Merve Yalçın – Edebi Cehrem

Aynalarıma çarpar oldu, dilde tükettiğim. Ruhum yitik, bitap düşmüş, en büyük engelim. Satırlarımı seyyahlaştırdım, ‘’huzur’’ adını verdim. Lakin huzuru bozan bu somut engeli görmezden gelemedi benliğim. Elbette aynalar. Onlar bana hala illegal. Görmemeliyim. Her seferinde ayrı izler, ayrı düşler. Önce zihnime, ardından gönlüme ve en değerlime; hislerime etkisi büyük. Ben benimleyken kahkahamla değil, sessiz çığlığımın gürültüsüyle ayılıyorum. Gönlümü konuştururken dilimi susturuyorum. Soluğumu kesiyor bunca kargaşa.


derken gözlerim tamamen bağımsız benden, tuzlu suyunu sel ediyor. Yazık. Bu sessiz çığlığın gürültüsü işlerken içime, aynama da yansıyor, pencereme de. ‘’yokluk’’ derken bu kavramı yanlış algılamış pek çok çehre, pek çok karakter. İnsanoğlu, her gün yanında olduğu bir şeyin yokluğunu çekemez mi ? Varken yok diyemez mi ? Varlık kavramını, yalnızca dokunuşlarla sınırlandıran kör cahillere selamım olsun o halde bu satırlar. Varlık, dokunuştan ibaret değil. Olmamalı da zaten. Bu benim legalim değil. Umduğum yahut umacağım hiç değil. Satırlarımın çehresi bu varlık içinde yokluğun etkisinde kaybolurken, benim hislerimden beklentiniz ne boyuttadır ki ? Sorarım. Ki ben, pollyannacılık oynamayı nefret ilkesi haline getirmişken; benliğimin dışına çıkıp, olmayan hissi yaşamaya kendimi mahkum etmem kesinlikle mantıksızca. O aynalara içten bakmadıkça, ne kin yok olacak, ne muhtaçlık. O pencerelerden ‘’aşk’’la bakmadıkça, ne gönül hasretini azaltacak, ne de gözler bunca tuzlu suyunu. Bu yüzdendir ki; insan bir ayna arar, yalnızlığını silip atsın. Bir de pencere arar ki, ‘’aşk’’ hissini tatsın. Aynalı olsun bizim pencere. Yegane Sevgilim İstanbul’um Sendeyken, sövdüğüm her dakika için affet beni şehrim. Ey İstanbul, sen sonbaharı asıl yaşatansın.

Sen, benim sevdiğim ve hasretim olan yegane sevgilimsin. Ey İstanbul, satırlara yandığım, yanına gelemediğimsin. Bir buçuk saatlik yolu, yüz binlerce kilometre haline getiren, beni senden, seni de benden ırak, alıkoyan insan müsveddelerine kendini zehir et sevdiğim. Çünkü ben sana gelmeyi, senin olmayı çok isterdim. Selam olsun tüm güzelliklerine. Moda’lı cıvıl cıvıl Kadıköy’üne, hep mazide kalmış, o eski pazarlar gibi kokan Üsküdar’ına. Hayat oyunu, sahi müşterekse ; kin bizim gerçeğimiz olmalı. İşte tam da bu sebeple, sana gelmemi, senin olmamı engelleyenlere kendini zehir et, ey sevgilim, ey İstanbul’um. Ben ki, zaman zaman Kadıköy’ünün, Üsküdar’ının sahilinin seyrine dalıp da göz yaşı dökmüş; senin denizine, senin toprağına, senin havana dert yanmış bir gencim. Bilirsin, sana asla yabancı değilim. Memleketim, hasretim ve belki de asla ulaşamayacağım tek ve yek sevgilim; İstanbul. Beni sana, seni bana ırak, alıkoyanlara kendini zehir et. Sen ve ben diyorum ey sevgili, ey benim memleketim; yalvarırım iki yabancı olmamıza fırsat verme. Sendeki insan müsveddelerini mutlu etme yegane sevgilim. Keşkelerle Yontulmuş ”Gibi”ler Sevmek güzel şey.

Şehri sevmek belki. Eş,dostu. Değerlerini sevmek mesela bir öğretmen gibi ; hakiki öğreten olduğundan. ’’Aşk’’ dediğini sevmek vardır, ki tanımsızlaştırılmıştır. Özlemek desem misal ; çok çeşitlidir kendileri. Şehri özlemek gibi. Elbet havası başkadır. Eş, dostu özlemek gibi. Elbet huylar farklıdır. Bir ’’sen’’i özlemek gibi. Değerlerini özlemek gibi. Belki de hayatına çok şey katan, gerçek bir öğretmendir kendileri. ’’Aşk’’ dediğini, mesafelerle yitirmek gibi. Halbuki bilinir ; mesafeler sevişmeye engeldir, sevmeye değil. Lakin söz geçirilemeyen bünyelere elbet farklı diller gerek ; anlatmakla hükümlü.

Sevdiğimiz kadar özlüyorsak yahut özlediğimiz kadar seviyorsak şayet; bunu fevkalade başarıyorum. Şehrimi, değerlerimi, ’’aşk’’ dediğimi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir