Mihail Bulgakov – Seytani

Herkesin iş değiştirip durduğu zamanlarda, Yoldaş Korotkov 1 , kadrolu kâtip olarak Kibrit Malzemeleri Genel Tedarik Merkezi KIMAGETEM’de hiç ara vermeden çalıştı ve burada tam 11 ay hizmet verdi. Böylelikle, KİMAGETEM’e kapağı atmış olan bu sessiz, kibar, sarışın Korotkov, kaderin oyunu dedikleri şeyin yeryüzünde varolduğu fikrini aklından tamamen çıkarmış, kendisinin, Korotkov’un, bu dünyadaki vadesinin sonuna kadar, durduğu yerde, bu merkezde çalışacağının kesinliğine hiç tereddütsüz inanmıştı. Ama gel gör ki olaylar hiç de böyle gelişmedi. 20 Eylül 1921’de, KİMAGETEM’in veznedarı, kocaman kulakları olan çirkin şapkasını başına geçirdi, çizgili ödeme kâğıdını evrak çantasına koydu ve çıktı. Tüm bunlar sabah saat İlde oldu. Akşam üstü saat dört buçukta, üstü başı sırılsıklam geri döndü. Şapkasındaki suları silkeledi. Şapkasını masaya, evrak çantasını da şapkasının üstüne koydu ve: “Başıma üşüşmeyin!” dedi. Sonra her nedense, bir şeyler aramak için masasının altını üstüne getirdi, odadan aniden çıktı ve on beş dakika sonra, boynundan burulmuş, ölü bir tavukla çıkageldi. Tavuğu evrak çantasının, sağ elini de tavuğun üstüne koydu ve: “Ödeme yapılmayacak!” dedi. “Yarın mı yapılacak?” diye haykırdı kalabalığın içinden bir kadın. “Hayır!” diyen veznedar başını salladı. “… Bundan böyle, yarın da, yarından sonraki gün de ödeme yapılmayacak! Kalabalık etmeyin, çekilin başımdan yoldaşlar, yoksa masamı devireceksiniz!” “Bu da nereden çıktı?” diye bağırdı herkes, saf Korotkov dahil. “Yurttaşlar!” diye mırıldandı veznedar, iniltili bir sesle, dirseğiyle Korotkov’u ittirerek. “Lütfen!” “Fakat ne oldu?” diye bağırdı herkes, hepsinden de yüksek sesle bizim komik Korotkov.


Boğuk bir sesle, “Pekâlâ, fakat, lütfen çekilin…” diye mırıldandı veznedar, evrak çantasından ödeme kâğıdını çıkartıp Korotkov’a gösterdi. Veznedarın kirli tırnaklarıyla dürttüğü yerde, kırmızı mürekkeple, “Ödemeyi bu şekilde yap!” diye yazıyordu. “Ne!” diye bağırdı Korotkov nefes nefese, diğerleri de hep birden veznedarın başına üşüştüler. “Aman Tanrım!” diye inledi sonra umutsuzca, “Peki ben şimdi ne yapacağım? Aman Tanrım!” Veznedar ödeme kâğıdını alelacele evrak çantasına koyarak, şapkasını başına geçirdi, çantayı koltuğunun altına sıkıştırdı, tavuğu sallaya sallaya bağırmaya başladı: “Bırakın geçeyim, lütfen!” Önündeki insan duvarını yararak, kapının ardında kayboldu. İnce, yüksek topuklu ayakkabılar giyen kayıt memuresi, tiz bir çığlık basıp, adamın peşinden koştu. Sol topuğu, kapının eşiğinde, çatırdayarak kırıldı. Düşen kadın, bacaklarını topladı ve kırılan ayakkabısını çıkarınca tek ayak üstünde, yalın ayak kalakaldı. Korotkov dahil odada bulunan diğerleri de… II ÜRETİLEN MAMULLER Bu olaydan üç gün sonra, Korotkov’un çalıştığı bölmenin kapısı açıldı. Gözü yaşlı bir kadın başı, imalı bir sesle: “Yoldaş Korotkov, git de maaşını al!” “Ne?” diye neşeyle bağırdı Korotkov ve Carmenin bir uvertürünü ıslığıyla çala çala, önünde ‘Veznedarın Bölmesi’ yazan odaya koşturdu. Sarı paketlerden oluşmuş iki kalın kolon tavana dek yükseliyordu. Bu arada, hiçbir soruya yanıt vermeme niyetindeki sinirli, ter içindeki veznedar, artık üzerinde yeşil bir mürekkeple yeni bir talimat yazan ödeme kâğıdını duvara yapıştırmıştı. “Maaş ödemelerini ürettiğiniz mamullerle yapın Yoldaş Bagoyavlenski dikkatine Yoldaş Preyobrazenski’nin imzası. Ben de onaylıyorum. Yoldaş Kesinski.” Korotkov, yüzünde yayvan ve aptalca bir sırıtışla veznedarın ofisinden dışarı çıktı.

Elinde dört büyük sarı, beş küçük yeşil paket ve ceplerinde on üç mavi kutu kibrit vardı. Kendi odasında, bir yandan da ofisteki tuhaf insanların vızıltısını dinleyerek, o günün gazetesinden kopardığı iki büyük sayfayla kibritleri paketledi, kimseye bir şey söylemeden, eve gitmek üzere ofisten çıktı. KİMAGETEM’in girişinde yine, çoğu zaman olduğu gibi, şoförünü bile fark edemediği bir otomobil tarafından az daha eziliyordu. Eve vardığında, paketleri masanın üzerinde açtı ve birkaç adım geri çekilip hayranlıkla onları seyretti. Yüzündeki aptal gülümseme hâlâ yerinde duruyordu. Ardından sarı saçlarını karıştırdı Korotkov ve kendi kendine: “Evet bayım, ağlayıp sızlayarak vakit öldürmeye gerek yok. Bunları satmaya çalışacağım.” GLUBVINSKLAD’da çalışan komşusu Aleksandra Fyodorovna’nın kapısını çaldı. “Girin!” dedi içerde, boş bir ses. Korotkov içeri girince gördüklerine şaşıp kaldı. Aleksandra Fyodorovna işten eve erken gelmiş, paltosuyla şapkasının üzerinde yerde oturuyordu. Önünde, gazete kâğıtlarıyla tıpalanmış koyu kırmızı sıvıyla dolu şişeler duruyordu. Aleksandra Fyodorovna’nın yüzü gözü ağlamaktan iz iz olmuştu. “46!” dedi kadın Korotkov’a dönerek, “Bu, mürekkep mi? Ah, merhaba Aleksandra Fyodorovna,” dedi Korotkov şaşkınlıkla. “Kilise şarabı,” diye yanıtladı komşusu hıçkırarak.

“Ne?. Yoksa sizde mi?.” dedi Korotkov soluğu kesilerek. “Size de mi kilise şarabı verdiler?” diye sordu Aleksandra Fyodorovna şaşkınlıkla. “Biz kibrit aldık,” diye yanıtladı Korotkov kireç gibi bir suratla, ceketinin bir düğmesini ilikleyerek. “Ama yanmıyorlar bile!” dedi Aleksandra Fyodorovna. Ayağa kalkıp elbisesini silkeledi. “Ne demek istiyorsunuz yanmıyorlar diyerek?” dedi Korotkov dehşet içinde; sonra da odasına koşturdu. İçeride bir an bile kaybetmeden, bir paketi kaptığı gibi gürültüyle açtı ve bir kutu kibriti çekip aldı. Kibrit, ıslıklı yeşil bir alevle patladı, kırıldı ve düşüp gitti. Keskin kükürt kokusundan tıkanan Korotkov, hararetle öksürdü ve ardından ikinci bir kibrit tutuşturdu. Kibrit parladı ve iki kıvılcım çaktı. İlki pencerenin pervazına çarptı, ama İkincisi Yoldaş Korotkov’un sol gözüne. “Ahh!” diye bir çığlık kopardı Korotkov ve kibriti elinden fırlatıp attı. Birkaç dakika boyunca aşırı yüke sürülmüş bir at gibi, ayağını bir aşağı bir yukarı sallayıp durdu ve avucunu gözüne bastırdı.

Ardından, korku içinde, gözünün kör olduğundan emin, küçük tıraş aynasına baktı. Çok şükür, gözü yerindeydi. Fakat yaşlar içindeydi ve kıpkırmızı olmuştu. “Aman Tanrım!” dedi Korotkov, kafası çok karışmıştı. Hızla şifoniyerinden tek kullanımlık Amerikan paket bandını çıkardı, yırtarak açtı, kafasının sol yanına doladı, sarıp sarmaladı. İşte şimdi savaşta yaralanmış birine benzemişti. Korotkov bütün gece ışıkları açmadı, yatağında kibritlerle oyalandı. Bu arada üç kutuyu da bitirdi, içlerinden altmış beş tanesini yakmayı başarmıştı. “Yalan söylüyor, aptal!” diye homurdandı. “Bunlar harika kibritler. Sabaha doğru oda boğucu bir kükürt kokusuyla dolmuştu. Şafakla birlikte Korotkov uyudu ve aptalca, ürkütücü bir rüya gördü. Rüyasında, ayakları üstünde dimdik duran dev gibi, canlı bir bilardo topu, yemyeşil bir çayırda, daha Korotkov’un ortaya çıkmasına fırsat bırakmadan bir yerlerden bitiverdi. O kadar korkutucuydu ki, Korotkov çığlık çığlığa uyandı. Ürkütücü karanlıkta, yaklaşık bir beş saniye daha, ona, bilardo topu orada, yatağının kenarındaymış ve üstelik çok ağır kükürt kokuyormuş gibi geldi.

Fakat ardından bunların tümü ortadan kayboldu, Korotkov arkasına döndükten sonra uyudu ve bir daha da uyanmadı. III KEL ADAMIN ORTAYA ÇIKIŞI Ertesi sabah Korotkov, başındaki bandajı gevşetti ve gözünün neredeyse tamamen iyileşmiş olmasına sevindi. Yine de tedbirli davranarak, aynı zamanda evhamlı da olduğundan, bandajı bir süre daha çıkarmamaya karar verdi. İşe epey geç varan Korotkov, kendisinden daha alt mevkideki çalışanların boş gevezeliklerine fırsat vermemek için doğruca odasına girdi ve masasında, Personel Müdürünün Malzeme Müdürüne, kâtiplere üniforma dağıtılıp dağıtılmayacağını sorduğu bir kâğıt buldu. Kâğıdı sağ gözüyle okuduktan sonra alıp Malzeme Müdürünün, Yoldaş Çekuşin in ofisine giden koridora yöneldi. Ve orada, ofisin önünde, kendisinin ortaya çıkışına şaşırmış görünen bir yabancıyla çarpıştı. Yabancı o kadar kısa boyluydu ki, uzun boylu olan Korotkov’un yalnızca beline geliyordu. Bu kısalık, yabancının aşırı geniş olan bedeniyle dengeleniyordu. Güdük bedeni, topal olan bacaklarının üstünde yükseliyordu. Fakat tüm bunların arasında en dikkat çekici olan başıydı. Adamın kafası sivri ucu yukarı gelecek şekilde boynunun üstüne yerleştirilmiş dev bir yumurtayı andırıyordu. Zaten bir yumurta kadar keldi ve o kadar parlaktı ki, elektrik lambaları adamın kafasında bir taç gibi durmaksızın parıldıyordu. Yabancının yeni tıraş edilmiş ufacık yüzü mavimsi bir renkteydi ve toplu iğne başı kadar ufak gözleri derin çukurlarda yuvalanmıştı. Adamın üstünde, içindeki işlemeli Ukraynalı tişörtünü herkesin görebileceği, gri abadan yapılma, iliklenmemiş bir memur ceketi vardı. Altında, aynı kumaştan bir pantolon vardı ve Birinci Aleksander çağı süvarilerininkinden de düşük bilekli botlar giyiyordu.

“Ne tip ama!.” diye geçirdi içinden Korotkov ve kel adamın yanından geçmeye çalışarak Çekuşi’nin kapısına yöneldi. Ama adam şaşırtıcı bir hareketle Korotkov’un yolunu kesti. “Ne istiyorsun?” diye sordu Kel Adam, kızgın tezgâhtarı irkilten bir sesle. Adamın sesi tıpkı bakır bir tavanın sesine benziyordu ve her kelimesinde, duyanları, sanki birisi adamın sırtından aşağı, omurgasından, eğri büğrü bir tel sarkıtıyormuş zannettiren garip bir tınısı vardı. Üstüne üstlük Korotkov’a, adamın kelimeleri kibrit kokuyormuş gibi geldi. Tüm bunların ardından, basiretsiz Korotkov, her zaman olduğu gibi yine yapacağını yaptı. Gücendi, darıldı. “Hıhhh Bu gerçekten garip. Ben elimde bir kâğıtla geliyorum… Sorabilir miyim, siz kimsiniz?” “Kapıda ne yazdığını görmüyor musun?” Korotkov kapıya baktı ve o tanıdık yazıyı gördü: “İşi olmayan giremez!” “İyi de ben bir evrakla giriyorum ya,” dedi Korotkov aptalca, elindeki kâğıdı göstererek. Kel Adam, hiç de umulmadık bir şekilde sinirlendi. Gözleri kıvılcım saçarak parladı. “Sen, yoldaş!” diye haykırdı Korotkov’a, metalik sesiyle: “O kadar gelişmemişsin ki, en basit ofis kurallarının bile ne anlama geldiğini bilmiyorsun. Senin bu işi bu kadar bile götürebildiğine şaştım doğrusu. Aslına bakarsan, burada ilginç şeyler de yok değil.

Örneğin şu kara gözler… Neyse, boş ver, biz nasılsa her şeyi yoluna koyacağız” “Eeehhh” diye haykırdı Korotkov soluk soluğa. “Ver bakayım şunu!.” diyerek çıkıştı adam. Son kelimeleri söylerken, yabancı, kâğıdı Korotkov’un elinden çekip aldı, dikkatle okudu, pantolonunun cebinden, dibi çiğnenmiş bir tükenmez kalem çıkardı, duvara yaslayıp üzerine birkaç kelime bir şeyler yazdı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir