Maksim Gorki – Artamonovlar

Toprak köleliğinin kalkmasından iki yıl kadar sonraydı, İsa’nın Tecelli Günü’nde sabah ayininin ardından, Nikola na Tıçke Kilisesi müdavirnleri, aralarında bir “yabancı” olduğunu fark ettiler. “Yabancı”, insanları saygısızca itip kakarak kalabalığın arasında yürüyor ve Dryomov kentinin en saygın ikonalarının önüne pahalı mumlar dikiyordu. Yabancı, iyice kırtaşmış kocaman kıvırcık sakallı, Çingene saçı gibi kıvır kıvır, siyahımsı, gür saçlı, iri burunlu, kısalı uzunlu gür kaşlarının altından mavi hareli gri gözleri küstahça bakan, güçlü kuvvetli bir adamdı ve kollarını aşağı indirdiği zaman iri ellerinin dizlerine değdiği görülüyordu. Haçın. yanına kentin ileri gelenleriyle aynı safta yaklaşmıştı; bu durum insanların hiç hoşuna gitmemişti ve Dryomov’un tanınmış kişileri, ayinin ardından kilisenin kapısında dikilmiş, bu yabancıyla ilgili düşüncelerini paylaşıyorlardı. Bazıları toptancı tüccar, bazıları kahya diyordu, herkesle iyi geçinen, sağlığı çok iyi olmasa da babacan bir adam olan Belediye Başkanı Yevsey Baymakov ise hafifçe öksürerek şöyle dedi: -Büyük olasılıkla, beyterin av ya da buna benzer eğlencelerinde hizmet eden toprak kölesi köylülerden biri. “Dul Hamamböceği” lakaplı, kindar, kötü sözler söylemeyi seven, şehvet düşkünü, çiçekbozuğu suratlı, çirkin çuhacı Pomyalov ise dostça olmayan bir edayla: 3 Maksim Gorki -Pençeleri ne kadar uzun, gördünüz mü? -dedi.- Öyle bir yürüyor ki, bütün çanlar onun için çalıyor sanırsın. Geniş omuzlu, iri burunlu adam, kendi toprağındaymış gibi emin adımlarla yürüyordu; kaliteli mavi çuhadan, Rus işi yandan düğmeli, beli büzgülü uzun bir ceket giymişti; ayağında kalın, yumuşak dana derisinden güzel çizmeler vardı; ellerini cebine sokmuş, dirseklerirıi sımsıkı böğrüne yapıştırmıştı. Kentlileı; adamın kim olduğunu ayrıntısıyla öğrenme işini kilise ayinleri için küçük beyaz ekmekler pişiren Yerdanskaya’ya verdikten sonra Pomyalov’un ahududu bahçesinde akşam çayına davet edilerek çan sesleri altında evlerine dağıldılar. Öğleden sonra bazı Dryomovlular esrarengiz adamı nehrin öte yakasında, “İnek Dili” burnunda, Prens Ratskiy’in arazisinde gördüler; adam, bu kumlu burnu düzgün, geniş adımlarıyla ölçerek söğüt çalılıkları arasında dolaşıyor; elirıi gözüne siper etmiş, kente, OkaNehri’ne ve Oka’mn kıvrımlı, batak kolu Vatarakşa’ya bakıyordu. Dryomovlular temkinli insanlardı, içlerinden biri de adama seslenip, kimsin, ne yapıyorsun diye sormaya kalkışmadı. Ama kentin şaklabanı ve ayyaşı polis memuru Maşka Stupa’yı göndermekten de geri durmadılar; Stupa, herkesin yamnda, üstelik kadınlardan da hiç utanmadan üniformasının pantolonunu çıkardı, ezik büzük şapkasım ise başında bırakarak çamurlu Vatarakşa’yı geçti, ayyaş göbeğini şişirdi, gülünç kaz adımlarıyla yabancının yaruna gitti ve kendi kendisini yüreklendirmek için bağırarak sordu: – Kimsin? Yabancının verdiği yamt duyulmadı, ama Stupa, hemen kendisirıi bekleyenierin yaruna geri dönüp anlatmaya koyuldu: – Sen ne münasebetsiz adamsın diye azarladı beni. Gözleri öfke dolu, hayduda benziyor. Akşam Pomyalov’un ahududu bahçesinde, tamnmış falcı, guatrı yüzünden boynu şişmiş, akıl küpü kilise ekmek4 Artamonav/ar çisi Yerdanskaya, korkunç gözlerini fal taşı gibi açıp, kentin ileri gelenlerine şu raporu verdi: – Adı İlya, soyadı Artamonov’muş, iş yapmak için bizim buraya yerleşmek istediğini söyledi, ne iş yapacağını öğrenemedim.


Vorgorod yolundan gelmiş, üçü çeyrek geçe aynı yoldan geri döndü. Böylece adamla ilgili hem önemli bir şey öğrenemernişler hem de sanki gece vakti birisi pencerelerini tıklatarak hiçbir şey söylemeden yaklaşan bir felaketi haber verdikten sonra da kaçıp saklanmış gibi içlerine bir kurt düşmüştü. Aşağı yukarı üç hafta geçmiş, kentiiierin belleğindeki yara nerdeyse kapanınıştı ki, Artamanav denen bu adam, birdenbire dört kişi olarak tekrar ortaya çıktı ve dosdoğru Baymakov’un evine gelip, damdan düşer gibi: -Yevsey Mitriç, işte senin yetenekli ellerine teslim olan yeni kent sakinleri. Lütfedip, yanında iyi bir yaşam kurmama yardım et, -dedi. Rat Nehri kıyısındaki Kurskiy yurtluğundan Ratskiy Prensleri’nin adamı olduğunu; Prens Georgiy’in kahyalığını yaptığını, toprak köleliğinin kaldırılmasından sonra prensin yanından ayrıldığını, yüklüce bir ikrarniyeyle ödüllendirildiğini ve kendi işini kurmaya karar verdiğini, keten işleme fabrikası açmak istediğini mantıklı ve kısa tümcelerle anlattı. Dul kalmıştı, çocukların en büyüğünün adı Pyotr, kambur olanı Nikita, üçüncüsü onun, yani İlya’nın evlat edindiği yeğeni Oleşka’ydı. -Bizim köylüler pek az keten ekerler, -dedi Baymakov, düşüneeli düşünceli. -Daha çok ektiririz. Artamanav’un sesi gür ve kabaydı, sanki kocaman bir davula vurur gibi konuşuyordu; Baymakov ise her zaman yere dikkatle basar, sanki dehşet saçan birini uyandırmaktan korkuyormuş gibi alçak sesle konuşurdu. Sevgi ve 5 Maksim Gorki hüzün dolu leylak rengi gözlerini kırparak kapının önünde taş gibi dikilen Artamonov’un çocuklarına bakıyordu; hepsi de farklıydı: En büyüğü babasına benziyordu, geniş göğüslü, gür kaşlı, ayı gözü gibi küçük gözlüydü; Nikita’nın gözleri kız gözüne benziyordu, iri iri ve gömleğinin rengi gibi mavi; Aleksey, kıvırcık saçlı, al yanaklı, beyaz tenli yakışıklı bir delikanlıydı, bakışları dümdüz ve neşeliydi. -Askere yollayacak mısın birini? -diye sordu Baymakov. – Hayır, çocuklar bana lazım; bedel makbuzum var. Çocuklara eliyle işaret eden Artamonov: – Dışarı çıkın, -diye buyurdu. Yaş sırasını gözeterek peş peşe sessizce dışarı çıktıklarında ise ağır elini Baymakov’un dizine koyup şöyle dedi Artamonov: – Yevsey Mitriç, aynı zamanda dünür olarak da geldim yanına: Kızını büyük oğluma ver. Baymakov korkmuştu sanki, kanepede yerinden sıçradı ve elini kolunu sallamaya başladı.

– Ne diyorsun sen, Tanrı aşkınal Seni ilk defa görüyorum, kimsin nesin bilmiyorum, sen kalkmış! Benim bir tanecik kızım var, evlenmek için yaşı küçük daha, hem sen onu görmedin ki, nerden biliyorsun nasıl biri olduğunu … Nasıl iş bu? Ancak Artamonov, kıs kıs gülerek şöyle dedi: – Beni polis müdüründen sor, prensime epey minnet borcu vardır onun, hem prens, her işimde yardırncı olması için ona mektup yazmıştı. Kötü bir şey duymazsın, şu kutsal ikonalar üzerine yemin ederim. Kızını tanıyorum, buraya, kentinize geldim, her şeyi biliyorum, kendimi tanıtmadan dört kez geldim, her şeyi sorup öğrendim. Büyük oğlum da geldi ve kızını gördü, merak etme! Kendini üzerine ayı çullanmış gibi hisseden Baymakov, konuğuna: – Biraz bekle … -dedi. 6 Artamonav/ar -Biraz bekleyebilirim, ama uzun sürmesin, -dedi tuttuğunu koparan adam sert bir ifadeyle, sonra pencereden avluya seslendi: – Hadi gelin de ev sahibine saygılarınızı sunun. Onlar vedalaşarak gittikten sonra Baymakov, ikonalara korkuyla bakarak üç kez haç çıkarıp mırıldandı: – Tanrım yardım et! Ne biçim adamlar bunlar? Kötülüklerden koru Tanrım. Eastonunu yere vura vura, ağır ağır yürüyerek karısıyla kızının ılılarnur ağacının altında reçel kaynattıkları bahçeye çıktı. Boylu poslu, güzel bir kadın olan karısı: – Avluda dikilip duran o gençler de kimdi, Mitriç? – diye sordu. – Ne bileyim ben. Natalya nerede? -Kilere şeker getirmeye gitti. – Şeker getirmeye, -diye yineledi Baymakov suratını asarak ve çimle kaplı sekiye çöktü.- Şeker demek. Yo, doğru söylüyorlar, köleliğin kaldırılmasından hiç hayır gelmeyecek insanlara. Karısı, ona bakıp endişeyle sordu: -Neyin var senin? Keyfin mi yok gene? -Ruhum sıkıldı. Sanki bu dünyada benim yerimi almaya gelmiş bu adam.

Karısı onu teselli etmeye koyuldu. -Tamam canım! Köyden kente gelenler az mı şimdi? -Aynen öyle, geliyorlar. Şimdilik sana bir şey söylemeyeceğim, biraz düşüneyim de … Beş gün sonra Baymakov yatağa düştü, on iki gün sonra da öldü; ölümü, çocuklarıyla Artamonov’un üstüne daha koyu bir gölge düşürdü. Artamonov, hastalığı sırasında iki kez belediye başkanının yanına geldi, uzun süre baş başa konuştular; ikincisinde Baymakov karısını çağırdı ve yorgun bir şekilde ellerini göğsünde kavuşturup şöyle dedi: – Onunla sen konuş, görünüşe bakılırsa ben artık dünya işlerine katılamayacağım. Bırakın da dinleneyim. 7 Maksim Gorki -Benimle gel Ulyana İvanovna, -diye buyurdu Artamonov, sonra ev salıibesinin arkasından gelip gelmediğine bakmaksızın odadan çıktı. Karısının konuğun peşinden gidip gitmemekte kararsız kaldığını gören belediye başkanı: – Git Ulyana; alın yazımız huymuş besbelli, -dedi usulca. Ulyana İvanovna, akıllı, azimli, düşünmeden hiçbir iş yapmayan bir kadındı, ama bu kez öyle bir şey oldu ki, bir saat sonra kocasının yanına döndüğünde uzun güzel kirpiklerini kırpıştırıp gözyaşlarından kurtulmaya çalışarak şöyle dedi: -Ne yapalım Mitriç, galiba salıiden alın yazımızmış; kızını takdis et. Akşam giyinip süslenmiş kızını kocasının yatağının yanına getirdi, Artamonov da oğlunu öne doğru itekledi; kızla oğlan birbirlerine bakmadan ele ele tutuştular, başlarını eğip diz çöktüler; Baymakov ise soluğu tıkanarak atadan kalma, incilerle süslü eski ikonayı başlarının üstünde tuttu. – Baba ve oğul adına … Tanrım, biricik yavrumdan merhametini esirgeme! Artamonov’a da sert bir edayla: -Unutma, kızım için Tanrı’ya sen hesap vereceksin! – dedi. Beriki, eli yere değecek kadar eğildi. – Biliyorum. Sonra müstakbel gelinine gönül okşayıcı tek bir söz etmeden, gelininin ve oğlunun yüzüne hemen hemen hiç bakmadan başıyla kapıyı işaret etti: -Gidin. Takdis edilen gençler dışarı çıktıklarında Artamonov, hastanın yatağına ilişerek sert bir tavırla: -İçin rahat olsun, her şey olması gerektiği gibi olacak, -dedi.- Otuz yedi yıl hiç ceza almadan prensierime hizmet ettim ben, insan Tanrı değildir, insan merhametsizdir, ona 8 Artamonav/ar yaranmak ·zordur.

Senin için de iyi olacak dün ür Ulyana, benim oğlanların analarının yerine geçeceksin, ben de sana saygı göstermelerini buyuracağım onlara. Baymakov dinliyor, hiçbir şey söylemeden köşeye, ikonalara bakıyor ve ağlıyordu; Ulyana da hıçkırıyordu, Artamonov ise sıkıntılı konuşuyordu: -Eh, Yevsey Mitriç, erken gidiyorsun, canının kıymetini bilmemişsin. Bana çok lazımdın sen, hem de ne kadar çok! Eliyle sakalım sıvazladı, gürültüyle iç çekti. – işlerini biliyorum, dürüstsün ve yeterince akıllısın, benimle beş yılcık yaşasaydın, işleri çekip çevirirdik, ama işte takdiri ilahi! Ulyana üzüntü içinde haykırdı: – Ne diye kuzgun gibi ötüyor, bizi korkutuyorsun? Belki daha … Ancak Artamonov ayağa kalkıp, sanki bir ölüyü selamlıyormuş gibi yarı beline kadar eğilerek Baymakov’a selam verdi. -Güvenine teşekkür ederim, -dedi.- Hoşça kalın, Oka kıyısına gitmem gerek, fabrikanın makinelerini taşıyan tekne oraya geldi de. Artamonov çıkıp gittiğinde Baymakova, gücenmiş bir halde söylenmeye başladı: – Kalın kafalı köylü, oğlunun nişanlısına söyleyecek gönül okşayıcı tek bir söz bulamadı! Kocası onu: -Söylenip durma, beni rahatsız etme, -diyerek susturdu. Ve biraz düşünüp şöyle dedi: -Sen onu elinde tutmaya bak, bu adam, bizimkilerden daha iyi sanki. Bütün bir kent, beş kilisenin din adamları Baymakov’u saygın bir törenle toprağa verdiler. Artamonovlar, merhu9 Maksim Gorki mun karısının ve kızının peşi sıra tabutun arkasından yürüyorlardı; bu durum kentliterin hoşuna gitmedi; kardeşlerin en arkasında yürüyen kambur Nikita, kalabalığın arasında şöyle homurdanmalar duyuyordu: -Kim olduğu belli değil, ama hemen en öne geçiyor. Pomyalov, meşe palamudu rengi yuvarlak gözlerini dönclüre döndüre şöyle fısıldıyordu: -Yevsey merhum da, Ulyana da temkinli insanlardır, yok yere bir şey yapmazlar; demek ki bunda bir iş var, demek ki bu atmaca bir şeyle akıllarını çelmiş, yoksa dünür olurlar mıydı onunla? – E-evet, karanlık bir iş. – Ben de diyorum ya, bunda bir iş var diye. Belki de sahte para işidir. Baymakov da dürüst bir adam gibiydi, değil mi? Nikita başını eğerek dinliyordu, sanki tepesine bir yumruk inmesini bekliyormuş gibi iyice kamburunu çıkarmıştı. Rüzgarlı bir gündü, rüzgar kalabalığın arkasından esiyordu ve yüzlerce ayağın kaldırdığı toz, şapkasız başlardaki yağlı saçları bolca pudralayarak insanların peşinden bir duman bulutu halinde geliyordu.

Birisi şöyle dedi: – Baksana, Artamanav bizim tozdan üstüne biber dökülmüşe döndü, kül rengi oldu Çingene …

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir