Fredric Jameson – Ütopya Denen Arzu

Ütopya her zaman siyasal bir mesele olmuştur ve edebi bir biçim için bunun çok alışıldık bir durum olduğu söylenemez. Fakat nasıl biçimin edebi değeri sürekli şüpheli durumdaysa, siyasal statüsü de yapısal olarak muğlaktır. Tarihsel bağlamındaki dalgalanmalar, beğeni ya da kişisel yargı meselesi olmayan bu değişkenliği çözmeye yaramaz. Ütopya, Soğuk Savaş döneminde (ve hemen ardından, Doğu Avrupa’da) Stalinizm ile eşanlamlı hale geldi. Dahası insanın zayıflığını ve ilk günahını görmezden gelen, kusurlu ve gönülsüz bir tebaaya her zaman cebir yoluyla kabul ettirilmesi gereken kusursuz bir sistemin tekbiçimlilik ve ideal saflık istencini ele veren bir programı ifade eder oldu. (Boris Groys daha da ileri giderek, siyasal biçimin içerik üzerindeki bu tahakkümünü estetik modemizmin gereklilikleriyle açıklamıştır.)1 Mikro siyaset düzeyinde farklılık sloganmı benimseyen otorite-karşıtı sol, sosyalist ülkelerin dağılmasından bu yana sağ için pek ilgi çekici olmayan bu tür karşıdevrimci analizlere sahip çıktı ve Marksizmi tam da merkeziyetçi ve otoriter olduğu gerekçesiyle Ütopyacı diye nitelendiren geleneksel anarşist eleştirilerdeki devlet karşıtı tutumları kabul etmeye başladı. İşin paradoksal yanı, Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’daki2 Ütopik Sosyalizme dair tarihsel analizlerinden eleştirellikten uzak dersler çıkaran eski Marksist gelenekler, aynı zamanda Bolşevik geleneği de takip ettiklerinden,3 Manifesto’nun Ütopyacı rakiplerini bir faillik ya da siyasal strateji anlayışına sahip olmadığı gerekçesiyle reddettiler ve Ütopyacılığı gerçek anlamıyla siyasal olana kökten ve yapısal olarak aykırı bir idealizm olarak nitelendirdiler. Ütopya ile siyasal olan arasındaki ilişki, keza Ütopyacı düşüncenin pratik-siyasal değeri ve Ütopya’nın sosyalizmle özdeşleştirilmesi hakkmdaki sorunlar, Ütopya’nın siyasal bir slogan ve siyasal açıdan dinçleştirici bir perspektif olarak canlılığını yeniden kazandığı bugün de önümüzde çözülmeyi bekleyen konular olarak duruyor. Gerçekten de, küreselleşme sonrasındaki yeni kuşak solun tamamı -eski sol ve Yeni Solun yanı sıra sosyal demokrasinin radikal kanadının, Birinci Dünya’daki kültürel azınlıkların ve Üçüncü Dünya’nın proleterleşmiş köylülerinin ve de topraksız ya da istihdam edilmesi yapısal olarak imkânsız kitlelerin kalıntılarını çatısı altında toplayan bir kuşak- komünist ve sosyalist partilerin itibar kaybının ve geleneksel devrim anlayışları konusundaki şüpheciliğin söylem alanını boşalttığı bir ortamda, Ütopya sloganını gittikçe daha çok benimsiyor. Yükselen dünya pazarının konsolidasyonunun -küreselleşme denen şeyin özü aslında budur- en nihayetinde, yeni siyasal faillik biçimlerinin gelişmesinin önünü açması beklenebilir. Bu arada, Margaret Thatcher’ın ünlü sözünü kullanarak ifade etmek gerekirse, Ütopya’nın alternatifi yoktur ve görünüşe göre (Amerikan ya da Batı emperyalizmine direnen köktendinci hareketler hiçbir şekilde kapitalizm karşıtı bir tavır almamıştır) geç dönem kapitalizmin hiçbir doğal düşmanı yoktur. Ne var ki burada sorun yalnızca kapitalizmin yenilmez evrenselliği değildir – sosyalist ve komünist hareketlerin ortaya çıkışından bu yana elde edilmiş toplumsal kazanımlann hepsini bir bir geri alması; tüm sosyal devlet uygulamalarını, sigortayı, sendikalaşma hakkını, sınai ve ekolojik düzenlemelerle ilgili yasalan berhava etmesi; emekliliği özelleştirmek, hatta tüm dünyada serbest piyasa ekonomisinin önünde duran tüm engelleri bir bir kaldırmak derdinde olması değildir. Bizi düş manın varlığı değil, genel inanış elden ayaktan düşürüyor: Yalnızca bu eğilimin geri döndürülemez olduğunu değil, aynı zamanda kapitalizmin tarihsel alternatiflerinin gerçekleşemez ve olanaksız olduğunu, başka bir sosyoekonomik sistemin -pratiğe geçirmek şöyle dursun- tasavvur dahi edilemeyeceğini söyleyen bir genel inanıştan bahsediyoruz. Ütopyacılar bu tür alternatif sistemleri düşünmekle kalmazlar; ütopya biçiminin kendisi, radikal farklılık üzerine, radikal ötekilik üzerine ve toplumsal bütünlüğün sistemsel doğası üzerine temsili bir düşünmedir – nasıl bir kuyrukluyıldız sayısız kıvılcım saçıyorsa, toplumsal varlığımızdaki herhangi bir değişimin, aynen o kendiliğindenlikle, ütopyacı vizyonlar üretmeyebileceğim hayal bile edemeyecek noktalara varan bir düşünmedir bu da.


Dolayısıyla Ütopyacı bir siyasetin (ya da herhangi bir siyasal Ütopyacılığın) temel dinamiği, bu tür bir siyaset kendisininkinden radikal derecede farklı bir sistem hayal etmeyi, hatta bazen gerçekleştirmeyi amaçladığı oranda, her zaman Özdeşlik ve Farklılık diyalektiğinde yatacaktır.4 Bu noktada Olaf Stapledon’ın, zamanla yabancı ve egzotik kültürleri benimsemelerinin kökeninde antropomorfik ilkeler olduğunu idrak eden uzay ve zaman gezginlerini takip edebiliriz: İlk başta, yani tahayyül gücümüz bir tek kendi dünyamızla ilgili deneyimlerle sınırlıyken, yalnızca bizimkine çok benzer dünyalarla temas kurabiliyorduk. Dahası çalışmamızın bu çaylaklık evresinde, bu dünyalara sürekli, bugün Homo sapiensm içinde bulunduğu kötü durumun altında yatan manevi krizin aynısını yaşadıkları sırada rastlıyorduk. Görünen o ki, bizim herhangi bir dünyaya girebilmemiz için, bizde ve ev sahiplerimizde derin bir benzerlik ya da özdeşlik olmalıydı.5 İleride de göreceğimiz üzere, Stapledon kelimenin gerçek anlamıyla Ütopyacı değildir; fakat hiçbir Ütopya yazarı ampirizmin şu büyük düsturuyla karşılaşırken bu denli açıksözlü olmamıştır: Akla giden her yol duyulardan geçer. Bu ilke, doğru olduğu takdirde, yalnızca bir biçim olarak Ütopya’nın değil, genel olarak bilimkurgunun da sonuna işaret eder; zira bu şekilde en uçuk tasavvurlarımızın bile deneyim kolajları, şurada burada elde avuçta kalanlardan oluşturulmuş yapılar olduğu doğrulanmış olur: “Homeros Khimaira fikrini oluşturduğunda, tek yaptığı farklı hayvan} ıra ait parçaları -a slan başı, keçi bedeni, yılan kuyruğu- tek bir hayvanda birleştirmek olmuştu.”6 Toplumsal düzlemde, tahayyüllerimizin yaşadığımız çağın üretim tarzının (ve belki de geçmiş üretim tarzlarından bugüne kalan öğelerin) tutsağı olduğu anlamına gelir. Ütopya’nın olsa olsa zihinsel ve ideolojik tutsaklığımızı daha çok fark etmemizi sağlama gibi olumsuz bir amaca hizmet ettiğini (benim sık sık dile getirdiğim bir husus)7 ve dolayısıyla en iyi Ütopyaların en kapsamlı başarısızlık sergileyen Ütopyalar olduğunu öne sürer. Bu önermenin olumlu yanı, Ütopya tartışmasını içerikten temsile kaydırmamızı sağlamasıdır. Bu metinlerin bir siyasal düşüncenin ya da ideolojinin ifadeleri olarak alındığını o kadar sık görürüz ki, kararlılıkla biçimci bir yol tutturarak dengeyi yeniden sağlamak faydalı olabilir (Hegel ya da Hjelmslev okurları biçimin her halükârda özgül bir içeriğin biçimi olduğunu bilirler). Bu açıdan Ütopyacı yapının yalnızca toplumsal ve tarihsel hammaddeleri değil, ayr nı zamanda bunların aralarındaki temsili ilişkiler de -kapanma, anlatı ve dışlama ya da takdim tehir- ilgi çekicidir. Burada ve başka anlatı analizlerinde en manidar olan nokta söylenenler değil, söylenemeyenler, anlatı aygıtında kayda geçmeyenlerdir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir