Margaret Weis, Tracy Hickman – Olum Kapisi 6 – Labirentte

Abarrach: taş dünyası, eriyik denizlerin ateşlerinin aydınlattığı bir karanlık dünyası, sarkıtlar ve dikitler dünyası, ateş ejderleri dünyası, zehirli hava ve sülfürlü dumanlar dünyası, büyü dünyası. Abarrach: ölülerin dünyası. Xar, Nexus Lordu ve şimdi Abarrach Lordu, sandalyesinde arkasına yaslandı ve gözlerini ovuşturdu. Çalıştığı rün yapıları birbirine karışmaya başlamıştı. Neredeyse hata yapacaktı -ve bu affedilemezdi. Ama zamanında kendine gelmiş ve toparlanmıştı. Ağrıyan gözlerini kapatarak, zihninde rün yapısını gözden geçirdi. Yürek rünü ile başla. Bu desenin sapını yanındaki rünün gövdesine bağla. Desenleri göğüse işle ve başa doğru ilerle. Evet, ilk denemelerinde hata yaptığı yer burasıydı. Baş önemliydi -hayati öneme sahipti. Sonra gövdeye desenler çiz, son olarak da kollara ve bacaklara. Mükemmeldi. Hiçbir hata bulamadı.


Zihninin gözünde, üzerinde çalıştığı ölü bedenin ayağa kalktığını ve yeniden yaşamaya başladığını hayal etti. Yoz bir yaşam biçimi, itiraf etmek gerekirdi, ama faydalı bir yaşam biçimi. Cesedin yerde yatıp çürümesinden daha faydalı olacaktı. Xar zaferle gülümsedi, ama bu, hayali ölüsünün yaşamından daha kısa süren bir zaferdi. Düşünceleri şu şekilde ilerledi: Ölüleri kaldırabiliyorum. En azından ölüleri kaldırabileceğimden oldukça eminim. Emin olamıyorum. Sevincinin üzerindeki kasvet örtüsü buydu. Kaldırabileceği ölü yoktu. Ya da daha doğrusu, çok fazla ölü vardı. Yalnız yeterince ölü değillerdi. Xar acı bir hayal kırıklığı içinde ellerini karmaşık rün yapısının üzerine vurdu. Rün taşları [1] masadan yere uçtu, kaydı ve dağıldı. Xar onlara dikkat etmedi. İstediği an rün yapısını tekrar bir araya getirebilirdi.

Tekrar ve tekrar. Su yaratacak rün büyüsünü bildiği kadar iyi biliyordu onu. Ne faydası olacaksa. Xar’ın bir cesede ihtiyacı vardı. Öleli üç günden fazla olmamış bir cesede. O sefil lazarlar [2] tarafından ele geçirilmemiş bir cesede. Kalan sinirle birkaç rün taşını da yere süpürdü Çalışma odası olarak kullandığı odayı terk etti ve özel odasına yöneldi. Yolu üzerinde, kütüphanenin önünden geçti. Ve Kleitus, (ölümüne kadar) Necropolis’in, Abarrach’ın en büyük kentinin eski hükümdarı oradaydı. Ölümünden sonra Kleitus lazar olmuştu -yaşayan ölülerden biri. Şimdi Hükümdar’ın ne ölü ne de canlı olan dehşet verici şekli, bir zamanlar kendisine ait olan sarayın salonlarında ve koridorlarında dolaşıyordu. Lazar sarayın hala kendisine ait olduğunu sanıyordu. Xar gerçeği biliyordu, ama Kleitus’u fikrinden vazgeçirmek için bir sebep göremiyordu. Nexus Lordu, Yaşayan Ölülerin Lordu ile konuşmak için cesaretini topladı. Xar halkını Labirent’ten kurtarmak için mücadele verirken pek çok korkunç düşmanla savaşmıştı.

Ejderler, kurtadamlar, kaodinler -Labirent’in yaratabildiği her canavar. Xar hiçbir şeyden korkmazdı. Yaşayan hiçbir şeyden. Lord lazarın tiksinti verici, devamlı kayan ölüm maskesine bakarken karnının derinliklerinde bir burkulma hissetmekten kendini alamıyordu. Xar gözlerdeki nefreti görebiliyordu -ölülerin Abarrach’ta yaşayanlara karşı duydukları nefret. Kleitus ile yaptığı hiçbir görüşme hoş değildi. Xar genellikle lazardan kaçınırdı. Lord aklında yalnızca tek bir düşünce olan bir varlıkla konuşmayı huzursuz edici buluyordu: Ölüm. Sizin ölümünüz. Xar’ın bedenindeki desenler mavi mavi parladı, onu saldırıya karşı korumaya hazırlandı. Mavi ışık Hükümdar’ın, hayal kırıklığı ile pırıldayan ölü gözlerinden yansıdı. Lazar bir kez, Xar’ın ilk gelişinde Patryn’i öldürmeyi denemişti. ikisi arasındaki savaş kısa ve görmeye değer olmuştu. Kleitus bir daha denememişti. Ama lazar işkence içindeki varlığının sonsuz saatlerinde bunun hayalini kuruyordu.

Bir araya geldiklerinde bundan bahsetmeyi hiç ihmal etmiyordu. “Bir gün, Xar,” dedi Kleitus, ceset hali konuşurken, “seni gafil avlayacağım. Ve sonra, bize katılacaksın.” “…katılacaksın,” dedi lazarın ruhunun mutsuz yankısı. Ölünün iki kısmı hep bir arada konuşurdu, ama ruh bedenden biraz daha yavaştı. “Hala bir amacının olması iyi bir şey olmalı,” dedi Xar sinirle. Elinde değildi. Lazar onu sinirlendiriyordu. Ama lordun yardıma, bilgiye ihtiyacı vardı ve bu bilgiye sahip olabilecek tek kişi -Xar’ın bildiği kadarıyla-Kleitus idi. “Benim de bir amacım var. Seninle tartışmak istediğim bir amaç. Zamanın varsa.” Sinirlilik Xar’ı alaycı yapıyordu. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın, Xar, lazarın yüzüne uzun süre bakamıyordu. Bu bir cesedin yüzüydü -cinayete kurban gitmiş bir cesedin, çünkü Kleitus bir başka lazar tarafından öldürülmüş, sonra bu tiksinti verici yaşama döndürülmüştü.

Yüz bazen uzun zaman önce ölmüş birinin yüzü oluyordu, sonra aniden yaşarken ki Kleitus’un yüzü haline geliveriyordu. Dönüşüm, ruh bedenin içine girdiği, yaşamı yenilemeye çalıştığı, bir zamanlar sahip olduğu şeyi yeniden ele geçirmek için mücadele ettiği zaman oluyordu. Engellenen ruh bedenden çıkıyor, boşuna kendini zindanından kurtarmaya çalışıyordu. Ruhun daimi öfkesi ve hayal kırıklığı soğuk, ölü ete doğal olmayan bir ısı veriyordu. Xar Kleitus’a baktı, sonra telaşla bakışlarını kaçırdı. ‘Kütüphaneye kadar bana eşlik eder misin?’ diye sordu Xar nazik bir hareket ile, bakışlarını cesede çevirmeksizin. Lazar gönüllü bir şekilde takip etti. Xar’ın bildiği gibi, Kleitus’un Nexus Lordu’na yardımcı olmak için özel bir isteği yoktu. Lazar geliyordu, çünkü her zaman Xar’ın zayıflaması, elinde olmadan savunmasını indirmesi olasılığı vardı. Kleitus, Xar’ı öldürmeyi umarak geliyordu. Odada yalnız kalınca, Xar kısa bir süre için bir başka Patryn’i muhafızlık etmek üzere çağırmayı düşündü. Hemen fikri aklından çıkardı, böyle bir şeyi düşündüğü için kendine hayret etti. Böyle bir istek -ona tapınan- halkının gözlerinde zayıf görünmesine sebep olurdu. Aynı zamanda, başka hiç kimsenin tartışma konusunu bilmesini istemiyordu. Sonuç olarak, kuşku ile de olsa, Xar örülmüş kaim otundan yapılmış kapıyı kapattı ve açılamasın diye Patryn koruma rünleri ile işaretledi.

Bu rünleri solmuş Sartan rünlerinin üzerine çizdi, Sartan büyüsü uzun zaman önce işlevini yitirmişti. Kleitus’un cansız gözleri aniden yaşama döndü, Xar’ın boğazına odaklandı. Ölü parmaklar beklenti içinde seğirdi. “Hayır, hayır, dostum,” dedi Xar hoş bir şekilde. “Belki başka bir gün. Yoksa güç çemberimin içine bir kez daha girmek ister miydin? Büyümün, varlığını çözüşünü hissetmek ister miydin?” Kleitus gözlerini kırpmadan, nefretle ona baktı. “Ne istiyorsun, Nexus Lordu?” “…Lordu,” dedi hüzünlü yankı. “Oturmak istiyorum,” dedi Xar. “Yorucu bir süreç geçirdim. Rün yapılarını çalışarak iki gün ve gece harcadım. Ama çözdüm. Artık gizli ölüçağırıcılık sanatını biliyorum. Artık ölüleri kaldırabilirim.” “Tebrikler,” dedi, Kleitus ve ölü dudaklar alayla büküldü. “Artık tıpkı bizim yaptığımız gibi, halkını yok edebilirsin.

” Xar bunu yanıtsız bıraktı. Lazarlar olayları karanlık yanından görmeye eğilimli olurlardı. Onları suçlayabileceğini düşünmüyordu. Lord üstü tozlu ciltlerle kaplı geniş, taş bir masanın yanında oturdu: Sartan ilminin sahipsiz hazinesi. Xar, halkını savaşa götüren bir hükümdarın sayısız görevleri düşününce, bu çalışmaları inceleyerek olabildiğince çok zaman harcamıştı, Ama Sartan kitapları arasında harcadığı bu zaman, Kleitus’un harcadığı yıllarla karşılaştırılınca azdı. Ve Xar’ın bir dezavantajı vardı: kitapları yabancı bir dilde okumak zorunda kalmıştı -Sartan dilinde. Nexus’ta kalırken bu dili iyi öğrenmiş olmasına rağmen, Sartan rün yapılarını çözmek, sonra Patryn düşüncesine göre yeniden inşa etmek yorucuydu ve zaman alıyordu. Xar hiçbir şart altında, asla bir Sartan gibi düşünemezdi. Kleitus Xar’ın ihtiyaç duyduğu bilgiye sahipti. Kleitus bu kitaplan derinliğine araştırmıştı, Kleitus da bir Sartan’dı -en azından eskiden öyleydi. Biliyordu, Anlıyordu. Ama bilgiyi cesetten nasıl almalıydı? İşin zor kısmı buydu. Xar, lazarın ayaklarını sürüyerek yürümesine ve kana susamış tavırlarına aldanmıyordu. Kleitus çok daha ince bir oyun oynuyordu. Canlılardan, sıcak kanlı varlıklardan bir ordu Abarrach’a gelmişti -Xar’ın buraya, savaş eğitimi almak üzere getirdiği Patrynler.

Lazarlar bu canlı varlıklara açtılar, ölülerin imrendiği, ama aynı zamanda horgördüğü yaşamı yok etmek istiyorlardı. Ama lazarlar Patrynlerle savaşamıyordu. Patrynler çok güçlüydü. Ama Abarrach’ın karanlık mağaralarında hayatta kalmak için Patrynler çok fazla büyü harcıyordu, zayıflamaya başlamışlardı -çok çok hafifçe. Onlardan önce Sartanlar da böyle zayıflamışlardı; onlardan önce Sartanlar ölmüşlerdi. Zaman. Ölülerin zamanı vardı. Kısa süre sonra değil, ama kaçınılmaz olarak, Patryn büyüsü ufalanmaya başlayacaktı. Ve sonra lazarlar saldıracaktı. Xar burada o kadar uzun kalmayı planlamıyordu. Bulmak için Abarrach’a geldiği şeyi bulmuştu. Artık yalnızca bunu gerçekten bulup bulamadığını anlaması gerekiyordu. Kleitus oturmadı. Lazarlar asla uzun süre aynı yerde kalamazdı, devamlı hareket eder, gezinir, tüm keşfetme umutlarını yitirdikleri bir şeyi ararlar. Xar, önünde ileri geri, ayaklarını sürüyerek yürüyen cesede bakmadı.

Bunun yerine, masada duran tozlu ciltlere baktı. “Ölüçağırıcılık bilgimi sınamak istiyorum,” dedi Xar. “Gerçekten de ölüleri kaldırıp kaldıramadığımı bilmek istiyorum.” “Seni durduran ne?” diye sordu Kleitus. “.durduran ne” Xar kaşlarını çattı. Sinir bozucu yankı kulaklarında vızıldama gibiydi ve her zaman tam konuşacağı sırada gelip sözünü kesiyor, düşünce akışını bozuyordu. “Bir cesede ihtiyacım var. Ve bana kendi halkımdan birini kullanmamı söyleme. Bu mümkün değil. Nexus’tan buraya getirdiğim her Patryn’in hayatını bizzat kurtardım.” “Onlara yaşam verdin,” dedi Kleitus. O yaşamı almaya da hakkın var.” “….hakkın var.

” “Belki,” dedi Xar yüksek sesle, yankının üzerinden. Ve eğer halkımın sayısı daha fazla olsaydı -çok daha fazla olsaydı-bunu düşünebilirdim. Ama sayımız az ve bir kişiyi bile harcamaya cesaret edemem.” “Benden ne istiyorsun, Nexus Lordu?” ” …Lordu” “Diğer lazarlardan biriyle konuşuyordum, Jera isimli kadınla. Abarrach’ta hala yaşayan Sartanlar -canlı Sartanlar-olduğunu söyledi. Şey isimli bir adam… ee…” Xar tereddüt etti, şaşkın göründü. “Balthazar!” diye tısladı Kleitus. “Balthazar. ” diye inledi yanıt. “Evet, isim buydu,” dedi Xar aceleyle. “Balthazar. Önderliklerini yapıyor. Haplo isimli bir adamdan -Abarrach’ı ziyaret etmişti-aldığım eski bir rapor, bu Sartan Balthazar’ın ve halkının elinizde yok olduğuna inandırmıştı beni. Ama jera bana bunun doğru olmadığını söylüyor.” “Haplo, evet, onu hatırlıyorum.

” Kleitus bu anıyı pek de hoş bulmamış gibiydi. Uzun uzun düşündü, ruhu bedeninden içeri girip çabaladı, sonra dışarı uçtu. Gelip Xar’ın önünde durdu, lorda kayan gözlerle baktı. “Jera sana ne olduğunu anlattı mı?” Xar cesedin bakışlarını huzursuz edici buldu. “Hayır,” diye yalan söyledi, içgüdüleri ona ayağa kalkıp uzak bir köşeye kaçmasını söylerken, sandalyesinde kalmaya zorladı kendisini. “Hayır, jera anlatmadı. Düşünmüştüm ki, belki sen…” “Yaşayanlar önümüzden kaçtılar.” Kleitus huzursuz yürüyüşüne döndü. “Takip ettik. Bizden kaçamazlardı. Biz asla yorulmayız. Dinlenmeye ihtiyaç duymayız. Yiyecek aramayız, su aramayız. Sonunda onları kıstırdık. Sefil canlarını kurtarmak için savaşmayı planlayarak önümüzde acınası bir saf oluşturdular.

Aramızda prensleri vardı. Ölmüştü. Onu hayata kendim döndürmüştüm. Yaşayanların ölülere ne yaptığını biliyordu. Anlıyordu. Ancak tüm yaşayanlar öldüğü zaman ölüler özgür kalabilir. Kendi halkına karşı bizim önderliğimizi yapacağına yemin etmişti. “Öldürmeye hazırlandık. Ama sonra içimizden biri öne çıktı -bu, aynı jera’nın kocası. Bir lazardır. Karısı onu öldürmüş, kaldırmış, ona sahip olduğumuz gücü vermişti. Ama bize ihanet etti. Bir şekilde, bir yerden, kendine özgü bir güç bulmuştu. Bu dünyaya Ölüm Kapısı’ndan gelen diğer Sartan’ın sahip olduğu yetiye sahipti…” “O kimdi?” diye sordu Xar. Lazarın uzun, dolambaçlı anlatımı esnasında gevşeyen dikkati aniden yoğunlaşmıştı.

“Bilmiyorum. Bir Sartan’dı, ama mensch ismi taşıyordu,” dedi Kleitus, sözü kesildiği için sinirli. “Alfred mi?” “Belki. Ne fark eder ki?” Kleitus hikayesini anlatma fikrine takılmış gibiydi. “Jera’nın kocası prensin cesedini tutsak eden büyüyü bozdu. Prens’in bedeni öldü. Etinin zindan duvarları ufalandı. Ruh özgür kaldı.” Kleitus’un sesi öfke ve acı doluydu. “…özgür kaldı.” Yankı özlem doluydu. Xar sabırsızlandı. Ölüm armağanı. Sartan saçmalığı. “Balthazar ile halkına ne oldu?” diye sordu.

“Bizden kaçtılar,” diye tısladı Kleitus. Mumlaşmış elleri öfke içinde sıkıldı. “Peşlerinden gitmeye çalıştık, ama Jera’nın kocası çok güçlüydü. Bizi durdurdu.” “Demek Abarrach’ta hala canlı Sartan var,” dedi Xar, parmaklarını masanın üzerinde tıkırdatarak. “Deneylerim için gerekli cesetleri sağlayabilecek Sartanlar. Ordumda birlikler oluşturabilecek cesetler. Nerede olduklarına dair bir fikriniz var mı?” “Eğer olsaydı, şu an canlı olmayacaklardı,” dedi Kleitus, Xar’a nefretle bakarak. “Öyle değil mi, Nexus Lordu” “Sanırım öyle,” diye mırıldandı Xar. “Şu Jera’nın kocası. O nerede? Kuşkusuz Sartanları nasıl bulacağını o biliyordur, değil mi?” “Nereye gittiğini bilmiyorum. Sen ve halkın gelene kadar Necropolis’teydi. Bizi kentten dışarıda tutuyordu. Beni sarayımın dışında tutuyordu. Ama siz geldiniz ve o gitti.

” “Benden korktu kuşkusuz,” dedi Xar kayıtsızca. “O hiçbir şeyden korkmaz, Nexus Lordu!’ diye güldü Kleitus hoş olmayan bir şekilde. “Kehanetin bahsettiği kişi o.” “Bir kehanet duymuştum.” Xar elini önemsemezce salladı. “Haplo bu konuda birşeyler söylemişti. Ama kehanetler hakkındaki fikri benimki gibiydi. Dilekler, o kadar. Onlara pek inanmam.” “Buna inansan iyi olur, Patryn. Kehanet şöyle diyor: ‘O ölülere yaşam, canlılara umut getirecek ve Kapı onun için açılacak.’ Kehanet bu. Ve gerçekleşti.” “…gerçekleşti.” “Evet, gerçekleşti,” diye yankıyı yankıladı Xar.

“Kehaneti gerçekleştiren benim. Kehanet benden bahsediyor, dolanıp duran bir cesetten değil.” “Hiç sanmıyorum…” “sanmıyorum. ” “Elbette öyle!” dedi Xar sinirle. “‘Kapı açılacak…’ Kapı açıldı… Ölüm Kapısı açıldı.” “Başka hangi kapı var ki?” diye sordu Xar sinirle, yalnızca yarım kulakla dinleyerek ve konuşmayı başladığı yere çevirmeyi umarak. “Yedinci Kapı,” diye yanıt verdi Kleitus. Bu sefer yankı sessiz kaldı. Xar ne olduğunu merak ederek bakışlarını kaldırdı. “Ordulardan, fetihten, dünyadan dünyaya yolculuk etmekten bahsediyorsun… Zaman ve enerji kaybı.” Kleitus sırıttı. “Tek yapman gereken Yedinci Kapı’ya adım atmakken.” “Gerçekten mi?” Xar kaşlarını çattı. “Hayatımda pek çok kapı geçtim. Bu kapıda bu kadar özel olan nedir?” “Yediler Konseyi’nin dünyayı kopardığı odanın içindeydi.

” “…odanın içindeydi.” Xar sessizce oturdu. Sersemlemişti. İmalar, olasılıklar… eğer Kleitus haklıysa. Eğer doğruyu söylüyorsa. Eğer orası hala varsa. “Var,” dedi Kleitus. “Bu… oda nerede?” diye sordu Xar sınarcasına, lazara tümüyle inanmayarak. Kleitus soruyu duymazdan geldi. Lazar kütüphanede dizili kitaplıklara döndü. Uçuşan ruhla zaman zaman aydınlanan ölü gözleri bir şey arıyordu. Sonunda, öldürdüklerinin kanıyla hala lekeli olan buruşmuş eli uzandı ve küçük, ince bir kitap aldı. Kitabı masaya, Xar’ın önüne fırlattı. “Oku,” dedi Kleitus. “…oku,” dedi hüzünlü yankısı.

“Çocuk okuma kitabına benziyor,” dedi Xar, kitabı horgörüyle inceleyerek. Nexus’ta bulduğu, buna benzer kitapları, mensch çocuğu Bane’e Sartan rünlerini öğretmek için kullanmıştı. “Öyle,” dedi Kleitus. “Bizim çocuklarımız hayatta olduğu ve kahkahalar attığı günlerden kalma. Oku.” Xar kitabı şüpheyle inceledi. Orjinal görünüyordu. Küflü kokusuna ve kırılgan, sararmış yapraklarına bakılırsa eskiydi, çok eski. Dikkatle, dokunduğunda sayfaların toza dönüşmesinden korkarak, deri kapağı açtı ve sessizce kendi kendine okudu. Yeryüzü yok edildi. Harabelerden dört dünya yaratıldı. Bizim için ve menschler için dünyalar: Gök, Ateş, Taş, Su. Her dünyayı bir diğerine dört Kapı bağlar: Arianus’u Pryan’a, Abarrach’a, Chelestra ya. Düşmanlarımız için bir ıslahevi yapıldı: Labirent. Labirent diğer dünyalara Beşinci Kapı ile bağlanır: Nexus.

Altıncı Kapı ortadadır, giriş sağlar: Vorteks. Ve her şey Yedinci Kapı aracılığı ile yapıldı. Son başlangıçtı. Bu basılmış bir metindi. Altında, kaba bir elyazısı ile, Başlangıç sonumuz oldu, sözcükleri yazılmıştı. “Bunu sen yazdın,” diye tahmin yürüttü Xar. “Kendi kanımla,” dedi Kleitus. “…kanımla.” Xar’ın elleri heyecanla titriyordu. Sartanları, kehaneti, ölüçağırıcılığı unutmuştu. Bu -bu hepsine değerdi! “Kapının nerede olduğunu biliyor musun Beni oraya götürür müsün?” Xar hevesle ayağa kalktı. “Biliyorum. Ölüler bilir. Ve seni götürmekten çok mutlu olurum, Nexus Lordu…” Kleitus’un yüzü kıvrandı, ruh huzursuzca cesede girdi, çıktı. Eller gerildi.

“Eğer bu şarta uyuyorsan. Ölümün ayarlanabilir…” Xar mizah kaldırabilecek durumda değildi. “Saçmalama. Beni hemen oraya götür. Ya da, eğer bu mümkün değilse” -lordun aklına, Yedinci Kapı’nın belki de bir başka dünyada olduğu düşüncesi geldi- “onu nerede bulacağımı söyle.” Kleitus konuyu değerlendiriyor gibi göründü, sonra başını salladı. “Sanırım söylemeyeceğim.” “. söylemeyeceğim.” “Neden olmasın?” Xar öfkeliydi. “Sadakat diyelim.” “Kendi halkını katleden bir adam mı söylüyor bunu!” Xar alayla güldü. “Beni oraya götürmeyi reddedeceksen; neden bana Yedinci Kapı’dan bahsediyorsun?” Aniden aklına bir fikir geldi. “Karşılığında bir şey istiyorsun. Nedir?” “Öldürmek.

Ve öldürmeye devam etmek. Yaşadığım her an bana işkence eden o sıcak kan kokusundan kurtulmak… ve sonsuza dek yaşayacağım! Benim istediğim ölüm. Yedinci Kapı’ya gelince, benim göstermeme gerek yok. Hizmetkarın orayı gördü zaten. Onun sana söyleyeceğini sanırdım.” “…ölüm …sanırdım…” “Ne hizmetkarı? Kim?” Xar bir an şaşkınlık içinde kaldı, sonra sordu, “Haplo mu?” “İsmi bu olabilir.” Kleitus ilgisini kaybediyordu. ” …olabilir.” “Haplo Yedinci Kapı’nın yerini biliyor mu?” Xar küçümsercesine konuştu. “Mümkün değil. Hiç bahsetmedi…” “Bilmiyor,” diye karşılık verdi Kleitus. “Yaşayan hiçkimse bilmiyor. Ama cesedi bilecektir. Oraya dönmek isteyecektir. Haplo’nun cesedini dirilt, Nexus Lordu, seni Yedinci Kapı’ya götürecektir.

” “Keşke oyununun ne olduğunu bilseydim,” dedi Xar kendi kendine, bir kez daha çocuk kitabını incelemeye dönmüş gibi yaparak, ama aslında gizlice lazarı gözleyerek. “Keşke neyin peşinde olduğunu bilseydim! Yedinci Kapı’nın senin için anlamı ne? Ve neden Haplo’yu istiyorsun? Evet, beni nereye götürdüğünü görüyorum. Ama ben de aynı yöne gittiğim sürece…” Xar omuzlarını silkti ve kitabı kaldırıp yüksek sesle okudu. “’Ve her şey Yedinci Kapı aracılığı ile yapıldı.’ Nasıl? Bu ne anlama geliyor, Hükümdar? Ya da herhangi bir anlamı var mı? Anlamak zor; siz Sartanlar sözcüklerle oynamaktan o kadar zevk alıyorsunuz ki.” “Çok anlamı olduğunu tahmin ediyorum, Nexus Lordu.” Karanlık bir alay kıvılcımı ölü gözlere gerçek yaşam getirdi. “O anlamın ne olduğunu bilmiyorum ve umurumda da değil.” Kleitus, eti mavimsi beyaz ve kan lekeli, tırnakları siyah elini uzatarak bir Sartan rünü söyledi ve kapıya vurdu. Kapıyı koruyan desenler parçalandı. Kleitus kapıdan çıktı, gitti. Xar Hükümdar’ın büyüsüne karşı rünleri koruyabilirdi, ama enerjisini harcamak istememişti. Neden zahmet edecekti ki? Bırak lazar gitsin. Daha fazla faydası dokunmayacağı açıktı. Yedinci Kapı.

Sartanların dünyayı kopardıkları oda. Orada hala nasıl bir büyü olduğunu kim bilebilir? Diye düşündü Xar. Eğer, iddia ettiği gibi, Kleitus Yedinci Kapı’nın yerini biliyorsa, ona göstermesi için Haplo’ya ihtiyacı yok. Anlaşılan Haplo’yu kendi amaçları için istiyor; Neden Evet, Haplo Hükümdar’ın elinden kurtuldu, lazarın ölümcül saldırısından kurtuldu, ama Kleitus’un kin tutması olası görünmüyor. Lazarlar tam yaşayanlardan nefret ediyor. Özel bir sebebi olmasa içlerinden birini ayırmazdı. Haplo’da Kleitus’un istediği bir şey var ya da bir şey biliyor. Acaba ne? Haplo’yu kendime saklamalıyım, en azından anlayana kadar… Xar kitabı yine aldı ve ezberleyene kadar Sartan rünlerine baktı. Koridorda bir kargaşa vardı, ismini seslenenler onu rahatsız etmişti. Masadan kalkan Xar odayı aştı ve kapıyı açtı. Koridorda pek çok Patryn vardı. “Ne istiyorsunuz?” “Lordum! Her yerde seni arıyorduk!” Yanıt veren kadın nefes almak için durdu. “Evet” Xar da heyecana kapılmıştı. Patrynler disiplinli bir halktı; normalde duygularını belli etmezlerdi. “Ne oldu, Kızım?” “İki kişi yakaladık, Lordum.

Ölüm Kapısı’ndan gelirken yakaladık. ” “Gerçekten mi? Bu güzel bir haber. Ne…” “Lordum, beni dinle!” Normal şartlarda, hiçbir Patryn Xar’ın sözünü kesmeye cesaret edemezdi. Ama genç kadın kendine hakim olamayacak kadar heyecanlıydı. “İkisi de Sartan. Ve içlerinden biri…” “Alfred!” diye tahmin yürüttü Xar. “Adam Samah, Lordum.” Samah!,Sartan Yediler Konseyi’nin başı. Samah. Chelestra’da uzun yüzyıllar boyunca uykuda kalan Samah. Samah. Dünyaların yıkımını getiren kişinin ta kendisi. Samah. Patrynleri Labirent’e atan Samah. O anda Xar, Haplo’nun geveleyip durduğu bu yüksek güce inanabilirdi.

Ve Xar ona, Samah’ı ellerine verdiği için şükredebilirdi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir