Mircea Eliade – Demirciler ve Simyacılar

Bu kü çü k kitabın ilk bölüm ü m adencilik, d em ircilik ve m etal işçiliği gibi m esleklere özgü b ir grup m it, ayin ve sim geyi b ir dinler tarih çisin in bakış açısından sunuyor. Hem en şunu söyleyelim , teknikler ve bilim ler tarihini inceleyen uzm anların çalışm aları ve ulaştıkları son uçlar bizim için ço k değerlidir; ancak bizim am acım ız onlarınkinden tüm üyle farklı. A rkaik toplum larm m adde karşısındaki tutumunu anlam aya, insanoğlunun cevherlerin varoluş b içim in i değiştirebilm e gücüne sahip olduğunu anlayınca yaşadığı tinsel m aceraların izini sürm eye çalışıyoruz. Ö ncelikle incelenm esi gereken, ilk çöm lekçinin dem iurgosvari deneyim idir; çünkü m addenin halini değişten ilk o olm uştur. Ancak bu deneyim in izleri, m ito lo jik kayıtlarda ya hiç yoktur ya da çok azdır. Bu yüzden biz de başlangıç noktası olarak arkaik insanın m aden cevherleriyle ilişkilerini, özellikle m adenci ve dem ir işçisin in ritüel davranışlarını incelem eyi seçtik. Şu konuyu açıklığa kavuşturalım , burada m etalü rjin in , en eski m erkezlerden b ütü n dünyada yayılm asını inceleyen, m etalürjiyi yayan kü ltü r dalgalarını sınıflandıran ve beraberindeki m etalürji m ito lo jis ini anlatan bir kültür tarihi bulacağınızı um m ayın. Böyle b ir tarih k itabı yazılabilseydi birkaç b in sayfayı bulurdu. Böyle b ir kitabın b ir gün gerçekten yazılabileceği de kuşkuludur. Afrika m etalürjisine ait k ü ltü r tarihini ve m itolojileri daha yeni yeni tanıyoruz; Endonezya ve Sibirya m etalürji ritüelleri hakkında henüz ço k az şey biliyoru z; oysa m etallerle ilgili m itlerin , ayinlerin belli başlı kaynaklarını bu bölgelerde buluyoruz. M etalürji tekn iklerinin bütün dünyada yayılm asın ı 7 D E M İR C İL E R v e SİM YA C ILA R ele alan tarih ise henüz önem li boşlu klar içeriyor. Elbette fırsatını bulduğumuzda farklı m etalürji kom p lekslerin in tarihsel ve kü ltü rel bağlam larını da ele aldık; ama öncelikle bu n lan n ken dilerine özgü zihinsel evrenlerine nüfuz etm eye çalıştık. Maden cevherleri T op rak Ana nm kutsallığını paylaşıyordu. M adenlerin tıpkı em briyon lar gibi yerin rahm inde “büyüdükleri” fikrine çok erken çağlarda rastlıyoruz. Bu yüzden m etalürjin in doğum la ilgisi vard ır.


M adenci ile m etal işçisi yeraltm daki em briyon konusuyla ilg ilid ir: M aden filizlerinin büyüm e ritim lerin i hızland ırır, doğanın işleyişine d estek olur ve onun “daha hızlı doğurm asını” sağlarlar. Kısaca insanoğlu uyguladığı çeşitli tekn iklerle yavaş yavaş zam anın yerine ğeçer; yaptığı iş zam anın işinin yerini alır. Doğayla işb irliğ i yapm ak, onun gittikçe hızlanan bir tem poyla üretm esine yardım etm ek, m addenin kip liğini değiştirm ek: Bizce sim ya id eolojisinin kaynaklarından birisi burada yatm aktadır. M adencin in , m etal işçisin in ve d em ircinin zihinsel evreni ile sim yacm m – kin in arasında kesintisiz bir sü rek lilik olduğunu ileri sürm üyoruz elbette; ü stelik büyük bir olasılıkla Ç inli d em ircilerin erginlenm e ayinleri ve m y sten a’lan , sonraları Taoculuk ve Çin sim yasına m iras kalacak geleneklerin bir parçasını oluşturm aktaydı. Ancak döküm cü, dem irci ve sim yacı arasındaki ortak nokta, üçünün de cevher ile iliş ­ kilerin in büyüsel-d insel bir deneyim e dayandığını ileri sü rm elerid ir; bu deneyim onların tekelindedir ve m eslek sırların ı erginlem e ayinleri sırasında sonrakilere aktarırlar; her üçü de hem canlı h em de k u tsal saydıkları bir Madde üzerinde çalışırlar; çabalarının am acı Madd en in d önüşm esi, “m ü kem m elleşm esi,” “başkalaşm ası”dır. Bu fazlasıyla yuvarlak sözlerin ayrıntılarını görecek, gerekli açıklam aları yapacağız. A ncak bir kez daha söylem ek gerekirse, Madde karşısınd aki Ö N SÖ Z bu ritüel tavırlar insanoğlunun şu ya da bu şekilde “can lı” maden cevherlerine özgü zam ansal ritm e m üdahalesini içerir. A rkaik toplum larm m etalürji zanaatkarı ile sim yacı arasındaki tem as noktası da buradadır. Sim ya id eolojisi ve tekn ik leri bu yapıtın esas itibariyle ikin ci kısm ını oluşturuyor. Çin ve H int sim yalarının üstünde durm am ızın nedeni bunların az b ilin iy o r olm aları ve ayrıca hem deneysel hem de “m istik ” n itelik lerin i açık biçim de sergilem elerid ir. Şim diden söyleyelim , sim ya başlangıçta am p irik bir bilim , em briyonla uğraşan b ir kim ya değildi; sonradan zanaatkârlarının ç o ğ u için zihinsel evreni geçerliliğin i ve varlık n ed en ini yitirince bu hale gelm iştir. B ilim tarihine göre sim ya ile kim ya arasında kesin bir kopm a anı o lm am ıştır; h er ikisi de aynı m aden cevherleriyle çalışırlar, aynı araçları ku llanırlar ve genellikle aynı deneyleri yaparlar. T ekn ik ler ve bilim lerin “k ö ­ k en i” üzerine araştırm aların geçerliliği tanındığına göre kim ya tarihçisin in bakışı tam am en savunulabilir bir bakıştır: Kim ya sim yadan d oğm uştur; daha doğrusu kim ya sim ya id eo lo jisin in bozulm asından doğm uştur. Ancak fikir tarihçisinin bakışm a göre m esele farklı görünm ektedir: Sim ya kutsal bilim olarak ortaya çıkıyordu , oysa kim ya cevherler kutsallıktan arındırıldıktan sonra oluşm uştur. Öyleyse kutsal düzey ile kutsal olm ayan deneyim düzeyi arasındaki sü rek liliğ in zorunlu olarak kesintiye uğram ış olm ası söz konusudur.

Bir örnekle farkı daha iyi anlayabiliriz. D ram am n (hem Y unan tragedyasının hem de kadim Yakındoğu ve Avrupa’nın dram a senaryoların ın ) “k ö k en i” kim i m evsim lik ritüellerde m evcuttur; bun lar kabaca şu sahneyi sergilerler: iki düşm an ilkenin savaşı (Hayat ile Ö lüm , Tanrı ile E jd erh a, v b), T a n rın ın çilesi, “ölüm ” üzerine yakınm alar ve “yen iden d irilişi” selam layan sevinç gösterileri. Hatta G ilbert M urray 9 D E M İR C İL E R V E SİM YA C ILA R E u rip id es’in kim i tragedyalarının yapısında (yalnızca B a k k h a la r’da değil, aynı zam anda H ippolytos ve A n d rom akh e de) eski ritüel senaryoların şem asının bulunduğunu gösterm iştir. D ram anın bu tür ritüel senaryolardan türem iş olduğu, m evsim ayininin esasını kullanarak özerk b ir olgu haline gelm iş olduğu doğruysa, dindışı tiyatronun kutsal “k ö k en lere” dayandığım söylem ek doğru olacaktır. Ancak iki olgu kategorisi arasındaki nitelik farkı da aynı ölçüde açık tır: Ritüel senaryo kutsallık alanına aitti, dinsel d eneyim leri tetikliyordu ; b ir bütün olarak görülen toplum un “kurtuluşunu” üstleniyordu; dindışı dram a kendi tinsel evreni ve değerler dizgesiyle tanım landığında bam başka nitelikte deneyim lere (“estetik” heyecanlara) neden o lu yor ve dinsel deneyim in değerlerine hayli yabancı olan biçim sel b ir m ükem m ellik fikrini izliyordu. D em ek ki tiyatro kutsal bir atm osfer içind e süregelm iş olsa bile h er iki olgu arasında bir kopm a söz konusudur. Bir litu rjin in kutsal gizem ine dinsel olarak katılan kişi ile görsel güzelliğinden ve ona eşlik eden m ü zikten bir estetik heveslisi olarak haz alan kişi arasında uçsuz bucaksız bir m esafe vardır. E lbette sim ya işlem leri sim gesel değildi; bu işlem ler laboratuvarlarda gerçekleştirilen m addi işlem lerd i, ama kim yanın amacından farklı bir am acı vardı. K im yacı m addenin yapısına nüfuz edebilm ek için fiziksel ve kim yasal görüngüleri tam olarak gözlem lem eyi iş edinm iştir; oysa sim yacı M addenin (F ilo z o f Taşı) ve insan yaşam ının (E lixir V itae) başkalaşım ı sırasında düzenlendiği biçim iyle cevherlerin “çileleri,” “ö lü m leri” ve “e v lilik le ri” konusuyla ilgilenir. C. G. Ju n g sim ya süreçlerinin sim geciliğin in , sim ya hakkında h içb ir şey bilm eyen bazı öznelerin kim i rüyalarında ve hayallerinde ortaya çık tığ ın ı gösterm iştir; Ju n g ’un gözlem leri yalnızca d erin lik p sikolojisiyle ilgili değildir, aynı zam anda sim yayı kuran öğreti o labilecek so te riy o lo jik 10 Ö N SÖ Z işlevi de dolaylı olarak doğrular. Sim yan ın özgünlüğünü, kim yanın kökeni ve başarısı üzerindeki etkilerin e göre değerlendirm ek doğru olm az. Sim yacıya göre kim ya kutsal bir bilim in d ünyevileştirilm iş hali olm ası nedeniyle bir “düşüş”tü. Burada sim yanın çelişkili bir övgüsüne girişiy o r değiliz; biz yalnızca kültür tarihinin en tem el olgusunu anlam aya çalışıyoruz o kadar.

Bugünkü id eo lo jik koşullarım ıza yabancı bir kültürel olguyu anlam anın bir tek yolu vardır: “m erkezi” keşfedip buraya yerleşm ek ve doğurduğu bütün değerlere nüfuz etm ek. Sim ya evrenini anlaman ın ve özgünlüğünü ölçü p b içm en in en iyi yolu sim yacın ın bakış açısın ı benim sem ektir. Aynı yöntem bütün diğer egzotik ya da arkaik kültür görüngüleri için de gereklidir; bunları yargılam adan önce iy ice anlam ak gerekir; m itler, sim geler, ayinler, toplum sal tavırlar vb gibi, ifade tarzları ne olursa olsun id eolojilerini özüm sem ek gerekir. Avrupa kültüründeki tuhaf bir aşağılık kom pleksi yüzünden arkaik b ir kültürü “saygılı terim lerle” anlatm ak, id eo lo jisin in tutarlı o lduğunu, soylu bir insan sevgisini barındırdığını gösterm ek ve bu arada sosyolojisin d eki, ekon om isind eki, sağlık bilgisind eki ikin cil ya da kabul edilem ez özelliklerin üstünde pek durm am ak aslında kaçak oynam ak, hatta doğruları gizlem ekle birdir. Bu aşağılık kom pleksini tarihsel açıdan anlayabiliriz. H em en hem en iki yüzyıldır A vrupalı b ilim sel zihniyet dünyayı, onu fethetm ek ve dönüştürm ek am acıyla açıklam ak için görülm em iş bir çaba sarf etm iştir. İd eoloji düzeyinde bilim sel zihniyetin bu zaferi hem sonsuz ilerlem eye olan inançla hem de “m od ern leştikçe” m utlak hakikate yaklaştığım ız ve böylelikle insan onuruna daha da fazla iştirak ettiğim iz yolundaki kesinlem eyle ifadesini bulm uştur. G elgelelim bir süred ir şarkiyatçıların ve etnologların çalışm aları gösteriyor ki, h içb ir bilim sel (terim in m odern 11 D E M İR C İL E R V E SİM YA C ILA R anlam ıyla b ilim sel) iddiaları, endüstriyel üretim bakım ından da hiçb ir hazırlıkları olm am alarına karşın son derece geçerli m etafizik, manevi ve hatta ekonom ik dizgeler oluşturm uş, oldukça dikkate değer uygarlıklar eskid en var olm uştur ve hâlâ da varlıklarını sürd ü rm ektedirler. A ncak üstünde kahram anca ilerlediği yolun hem en iyisi hem de akıllı ve onurlu b ir insanın seçebileceği tek yol olduğunu düşünen bizim kültürüm üz; işte bu bilim d e ve sanayideki ilerlem eleri sağlayan m uazzam beyin gücünü besleyebilm ek için belki de ruhunun en büyük parçasını feda etm iş bu kültür, ken di değerlerine sım sıkı sa rılm ış görünüyor; bu kültürün en n itelikli tem silcileri de diğer egzotik ya da ilk el kü ltü rlerin yaratım larına hakkını verecek her g irişim e kuşkuyla bakm ıştır. Bu tür uzak kültürel değerlerin gerçekliği ve büyüklüğü Avrupa uygarlığının tem silcilerinde kuşkuya yol açabilir; bu tem silciler yarattıkları uygarlığın, verilen onca em eğe ve fedakârlığa değip değm ediğini sorm alıdırlar ken dilerin e, çünkü bu uygarlık artık insanlığın tinsel zirvesi ya da XX. yüzyılda d üşünülebilecek tek kültür olarak görülm em ektedir. Ancak bu aşağılık kom p leksi, tarihin akışı içinde aşılm aktadır. Böylece tıpkı Avrupa dışındaki uygarlıkların kendi bakış açıları için ­ de in celenip anlaşılm aya başlanm ası gibi, um arız Avrupa tinsel tarihinin geleneksel kültürlere yaklaşan ve bilim sel akim zaferinden sonra Batıda yaratılan her şeyden kop an kim i anları, XVIII. ilâ X IX . yüzyıldaki taraflı fikirler ışığında değerlendirilm eyecektir.

Sim ya bu önbilim sel zihniyetin yaratım ları arasında yer alır ve tarih yazıcısı, sim ­ yayı kim yanın basit bir aşam ası, yani kısaca dindışı b ir bilim olarak tasavvur etm ekle büyük bir tehlikeyi göze alm ış olur. Bakış açısı çarp ıtılm ıştı, çünkü sim ya eserlerinde doğrulanan gözlem ve deney ö rneklerin i olabildiğince geniş biçim d e sergilem eyi isteyen tarihyazıcısı 12 Ö N SÖ Z bilim sel zihniyetin başlan gıcım ele veren kim i m etinlere aşırı b ir önem atfederken, aslında sim ya açısından çok daha değerli olan başka m etinleri üstün körü geçm iş, hatta göz ardı etm işti. Başka bir deyişle sim ya yazıları, ait oldukları kuram sal evrene göre değil, X IX . ya da X X . yüzyıl kim ya tarihçilerinin ken di değer ölçeğine, kısaca deneysel bilim evrenine göre d eğerlendiriliyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir