuştu. Yine de hiçbir zaman pintilik etmemişti; bu müzik kutusu da onun en pahalı hediyelerinden sadece biriydi. Winnie, ağır ağır müzik kutusunun kolunu çevirdi. “Bir ejderhanın böyle bir ini olabileceğini hiç tahmin etmemiştim.” dedi. “Buradan daha güzelini bulursan haber ver.” dedim burnumu çekerek. Düş kırıklığıyla zemini göstererek, “Yerde üst üste yığılmış altınlar ve mücevherler görmeyi hayal ediyordum, hah ve koltuk değil.” dedi. “Daha önce hiç altınların üzerinde uyumayı denedin mi?” diye sordum. Sonra kendi soruma ken7 dim cevap verdim, çünkü cevap veremeyeceğini biliyordum. “Altın, sert ve soğuktur. Mücevherler ise… şey… Yani elmaslar, pullarımda çıkması bir hayli zaman alan çizikler bırakıyor.” dedim. Zaten bu küçük mızmız biraz saygılı biri olsaydı, merakla her yeri incelemezdi; epey saygısız olduğu belliydi. Altın rengi püskülleri olan kırmızı kadife perdeleri işaret etti. “Peki, perdelere neden ihtiyaç duyuyorsun? Ne de olsa bodrum kattasın.” dedi. Bir çırpıda perdelerin yanma gitti. Ayakkabıları, yerde serili olan ve usta bir dokumacının dokuduğu birinci kalite Buhara kilimini kir içinde bıraktı. Ona tam engel olacaktım ki, perdeyi açtı ve perdenin gizlediği tabloyu gördü. “Vay be.” dedi, şaşırmıştı. Tabloyu daha yakından incelemek için öne doğru eğildi. “Bunu buraya neden sakladın?” diye sordu. Bir çocuğun yaptığı amatör sulu boya resim yerine galiba usta bir ressamın tablosunu görmeyi bekliyordu. Ama ben bu resmi on tane Rembrant tablosuna değişmezdim. Resimde, kan kırmızı parlak pulları olan bir ejderha, kapkara bulutların arasında süzülüyor, bulutlarda da çentikli kılıçlara benzeyen şimşekler çakıyordu. Pofuduk bu resmi birkaç yıl önce, Spdggs Akademisi öğrencilerinin velileri tarafından düzenlenen bir kermeste bulduğunu söylemişti. Re8 simdeki ejderhayı görünce akima ben gelmiştim. Bu yüzden resmi, ahşaptan yapılmış altın yaldızlı güzel bir çerçeveye koymuş —Pofudumun zevkli biri olduğunu söylemeliyim- ve bana hediye etmişti. Ben de resmi görür görmez büyülenmiştim. Küçük ressam, ateş saçan gözlere ve çıkıntılı bir çeneye sahip güçlü kanatlarıyla rüzgâra meydan okuyan kızıl bir ejderha resmetmişti. Her yönüyle gerçek bir ejderhaya benziyordu. Bir ejderha kararlılığıyla, “Çekil oradan.” dedim. Fakat o beni dinlemiyordu. Nefesinin, tablonun camında bıraktığı buğuyu eliyle sildi. “Cam resmi koruyor. Ama bu tabloyu yanlışlıkla yere düşürüp resmi mahvetsem bile, sana aynısından çizebilirim.” dedi. Dağınık saçlı bu saygısız yaratığa küçümseyerek baktım. “Saçmalama.” dedim. Tablonun arkasını çevirdi. “Bu resmi, dört yıl önce büyük hala Amelia’ya ben gönderdim, dedi. “Bu resim kermesten geldi.” diye ısrar ettim fakat içimde bir şüphe belirdi, çünkü Pofuduk’u, küçük beyaz yalanlar söyleme huyundan bir türlü vazgeçirememiştim. “Arkasını çevir de gör.” dedi küçük yaratık, eliyle resmi işaret ederek. “Resmin arkasına bir not yazmıştım.” dedi. 9 Ona blöf yapmaya karar verdim. “Eğer resmin arkasında yazı yoksa buradan çıkıp gidecek misin?” diye sordum. Kendinden emin bir tavırla kollarını kavuşturdu. “Elbette, ama eğer benim dediğim çıkarsa burada kalacağım.” dedi. Resim, zemine paralel uzanan ve yerden epey yüksekte bulunan pervazda asılıydı. Çerçeveyi biraz havaya kaldırınca onu pervazda tutan kancadan kurtardım ve arkasındaki kahverengi kâğıdı yırttım. Tablonun arkasında, bir çocuk tarafından kurşun kalemle ve büyük harflerle yazılmış özensiz bir yazı vardı: SEVGİLİ AMELIA HALA, SEMİM ÖYKÜLERİMİ BEĞEMİYORUM. AMMEM OMLARI BAMA SIK SIK OKUYOR. Yazının altına ise “W” diye bir imza atılmıştı. Cılız bir parmak, imzayı işaret etti. “Buradaki ‘W’ Winifred demek oluyor. Yani ben.” “Pofu…” sözümü yarıda kestim. “Amelia, sana benden mi bahsetti?” diye sordum. Winnie, Amelia’nm adını duyunca üzüldü. “Mektuplarında bana anlattığı ejderhaların hayali olduğunu sanırdım. Ama o öyküleri dinlemeyi çok severdim. Okumayı öğrendikten sonra da kendim 10 okumaya başladım. Posta kutumuzda Amelia haladan gelen bir mektup bulduğum zaman dünyalar benim olurdu.” dedi. Başını kaldırıp bana baktı. “Son mektubu hüzünlüydü ama harikaydı. Bana senin gerçek olduğunu ve seni nerede bulabileceğimi yazmıştı.” dedi. Ah Pofuduk, sen ne yaptın böyle, dedim içimden. Bana, bu evi, yeğeni ve onun kızına bırakacağını, her şeyi hallettiğini söylemişti. Pofuduk’un bir vasiyet hazırladığını sanmıştım. Bu kadar ileri gideceğini hiç düşünmemiştim. Elimdeki resmi yere koydum. “Sana benimle ilgili neler anlattı?” diye sordum. “Senin bana bu soruyu soracağını ama seni meraklandırmanın daha iyi olacağını, yoksa kontrolü ele alamayacağımı söyledi.” dedi. Ardından pat diye kanepeye oturdu ve pelüş minderleri okşadı. “Bu kanepe göründüğünden daha rahatmış.” dedi. Onu eğitmenin epey zor olacağını tahmin edebiliyordum. Havaya, pençemle tsanı yazdım ve sihirli sözcükleri fısıldarken son harften başlayarak gitgide genişleyen bir sarmal çizdim. Olduğum büyüklüğün iki katma çıkarken ortalığı bir sis kapladı. Sonra sis dağıldı. Winnie hayli etkilenmiş görünüyordu. Yukarıdan ona bakarken başım tavana sürtünüyordu. “Amelia’nm mektuplarında yazan hikâyeleri anlat bana.” diye gürledim, ışıldayan beyaz sivri ıı dişlerimi ve keskin pençelerimi özellikle gösterdim. Ondan çığlık atmasını, korkudan ayaklarıma kapanmasını ve canını bağışlamam için bana yalvarmasını bekliyordum. Nihayet ne kadar tehlikeli olabileceğimi anlamış gibi gözleri kocaman oldu fakat ne çığlık attı ne de korkudan dizlerinin üstüne çöktü. “Olmaz.” dedi, sesinde hafif bir titreme vardı. Ona doğru eğildim ve pençemle kapıyı gösterdim. “O hâlde buradan git!” dedim. Nefesi kesildi ve bana bakakaldı; göz göze geldik. “Büyük hala Amelia, mektubunda seni ziyaret etmemi de rica etmişti. Senin çok üzgün olacağını ve bu yüzden kendine zarar verebileceğini yazmıştı.” dedi. O kadar şaşırdım ki olduğum yere yığıldım, gülsem mi ağlasam mı bilemedim. İşte, benim Pofuduk’um bu kadar da düşünceliydi. Ölüm döşeğinde bile kendinden çok beni düşünmüştü. Ama her zaman bazı şeyleri yanlış anlardı; Çay içmeyi bırakmaktan başka kendime bir zarar veremezdim. Gözümden süzülen damlayı pençemle sildim. “Hayır, kendime zarar vermeyi düşünmüyorum; gördüğün gibi iyiyim. Şimdi lütfen git buradan.” dedim. Bana doğru yaklaştı; pençemde sertleşerek parlak bir inci tanesine dönüşen gözyaşıma baktı. İncinin yansıttığı ışık, Winnie’nin yüzünü gökkuşağı 12 renkleriyle aydınlatırken ağzı bir karış açık kaldı. Anlaşılan bir parça sihir onu epey etkilemişti. VVinnie’nin açgözlü insanlardan biri olduğunu düşündüm. Bu yüzden pençemdeki inciyi ona rüşvet olarak sundum. “İşte. Al bunu ve bir daha buraya gelme, benden de kimseye bahsetme.” dedim. Kollarını arkasında birleştirdi ve, “O inciyi istemiyorum. Ben seni istiyorum.” dedi. Onun bu küstahlığı karşısında bir an ne diyeceğimi bilemedim. Benim yerimde başka bir ejderha olsaydı bu saygısızlığından dolayı VVinnie’yi cezalandırırdı, çünkü bir insan asla bir ejderhaya sahip olamazdı. “Dur bakalım, beni evcil hayvanın olarak sahiplenemezsin.” dedim. “Bal gibi de sahiplenirim.” dedi. “Ne de olsa Büyük Hala Amelia’nın şatosu anneme, onun m isafiri de bana kaldı.” dedi. Kafamı tam duvara çarpmak ve başımı duvardaki tablolardan birine geçirip Monet’nin zambaklarından birkaç tanesini mahvetmek üzereydim ki kendimi zor tuttum. A h Pofuduk, acaba aklından ne geçiyordu? A m a şu an tahmin ettiğim şeyi gerçekten düşünm em iştin, değil m i? “Amelia, vasiyetine beni de mi dâhil etmişti?” diye sordum. Winnie, kenetlenmiş pençelerimin farkına vardı ve üzüldüğümü anladı. “Üzülme. Bana yazdığı son mektupta bundan bahsetmişti. Ama anneme gön13 derdiği mektup şatoyla ilgiliydi, seninle değil.” diye hemen ekledi. “Büyük hala Amelia’nm şatosu, fotoğrafta şirin görünüyordu, ama bu kadar kocaman olduğunu ancak buraya geldikten sonra fark ettim. Bu şato harika! Ve hayatımda ilk defa kendime ait bir odam oldu. Buna inanabiliyor musun?” dedi. “Daha önce hiç kendine ait bir odan olmadı mı?” diye sordum. “Hayır. Genellikle salonda uyurdum.” dedi ve bacak bacak üstüne attı. “Ama şimdi bir odam var. Yeni odamı çok sevdim! Keşke büyük hala Amelia’ya teşekkür etme fırsatım olsaydı. Annemin bindiği at huysuzlanmca ne yapacağımızı bilemedik. At, annemi sırtından attı ve annemin bacağı incidi. Doktor, anneme bu şekilde yolculuk etmemesi gerektiğini söyledi.” dedi. Eski yöntemlerin iyi olduğunu düşünsem de insanoğlunun, atları gürültü ve egzoz dumanıyla daha fazla kişiye rahatsızlık veren arabalarla değiştirdiğini de biliyordum. Zaten insanlar bütün dünyayı rahatsız etmek dururken neden sadece komşularını rahatsız etsin ki? “Annenin at üstünde ne işi vardı?” diye sordum.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir