Lee Williams – Delice Bir Arzu

Amanda Farr güneşle birlikte vadiye indiği zaman, burada bir başkasının bulunacağını hiç düşünmemişti. Nehrin üstünden geçen tahta köprünün üstünde oturan adamı görünce, olduğu yerde donup kaldı. Rüzgarın yüzüne savurduğu kuzguni siyah saçlarını eliyle geriye attı. Yüzü asılmıştı. Bu koskoca vadide, sanki başka yer yokmuş gibi, adam en sevdiği yere gelip oturmuştu. Hem de Deermount Koleji öğrencilerinin ve Silver Falls halkının uykuda olduğu, bu en sevdiği saatte. Amanda buranın kendine ait bir yer olmadığını çok iyi biliyordu. Ama yıllardan beri, nehrin en derin ve en coşkulu aktığı bu yer, onun en sevdiği köşe olmuştu. Günlerden bert gelip burada oturacağı anı iple çekmişti. Yorucu bir öğretim haftasının sonuna gelmişti ve hesn kafasını hem de ruhunu dinlendirmeye çok ihtiyacı vardı. Ama, her zaman oturduğu bu en sevdiği yerde, şîmdi bir yabancı oturuyordu. Köprünün tahta parmaklıklarının arasından bacaklarını sallandırmış, kucağında bir not defteri, elinde, her an yazmaya hazırmış gibi tuttuğu bir kalemle orada oturuyordu işte. Amanda durduğu yerden dikkatle yabancıyı inceledi. Adamm kumral saçları rüzgardan dağılmıştı. Üstünde solmuş bir blucin ile, üst iki düğmesi acık duran kareli bir gömlek vardı.


Ayağındaki çizmelerin burnu çamurluydu. Genç adamın yüzündeki ciddi ifade ile üstüne giydiği kıyafet arasında bir zıtlık vardı. Bir öğrenci olamayacak kadar yaşlı duruyordu, ama onda bir çiftçi havası da yoktu, Ohio’lu olamazdı. Başka bir zaman ve başka bir yerde karşılaşmış olsalar, Amanda bu genç adamı çok çekici bulabilirdi, ancak şu anda yabancı, onun için yalnızca bir baş belasıydı. Adamdan gitmesini isteyemezdi doğrusu. Öte yandan, hiç tanımadığı biriyle birlikte olmak da istemiyordu. Kalkalı daha bir saat ya olmuş ya da olmamıştı ve sabahlan en keyifsiz olduğu zamanlardan biriydi. Sonunda, geldiği gibi sessizce oradan uzaklaşmaya karar verdi. Genç adam, onun varlığının daha farkına varmamış gibi görünüyordu. Amanda geriye doğru bir adım attı. Ayağının altında çıtırdayan kurumuş dalların sesini nehrin gürültüsü yutmuştu bile. Bir adım, bir adım daha… Ama birden ayağı bir ağacın köküne takıldı ve daha ne olduğunu anlayamadan kendini ne’hrin buz gibi »uyunun içinde buldu. Başını suyun üstünde tutabilmek için büyük bir gayret sarfetmesi gerekiyordu, çünkü ıslanmış giysileri onu suyun dibine doğru çekiyordu. Gözleri ve genzi yanmaya başlamıştı. Suyun üstünde kalabilmek için debelenirken birden mengene gibi güçlü bir kolun bileğine yapıştığını hayal meyal hissetti.

Ardından, bir kol başının altına destek verdi. Ağır ağır kıyıya doğru gidiyordu artık. Birkaç saniye sonra kendini, kurtarıcısının güçlü kolları arasında, kıyıda buldu. Yorgun başını, bu kolların sahibinin göğsüne yasladı. Yere yatırılıyordu. Becerikli eller, üstündeki ıslak kazağı çıkardı, ardından aynı güçlü parmaklar….Kızlar burada bir eksik var kusura bakmayın ::) Genç yabancı doğruldu ve Amanda’nın morarmış dudaklarına baktı. «Sen donmak üzere- sin. Hemen geliyorum,» dedikten sonra koşar adımlarla könrüye doğru gitti. Birkaç dakika sonra bir elinde not defteri, diğerindeyse ceketiyle geri dönmüştü. Ceketi Amanda’nın omuzarına koydu. Genç kadın başını kaldırıp ona baiktı. Bakışları karşılaştı. Bir an için, sanki zaman durmuştu. Amanda o kara gözlerin derinliklerine doğru çekildiğini hissediyordu.

Büyük bir güç harcayarak bakışlarını başka yöne çevirdi. Genç adamın, «Araban var mı?» sorusuna, başını olumsuz anlamda sallayarak cevap verdi.» «Benimki patikanın sonunda. Seni evine bırakırım öyleyse.» «Hiç zahmet etme, ben kendi başınım çaresine bakabilirim.» Genç adamın dudaklarında alaycı bir gülümseme belirmişti. «Bundan eminim. Ama bu kadar üşümene ne gerek var? Hadi gel.» Amanda’ tun önüne geçip, patikadan yukarı doğru yürümeye başladı. Güneş çıkmış olmasına rağmen, Amanda’nın dişleri hâlâ birbirine vuruyordu. Çaresiz, genç adamın peşinden yürümeye başladı. Birkaç metre sonra patika birden genişliyordu. Amanda kurtarıcısının yanından yürümeye başladı. Aralarındaki sessizlik gittikçe uzuyordu Sonunda, bu sessizliğe daha fazla dayanamayan Amanda, «Buralarda yaşamıyorsun, değil mi?» diye sorma cesaretini kendinde bulmuştu. Genç adam, «Hayır,» dedikten sonra yeniden sustu.

Amanda iyice meraklanmıştı ama onu daha fazla zorlamak da istemiyordu. Aradan biraz daha zaman geçtikten sonra, genç adam iç okşayan bir sesle, «Üniversiteye gidiyor olamazsın,» dedi. «Buralı da değilsin galiba.» Kısa bir sessizlikten sonra, «Ev kadını hali de yok sende,» diye ekledi. «Eğer evli olup olmadığımı öğrenmek istiyorsan, bekârım,» dedi Amanda. Bunu söylememişti. Söylemiş olamazdı. Ama adamın dudaklarında beliren gülümseme, söylemiş olduğunu belirtiyordu. «Onu sormak istememiştim. Yine de öğrendiğime sevindim.» Ses tonu sakindi, kullandığı sözcükler bir miktar flört havası taşıyordu ve gözleriyle adeta Amanda’yı soyuyor gibiydi. Aralarında elektrikli bir hava oluşmuştu aniden. Genç adam, «Nerelisin?» diye sordu sonunda. ‘Sana neden söyleyeyim ki?’ diye geçirdi içinden Amanda. Ama yine de, «Chicagoluyum,» demekten alamadı kendini.

Ellerini nereye koyacağını şaşırmış gibiydi. Sonunda ellerini pantolonunun ceplerine soktu. «Silver Falls’da ne işin var?» «Ders veriyorum.» Amanda ona daha fazla bilgi vermek istemiyordu. Daha şimdiden aralarında gereğinden fazla bir yakınlaşma olmuştu. «Ders vermek seni oyalıyor mu bari?» Amanda boğazını temizledi. «Genellikle.» «Diğer zamanlarında ne yaparsın?» «Çok fazla soru soruyorsun.» «Bu akşam ne yapıyorsun?» Amanda durdu ve öfkeyle genç adama baktı. Ama onun kadife kadar yumuşak, kara gözlerindeki ifade karşısında başı yeniden dönmeye başlamıştı. «Sağ ol, ama işim var.» dedi sonunda «Öğle yemeğine ne dersin?» Amanda başını iki yana salladı. «Ya kahvaltı?» «Kahvaltı edecek zamanım yok,» diye cevap verdi Amanda kesin bir tavırla. «Sabah katılmam gereken toplantıya geç kalmak üzereyim.» «Oh.

özür dilerim. Arabam şurada.» Eliyle ağaçların gerisinde kalan toprak yolu işaret ediyordu. Amanda elinde olmadan genç adamı baştan aşağı süzdü. Kalp atışlarının hızlandığını fark etti. Bu adamın etkisinde kalmamak imkânsızdı. Bakışlarını ondan koparıp ağaçlığa doğru çevirdi. «Nerede?» diye sordu. Cevap vermek yerine, genç adam ağaçlığa doğru yürümeye başladı. Birkaç dakika sonra açıklığa çıkmışlardı. Amanda, onun, «.İşte şurada,» demesi üzerine başını kaldırıp baktı. Toprak yolda, gövdesi türkuaz rengi, üstü beyaz, gıcır gıcır bir araba duruyordu. Arabanın tekerleklerinin kromajı, doğan güneşin ışıklan altında pırıl pırıl parlıyordu. Bir kamyonet göreceğini sanan Amanda için bu araba gerçekten büyük bir sürpriz olmuştu.

Kendini toparlar toparlamaz, ilk işi, «Çok etkilendim,» demek oldu. «Nedir bu?» «Bu bir Thunderbird’dir.» Genç adamın ses tonu, arabasıyla gurur duyduğunu gösteriyordu. «Elli beş model.» Amanda başını salladı. Thunderbird’ler, geride kalmış bir dönemin hız ve Konforunu simgeleyen arabalardı. Genç adam kapıyı açmıştı. Amanda hiç itiraz etmeden arabaya bindi. Araba iki kişilikti. Genç kadın elinde olmadan, uzanıp koltuğun yumuşak derisini okşadı. Birkaç saniye sonra öteki de gelip arabaya binmişti. Kontağı çevirmesiyle araba anında canlandı ve yola koyuldular. Amanda kendi kendine düşünüyordu. Kovboyların ya da çiftlikte çalışan yardımcıların böyle konforlu bir araba alacak kadar zengin olmadıklarını biliyordu. Öyleyse bu adam neyin nesiydi acaba? «Nereye gidiyoruz?» Amanda hemen, «Eve,» diye atıldı.

Sonra genç adamın yüzündeki ifadeyi görünce kızardı. «Sola dönün. Evim Mapie Sokağı’nda.» diye ekledi. Onun dikkatle kendisine bakmaya devam etmesi üzerine de, «Evim çok uzakta değil,» diye bir açıklama yapmak zorunluluğunu hissetti. Genç adam direksiyonu tek elle idare ediyordu. Amanda camdan dışarısını seyretmeye başladı. Uzaktan Deermount Koleji’nin binaları görünmeye başlamıştı. Amanda iyice kapıya yapışmış olduğunu fark etti. Kendini böyle daha rahat hissediyordu. Aslında hiç de rahat bir durumda değildi. Üstü sırılsıklamdı. Ama genç adamın yakınlığı sanki bedenini ateşe veriyordu. Açık havada onunla yan yana yürümek, burada, arabanın içinde oturmaktan çok daha iyiydi Genç adama dönerek, «Umarım koltuğun derisine zarar vermemişimdir,» dedi. «Bunun için endişelenme, ben de en az senin kadar ıslandım.

Meydana gelecek herhangi bir zarardan tümüyle ben sorumluyum… Aslında bir zarar geleceğini de sanmıyorum.» Gözünü yoldan ayırmadan gülümsedi. Amanda merakının yeniden uyanmaya başladığını hissediyordu. «Silver Falls’a ilk gelişin mi?» Genç adam başıyla onayladı. «Ya sen? Uzun zamandan beri mi burada yaşıyorsun?» diye karşıladı genç kadının sorusunu. Anlaşılan, hakkında bilgi vermeye niyetli görünmüyordu. «Sekiz yıldan beri,» dedi Amanda. Sonra da, «Nereliyim demiştin?» diye soruverdi. «öyle bir şey söylememiştim, ama New York’luvum,» New York mu? Öyleyse; o kovboy çizmelerini niye giymişti acaba? Tam ona, neden burada olduğunu sormaya hazırlanırken, genç adam, «Burası mı?» diye sordu. Evet gelmişlerdi. Amanda eliyle evlerden birini işaret etti. «Şu sağdaki evden sonraki, beyaz boyalı olanı.» Genç adam arabayı, Amanda’nın gösterdiği küçük beyaz evin önünde durdurdu. Genç kadın, onun kontağı kapatmamış olmasına sevindi. Şu anda.

onu içeri davet etmek istemiyordu. Fazla samimi olabilirlerdi, hem ayrıca katılması gereken bir toplantı da vardı. Bütün gücünü toparlayıp, kurtarıcısından yana döndü. Ama bakışları karşılaşır karşılaşmaz, yeniden başı tatlı tatlı dönmeye başlamıştı. «Teşekkür ederim.» «Benim için bir zevkti.» Vedalaşmak için elleri birbirine değdiği an Amanda’nın kalp atışları iyice hızlandı. Gözlerini yummamak için büyük bir çaba harcamak zorunda kaldı. Genç adamın el sıkmasında hem bir içtenlik hem de bir sıcaklık vardı. Amanda, içinde bir şeylerin kımıldadığını hissetti. Sonra genç adam elini çekti. İşte o zaman Amanda, onun ceketinin hala sırtında olduğunu fark etti. Aceleyle ceketi sırtından çıkarıp yanına koyduktan sonra uzanıp kendi hırkasını aldı. Genç adam dikkatle onu süzüyordu. «Bir kutup ayısı olmayabilirsin,» dedi yumuşak bir ses le.

«Ama izninle şu kadarını söyleyeyim… Sen çok güzel bir kadınsın.» Amanda içinde garip duyguların kıpırdadığını hissediyordu. Kolunu bile oynatamıyordu. Genç adamın kolunun, oturduğu koltuğun arkasına doğru kaydığını ve parmaklarının ensesinde dolaştığını hissetti. Sonra, ağır ağır yüzünü yaklaştırdı. Dudakları birleştiği zaman, genç kadın, onun nefesinin sıcaklığını duydu. Amanda’nın kanı bir anda kaynamaya başlamıştı. İçinde uyanan duyguların yoğunluğu onu kendinden geçirmeye başlamıştı Genç adam onu iyice kendine doğru çekti. Tek eliyle Amanda’nın sırtında küçük daireler çizmeye başladı. Genç kadın birden ürkerek onu kendinden uzaklaştırdı, kızaran yanaklarnı fark etmesin diye de, başını önüne eğdi. Genç adamın, onun ne kadar etkilendiğini anlamasını istemiyordu. «Kötü bir niyettim yoktu,» dedi kurtarıcısı, dikkatle Amanda’nın yüzüne bakarak. «Umarım seni kırmamışundır.» Amanda derin bir soluk aldı. «Gitmeliyim,» dedi sadece.

Genç adam arkasına yaslandı. Bir eliyle vitesi tutuyordu. «Ayak bileğindeki kesiği temizlemeyi unutma.» Amanda, «Olur,» diye mırıldanarak, arabadan indi ve kapıyı aceleyle arkasından kapadı. Açık camdan. «Kurumaya bak,» diye seslendi genç adam, sonra hızla yola koyuldu. Amanda, araba gözden kayboluncaya kadar olduğu yerde durdu. Kısa bir süre sonra sokakta, rüzgârda salman ağaç dallarının hışırtısından başka ses kalmamıştı. Amanda kıpırdadı. Sanki bir düşten uyanıyor gibiydi. Konu Başlığı: Ynt: Delice Bir Arzu-Lee Williams Gönderen: moryel üzerinde Temmuz 12, 2007, 10:35:41 ÖS Bölüm 2 Sabahki buz gibi sudan sonra, şimdi aldığı sıcak duş Amanda’ya ilaç gibi gelmişti. Suyun altında daha bir saat kalabilirdi. Ama yirmi dakika sonra Profesör Hutchins ve bölüm başkanıyla bir toplantı yapacaktı ve geç kalmak istemiyordu. Birkaç dakika sonra duştan çıkmıştı. Banyodaki aynanın üstündeki buharı bir havluyla sildikten sonra makyajını yapmaya başladı.

Genellikle fazla makyaj yapmazdı. Tanrı vergisi güzelliğinin fazla makyaja ihtiyacı yoktu zaten. Kurtarıcısının da fark ettiği gibi, gözlerinin rengi gerçekten de çok değişik ve ilginçti. İnce uzun burnunun ucu hafifçe kalkıktı. Aslında çenesindeki küçük gamzeden hiç hoşlanmıyordu, ama hayranları ona, gamzenin çok çekici olduğunu söylerlerdi hep. Amanda bunun bir zevk konusu olduğunu düşünüyordu. Ama çıkık elmacık kemiklerinden ve dolgun dudaklarından yana hiçbir yakınması yoktu. Makyaj ını bitirdikten sonra yeni kuruttuğu saçlarını geriye doğru fırçaladı. Her zamanki gibi saçları sol kaşının üstüne düşmüştü. Aman. da omuzlarına kadar inen saçlarına son bir fırça darbesi vurdu. Bütün İngiliz Edebiyatı profesörleri Amanda kadar güzel değildi. Ve genellikle genç kadın güzelliğini vurgulamamaya çalışırdı, ama bu sabah, elinden geldiğince güzel görünmesi gerekiyordu. Bölüm Başkanı’nın güzel karşı zaafı olduğuna biliyordu. Bu yaz Doermount’da kalacak plan sanatçıyı seçerken, son söz de onun olacaktı.

Amanda, en sevdiği şair olan Sherman McGuiness’ın bu göreve getirilmesini istediğinden, elinden geldiğince Bölüm Başkanı’nı etkilemeye çalışacaktı. Amanda doktorasını McGuinnes üstüne yazdığı bir tezle almıştı. Şimdi de, onun hayatı ve eserleri üzerine bir yazı hazırlıyordu. Eğer şairi buraya getirtebilirce, o zaman bu yazısını bir kitap olarak bastırma şansını elde edeceği gibi, bir anda önemli bir kişi haline gelecekti. Üstüne kestane rengi ipek elbisesini giydikten sonra, gardıroptan yüksek topuklu bir çift pabuç çıkardı. Genellikle kampüste yüksek topuk giymezdi, ama bugün, ince ve uzun bacaklarını iyice vurgulayan bu pabuçları özellikle seçmişti. Kulağına gümüş küpelerini de taktıktan sonra, boy aynasından kendine bir göz attı. Kollarını fazla çıplak bulmuştu. Tekrar gardırobuna dönüp, kıyafetine uygun, siyah, ipek bir ceket çıkardı. Vatkalı omuzlarıyla ceket ona, tam bir iş kadmı havası vermişti. İçi rahat eden Amanda, kendinden emin bir tavırla evden çıktı. Hızlı adımlarla fakülte binasına doğru yürümeye koyuldu. Güneş birden bulutların arasından çıkınca, kızarmış sonbahar yapraklarıyla donanmış ağaçlar, alev alev yanmaya başlamıştı. Havada sanki bir canlılık var gibiydi. Amanda, Silver Falls’a geldiği ilk yaz, bu küçük kasabaya âşık olmuştu.

Burası, şimdiye kadar yaşadığı yerlerden çok farklıydı. Sanki bu kasabanın bir parçasıymış gibi hissetmişti kendini. Yalnızlığa alışıktı. Ne erkek ne de kız kardeşi vardı. Hayatında bir tek yakını ölmüştu, o da babasıydı. Annesi ise, daha o dört yaşındayken ölmüştü. Silver Falls’da ise sevdiği, kendini onların bir parçası gibi hissettiği bir sürü aile vardı. Rüzgâr çıkmıştı. Amanda ürpererek ceketine sıkı sıkı sarındı. ‘Aslında bütün bu insanlar uykudayken daha rahat ediyorsun,’ dedi kendi kendine. Ama birine ait olduğu bir dönem de olmuştu. Güzel ve değerli bir dönem… Hatırlamamanın daha iyi olduğu bir ad ve gözlerinin önüne getirmemeye çalıştığı bir yüz… Ama ister istemez düşünceleri Brad’e doğru kaydı. Yine de iyiye doğru bir gelişme vardı. Daha çok kısa bir süre öncesine kadar, Brad Sonders’i düşünmediği bir saat bile olmazdı. Ama artık genç adam yalnızca arada bir geliyordu aklına.

Eski sevgilisini ve bir zamanlar nişanlı olduğu bu genç adamı yeniden gözlerinin önüne getirmeye çalıştı. Brad’in gülen yüzü gözlerinin önünde canlandı. Yakışıklı Brad’i kameralar da beğenmişti ve genç adam sonunda Hollywood’ü, Amanda’nın sevgisine tercih etmiş ve onu bırakıp gitmişti. O eski acı anıları yeniden alevlendirmek çok kolaydı, ama Amanda bunu yapmamak için büyük bir çaba harcadı. O acı anları yeniden yaşamak istemiyordu. Artık kapanmış olan yarasını yeniden kanatmanın anlamı yoktu . Birden ayak bileğinden yükselen sızı ile düşünceleri yaşadığı ana döndü. Eğilip bileğindeki yara bandma bir göz attı ve hemen aklına vadide tanıştığı genç adam geldi. Onun yakıcı dudaklarını ve öpüşürken, kollarında nasıl eridiğini hatırladı ve…Bütün sabah o genç adamın, aklından çıkmamış olduğunu fark etti birden. İçinde tuhaf bir heyecan vardı, buna çok şaşırmıştı. Acaba onu bir daha görebilecek miydi? Çan kulesindeki saatin, sekizi çalması üzerine adımlarını sıklaştırdı. Bölüm Başkanı’nm geç kalınmasından hiç hoşlanmadığını biliyordu. Amanda, Doğu Binası’nm merdivenlerini hızla tırmanıp içeri girdi. Bölüm ‘Başkanı gelmeden önce, birkaç dakika Mr. Hutchins ile yalnız kalıp McGuinness’dan söz etmek istiyordu.

Ama profesörün sekreteri Mrs. White, onu toplantı odasına aldığı zaman, ‘Bölüm Başkanı’nm çoktan gelmiş olduğunu üzüntüyle fark etti. Odadan içeri girmesi üzerine her iki adam da nazik bir biçimde yerlerinden kalktılar. Profesör Hutchins kol saatine bir göz attıktan sonra, Amanda’yı Bölüm Başkanı’yla tanıştırdı. Bölüm Başkanı genç kadının elini sıkarken, Miss Farr, daüıa önce tanıştığımızı sanmıyorum,» dedi. Genç kadının elini, onun canını acıtacak kadar sert sıkmıştı. Dudaklarında ise, akademik ilginin dısında, imalı bir gülümseme vardı. Bölüm Başkanı Chast, Deermount’un yeni akademik kuşağını temsil ediyordu. Meslektaşlarından daha genç ve yakışıklı olan Chast, bir bilim adamından çok bir haber spikerini hatırlatıyordu insana. Uzun boyluydu ve teni hep yanıktı. Gözlerinin içi her zaman enerjiyle doluydu. Üniversiteye pek çok yenilik getirmişti, ancak Amanda bu yeniliklerin bir kısmının gereksiz olduğunu düşünüyordu. Amanda elini çekti. «Lütfen oturun,» dedi Bölüm Başkanı. Amanda, Profesör Hutdhins’in karşısındaki sandalyeye geçip oturdu.

Profesör Hutchins kemikli parmaklarını beyaz sakalında şöyle bir dolaştırdıktan sonra, «İsterseniz çay var» dedi. «Teşekkür ederim, istemem.» Amanda bacakbacak üstüne attıktan sonra, profesörün odasındaki antika eşyaları gözden geçirmeye başladı. Bölüm Başkanı’nm gözlerini üstünden ayırmadığının farkındaydı. «Profesör Hutdhins bana, yazm burada kalmasını istediğiniz bir adayınızın olduğunu söyledi,» dedi Bölüm Başkanı. «Evet. Sherman McGuinness.» «Şu şair mi?» Genç adam Hutchins’e döndü. «Önümüzdeki hafta burada bir konuşma yapacak olan kişi değil mı bu?» diye sordu. Amanda, «Evet,» dedi. Hutchins ise başıyla onayladı. «Bugün ülkemizin en önde gelen şairlerindendir,» diye konuşmasını sürdürdü genç kadın. «Tezimi onun üstüne vermiştim, şu anda da kendisi hakkında bir kitap hazırlıyorum. Ödül üstüne ödül kazanıyor. Bu yazki program için Çok uygun biri olduğunu…» «İyi ama ne yaptı?» diyerek onun konuşmasını yarıda kesti, Bölüm Başkanı.

«Ne mi yaptı?» Amanda şaşırmıştı, «Bir kere, bir sürü şiir kitabı yayınladı. Birçok antolojiye alındı. Ayrıca çok kısa bir süre önce de. Bobert Frost Ödülünü kazandı…» Ve Amanda büyük bir hevesle, McGuinneas’in çalışmaları hakkında bilgi vermeye başladı. Konuştukça açılıyordu, ©ölüm Başkanı’nm, bu anlattıkların, dan sonra, kendisine hak vereceğinden emindi artık. Ama kısa bir süre sonra, genç adamın, anlattıklarından çok kendisiyle ilgilenmekte olduğunu fark etti. Hilbüki Amanda, onun, kendisiyle değil anlattıklarıyla ilgilenmesini istiyordu. «Çok etkileyici bir kişiymiş.» dedi sonunda Başkan. Bakışları hâlâ genç kadının üstündeydi. «Çok ilginç,» diye tekrarladı. Bu kez Amanda onun kendisinden söz ettiğini anlamakta ge-çirmedi. «Ama bu Herman McGuinness denen kişi… «Sherman,» diye düzeltti Amanda onu. Bu kez Bölüm Baskanı’nın gözlerinde bir pırıltı belirmişti. «Sberman McGuinness,» diye tekrarladı abartmalı bir nezaketle.

«Bir şairden çok bir şarabı hatırlatıyor insana.» Sonra dönüp anlamlı anlamlı Hutchins’e baktı. Hutdhins ise kıkır kıkır gülüyordu. Amanda uzanıp Hutohins’in beyaz sakalını kökünden söküp atmamak için kendini zor tuttu. Erkekler arasındaki bu akademik dayanışmaya alışkındı aslında. Şu anda, Deermount Üniversitesi’nde, bulunduğu pozisyona gelebilmek için az ter dökmemisti. Ama yine de, bu iki erkeğin kendisiyle böyle dalga geçmelerini hazmedememişti. «Miss Farr,» diye söze başladı Bölüm Başkanı. «Bu, yaz programının, üniversitemiz açısından ne kadar önemli olduğunu herhalde biliyorsunuzdur. Bu program için gerekli olan parayı bulabilmem bile büyük bir şanstır…» Son cümlesinin anlamını Amanda’nın iyice kavrayabilmesi için bir süre sustu. «Bu parayı bulmanın ne kadar zor olduğunu tahmin edemezsiniz. Bunun için de, seçilecek olan kişinin bunla değmesi gerekir. McGuinness konusunda şüphelerim var.» «Kimlerin böyle düşündüğünü tahmin edebiliyorum,» dedi Amanda. Öfkelenmeye başladığını hissediyordu.

«Ama bunun öğrenciler için ne kadar önemli olduğunun farkında mısınız?» Daha cümlesini bitirmeden, biraz fazla ileri gitmiş olduğunu fark etmişti. Gerçekten de, Bölüm Başıkanı’nın yüzü anında kararıvermişti. «Ne kadar bir süreden beri bizimle çalışıyorsnuz?» diye soğukça sordu genç adam. Konu Başlığı: Ynt: Delice Bir Arzu-Lee Williams Gönderen: moryel üzerinde Temmuz 12, 2007, 10:58:32 ÖS <«Miss Farr’ın özel bir durumu vardır,» diye araya girdi Profesör Hutdhins hemen. Amanda onun yardımına koşmasına çok şaşırmıştı. «Pek ender olarak öğrencilerimizden birinin burada kalıp öğretim kadrosuna katılmasına izin veririz. Ama Miss Farr buna değecek biri olduğunu kanıtladı bize.» Ayrı ayrı, hem Bölüm Başkanı’na hem de Amanda’ya gülümsedi. Genç kadın, onun sadece kendisine yardım etmekle kalmayıp, kendi kendini de temize çıkarmaya çalıştığını anlamıştı. Bölüm Başkam başını salladı. Şimdi yüzünde dostça bir ifade belirmişti. «Haklı olmalısınız,» dedi, imalı bir tavırla Amanda’ya bakarak. «Yine de Miss Farr, ileriyi görmek çok önemlidir. Şu anda elimizde çok tanınmış bir aday var… Adı da, Ethan Taylor.» Amanda hayal kırıklığını belli etmemek için kendini zor tuttu.

Chast gibi birinin, Ethan Taylor gibi bir ünlünün peşinde olmasından daha doğal bir şey düşünemiyordu. Başarılı bir oyun yazarı olan bu adam, ciddi eserler yazıyormuş gibi görünerek, birkaç yıl önce Pulitzer Ödülü’ nü almayı bile başarmıştı. Aslında Amanda, bu yazarın eserlerimi hiç okumamıştı, ama bundan sonra da okumaya niyeti yoktu zaten. Brad ve arkadaşlarının onun büyük bir hayranı olduğunu bilmek, Etihan Taylor hakkındaki fikirlerinin oluşmasına yetmiş de artmıştı bile. Brad genç adamın eserlerinden birini Deermount’da sahneye koymaya kalkmıştı. Eserin adı da ‘Dakota Melekleri’nin Çığlığı.’ «Oh, evet,» diyebildi sonunda. «Şu ünlü oyun yazarı, değil mi?» Pulitzer Ödülü’nü alan oyun yazarı,» dedi Bölüm Başkanı, büyük bir saygıyla. «Son eserini şu anda Broadway’de sahneye koymaya ha zırlanıyorlar.» «Ona ‘Amerika Sahnelerinin Altın Çocuğu diyorlar,» diye söze karıştı Profesör Hutdhins de. «Tennesse “Williamsdan bu yana, seyirciyi bu kadar etkileyen bir yazara rastlanmadığı söyleniyor.» Amanda birden, Hutchins’in durumu başından beri bildiğini anladı. Bu toplantıyı, sırf Amanda’nın gönlünü yapmak için ayarlamıştı. Bölüm Başkanî’nı mutlu edeceğini bildiği sürece, yaşlı adamın, o kimi isterse, onu getirmeye hazır olduğu açıktı. «Aslını ararsanız, Mr.

Taylor teklifimizi ilgiyle karşıladı,» diyerek sözü aldı Ohast de. «Onu, üniversiteyi görüp dolaşması için buraya davet ettik. Bir karara varmadan önce tiyatromuzu şöyle bir gözden geçirecek.» Amanda son kozunu da oynadı. «Sherman McGuinness önümüzdeki salı günü burada bir konuşma yapacak,» diye hatırlattı onlara. «Belki de konuşmadan sonra, onun hakkında daha rahat bir karar verebilirisiniz.»

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir