Miranda Lee – Yillar Sonra

ilana göre satılık yer her cumartesi iki ve üç arasında ziyarete açıkmış“ dedi dorothy. „ Bugün gidip oaraya bakacağım. Ne dersin?“ Jake gazetesini bırakıp kendisi onu otuz dörtyıl önce dünyaya getirmiş olan annesinden ço kdaha fazla sey ifeade eden kadına baktı. Onu ne jadar sevsede böyle sacma bir fikre taviz verecek değildi. “Bence aklını kaçırmışsın” dedi. Dorothy güldü, son bir yıldır bunu çok fazla yaptığı söylenemezdi. Jake kaşlarını çattı. Belki de eğer yaşlı kadını bu kadar mutlu edecekse o kadar da samca bir fikir sayılmazdı. Ama hemen sonra hayır olmaz diye fikrini değiştirdi. Annesi artık yetmiş bir yaşındaydı.Hunter vadisinin arka tarafında bir şarap mağazası almak için fazla yaşlıydı. Ama yine de bu konuyu tartışırken Dorothy’nin yaşından bahsetmemesi daha akıllıca olurdu. Dorothy Landsdale hiçbir zaman hoş bir kadın olmamıştı ama yaşlandıkça güzelleşmişti. Uzun boylu, geniş omuzluydu. Zeki bir yüzü vardı ve yaşına göre pürüzsüz bir teni vardı.


Koyu mavi gözlerinde kararlı bir ifade okunuyordu. Gümüş rengi saçlarının kısa ve zarif bir kesimi vardı. İşte Dorothy’nin tarzı buydu, sade ama zarif. Jake her zaman onun görüntüsünü ve kıyafetlerini hayranlıkla izlerdi. Yaşlı kadının dudaklarını daha bir kez rujsuz görmüş değildi ve bunu nasıl becerdiğini çok merak ediyordu. Jake yaşlı kadının gülümsemesini silecek hiçbir şey söylememeye karalıydı. “Bak bu konuda mantıklı olalım” dedi son derece sakin bir sesle. Bu ses tonunu kapanış konuşmaları sırasında jüriye karşı da kullanırdı. “Şarap yapma konusunda hiçbir bilgin yok” “Bu konuda yanılıyorsun Jake tatlım. Bunu bilmiyor olabilirsin ama Edward bir keresinde bir şarap mahzeni alma planları yapmıştı. Hafta sonlarını orada geçirme hayalleri kuruyordu. Bir raf dolusu kitap almıştı. Birlikte okuyup üzerine konuşmuştuk. Ve sonra seni eve getirdi ve bu fikri bir kenara bıraktık. Ama hiçbir zaman unutmadı, emekli olduktan sonra yapmayı hayal ediyordu.

Jake Edward’dan bahsedildiği zaman her zaman büyük acı duyardı. Yaşlı adam geçen yıl emekli olduktan sadece birkaç ay sonra koroner yetmezliğinden hayatını kaybettiğinde her ikiside çok büyük üzüntü yaşamışlardı. Dorothy onun için nasıl bir anne gibiyse Edward da babası gibi olmuştu. Jake’nin hep en iyi dostu olmuştu. Harika bir adamdı. Son derece kibar, cömert ve bilgiliydi. Jake onun gibi birini bir daha asla tanımayacağını çok iyi biliyordu. Edward genç adama küçük bir servet bırakmıştı. Ayrıca yazılı bir belge bırakmış ve altı ay içinde genç adamın parasının bir kısmıyla kendine körfez manzaralı lüks bir daire ve sarı bir Ferrari almasını şart koşmuştu. Jake bu not karşısında ağlamıştı. Çünkü bir akşam satranç oynarlarken bu hayalini yaşlı adama anlatmıştı. Jake yaşlı adamın isteklerini yerine getirmişti. Birkaç ay önce yeni dairesini almıştı ve Ferrarisi de sadece geçen hafta gelmişti. Özellikle sarı bir tane istemişti.ve arabanın gelmesi epey zaman almıştı.

Dairesi de arabası da ona büyük zevk veriyordu. Ama yine de yaşlı adamla karşı karşıya oturmak pahasına her ikisiden de vazgeçebilirdi. “Demek konu bu. Edward’ın hayalini gerçekleştirmek istiyorsun?” “Bir yönden evet . Ama beni yanlış anlama . Bu daha çok benim için olacak. Yeni bir şeye ihtiyacım var Jake. Edward eğer o yanımda olmadığı için hayatımın bittiğini düşünerek dolaştığımı bilse bana çok kızardı. Bu sabah ilanı gördüğümde işte bu dedim. Ama olay sadece şarapçılık meselesi de değil, evin görüntüsüne de bayıldım.” Jake ilandaki resme baktı. “Bana biraz eski gibi geldi.” “Bence çok güzel Eski çiftlik evlerine bayılıyorum. Evin çevresini saran büyük verandaya bir bakasana. İlk yapacağım bir salıncak almak olacak.

Öğleden sonraları oturup cin toniğimi içerken çevreyi seyredeceğim. Hep apartmanlarda yaşadım. Biliyorsun. Hiçbir zaman bahçem olmadı.” “Bahçelerde ve müstakil evlerde hep daha çok iş olur. Ve şarap mahzenlerinde de.” Jake birden başka bir şarap mahzenini hatırlamıştı. O da Hunter Vadisindeydi. Ama küçük bir şarapçı değildi. Kocaman bir arazide üzüm yetiştirip, ürünlerin elle toplanması konusunda ısrar eden İtalyan bir sahibi olan büyük bir şarapçıydı. Jake ne o yeri ne de o dönemi uzun bir süredir hiç düşünmüyordu. Son yıllarda kendini geçmişle uğraşmamak konusunda çok iyi eğitmişti. Ama şimdi eski anılar uyanmıştı. Yazın sıcaklığı, sırt ağrılarına yol açan yoğun çalışmalar. Ve müthiş bir sıkıntı.

Bu yüzden de gözlerini genç kıza kaymasına hiç şaşırmamak gerekirdi. İtalyan patronun tek kızıydı. Adı Angelina idi. Angelina Mastroianni. Esmer tenli, simsiyah saçlı, kocaman kahverengi gözleri olan hoş bir kızdı. Muhteşem vücudu giydiği şortlar ve kısa bluzlarla iyice ortaya çıkıyordu. Ama genç adamın dikkatini en çok çeken özelliği bakışlarıydı. Jake o zaman on yedi yaşında asi bir delikanlı olarak sekse hiç de uzak değildi. Genç kızların ona yaklaşmasına da tabi ki. Ama yinede yalnız buluşmak için Angelina’yı ikna etmesi bütün yazını almıştı. Sonunda onu kollarına aldığında genç kızın gösterdiği sıcak tepki Jake’ye onun zor kızı oynamaya çalıştığını açıkça göstermişti. Büyük hadise yaşanıp genç adamın patronundan öldüresiye dayak yediği zaman Angelina’nın sadece on beş yaşında bir bakire olduğunu öğrenmişti. Bir saat içinde kendini tekrar Sydney’deki sığınma evinde bulmuştu. Ve tabi onu karakter gelişimi programı için bu şarap evine gönderen adamın da karşısında. Bu adam yargıç Edward Landsdale idi.

Jake hayatı boyunca hüküm giyip içeri atılmaktan korkmuştu. Ve sallantılı gençlik döneminde güç bela bunun olmamasını sağlamıştı. Ama artık bu son olayda şansını zorladığını ve artık neredeyse on sekiz yaşında olduğu için kendini bir yetişkin hapishanesinde bulacağını düşünüyordu. Korku onu iyice hırçınlaştırmıştı. Yargıç onun içini okumuştu ve tanrı korusun, delikanlının ecza almadan kurtulmasını sağlamıştı. Ve çok daha önemli bir şey yapıp onu evine, onlarla birlikte yaşamaya getirmişti. Bu Jake’nin yeni hayatının başlangıcı olmuştu. Dünyada iyi insanların da olduğunu anlamıştı ve eğer birileri sana güvenip destek verirse başarmanın hiç de zor olmadığını öğrenmişti. Uzun süre Angelina’yı aklından çıkaramamamıştı. Ama sonunda onu unutmayı başarmıştı, ve hayatını okulu ve tabi başka kızlarla doldurmayı öğrenmişti. Şimdi düşünüyordu da hiçbir kız arkadaşı Angelina’nın onda yarattığı hissi uyandıramamıştı. Bunun neden olduğunu kim bilebilirdi ki? Buluştukları geceye kadar tek yaptıkları konuşmaktı. Belki de o kadar uzun süre beklemiş olduğu için genç adam onunla sadece öpüşmeyi bile muhteşem bulmuştu. Seks yapmalarını bile pek hatırlamak istemiyordu çünkü genç kız son anda paniğe kapılıp mutlaka geri çekilmesini istediğinde Jake ona söz vermişti. Genç kızın o kadar korkak olmasına anlam veremeyecek kadar toy ve tecrübesizdi.

Aslında tamamı fiyasko olmuştu. Genç adamın boşalmasından sadece birkaç dakika sonra kızın babası onları mahzende yakalamıştı. Jake daha henüz ayağa kalkmıştı ki suratının ortasına yediği bir yumrukla burnundan kanlar boşalmıştı. Burnu artık eskisi kadar yamuk değildi. Ve tabi dişleri de artık kırık değildi. Dövmesi de kalmamıştı. Dorothy onu en iyi estetiysen ve dişçilere götürmüştü. Onu bir sokak çocuğundan bugünkü başarılı avukata dönüştürmüştü. Uzun yıllarda Angelina’ya ne olduğunu çok merak ediyordu. O geceden sonra babasının onu daha sıkı takip ettiği kesindi. Adamcağızın hem mahzeni hem de kızı için hep çok büyük hayalleri vardı. Şimdi olgunlaştığı için İtalyan’ın neden o şekilde tepki gösterdiğini daha iyi anlayabiliyordu. Nede olsa bir babanın kızının yakınında görmek isteyeceği son erkek onun o zaman ki hali gibiydi. O zamanlar gercekten çok çok kötü bir çocuktu. Ama Yargıç Landsdale böyle düşünmemişti.

O Jake’yi ilk gördüğü zaman içinde uyandırılmak için bekleyen iyi çocuğu görmüş ve ona yardım etmeye deyeceğini düşünmüştü. Ah Edward hem haklı hem haksızdın. Evet sizin sayenizde bir şeyler olabildim ama içimde hala o sokak çocuğu yaşıyor. İşte belki de bu yüzden özel hayatım iş hayatım kadar iyi gitmiyor. Aslında benim gibi çok parlak bir avukatın soğukkanlılığını kullanıp duygusal düşünmemesi gerekir. Ama kaç tane kız arkadaşım benim duyarsızlığımdan yakındı ve tabi bencilliğimden ve onları gerçekten önemsemeyişimden ve kimseye bağlanamayışımdan? Tamam davalarımda çok başarılı sonuçlar alıp büyük paralar kazanıyor olabilirim ama hiçbir kadın hayatımda birkaç aydan daha uzun süre tutamıyorum. Peki bu umurumda mı? Pek sayılmaz. Aslında yalnız yaşamayı seviyorum özellikle şimdi hayallerimde ki dairemde. Sadece kendimden sorumlu olmayı seviyorum. Dorohy’den de sorumlu sayılırdı ama o çok farklıydı. Onu da en az Edward kadar seviyordu. Bu yüzden de her Cuma akşamı mutlaka ziyarete geliyor bazen geceleri de yanında kalıyordu. Edward onun yaşlı kadınla ilgilenmesinden memnuniyet duyardı. Eğer yaşlı kadın şehir dışında yaşamaya karar verirse bu hiçde kolay olmayacaktı. Onu kesinlikle bu romantik fikrinden vazgeçirmesi gerekiyordu.

Ama bu hiçbir zaman kolay bir şey olmamıştı. Dorothy onun ne düşündüğünü merak ediyordu. Beki de Edward’ı .Zavallı Jake. Edward’ın ölümü onu çok sarsmıştı. İki erkek son yıllarda birbirlerine çok yakınlaşmışlardı. Jake Edward ile tanışana kadar kötü kalpli bir sokak çocuğundan farksızdı . Dorothy kocasıyla tanıştığı zaman kırklı yaşlarında kilolu bir kadındı. Oysa Edward sadece otuz beş yasında yakışıklı ve gösterişli bir erkekti. Pazar yerinde patenli bir gencin darbesiyle yere düştüğünde yardımına o koşmuştu. Onu kahve içmye davet etmişti. Dorothy’nin erkeklerle ilgili kötü düşünceleri hemen o gün yerle bir olmuştu ve kadın ona daha ilk günden aşık olmuştu. Onun kendisine neden aşık olduğunu ise hiçbir zaman anlamamıştı. Hemen kilo vermeye başlamış ve kendine düzgün kıyafetler almıştı. Saçarlını iyi bir kuaförde kestirmiş ve onun hoşuna giden kırmızı ruju sürekli kullanmaya başlamıştı.

Altı ay sonra evlenmişlerdi. Evlilikleri yakınlarının tahminlerinin aksine son derece başarılı olmuştu. Çocuk sahibi olamamalarına rağmen. Başka bir erkek olsa bundan rahatsız olabilirdi . Ama Edward öyle değildi. Dorothy yaşlı gözlerle kısırlığından bahsettiği zaman kocası ona sarılmış ve onunla iyi ve kötü birlikte olmak için evlendiğini ve değiştiremeyecekleri gerçeklere üzülerek vakit geçirmenin boşuna olacağını söylemişti. Ve sonrada yardım derneklerinde çalışıp içindeli baba sevgisini özellikle erkek çocuklarına bakarak oyalanmaya başlamıştı. Yinede Jake ortaya çıkana kadar hiçbir çocuğa çok yakın olamamıştı.mavi gözlü ve davranış problemli Jake. Edward delikanlıyı eve ilk getirdiğinde Dorothy çocuğun ukala ve sevimsiz hallerine kolaya alışamamıştı. Ama yavaş yavaş bir mucize gerçekleşmişti. Jake değişmişti, beklide dorothy de değişmişti. Çok daha toleranslı ve anlayışlı olmuştu. Her neyse sonunda birbirlerini çok sever olmuşlardı. Tıpkı anne oğul gibi.

Eğer şarap mahzenini satın alacak olursa Jake’nin onu şimdiki kadar gibi ziyaret edemeyeceğini biliyordu. Hunter vadisi sadece iki saatlik araba mesafesindeydi. Ve bu Jake’ye de iyi gelecekti. Çok fazla çalışıyordu ve haftasonları onu burada Sydney’de tutacak bir kız arkadaşı da yok gibiydi. Son görüştüğü kızla da ayrılmıştı. Dorothy Jake’nin kız arkadaşlarını neden sadece dış görüntüsüne göre seçtiğini anlayamıyordu. Bu konuda Edward ile konuştuğu zaman kocası ona endişelenmemesi gerektiğini, bir gün onun doğru kadını bulacağını ve evlenip bir aile sahibi olacağını söylemişti. Dorothy bu son kısımdan pek emin değildi. Aile sahibi olmanın Jake’nin planlarında olacağını hiç sanmıyordu. Zarar görmüş çocuklar genelde aile kurmaktan kaçınırlardı. “Ne düşünüyorsun?” diye sordu yumuşak bir sesle. Jake birden gerçeğe dönmüştü. “Önemli bir şey değil. Ne zaman gitmek istersin?” Dorothy gülümsedi. “Yoksa beni sen mi götüreceksin?” Jake omzunu silkti ve “En sevdiğim kızın ta oraya tek başına gitmesine gönlüm razı olmaz.

Ayrıca yeni arabamı denemek için fırsat bekliyordum. Şehir içinde istediğim gibi gidemiyorum.” “Jake Winters, sarı bir ferrarinin içinde mutlu bir sürat delisinin yanında ölmeye hiç niyetim yok.” Jake güldü. “Ve bunu bana dağ başında bir şarap mahzeni almayı planlayan kadın mı söylüyor? Merak etme hız sınırını aşmam. Umarım sende kendi gözlerinle görünce o çanak çömlek yığınını almaktan vazgeçersin.” “Ne kadar iyi bir fikir. Eminim mahzenin bir yerinde çömlek atölyesine dönüştürülecek bir yer mutlaka vardır.” Jake artık pes etmişti. Ama yinede Dorothy’nin kendi gözleriyle görünce bu hayalden vazgeçeceğinden emindi. “Eğer saat on gibi çıkarsak, öğle yemeği saatinde orada oluruz. Pek çok şarap mahzenini çok güzle restoranları vardır bilirsi.” Jake kaşlarını çattı. Mastroianni’ni de mahzeninde bir restoran açmayı niyet etmişti. Üstelik mahzenin adını daha egzotik bir isimle değiştirmeyi planlıyordu.

Angelina babasını bu büyük planından bahsetmişti. Ama o zaman Jake’in kafası başka yerde olduğu için yeni ismi hatırlayamıyordu. Eski ismi bile çıkaramıyordu. Angelina’nın anlattığına göre mahzen aslında annesinin ailesine aitti. Annesi onu doğururken ölmüştü. “Dün gece birkaç restorana baktım.”dedi yaşlı kadın. ”Göreceğimiz yerle aynı yolun üstünde bir restoran var. Adı Ambrosia Estate. Bir şarap evi için çok hoş bir isim değil mi?” Jake’nin ağzı açık kalmıştı. Hatırlamaya çalıştığı isim buydu işte Ambrosia!! “Ne oldu?” dedi dorothy. “Ben şimdi ne dedim?” “Edward sana kendimi nasıl onun mahkemesinde bulduğumu anlatmış mıydı?” “Evet evet tabiî ki. Sen…” Yaşlı kadının gözleri kocaman açıldı. “Tanrım yoksa.” “Evet, suç mahalinin adı Ambrosia Estate idi.

” “Aman tanrım ne rastlantı ama.” “Kesinlikle.” Dorothy, “Ben ben bizim oraya saat yarıma rezervasyon yaptırdım.” Jake kendini tutamayıp güldü.” Seni oraya benim götüreceğimden o kadar emindin değil mi?” “sanırım artık seni tanıyorum. Ama yinede eğer rezervasyonu değiştirmemi istersen kolayca hallederim.” “Hayır merak etme. Beni tanıyacaklarını hiç sanmıyorum.Ayrıca rezervasyonu senin yaptırman iyi olmuş. Çükü eğer yaşlı Masroianni Jake Winters’in orada yemek yiyeceğini bilse herhalde bana baldıran yedirirdi. Yüzümü tanıyacağını sanmam ama eminim adımı hatırlıyordur.” Jake ne kadar yaşlı Mastroianni ile karşılaşmak istemese de Angelina ile tekrar karşılaşma ihtimali onu heyecanlandırmaya yetmişti. Şimdi kaç yaşındaydı acaba?otuz bir, hayır otuz iki olmalıydı. Mantığa göre otuz iki yaşındaki bir İtalyan kadını çoktan evlenmiş olmalıydı ve eteğinde de yarım düzine bambinosu vardı. Ama evlenmiş olsa bile hala mahzende yaşıyor olması mümkündü ve kocası da aile işinde çalışıyor olabilirdi.

İtalyanların tarzı buydu nede olsa. Onu görme isteği artıyordu. Sadece merak mıydı yoksa ondan özür dileme isteği mi?O zaman genç kız gerçekten de cok üzülmüştü. Ama bunca yıl sonra özür dilemenin ne yararı olurdu ki? Hiçbir yararı olmazdı . Sadece yemeğini yiyip gitmesi en iyisi olurdu. Belki genc kadını uzaktan da olsa görebilirdi. Belki de göremezdi. Kim bilir? Büyük ihtimalle görse bile tanımayacaktı. Nede olsa aradan on altı yıl geçmişti.—İKİNCİ BÖLÜM– “On altı yaşına gelince babanı arayabilirsin.” Dedi angelina. “Ama kasıma daha çok var.” diye itiraz etti oğlu. “Neden o kadar bekleyim ki? Artık büyükbabam da sorun çıkaramaz. Aman tanrım özür dilerim, kötü bir şey söylemek istememiştim.

Bak bende senin kadar özlüyorum onu. Ama bu benim için çok önemli. Onunla tanışmak ve konuşmak istiyorum.” “Onun seninle tanışmak istemeyeceğini hiç aklına getirdin mi? Senin varlığından haberdar değil.” “Biliyorum ama bu onun hatası değil ki. Ona kimse bunu söylememiş bilmeye hakkı var.” Angelina içini çekti. Alex’in biyolojik babasını tanıma isteğine alışamamıştı. Oğluna okula her telefon açışında tek konu buydu. Tabi ki büyükbaba hayattayken Jake Winters konusu bit tabuydu. Yaşlı adama göre kızını kandırıp hamile bırakan dövmeli serseri bir hayvandan başka şey değildi. Alex’in doğum belgesinde babası belli değil yazıyordu. Alex soru soracak kadar büyüdüğünde büyükbabası ona babasının kötü olduğunu anlatmıştı. O yani Antonio Mastroianni onun hem babası hem de büyükbabası olacaktı. Ve alex de onun soyadını taşıyıp aile mirasına sahip olacaktı.

Alex de büyükbabasını çok sevmiş ve onu mutlu etmek için babasının adını hiç anmamıştı. Ama önceki sene büyükbabası trajik bir şekilde ölünce Alex annesine babasıyla ilgili sorular sormaya başlamıştı. Ve sonra önce adını ve sonrada genc kadının hatırlayabildiği bütün detayları ağzından almayı başarmıştı. Sonunda da onu bulmak konusunda ısrar etmeye başlamıştı. Yıllar sonra genç adamla tekrar karşı karşıya gelme fikri bile genç kadına büyük panik duygusu veriyordu. Bu yüzdende on altı yaşına kadar bekleme bahanesini öne sürmüştü. Ama o zamandan beri konuyu sakin kafayla düşünmeye başlamıştı. Jake’nin yetişkin bir insan olarak neye benzediğini sadece tanrı biliyordu. Onunla ilgili son duyduğu hapse girme ihtimalinin olduğuydu. Ve sonrada hayatı ve düşünceleri bir başka kabusla dolmaya başlamıştı. En kötü ihtimalle Jake şimdi azılı bir suçluydu. En iyi ihtimalde Angelina onun oğlunun birlikte olmasını isteyeceği bir adam olduğunu hiç sanmıyordu. O Jake’nin doğuştan kötü olduğuna inanamıyordu, şimdi senelerin ve anne olmanın verdiği olgunlukla genç adamın sadece kötü şartlardan dolayı kötü olduğuna ikna olmuştu. “Bunu daha fazla tartışmak istemiyorum” dedi. “Kararım budur ve bence cok da mantıklı.

” “Hayır değil.” “Öyle. Umarım on altı yaşına geldiğinde babanla ilgili herseyi tek başına öğrenmeyi başarabilirsin. Güven bana. Bunun çok iyi haberler demek olacağını hiç sanmıyorum. Belki de bir yerde hapistedir.” Hattın diğer ucu sessizdi. Angelina oğlunu incitmekten nefret ediyordu ama onun boş hayaller kurmasına da izin veremezdi. “Onun çok zeki olduğunu söylemiştin.” “Öyleydi.” “Ve çok yakışıklı.” “Evet hem de çok.” . Angelina o zaman onunla ilgili her şeyi heyecan verici bulmuştu. Özellikle de asiliğinin belirtisi olan her şeyi.

Kulaklarındaki küpeyi, göğsünün ucundaki halkayı ve kolunun üst tarafındaki dövmeyi. Kimbilir şimdi daha kaç tane dövmesi olmuştu. “O zaman hapiste olamaz.” Dedi Alex inatla. “Bunu kasımda öğreneceğiz. Şimdi sadece derslerini düşünmeni istiyorum.” “Vakit kaybı. Evde olup sana bu senenin şarapları için yardım ediyor olmam gerekirdi. Büyükbabam üniversiteye gitmenin deli insanlara göre olduğunu söylerdi. Bence tecrübe çok daha gerekli.” “Ona katılıyorum ve bende senden üniversiteye gitmeni istemiyorum. Sadece on sekiz yaşına kadar okulda kal. Büyükbabanın senin için seçtiği okulda.” “Tamam. Bunu büyükbabam için yapacağım.

Ama burayı bitirir bitirmez tuttuğun o yaşlı aptaldan hemen kurtulacaksın ve bende bu işi yapacağım.” “Arnold yaşlı biri değil. Büyükbaban onun vadinin en iyi şarapcısı olduğunu söylerdi. “Yüzyıl önce mi?” “Arnold sadece altmış yaşlarında.”Aslında altmış dokuz yasındaydı. “Neyse yüz yaşında gibi duruyor. Ondan ve bizim şaraplarımızı onun yapıyor olmasından hiç hoşlanmıyorum.” Angelina oğlunun bu konudaki fikrinin asla değişmeyeceğinden emindi. Herzaman böyle olmuştu. Son derce inatçı bir çocuktu. Babası bu özelliklerini kendisinden aldığını iddia ederdi ama Angelina kaynağın farklı olduğunu düşünüyordu. Uzun boyunu, açık mavi gözlerinin, uzun kirpiklerinin. Tıpkı Jake gibiydi. Burnu annesinin tarafına bneziyordu, teninin rengide. Ama ağzı aynı Jake’nin ağzıydı.

Geniş dolgun dudaklı. Sonunda babası gibi iyi bir öpüşçü olması sürpriz olmazdı. “Kapatmam lazım oğlum.” dedi. “Restoranda beni bekliyorlar.” “Tamam benimde. Bugün Kings lisesi ile kriket maçımız var. Bugün onları yeneceğiz.” Angelina gülümsedi. Oğlunun bütün şikayetlerine rağmen okul hayatını sevdiğini de cok iyi biliyordu. Bu yıl onun okuldaki dördüncü yılıydı ve çevrenin en saygın yatılı okulunda okuyordu. Kriket ve futbol oynuyordu ama en sevdiği yüzmeydi. “İyi şanslar”dedi Angelina. “Akşam seni yine ararım. Ciao!” Telefon kapandı ve kasıma sadece dokuz ay kaldığını düşündü.

Sadece dokuz ay.Angelina yaklaşık on altı yıl önce bu aylarda hamile kalmıştı. Şubat sonunda.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle