Lukacs [1] Çağdaş Gerçekliğin Anlamı’nda, bütün sanatların özünün, (hedef ve amacının) insan olduğunu söyler. İnsanı kavramak nasıl mümkündür peki? Onun köküne inerek mi? İnsanın kökü gene insanın kendisi olduğuna göre, insanın etrafında dolaşıp duran bir sanattan (edebiyattan) mı söz ediyoruz hep? Kant, [2] Salt Aklın Eleştirisi’nde, akıl ile aklı kavramak, eleştirmek gibi bir tür tuhaflık çıkartır karşımıza. Bir şey, kendisinden fazla değil de kendisiyle aynı olan aracılığıyla kavranır mı? Sanat (edebiyat) insanın insanı (hayatını) kavrama aracıysa, yetkinliğinin sınırlarını nerede bulur; engellerinin duvarlarına nerede çarpar? Zola’nın [3] Thérèse Raquin romanına yazdığımız önsözde, gerçekliğe (insana ve onun hayatına) eksiksiz el koyma iddiasında olan bir edebiyat akımını, “natüralizm”i tanıtmıştık. Natüralizm 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa, Almanya ve Kuzey ülkelerinde etkili olmuş bir sanat-edebiyat akımıydı. Dönem, bilimlerin tek hâkim güç olarak kutsallaştırıldığı, bilimsel yasaların onayını almayan ya da olgular alanına girmediği için zaten alamayan (metafizik gibi) alanların “dışta bırakıldığı” dönemdi. Her şeyin bilimsel bir açıklaması olmalıydı. Pozitivist felsefeye eklemlenen bir tür antropoloji, yani insanbilim de, insanı eni konu tanımlanabilen, boşluksuz açıklanabilen bir olgu olarak görmek istiyordu. Hyppolyte Taine, [4] insan eşittir biyolojik miras, yani kalıtım + sosyal çevre + çağın şartları formülünü ortaya atmıştı. Pozitivizmin bu kaba antropolojisinin geri düzleminde insanın hiçbir şekilde anlaşılamayacağına ilişkin anlayışlara tepkinin de payı vardı kuşkusuz. Modernitenin tarihinde ilk kez yaklaşık bir yüzyıldır proletarya bir sınıf olarak şartların kaçınılmaz sonucu olarak, “gözlemlenebilir” bir süreçte ortaya çıkmıştı. Sanayileşme, topraktan kopan emek gücünü kentte proletaryaya çevirmişti. Bu açıklanabilir sürece, bu sınıfın içinde bulunduğu akıl almaz kötü sosyal şartlar eşlik etmekteydi. Tarihsel materyalizm, bu süreçlerin bilimsel açıklamasını yapmaya çalışmaktaydı. Dolayısıyla zaten bu alt sınıfların edebiyatı olma iddiasındaki natüralizmin, insanı kavrama konusunda sağlam yasalar aramaya koyulması anlaşılır bir çabaydı. Natüralizmin zaafı, henüz fotoğrafın ilk adımlarının atıldığı o yıllarda gerçekliğin bir tür tahrif edilmemiş fotoğrafını, hatta tiyatroda ve romanda olduğu gibi, “sesini” aynen vermek istemesiydi. Ama biliriz, fotoğrafta, plakta (CD’de) ölü bir yan vardır. Orada dondurulan şey, ancak tahayyüllerimizde kurtulup hayata dönebilir yeniden. Natüralizmin insanı edilgendi, eli kolu bağlıydı, sosyal çevre + dönem + (bugünün diliyle) genetik miras üçlü belirleyicisinin koordinatlarında hayatı değiştirmeye aday olamıyordu. Metnin içinde dondurulmuştu. Kaderciliğin bilimsellikle altı çizili bir türüydü natüralizm. Avrupa’da natüralist edebiyat kısa erimli bir etki yaratırken, Rusya’da Dostoyevski [5] ve Tolstoy [6] natüralizmin yüzeye takılıp kalmış gerçekçiliğinin çok ötesine geçen bir edebiyatın örneklerini sunuyorlardı. Rus edebiyatı sıradan, küçük insandan başlayıp sosyal sınıfların birbirleri ile ilişkilerini, birbirlerini etkilemelerini, tarihin dinamiklerini, özellikle de geç sanayileşen, hâlâ feodal, geleneksel yapıların ağır bastığı bir Asya kapitalizmi toplumunu anlamaya çalışıyordu. Natüralizmi aşan bir gerçekçilik anlayışıydı bu. Öteki Toplum Öteki Tarih Rusya’da Asya kapitalizminin bu tarihsel örneğinde, sermaye birikim süreçleri küçük esnaf, tüccar ağırlıklı bir burjuvazinin doğumunu hızlandırmıştı. 17. yüzyılın sonundan başlayarak Aydınlanma hareketi Avrupa’nın özellikle batısında gelişirken, birçok süreç de harekete geçmişti. Bunlardan biri de küçüklü büyüklü ulus devletlerin Avrupa haritasını değiştirmesiydi. Burjuva demokratik hareketleri 1789 Fransız Devrimi ile birlikte iyice hızlanmakla birlikte, eski düzene bağlı politik ve sosyal güçlerin karşı koymasıyla, Avrupa’da burjuva-demokratik hareketleri gerilemeye başladı. 1830 ve 1848 hesaplaşmaları da burjuva-halk hareketlerinin yenilgisiyle sonuçlandı. Rusya’da ise gelişme farklı bir yol izledi; devrimci demokratlar ile liberalizm bir hesaplaşma sürecine girdi; bu sürecin içinde işçi sınıfı ve köylü ittifakıyla etkin bir politik güç oluştu. 1789 Fransız Devrimi’nde olduğundan farklı bir gelişmeydi bu. Orada plebist (halkçı) Jakobenler vardı; burada ise emek güçlerinin partisi. 1905 ayaklanmasında demokratik devrim Rusya’da başarısızlığa uğradı, ama ardından, Rus burjuvazisi toparlanıp iktidara hâkim olma gücünü ortaya koyamayınca, 1917 devrimi geldi. Edebiyat ile gerçekçilik ilişkisinden gelip Rusya’nın sosyal-ekonomik, politik-tarihsel şartlarına kadar dayandık. İnsanı kavramanın şartının onu kendi kökünde kavramak olduğunu söylemiştik. Bu kök, bu şartlarla birlikte anlaşılabilir olduğuna göre, artık Gorki edebiyatına ve özelde Ana’ya ilişkin konuşabiliriz. Bunu zaten yapmıştık. Klim Samgin’in Hayatı romanının önsözünü burada tekrarlamanın yerinde olacağını düşünüyoruz. Ekim Devrimi Öncesinde Rusya Gorki’nin eserleri, Rusya’da 1917 Ekim Devrimi sürecinin olgunlaşarak yaklaşmakta olduğu aşamayı bütünüyle kapsar. Gorki sadece Rusya işçi sınıfının ve köylülerin politik hayata ağırlıklarını koymalarını ve devrimci harekete katılmalarını anlatmakla kalmamış, aynı zamanda Rus burjuvazisinin, küçük burjuvazinin ve entelijansiyanın [7] anlatılmasına da büyük bir önem vermiş, devrimin patlak vermesinden çok daha önce, bu sosyal kesimlerin artık eski yaşama tarzlarını sürdürmelerine imkân kalmadığını göstermiş, Ekim Devrimi’ne zemin hazırlayan tüm çelişkileri gözler önüne sermiştir. Gorki gerek insanları gerekse onları belirleyen şartları anlatırken bütünü kapsayıcı olmakla kalmaz, kalemini aynı zamanda iyice derinlere salar. O da Balzac [8] gibi, döneminin bir tarihçisidir ve Balzac’ın Louis Philippe (II. İmparatorluk) döneminde henüz embriyo safhasını yaşayan ve ancak III. Napoléon [9] döneminde gelişmelerini tamamlayıp etkili olan güçleri bir kâhin gibi önceden sezip anlatması gibi, Rusya’nın Ekim Devrimi öncesi dönemindeki sosyal katmanların embriyo safhasını anlatır. Yatay Uçurumlar Rus ulusunu saran krizi yaratan önkoşulları ve bu krizin adım adım yaklaşmasını gösteren Gorki’nin eserleri, tek tek kişilerin kaderleri ile o derin tarihsel ve toplumsal şartlar arasındaki bağları incelerken, bir yandan da Ekim Devrimi Rusyası’nın öncesinde yaşanan bir “insanlık komedisi” sunarlar. Onun eserleri bu büyük sürecin çeşitli evrelerini, değişik yüzlerini canlandırıp dururlar; ancak anlatısının her bir “bölüm”ündeki kişiler, bir bütünü tamamlayan parçalar oldukları halde birbirlerinden tamamen habersiz bir yan yanalık durumu sunarlar.
Maksim Gorki – Ana
PDF Kitap İndir |