Margaret Weis, Tracy Hickman – Olum Kapisi 2 – Elf Yildizi

“…Dünya hakimiyeti avuçlarımızın içindeydi. Eski düşmanımız Sartanlar yükselişimizi önleyecek güce sahip değildi. Egemenliğimiz altında yaşama düşüncesi onlar için dayanılmazdı, zehir gibi acıydı. Sartanlar anlaşılması güç, çılgınca bir yola saparak aşırı eylemlere yöneldiler. Dünyayı bizim devralmamıza izin vermek yerine, yok ettiler. “Sartanlar yok ettiklerinin yerine dört yeni dünya yarattılar. Bu dünyalar eski dünyanın dört temel unsurundan oluşuyordu: Gök, Ateş, Taş ve Su. Katliamdan kurtulan halklar, Sartanlar tarafından, bu yeni dünyalarda yaşamak üzere nakledildiler. Biz, eski düşmanları, Labirent olarak bilinen büyülü bir zindana kapatıldık. “Nexus’ta keşfettiğim kayıtlara göre Sartanlar zindan hayatının bizi ‘ıslah edeceğini’, bizim Labirent’ten hakimiyet arayan -ya da kendi deyişleriyle, ‘zalim’ doğalarımız yumuşamış, uslanmış olarak çıkacağımızı umuyorlardı. Ama planlarındaki bir şey yolunda gitmedi. Sartan gardiyanlarımız, Labirent’i kontrol edenler yok oldular. Labirent kendi kontrolünü ele geçirdi ve bir zindandan cellada dönüştü. “O korkunç yerde sayısız insanımız öldü. Nesiller silinip, yok oldu Ama ölmeden önce her nesil çocuklarını ilerletti, her takıp eden nesil özgürlüğe bir adım, bir adım daha yaklaştı Sonunda, sıradışı büyü güçlerim sayesinde Labirent’i yenmeyi başardım, ondan kurtulmayı başaran ilk kışı oldum Son Kapı’dan geçtim ve Nexus olarak bilmen bu dünyaya geldim Burada, Sartanların bize neler yapmış olduklarını keşfettim Daha da önemlisi, dört yeni dünyanın varlığını ve bunlar arasındaki bağlantıyı keşfettim Ölüm Kapısı’nı keşfettim.


“Labirent’e döndüm -sık sık dönerim oraya- ve büyümü kullanarak Labirentle savaştım, bazı kısımlarına hakim oldum, böylece esaretten kurtulmak için hâlâ savaşmakta olan halkım için güvenli sığınaklar yarattım Esaretten kurtulanlar Nexus’a gelip benimle çalışıyorlar Birlikte kenti imar ediyoruz, bir kez daha, evrenin hükümdarları olarak hak ettiğimiz yen alacağımız güne hazırlanıyoruz Bu amaçla, Ölüm Kapısı’ndan dört dünyanın her birine kaşifler yolluyorum.”(Nexus Lordu Dünyanın Yok Olmasının Ardından Patryn Tarihi) “Emrim altındaki kişiler arasından Haplo’yu seçmemin pek çok nedeni var serinkanlılığı, hızlı düşünebilmesi, muhtelif dillen akıcı bir şekilde konuşabilmesi ve büyü konusundaki becerisi Haplo kendisini, Gök Dünyası Arianus’a yaptığı ilk yolculukta kanıtladı Dünyayı alt üst edip savaşa yöneltmek için elinden geleni yapmakla yetinmedi, bana çok değerli bilgiler ve yeni bir havan getirdi -Bane olarak bilinen olağanüstü bir çocuk. “Haplo’dan ve basanlarından oldukça memnunum. Gözümü onun üstünden ayırmıyorsam bunun sebebi, bağımsız düşünme konusundaki talihsiz eğilimi Ona hiçbir şey söylemiyorum, bu özelliği şu anda benim için paha biçilmez değere sahip Aslında, kendisinin bile bu kusurun farkında olduğunu sanmıyorum Kendini bana adadığını düşünüyor Tereddüt etmeden hayatını benim için verebilir Ama insanın hayatını vermesi başka şey, ruhunu vermesi başka. “Dört dünyayı birleştirmek, Sartanları yenmek -bunlar müthiş zaferler olacak Ama daha da güzeli, Haplo ve benzerlerinin önümde diz çöktüğünü, kalplerinde ve zihinlerinde beni lordlan ve mutlak efendileri olarak kabul ettiklerini görmek olacak” (Nexus Lordu nün kişisel günlüklerinden alıntı) Haplo, sevgili oğlum Umarım sana böyle hitap etmeme izin verirsin. Benim için kendi çocuklarım kadar değerlisin. Belki bunun sebebi doğumunda -ya da yeniden doğuşunda- rol almış olmamdır Kuşkusuz seni olumun ağzından aldım ve sana hayatını geri verdim. Hem zaten gerçek bir baba, bir oğul edinmek için, bir kadınla birkaç zevkli dakika geçirmekten başka ne yapar’ Seni Pryan’a, Ateş Alemi’ne yapacağın yolculuğa uğurlamayı ummuştum Ne yazık ki gözleyicilerden, dört yüz altmış üçüncü kapının yakınlarında büyü alanının dağılmakta olduğu yolunda haberler aldım Labirent et yiyen karıncalardan bir sürü salmış ve halkımızdan yüzlercesi ölmüş. İçeri girip savaşmalıyım, dolayısıyla sen giderken orada olmayacağım. Söylemeye bile gerek yok, ama sayısız başka savaşta olduğu gibi, gene yanımda olsaydın keşke. Fakat görevin acil ve seni görevinden alıkoymayacağım Talimatlarım, Arianus’a doğru yola çıkarken verdiğim talimatlarla aynı. Elbette, büyü güçlerini herkesten saklayacaksın. Arianus’ta olduğu gibi, dünyaya dönüşümüzü gizli tutmalıyız. Planlarımı uygulamaya koymadan önce beni keşfetmeleri durumunda Sartanlar beni durdurmak için (daha önce yaptıkları gibi) yeryüzünü ve gökyüzünü yerinden oynatırlar. Unutma, Haplo, sen bir gözlemcisin.

Mümkünse, dünyadaki olayları değiştirmek için hiçbir şey yapma, yalnızca dolaylı yöntemler kullan. Bu dünyalara kendim geldiğim zaman, ajanlarımın benim adıma canavarca eylemlerde bulundukları suçlamaları ile karşılaşmak istemiyorum. Arianus’ta mükemmel bir iş çıkardın oğlum, bu uyarıyı hatırlatmak istedim yalnızca. Pryan, yani Ateş Dünyası hakkında, oldukça büyük göründüğü dışında pek az bilgimiz var. Sartanlar’ın bıraktıkları modeller, ateşten bir çekirdeği çevreleyen devasa bir taştan küre gösteriyor. Eski dünyaya benzer bir dünya, ama çok, çok daha büyük. Beni düşündüren de boyutu zaten. Neden Sartanlar bu gezegeni bu kadar büyük yapma ihtiyacı duydular? Tam olarak anlamadığım bir şey daha var, güneşi nerede? Yanıtlarını bulmaya çalışacağın sorular bunlar. Pryan üzerindeki kara parçalarının enginliği sebebiyle nüfusunun, birbirinden tecrit edilmiş küçük topluluklar halinde dağılmış olduğunu tahmin edebiliyorum ancak. Bu tahmini, Sartanların Pryan’a naklettikleri kişi sayısına dayanarak yapıyorum. Benzeri görülmemiş bir nüfus patlaması yaşanmış olsa bile Elfler, insanlar ve cüceler asla bu kadar büyük bir kara parçasını dolduracak kadar çoğalmış olamazlar. Bana Arianus’tan getirdiğin gibi, halkları bir araya toplayacak bir havari, bu koşullar altında faydasız olur. Pryan’a öncelikle bir araştırmacı olarak gidiyorsun. Bu dünya ve sakinleri hakkında öğrenebildiğin herşeyi öğren. Ve, Arianus’ta olduğu gibi, Sartanlara ilişkin herhangi bir iz var mı, araştır.

Gök Dünyası’nda var olmadıklarını görmüş olsan da,(Bir istisna haricinde) o dünyadan kaçıp Pryan’a sığınmış olma olasılıkları var. Dikkatli ol, Haplo ve temkinli davran. Dikkatleri üzerine çekecek hiçbir şey yapma. Seni yürekten kucaklıyorum. Güven ve basan içinde döndüğümde, seni kucaklamak için sabırsızlanıyorum. Lordun ve baban. (Haplo, Pryan, Ateş Dünyası, Ölüm Kapısı Günlüklerinin ikinci cildi) BİRİNCİ BOLUM EQUELAN, AĞAÇTEPESİ DÜZEYİ Calandra Quindiniar cilalı masasında oturmuş, geçen ayın kârlarını hesaplıyordu. Beyaz parmakları abaküsün üzerinde hızla hareket ediyor, boncukları oraya buraya kaydırıyor, önündeki eski, deri ciltli hesap defterine kaydederken, rakamları kendi kendine tekrarlıyordu. Yazısı da kendisi gibiydi: ince, dik, titiz ve okuması kolay. Başının üzerinde dönen, kuğu tüylerinden yapılma dört yelpaze, hava akımı sağlıyordu. Dışarıdaki boğucu devirortası sıcağına rağmen evin içi serindi. Ev kentin en yüksek noktasında durduğundan, normalde orman bitkilerinin arasında kaybolup giden esintileri alıyordu. Ev kentin en büyük iki evinden birisiydi. Diğeri, kraliyet sarayı idi. (Lenthan Quindiniar, evini saraydan daha büyük yapacak paraya sahipti, ama o alçakgönüllü bir elfti ve haddini bilirdi.

) Odaları geniş ve havadardı. Yüksek tavanları, pek çok penceresi, her odada en az bir tane olmak üzere, büyülü bir yelpaze sistemi vardı. Oturma odaları ikinci kattaydı, geniş ve güzel döşenmiş odalardı bunlar. Devrin parlak saatlerinde indirilen perdeler, odaları karartıyor ve serinletiyordu. Fırtına- vaktinde perdeler taze, yağmurla yıkanmış esintileri yakalamak üzere kaldırılıyorlardı Calandra’nın küçük erkek kardeşi Paithan, masanın yanındaki sallanan sandalyede oturuyordu Elinde bir avuç yelpazesi, tembel tembel sallanarak ablasının başının üstündeki kuğu tüylerinin dönmesini seyrediyordu. Oturduğu yerden daha pek çok yelpazeyi görebiliyordu -oturma odasındaki yelpaze ve onun ötesinde, yemek odasındaki yelpaze. Tüm yelpazelerin havada dönmelerini izlerken, kanatların ahenkli pırpırları, abaküsün boncuklarının tıkırtısı ve sandalyesinin hafif gıcırtıları arasında uyuklamaya başladı. Üç katlı evi sarsan şiddetli bir patlama, Paithan’ın dimdik oturmasına sebep oldu. “Kahretsin,” dedi sinirli sinirli, buzlu içeceğine yağmakta olan ince alçı tabakasına bakarak. Ablası öfkeyle içini çekti ve hiçbir şey demedi. Defterdeki tozu üflemek için bir an durmuş, ama tek bir rakamı bile atlamamıştı. Aşağıdaki kattan gelen bir dehşet çığlığı 1 duyuldu. “Bu yeni aşçı yamağı kadın olmalı,” dedi Paithan, ayağa kalkarak. “Gidip sakinleştirsem iyi olacak, yalnızca babamın…” “Sakın öyle bir şey yapmaya kalkma,” diye tersledi Calandra, başını kaldırmadan ve yazmayı bırakmadan. “Orada oturup, işimi bitirmemi bekleyeceksin.

Böylece bir sonraki kuzeyyönü yolculuğun hakkında konuşabiliriz. Hayatını kazanmak için, asil arkadaşlarınla, Örn bilir neler yaparak, aylaklık etmekten başka yaptığın bir şey yok zaten. Dahası, yeni kız bir insan, hem de çirkin bir insan ” Calandra toplama çıkarmalarına döndü. Paithan ise iyi huylulukla sandalyesine çöktü. Bilmeliydim, diye düşündü. Calandra bir insan kız tutacak-sa, bu ancak domuz suratlı bir sefil olabilir. Al sana abla sevgisi. Ah, pekâlâ, kısa süre sonra yola çıkacağım ve sevgili Cal’in kalbi bilmediği şeylerden incinemez. Paithan sallandı, ablası mırıldandı, yelpazeler tatminle fırdöndü. Elfler yaşama saygı gösterirler ve bu yüzden tüm yaratımlarına can verirler. Tüyler hâlâ kuğunun üzerindeymiş gibiydiler. Onları seyreden Paithan, bunun tüm ailesi için geçerli bir parallellik olduğunu düşündü. Hepsi hâlâ birşeylere, belki de birbirlerine bağlı oldukları izlenimi altındaydılar. Huzur dolu düşünceleri kararmış, yanmış, saçı başı darmadağın bir adamın ellerini ovuşturarak odaya dalması ile kesildi. “Bu iyiydi, değil mi?” dedi yeni gelen.

Adam bir elf için kısa boyluydu ve bir zamanlar oldukça tombul olduğu anlaşılıyordu. Son zamanlarda etleri sarkmaya başlamıştı; benzi sararmış, derisi gerginliğini yitirmişti. Kurumun altından görmek zor olsa da, büyük, kel bir bölgenin çevresinde dimdik dikilen gri saçları, orta yaşlarında olduğunu gösteriyordu. Grileşen saçları dışında elfin yaşını gösteren bir belirti yoktu, çünkü yüzü pürüzsüz ve kırışıksız idi -fazla pürüzsüz. Gözleri parlaktı -fazla parlak. Ellerini ovuşturdu ve gözlerini sabırsızlıkla kızından oğluna çevirdi. “Bu iyiydi, değil mi?” diye tekrarladı. “Elbette Patron,” dedi Paithan, iyi huylu bir kabullenme ile. “Neredeyse sırtüstü yuvarlanacaktım ” Lenthan Quindiniar aptal aptal gülümsedi. “Calandra?” diye ısrar etti. “Aşçı yamağını çılgına döndürdün ve tavanda yeni çatlaklar belirdi, eğer kastettiğin buysa, baba,” diye karşılık verdi Calandra, boncukları haşin haşin birbirine çarparak. “Hata yaptın!” diye cıyakladı abaküs aniden. Calandra dik dik baktı, ama abaküs direndi. “On dört bin altı yüz seksen beş artı yirmi yedi on dört bin altı yüz on iki etmez. On dört bin yedi yüz on iki eder.

Elde biri unuttun.” “Hâlâ hesap yapabildiğime şaşarım! Ne yaptığını gördün mü, baba?” diye sordu Calandra. Lenthan bir an için üzgün göründü, ama sonra hemen neşelendi. “Artık uzun sürmez,” dedi ellerini ovuşturarak. “Bu sonuncusu roketi başımın üzerine kadar kaldırdı. Sanırım doğru karışımı keşfetmek üzereyim. Bana ihtiyaç duyulursa, canlarım, laboratuvarda olacağım.” “Emin ol, ihtiyaç duyarız!” diye mırıldandı Calandra. “Ah, patronu rahat bırak,” dedi Paithan, yaşlı elf bir takım zarif mobilyaların arasından kıvrılarak geçip, yemek odasının arka tarafında gözden kaybolurken. “Annem öldükten sonraki halini mi tercih ederdin?” “Aklının başında olmasını tercih ederdim, kastettiğin buysa, ama herhalde çok şey istiyorum! Thea’nın gezip tozmaları ile babamın aptallığı sayesinde tüm kentin maskarası olduk.” “Endişelenme ablacığım. Herkes kıs kıs gülüyor olabilir, ama sen Thillia Lordları’ndan paraları kürekle toplarken, bunu ancak gizli gizli yapabiliyorlar. Dahası, patronun aklı başında olsaydı, işinin başında olurdu.” “Hah,” dedi Calandra. “Bu argo konuşmaları bırak Tahammül edemediğimi biliyorsun.

O arkadaş dediğin kişilerle aylaklık etmenin sonu budur. Tembel, aylak bir…” “Yanlış!” diye bildirdi abaküs. “Çıkması gereken sonuç. ” “Ben yaparım!” Calandra kaşlarını çatarak en son kaydına baktı ve sinirle, sayıları toplama işine döndü. “Bırak o… o şey yapsın işi,” diye önerdi Paithan, abaküsü işaret ederek. “Makinelere güvenmiyorum. Sesini kes!” Kardeşi konuşunca Calandra’nın kafası karışıyordu. Paithan yelpazelenerek ve kendisine yeni bir vindreç kadehi -içinde alçı yüzmeyen bir kadeh-getirmesini istemek üzere hizmetçiyi çağıracak enerjisi olup olmadığını merak ederek bir süre sessizce oturdu. Ama uzun süre sessiz kalmak genç elfin doğasına aykırıydı. “Thea’dan bahsetmişken, o nerede?” diye sordu, koltuğun arkasından çıkmasını beklermişçesine çevresine bakınarak. “Yatakta, elbette. Henüz şarapvakti olmadı,” diye yanıt verdi ablası, tüm Elflerin işlerini bırakıp, bir kadeh baharatlı şarap ile rahatladıkları, devrin “fırtına” olarak bilinen o geç saatine atıfta bulunarak. Paithan sallanmaya devam etti. Sıkılmaya başlamıştı. Lord Durndrun ağaçhavuzunda yelken açmak için bir grup davet etmişti.

Sonra bir piknik olacaktı ve Paithan katılmak istiyorsa, giyinip yola çıkmasının zamanı gelmişti. Asil bir kana sahip olmasa da, genç elf asil sınıfın arasına karışacak kadar zengin, yakışıklı ve sevimli idi. Asillerin aldığı eğitimden yoksundu, ama bunu kabullenecek ve olduğundan farklı davranmaya çalışmayacak kadar akıllıydı Orta sınıf bir tüccarın oğluydu işte. Bu orta sınıf babanın tüm Equilan’ın en zengin adamı, hatta (söylentilere bakılırsa) kraliçeden bile zengin olduğu gerçeği, Paithan’ın zaman zaman görgüsüzlüğe kaçan davranışlarını fazlasıyla telafi ediyordu. Genç elf parasını serbestçe harcayan, iyi kalpli bir arkadaştı ve lordlardan birinin dediği gibi, “o, ilginç bir şeytandı -en vahşi hikâyeleri anlatabilen…” 2 Paithan’ın eğitimi, dünyadaki deneyiminden geliyordu, kitaplardan değil. Annesinin yaklaşık sekiz yıl önceki ölümünden ve babasının çılgınlık ve hastalık içinde çökmesinden beri, Paithan ile ablası aile işlerini üstlenmişlerdi. Calandra evde kalıp zengin silah şirketinin parasal yanı ile ilgileniyordu. Elfler yüz yıldan fazla bir süredir hiçbir savaşa girmemiş olsalar da, insanlar hâlâ bu işten hoşlanıyorlar, hele bunu büyülü elf silahlan ile yapmaya bayılıyorlardı. Dünya üzerinde dolaşıp anlaşmalar yapmak, siparişlerin teslim edildiğinden emin olmak ve müşterilerini mutlu etmek Paithan’ın görevi idi. Sonuç olarak tüm Thillia topraklarım dolaşmış, hatta bir sefer kuzeyyönündeki DenizKralları âlemine kadar gitmeye cesaret etmişti. Diğer yandan asil Elfler nadiren ağaçtepelerindeki malikânelerini terk ederlerdi. Pek çoğu, kendi kraliçeliklerine dahil olan, Equilan’ın alçak bölgelerine bile gitmemişti. Bu yüzden Paithan harika bir garabet olarak görülür ve ona böyle davranılırdı. Paithan lordların ve leydilerin kendisini, evcil maymunlarını nasıl görüyorlarsa öyle gördüklerini biliyordu -onları eğlendirecek bir varlık olarak. Yüksek elf sosyetesine tam olarak kabul edilmiş sayılmazdı.

O ve ailesi kraliçenin sarayına yılda bir kez davet edilirlerdi -hazinesini dolu tutanlara karsı kraliçenin gösterdiği imtiyaz- ama hepsi bu kadardı. Bunların hiçbiri Paithan’ı azıcık bile üzmüyordu. Ama kendilerinin yarısı kadar akıllı, çeyreği kadar zengin olmayan Elflerin, aile soy ağaçlarını Felaket’e kadar takip edemedikleri için Quindiniar ailesine tepeden bakması Calandra’nın kalbinde kanayan bir yaraydı. Asaleti hor görüyor ve bu duygusunu, en azından erkek kardeşinden saklamaya gerek görmüyordu. Ve Paithan kendi duygularını paylaşmadığı için son derece öfkeleniyordu. Bununla beraber, en az asil Elflerin kendisini eğlenceli buldukları kadar, Paithan da onları eğlenceli buluyordu. Biliyordu ki on dükten birinin kızına evlenme teklif etse, “zavallı çocuğun” halktan biri ile evlenmesi yüzünden hayret çığlıkları, ağlamalar, sızlamalar duyulur -ve düğün toplum adabının öngördüğü en kısa sürede yapılırdı. Hem, asil evlerin bakımı için para lazımdı. Genç elfin evlenmeye niyeti yoktu, en azından şimdilik. Gezgin, kâşif bir aileden geliyordu -orniti keşfeden elf kâşiflerin ailesinden. Neredeyse bir mevsimdir evdeydi ve tekrar yola çıkmanın zamanı gelmişti, güzel bir genç kadını gölde kayıkla gezdirmek yerine burada, ablası ile oturmasının sebebi buydu işte. Ama hesaplarına dalan Calandra, onun varlığını unutmuş görünüyordu. Paithan aniden, bir çıtlama daha duyarsa “kafayı yiyeceğine” karar verdi -Calandra’nın azı dişlerinin ortaya çıkmasına sebep olacak, “asil arkadaşlarından” öğrendiği bir deyimdi bu. Paithan’ın bu gibi durumlar için sakladığı bir haberi vardı ablasına. Evi sallayan daha önceki patlamaya benzer bir patlama yaratacaktı, ama bu Calandra’yı sarsabilir ve kendisinin kaçmasına yardım edebilirdi.

“Babamın bir insan rahip çağırtmasına ne diyorsun?” diye sordu. Ablası, Paithan odaya girdiğinden beri ilk kez hesap yapmayı bıraktı, başını kaldırdı ve ona baktı. “Ne?” “Babam bir insan rahip çağırttı. Bildiğini sanıyordum.” Masum görünmek için hızla gözlerini kırpıştırdı Paithan. Calandra’nın kara gözleri parladı. İnce dudakları büzüldü. Kalemi, özelikle bu iş için kullanılan mürekkep lekeli bir kumaş parçasına büyük bir özenle sildi, defterin tepesindeki yerine dikkatle yerleştirdi ve dönerek tüm dikkatini kardeşine verdi. Calandra hiç güzel olmamıştı. Dedikleri gibi, ailedeki tüm güzellik biriktirilmiş ve en küçük kız kardeşe verilmişti. Cal neredeyse kemikli denecek kadar zayıftı. (Daha küçük bir çocukken, Paithan “ablamın burnu şarap presine mi sıkıştı,” diye sorduğu için dayak yemişti.) Şimdi, solmakta olan gençliği esnasında, sanki tüm yüzü kıstırılmış ve presten geçirilmiş gibi görünüyordu. Saçlarını, başının tepesinde sıkı bir topuzla toplamış, üç, ölümcül görünüşlü, sivri dişli tarak ile tutturmuştu. Derisi ölüm beyazı idi, çünkü nadiren dışarı çıkar ve çıktığında da güneşten korunmak için bir şemsiye kullanırdı.

Sade elbiselerinin tümü aynı modelde yapılırdı -çenesine kadar düğmeli, etekleri yerleri süpürecek kadar uzun. Calandra güzel olmayışını hiç umursamazdı. “Güzellik kadına, bir erkeği tuzağına düşürebilmesi için verilir,” derdi ve Cal hiç bir erkeğe sahip olmak istememişti. “Erkek dediğin nedir ki zaten,” derdi Calandra, “paranı çarçur edip hayatına karışan yaratıklardan başka?” Benim dışında herkes, diye düşündü Paithan. Ve bu da, Calandra’nın beni uygun bir şekilde yetiştirmesi yüzünden. “Sana inanmıyorum,” dedi ablası. “Evet, inanıyorsun.” Paithan eğleniyordu. “Biliyorsun ki pat -afedersin, dilim sürçtübabam herşeyi yapabilecek kadar çılgın.” “Nasıl öğrendin?” “Tesadüfen -akşamyemeği vakti, bir tek atmak için ihtiyar Rory’ye uğramıştım. Oradan Lord…” “Nereye gideceğin beni ilgilendirmiyor.” Calandra’nın alnında bir çizgi belirmişti. “Bu dedikoduyu ihtiyar Rory’den duymadın, değil mi?” “Korkarım öyle, ablacığım. Çatlak babamız meyhaneye gitmiş, roketlerden falan bahsetmiş ve bir insan rahip çağırttığı haberini yaymış.” “Meyhanede mi?” Calandra’nın gözleri korku ile açıldı.

“Onu duyan… çok kişi var mıymış?” “Ah, evet,” dedi Paithan neşeyle. “Her zamanki saatinde gitmiş, bilirsin, meyvaktinde ve meyhane ağzına kadar doluymuş.” Calandra alçak sesle inledi; parmaklan abaküsün üzerine kapandı. Abaküs yüksek sesle itiraz etti. “Belki… belki hayal etmiştir.” Fakat sesinde umutsuzluk vardı. Babası, çılgınlığı içinde bazen çok aklıbaşında davranırdı. Paithan başını salladı. “Hayır. Kuşçuyla konuştum. Kusursuzu mesajı Thillialı Lord 3 Gregory’ye taşımış. Notta, Equilanlı Lenthan Quindiniar’ın, yıldızlara yolculuk konusunda bir insan rahibe danışmak istediği yazılıymış. Yiyecek ve barınma karşılanacak, ayrıca beş yüz taş ücret verilecek deniyormuş.” Calandra yine inledi. “Herkes başımıza üşüşecek!” Alt dudağını çiğnedi.

“Hayır, hayır, sanmıyorum.” Böylesine bir acıya sebep olduğu için biraz pişmanlık duymuştu Paithan. Uzandı ve ablasının sıkılı yumruğunu okşadı. “Belki bu sefer şans yüzümüze güler, Callie. İnsan rahipler manastırlarda yaşar ve katı yoksunluk yeminleri falan ederler. Para kabul edemezler. Ve Thillia’da rahatları oldukça yerindedir. Son derece katı bir hiyerarşiye sahip olduklarını söylememe bile gerek yok. Hepsi, bir tür yüksek rütbeli peder gibi birisine karşı sorumludurlar ve içlerinden biri pılısını pırtısını toplayıp yabana doğru yola çıkmaya kendiliğinden karar veremez.” “Ama bir elfi döndürme ihtimali…” “Hah! Onlar bizim rahiplerimiz gibi değildirler. Kimseyi döndürmeye zamanları yoktur. Daha çok politik oyunlar oynayıp, Kayıp Lordlar’ı geri getirmeye çalışmakla meşguldürler.” “Emin misin?” Calandra’nın solgun yanaklarına birazcık renk gelmişti. “Şey, tam olarak değil,” diye itiraf etti Paithan. “Ama insanlar arasında çok bulundum ve onları tanıyorum.

Bir kere, bizim topraklarımıza gelmekten hoşlanmıyorlar. Ayrıca, bizden de pek hoşlanmıyorlar. Bu rahibin gelmesinden endişelenmemize gerek yok bence.” “Ama neden?” diye sordu Calandra. “Neden babam böyle bir şey yapsın?” “İnsanların, yaşamın yıldızlardan geldiğine dair inancı yüzünden. Yıldızların aslında kentler olduğuna ve bir gün, dünyamız kaos içindeyken Kayıp Lordlar’ın geri dönüp bizi tekrar oraya götüreceklerine inanıyorlar.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir