Maksim Gorki – Ekmeğimi Kazanırken

Sanırım, Gorki’nin eserinin unutulduğu bir zaman gelecektir; ancak bin yıl sonra bile insan Gorki’nin unutulacağı şüphelidir. (Anton Çehov) Aleksey Maksimoviç Peşkov Rusya’da sosyal adaletsizliğin edebiyatta ve toplumsal alandaki tartışmaların önemli bir konusu olmaya doğru yol aldığı bir dönemde, yoksul koşullar altında büyüdü. Büyükbabası Volga üzerinde çalışan gemileri karadan çeken işçilerden biriydi; erken yaşta ölen babası ise bir marangoz. Yedi yaşında girdiği sanat ilkokulunda yoksulluğundan ötürü okuyamadı; bir daha da okuma fırsatı bulamadı. Annesi tüberkülozdan öldü; dedesinin işleri de iyice bozulunca Aleksey Peşkov on yaşına basmadan, önce eskici olarak hayatını kazanmak zorunda kaldı. Edebiyattan hayatını kazanana kadar çıraklık, aşçı yamaklığı, ikona ressamlığı, gemi hamallığı, fırıncı çıraklığı, duvarcılık, gece bekçiliği, demiryolu işçiliği ve avukat yardımcılığı yaptı. 19. yüzyılın seksenlerinin sonuna doğru üniversite öğrenimi yapmak üzere geldiği Kazan’da üniversiteye giremedi ama ilk kez, Rusya’da gelişmekte olan devrimci hareketle tanıştı. Yanında çalıştığı fırıncının dükkânı aynı zamanda gizli bir Marksist cemiyetin kitaplığıydı. Peşkov, kendi kendini yetiştiren biri olmaya karar verip bulduğunu okumaya başladı; kısa sürede kapsamlı ama sistematik olmaktan uzak bir bilgi dağarcığı edindi. Öğrenimden yoksun kalan Aleksey Peşkov’a kendisi ile yüksek öğrenime gelen gençler arasındaki aşılmaz uçurum, oldukça ağır gelmiş olmalı. 1887’de kendini öldürmeye kalkışmasının gerisindeki neden büyük olasılıkla bu uçurumdu. Akciğeri delinen Peşkov, ömür boyu akciğerlerinden rahatsızlık çekecek, tüberküloz illetinden yakasını kurtaramayacaktı. 1889’da çar polisi, devrimci ilişkilerinden dolayı dikkatini ona çevirmekte gecikmedi. 1889 yılında şair Wladimir Korolenko’ya, Yaşlı Meşenin Şarkısı adlı bir şiirini gösterdi; Korolenko, bu gencin yazdıklarını yetersiz buldu.


Aleksey Peşkov bu sırada Lapin adlı bir avukatın yanında sekreterlik yapıyordu. Edebiyatla uğraşmaktan vaz geçip yaya Rusya’yı dolaşmaya başladı. Ukrayna’dan Kafkaslar’a oradan da Tiflis’e kadar gitti. Tiflis’te devrimci öğrenciler ile tanıştı; gençler onu, yaşadıklarını yazıya dökmeye ikna ettiler. 12 Eylül 1892’de Kafkas Eyaletinin gazetesinde yayınlanan Makar Çudra adlı ilk öyküsünü “Maxim Gorki” diye imzaladı. Ardından şair Korolenko’nun aracılığıyla Samara’da yerel bir gazetede gazeteci-haberci olarak çalışma imkânı buldu. 1894’te Vladimir Korolenko’nun Petersburg’da çıkardığı aylık dergide yayımlanan ve bir liman hırsızının öyküsünü anlatan Çelkaş ile yazarlığa ilk ciddi adımını attı. Bundan böyle ayaktakımının hayatı Gorki’nin edebiyat dünyasına girecekti. Gorki’nin 1901’de polisin müdahalesiyle bir kitle kıyımına dönüşen bir öğrenci gösterisinin ardından kaleme aldığı Fırtına Kuşunun Şarkısı devrimci çevrelerde büyük bir heyecan yarattı. Öfkenin gücüyle, tutkunun ateşiyle ve zaferden emin hareket eden Fırtına Kuşunun Şarkısı (şiir) devrimci toplantılarda dillerden düşmez oldu. Şiiri yayınlayan dergi kapatıldı. Küçükburjuva (1901) adlı oyununun başarısının ardından Gorki’nin popülerliği, rejimin onun üstüne gitme girişimlerinin büyük protestolarla karşılanmasına yol açacak kadar artmıştı. Kanlı Pazar diye bilinen 1905 kıyımının ardından rejimi şiddetle protesto edince Peter ve Paulus kalesinde göz altına alınmış, ama özellikle dış basının büyük tepkisi sonucunda serbest bırakılmıştı. 1905 Şubat ayaklanmasının hemen ardından gelen gevşemeyi iyi değerlendiren Gorki devrimci yazılarına ve toplantılarına büyük bir hız verdi. Yeni Hayat dergisinde çalışırken dergide baş redaktör Lenin ile tanıştı.

Rusya’nın politik iklimi yeniden ısınmaya başlayınca Fransa’ya geçti; Rus-Japon savaşının ardından zayıf düşen Rusya’ya Batı’nın desteğini aradı. ABD’de partiye bağış toplamaya çalıştığı, ancak refakatindeki Marya Andereyeva ile evli olmadığının anlaşılması üzerine rakiplerinin gösterdiği tepki yüzünden bunu başaramadığı ileri sürülmüştür. Gorki 1906’da, kır evinde ünlü Ana romanını yazdı. Roman, sessiz sinema yıllarında filme alınmakla kalmayıp aynı adla Brecht’in repertuvarına da girdi. Edebiyat tarihçilerinin romana olumsuz yaklaşmalarına rağmen, Lenin ilerki yıllarda romanı, Gorki edebiyatının en olumlu eserleri arasında göstermiş, roman eski SSCB’de bir klasik düzeyine çıkartılmıştır. Gorki 1906’da Rusya’dan ayrılarak 7 yıl sürgün yaşadı. O yıllarda Capri adası muhalif Rus sürgünlerinin buluştukları yerdi; devrimci hareketle bağını koparmamakla birlikte Lenin ile ilk kez birbirlerine ters düşmeleri de bu yıllara rastlar. Dinin kendisi için oldumolası oynamış olduğu önemli rolü öne çıkartarak, Aleksander Aleksandroviç Bogdanov çevresinde “tanrı yaratma” teorilerine bağlanan Gorki’nin görüşlerini Lenin “Marksizmden sapma” olarak tanımlayıp eleştirir. Özellikle de Bir İtiraf romanında Hıristiyanlık ile Marksizmi bağdaştırma çabası, bardağı taşıran son damla olur. 1913’te, “Dostoyevski’nin ayrıştırıcı aklına” karşı yazdığı bir yazıda, “Tanrıyı aramayı geçici bir süre ertelemeyi” önerince, yatışmış tartışma yeniden alevlenir. Romanov Hanedanlığı’nın 300. yıldönümü münasebetiyle Çar’ın çıkarttığı bir afla Gorki, Rusya’ya geri döner. 1917 Ekim Devrimi’ne karşı gösterdiği kuşkulu yaklaşım, Lenin ile ikinci kez büyük bir gerginlik yaşamasına yol açmıştır. İlkece bir sosyal devrimden yana olan Gorki, Rus kitlelerinin henüz devrim yapacak olgunluğa erişmediklerini, sefaletin içinden çıkabilmeleri için önce gerekli bilinci geliştirmeleri gerektiğini düşünmektedir. İlerki yıllarda, “Proletarya diktatörlüğünün, o zaman sahip olduğumuz biricik hakiki devrimci gücü, yani Bolşevik, politik eğitimden geçmiş işçilerin gücünü çözüp yok edeceği endişesini taşıyordum,” diye yazacaktır.

Gorki 1919’dan itibaren hükümet ile işbirliğine girişip, bilim ile kültürün çöküşünü önlemek amacıyla çeşitli kurumlaşmaların temelini atmaya çalıştı. Örneğin, aydınların ve bilimadamlarının hayat şartlarını iyileştirme amacını taşıyan bir komite, devrimden sonra özellikle açlık ve soğukla mücadele edemeyecek duruma gelmekle kalmayıp siyasal baskılara da maruz kalan Rus entelejensyasına yardım etmeyi amaçlamaktaydı. 1918’de, Lenin’in Prawda gazetesine karşı polemik yürüten, iktidarın zehrinden, toplu linçlerden söz eden Novaya Jizn kapatıldı. Gorki, Lenin ile dostluğunun sınırlarını iyice zorlayınca, Lenin ona, tüberkülozunu tedavi ettirmesi için yurt dışına çıkmasını tavsiye etti. 1921-1924 yılları arasında Berlin’de kalan Gorki, Lenin’in ölümünden sonra da rejime güvenmeyip Rusya’ya dönmeden İtalya’ya gider; faşist İtalyan rejimi uzun bir tereddütten sonra Sorrento’ya yerleşmesine izin verir. Burada Lenin’e ilişkin hatıralarını kaleme alan Gorki, onu en çok sevdiği insan olarak tanımlar. Yayınevimizin peş peşe yayınladığı üçlemesini de Gorki burada bitirir. Otobiyografik ya da Özyaşamöyküsü Üçlemesi Devrim öncesi Rusyası’nın “insanlık komedisinin” yazarlarındandır Gorki. Rusya’da devrime yol açan bunalımın temelindeki sorunları ele alışı, onu Rus edebiyatının gerçekçi yazarları arasına sokmuştur. Gorki Rus işçi sınıfının ve köylüsünün, çarlık rejimini ve ardındaki düzeni değiştirme kararlılığını ve bu değiştirmenin kaçınılmazlığını anlatırken, Rus entelejansyasının, burjuvazinin ve orta sınıfların eski tarz yaşamaya devam etmelerinin imkânsızlığını gösterir. Gorki de tıpkı Balzac gibi, içinde yaşadığı dönemin kaydını düşen bir tarihçidir; Balzac, Louis Philippe döneminde Fransa’da henüz embriyo aşamasında bulunan ve imparator III. Napoleon döneminde tam gelişen toplumsal güçleri ve dinamikleri önceden yakalayabilmiştir. Gorki kendi yakın çevresinden başlayarak ele aldığı tek tek tipleri, kişileri ve olayların “kahramanlarını”, onların toplumsal koşulların belirleyiciliğinde çizilmiş kaderlerini, Rusya’nın tarihsel-toplumsal ilişkilerinin içine yerleştirebilmiş; aynen Balzac gibi, insandan toplumsal olana doğru yol almıştır. Ancak o, Balzac’tan farklı olarak, söz konusu özyaşamöyküsü romanlarının dışında, romanlarında ele aldığı kişileri, sanatsal düzlemde birbirleriyle ilintilemez. Balzac’ın ise, aynı kişileri farklı romanlarında yeniden ortaya çıkartarak bir süreklilik, gerçeklik duygusu yarattığını Goriot Baba’nın önsözünde belirtmiştik.

Gorki’nin insanları eski Rusya’nın taşra yerleşim bölgelerinde, dünyadan yalıtılmış olarak yaşarlar. Bir sonraki kasaba ya da kent, ulaşılmaz uzaklıklardır bu bölgelerde. Kırsalın bu tamamen kendi içine kapalı dünyasının ötesinde, geniş halk yığınlarından tamamen uzakta, önemli siyasal altüst oluşlar yaşanmaktadır. İşçi hareketi güçlendikçe kentlerin uzağındaki geniş yığınların da dağınıklığı ve yalıtılmışlığı ortadan kalkmaya başlayacaktır; Gorki, işçi hareketinin bu yöndeki birleştirici işlevinin aydınların ve elbette burjuvazinin kafasına yavaş yavaş girmeye başladığını gösterir bize. Gorki anlatısında insan ile sınıfı mekanik bir birliktelik, bir etkileşim durumunu temsil etmezler. Örneğin 19. yüzyılın ikinci yarısında, özellikle Fransa’da Zola, Kuzeyde Ibsen gibi yazarların temsilciliğini yaptıkları natüralist edebiyat akımında insan, içinde yaşadığı çağın, dönemin, sosyalekonomik şartların ve nihayet, bugün genetik miras dediğimiz kalıtımın tayin edici bileşkeninde belirlenmiş edilgen bir öğedir. Natüralist kavrayış, dönemin hâkim dünya görüşlerinden pozitivizmin etkisiyle, tıpkı bilimsel alanın nesneleri gibi, insanın da bir tür laboratuvar nesnesi gibi bilinebileceğini, onun, belli faktörlerin toplamı olduğunu düşünmüştür. Ailede delilik, alkolizm varsa, çocuk bu kaderi paylaşacak; yoksul koşullarda büyümüşse, eğitim görmemişse, kaderi bundan olumsuz etkilenecektir. İnsanı sınıfının organik bir parçası olarak gören natüralizmi tanımlayan Lucas, isabetli bir teşhisle, “yüzeysel gerçeklik” der bu akımın karakteristik yanı için.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir