Marcel Ayme – Daldaki Kedinin Mavi Masalları

Kurt, çitin ardına gizlenmiş, sabırla evi gözetliyordu. En sonunda büyüklerin mutfaktan çıktıklarını görünce, keyfi yerine geldi. Kapının eşiğindeydi büyükler, küçüklere son bir öğüt daha verdiler: “Sakın unutmayın,” diyorlardı. “Yalvarsalar da, korkutsalar da kimseye kapıyı açmayacaksınız. Biz akşama döneceğiz.” Büyükler, keçiyolunun son dönemecinde gözden silinince, bizim kurt bir ayağıyla topallaya topallaya evin çevresinde şöyle bir dolaştı. Ama kapılar iyice kapalıydı. Domuzlarla ineklerden bir şey umamazdı. Kendisine yem olmaları gerektiğine inandırılabilecek kadar uyanık değildi bu hayvanlar. Böylece kurt mutfağın önünde durdu, ayaklarını pencerenin kıyısına dayayıp içeriye baktı. Delfin ile Marinet ocağın önünde aşık oynuyorlardı. İkisinin en küçüğü, hem de en sarışım olan Marinet: “Yalnız ikimiz olduk mu eğlenemiyoruz,” diyordu kardeşine. “Halka oyunu oynayamıyoruz.” “Haklısın, ne halka oynayabiliriz, ne de başka bir şey.” de.


” “Tavşankaç oyunu da oynayamayız, elimsende “Gelin oyunu da, yakantop da oynayamayız.” “Oysa halka gibi, elimsende gibi oyun mu var!” “Ah, üç kişi olsak, ne iyi olurdu!” Küçükler, arkaları dönük olduğundan, kurdu görmüyorlardı. O da varlığını belli etmek için burnuyla cama vurdu. Oyunlarını bırakarak el ele tutuşup pencereye geldiler. ‘·Günaydın,” dedi kurt. “Dışarısı hiç de sıcak sayılmaz, buz gibi.” En sarışın, gülmeye başladı. Bu sivri kulaklar, başın üstündeki bu dik tüyler tuhafına gitmişti. Ama Delfin aldanmadı, küçüğün elini sıktı, “Kurt bu,” diye fısıldadı. “Kurt mu?” dedi Marinet. ”Ondan korkulur, değil .?,, mı . “Elbette korkulur.” Çocuklar titremeye başladılar. Birbirlerine sarıldılar, sarı saçları da, fısıltıları da birbirine karıştı.

Bizim kurt, ormanlarda, ovalarda dolaşmaya başlayalı beri böyle güzel bir şey görmediğini düşündü. Duygulandı. “Ne oldu bana böyle?” diye düşündü. “Gördün mü şu işi, bacaklarım da titremeye başladı.” Uzun uzun düşündükten sonra, işin içyüzünü anladı: İyileşmişti, bir daha çocuk yiyemeyecek kadar iyi ve yumuşak bir yaı-atık olmuştu. Küçükler şaşırmışlar, birbirlerine bakıyorlardı. 10� Kurdun böyle tatlı bir sesi olabileceği uslarından bile geçmezdi. En sarışın, şimdiden rahatlamıştı, dostça göz kırptı. Ama Delfin kolay kolay kanmazdı, hemen toparladı kendini. “Hadi oradan, sen kurtsun.” dedi. Marinet gülümsedi, “Anlarsın ya, düşüncemiz seni kovmak değil,” dedi. “Büyüklerimiz, yalvarsalar da, korkutsalar da kimseye kapıyı açmamamızı söylediler de … ” O zaman kurt derin derin içini çekti, sivri kulakları düştü. Üzgün olduğu belliydi. “Kurt hakkında biı’ sürü öyküler anlatılır, her söylenene inanmamalı.

Ben hiç de kötü yürekli bir yaratık değilim aslında.” Gene derin derin içini çekti. Marinet’in gözleri yaşardı. Kurdun üşüdüğünü, ayağının sızladığını öğrenince, küçükler üzülmüşlerdi. En sarışın, kardeşinin kulağına bir şeyler fısıldadı, kurda da göz kırptı. Ondan yana olduğunu göstermek istiyordu. Delfin düşünceliydi, çünkü o çabucak karar vermezdi. “İyi gibi görünüyor, ama güvenemem doğrusu,” dedi. “Kurt ve kuzu öykülerini bir düşünsene. Kuzucağız bir şey yapmamıştı ona.” Kurt kötü bir düşüncesi olmadığını söyleyip duruyordu. “Ya kuzu?” dedi Delfin. “Yediğin kuzu ne oluyor?” Kurt hiç de sarsılmışa benzemiyordu. “Yediğim kuzu mu? Hangisi?” diye sordu. Çok sakin konuşuyordu, olağan bir şeyden söz edilmişti sanki.

İnsanın içini ürperten biı’ suçsuzluk görünüşü vermişti kendine. “Nasıl?” diye atıldı Delfin. “Daha çok kuzular yedin demek! Aferin doğrusu!” “Elbette yedim. Ama kötülük bunun neresinde anlamıyorum. Siz de yiyorsunuz.” Tersini söylemek olanaksızdı. Daha öğle yemeğinde bir but yemişlerdi. “Hadi artık, hiç de kötü değilim, görüyorsunuz,” dedi kurt. “Açın şu kapıyı, halka olup otururuz ocağın başına, size öyküler anlatırım. Ormanlarda dolaşmaya, ovalarda koşmaya başlayalı beri neler neler gördüm, kestirebilirsiniz herhalde. Yalnızca geçen gün üç tavşanın başından geçenleri anlatsam, gülmekten kırılırsınız.” Küçükler alçak sesle tartışıyorlardı. En sarışın, kapı hemen açılsın istiyordu. Sızlayan ayağıyla poyraz altında bırakılamazdı ya zavallıcık. Ama Delfin, hala çekiniyordu.

”Yediği kuzuları başına kakamazsın,” diyordu Marinet. “Açlıktan ölecek değildi ya.” “Patates yeseydi,” diyordu Delfin. Marinet öyle bir coştu, öyle bir coştu, kurdu öyle bir savundu ki, kendi sözlerinin etkisiyle gözleri yaşardı. En sonunda ablasını da etkiledi sözleri. Delfin kapının yolunu tutmuştu bile. Birden düşüncesini değiştirdi. Kahkahalarla gülüp omuz silkti. Bu davranışı karşısında şaşıran Marinet’e, “Hayır, aptallık olur bu,” dedi. Sonra gözlerini kurda dikti. “Söyle bakalım, kurt efendi,” dedi. “Kırmızı Şapkalı Kız’ı unutmuştum. Biraz da Kırmızı Şapkalı Kız’ı konuşsak nasıl olur?” Kurt utandı, başını önüne eğdi. Bunu hiç beklemiyordu doğrusu. İç çekişi içeriden bile duyuldu.

12� “Doğru,” dedi. “Onu yedim. Yedim Kırmızı Şapkalı Kız’ı. Ama çok � pişmanım, inanın, Şimdi olsa … ” . ( “Bırak şimdi bu masalları.” _ . Kurt göğsünü, tam yüreğinin bulunduğu yeri yumrukladı. Gü- � � ,,. zel, inandırıcı bir sesle, � “İnanın bana,” dedi. “Bugün olsa, açlıktan ölürdüm de gene yemezdim onu.” En sarışın, içini çekti. “Olsun,” dedi. “Kırmızı Şapkalı Kız’ı yedin ya.” “Yemedim demiyorum,” dedi kurt. “Evet, yedim.

Ama bu bir gençlik günahıydı. Çok zaman geçti aradan. Her günahın bir de bağışlanması vardır. Sonra bu küçük kız yüzünden neler neler geldi başıma, bir bilseniz. Bakın, kızdan önce ninesini yediğimi bile söylemekten çekinmediler. İşte burası hiç doğru değil.” Kurt, biraz şakaya boğdu işi, belki de bilmeden böyle yaptı. “Düşünsenize bir kez. Yemekte beni bekleyen körpecik bir kız varken, ninesini nasıl yerdim? Yok canım, o kadar da midesiz değilim.” Yediği bu körpecik eti ansıyınca, bizim kurt dayanamadı, dudaklarını yalamaya başladı; uzun, sivri dişleri göründü. Bu da çocuklarda güven uyandıracak bir görünüm değildi. “Kurt, yalancının birisin sen!” diye bağırdı Delfin. “Söylediğin gibi üzülsen, pişmanlık duysan, dudaklarını yalamazdın.” Dişlerinin altında eriyiveren tombul kızı ansı- yınca dudakların yalaması kurdu da şaşırttı. Ama çok iyi, çok dürüst buluyordu kendini.

Kendinden kuşkulanmak istemedi. “Kusura bakmayın,” dedi. “Kötü bir alışkanlık bu. evdekilerden bana da geçti. Ama bundan bir şey çıkmaz ki.” “Siz görgüsüzseniz, bundan bize ne?” “Öyle demeyin, çok üzgünüm,” dedi kurt. “Küçük kızları yemek de evdekilerden geçme bir alışkanlık mı? Bir daha çocuk yemeyeceğine söz veriyorsun. Marinet’in bir daha tatlı ve meyve yemeyeceğine söz vermesi gibi bir şey bu.” Marinet kızardı. Kurt karşı gelmeye çalıştı. “Ama size yemin ediyorum ya.” “Bırak, bırak. Yoluna git artık. Biraz koşarsan ısınırsın.” Bizim kurt iyice öfkelendi.

Nasıl öfkelenmesindi? Bacaksızlar iyiliğine inanmıyorlardı. “Bu kadarı da fazla artık!” diye bağırdı. “Hiç kimse gerçeği anlamak istemıyor nedense. Namuslu kişileri beğenmiyorsunuz. Bana sorarsanız, iyi niyetlileri umut kırıklığına uğratmamalı. Bundan sonra bir çocuk yiyecek olursam. suç sizin.” Küçükler, onu dinlerken, sorumluluklarının büyüklüğünü, duyacakları pişmanlığı düşünerek kaygılanıyorlardı. Ama kurdun kulakları öyle bir sivrilmişti ki, öyle bir oynuyordu ki, gözlerinden öyle sert bir parıltı yayılıyordu ki, sarkık dudaklarının arasında dişleri öyle bir ışıldıyordu ki, korkudan donup kalmışlardı. Kurt bu türlü sözlerle bir şey elde edemeyeceğini anladı. Özür diledi, yalvardı. Konuşurken gözleri sevgiyle dolup taşıyor, kulakları yatıyordu. Burnu- �14 nu cama dayamıştı, ağzı düzeliyor, ineklerin burnunun ucu gibi güzel görünüyordu. “İşte görüyorsun, hiç de kötü değil,” diyordu en sarışın. “Belki de,” diye yanıtlıyordu ablası, “kim bilir, belki de … ” Kurt böyle yalvarıp dururken, Marinet dayanamayıp kapıya yöneldi.

Delfin şaşırdı, saçının bir topundan yakalayıverdi onu. Birbirlerini tokatlamaya başladılar. Kurt, camın ardında umutsuzca çırpınıyordu. Ömründe gördüğü en güzel iki sarışın arasında kavga çıkmasına yol açmaktansa, gitmenin daha iyi olacağını düşünüyordu. Gerçekten de ayrıldı pencereden, hıçkırıklarla sarsıla sarsıla uzaklaşmaya başladı. “Yazıklar olsun!” diye düşünüyordu. “Çok iyi yürekliyim, gene de dost olmak istemiyorlar benimle. Oysa dost olsalar daha da iyi olurdum, kuzuları bile yemezdim bir daha.” Kurt, böyle soğuktan, üzüntüden bitmiş bir durumda, üç ayağının üstünde sarsıla sarsıla giderken, Delfin de arkasından bakıyordu. Yaptıklarına üzüldü, ona acıdı, pencereye gitti. “Kurt, kurt! Artık korkmuyoruz! Çabuk gel de ısın!” diye bağırdı. En sarışın, çoktan kapıyı açmış, kurda doğru koşuyordu. “Tanrım, ateş başında oturmak ne güzel,” dedi Kurt. “Aile yaşamından daha güzel bir şey yok şu yeryüzünde. Eskiden de böyle düşünürdüm hep.

” Sevgiden gözleri yaşarmıştı, çekingence köşede duran küçüklere bakıyordu. Sızlayan ayağını yalayıp sırtını ocağa verdikten sonra öyküler anlatmaya başladı. Küçükler tilkinin, sincabın, köstebeğin, or15� manın ucundaki üç tavşanın öykülerini dinlemek için yaklaşmışlardı. Öyle eğlenceli olanları vardı ki, kurt iki-üç kez yinelemek zorunda kaldı. Marinet, şimdiden elini dostunun boynuna atmış. kulaklarını çekiyor, tüylerini okşayarak eğleniyordu. Delfin’in yakınlık kurması daha uzun sürdü. Oyun olsun diye elini ilk kez kurdun ağzına sokunca: “Ne büyük dişlerin varmış!” demekten kendini alamadı. Kurt çok utandı. Marinet başını kollarıyla sakladı. Kurt kibarlığı yüzünden, ne kadar acıktığını bile söyleyemedi. “Demek ki ben böylesine iyi olabiliyormuşum,” diye düşünüyordu keyifle. “İnanılır şey değil.”

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir