Nancy C. Andreasen – Cesur Yeni Beyin

1980’lerin başında Amerikan psikiyatrisinde baş gösteren önemli bir paradigma değişimini, psikodinamik modelden biyomedikal ve nörobiyolojik modele doğru olan hareketi anlatan bir kitap yazmıştım, The Broken Brain: the Biological Revolution in Psychiatry (Bozuk Beyin: Psikiyatrideki Biyolojik Devrim). Bu kitap, meslekten olmayan ve ruhsal hastalık nedeniyle acı çeken insanlar ve onların aileleri için, beynin nasıl çalıştığı ve hastalık sırasında nasıl ‘bozulduğunu’ anlasınlar diye yazılmıştı. Burada insanda acıya yol açan sorunun beyindeki bazı hastalıklar olduğunu açıkça belirtmek suretiyle, ruh hastalığına bağlı yaftalanmayı azaltmak istedim, istediğim, kanser veya diyabet gibi hastalıklara uğramış insanlara gösterdiğimiz şefkat ve saygının aynısının bu insanlara da gösterilmesi gerektiğinin anlaşılması idi. The Broken Brain genelde başarılı oldu. Halen basılıyor ve satılıyor; belki öngördüğü paradigma değişiminin gerçekleşmesi belki de taşıdığı toplumsal mesajın önemli olmasından. Geçen zaman boyunca modern psikiyatrinin bilimsel temeli gelişmesini sürdürdü. Geçtiğimiz yüzyılın, ‘Beynin On Yılı’ diye bilinen son on yılında, o kadar çok şey oldu ki, yirmi birinci yüzyılda ruhsal hastalıkların nedenleri ve tedavileri hakkında giderek artan bilgimizi içeren yeni ve farklı bir kitap yazmanın vakti gelmişti: Brave New Brain: Cesur Yeni Beyin bu nedenle yazılmıştır. Bugün, ruhsal hastalıkların nedenleri ve düzeneklerini pek çok düzeyde aydınlatan güçlü, teknolojik bir zenginliğe sahibiz. Moleküler genetiğin ve moleküler biyolojinin araçları, genom haritasının çıkarılması, beyin ve zihin hastalıkları da dahil farklı türdeki hastalıkların genetik temelinin tanımlanması bu zenginliğin içinde yer alır. Ek olarak, görüntüleme teknikleri sayesinde yaşayan beyni görselleştirip ölçebilmekteyiz. Çoğu insanın inandığının aksine ruh hekimleri insan zihnini okuyamazlar, ama görüntüleme teknikleri sayesinde hisseden, düşünen beyni seyredebilirler. Genom haritasına koşut olarak beyin arazisi de haritalanmaktadır. Giderek birbirine yaklaşan bu iki bilgi alanı, şu an tıp ve ruh sağlığı alanındaki en heyecan verici gelişmedir: Ruh hastalıkları ‘.ı Cesur Yeni Beyin. hem nedeni hem de tedavisi hakkında düşündüklerimiz daha şimdiden değişmiştir.


Cesur Yeni Beyin size bu yeni öyküyü anlatmaktadır: Bir keşif gezisini, zihin ve molekül buluşması sırasında bilimcilerin ve klinisyenlerin neyi öğrendiklerini anlatan bir öyküdür bu. Beyin ve molekül buluşması sonrasındaki bilgi patlamasını izlemek isteyen meslek dışı okurlara yönelik açıklayıcı bir kitap şu an yoktur. Meslek dışı kamuoyu bundan sonraki birkaç on yılda katlanarak artacak olan keşifleri paylaşmak üzere hazırlanmalıdır. Kitabın adı, şu an ruhsal hastalıklarla uğraşan klinisyenlerin ve bilimcilerin yaşadığı iyimserlik ve coşkuyu yansıtmak üzere, Sha-kespeare’in Fırtına (The Tempest)’smdaki ünlü dizelerden seçilmiştir: “Ey cesur insanların yaşadığı cesur yeni dünya.” Keşif seyahatleri hem tehlikeyi hem de iyimserliği içerir. Cesur Yeni Beyin uyarı ve umut mesajlarını aynı anda taşımaktadır. Uyarılardan biri, giderek bilimselleşen psikiyatrinin insan yüzünü yitirmememiz gerektiğidir. Beden-zihin, ilaçpsikoterapi, genler-çevre gibi yapay ikiliklerin taşıdığı tehlikeleri bilmeliyiz, ikincisi, halkın eğitimi açısından, ruhsal hastalığı olan insanların uygun biçimde tedavi edildiği konusunda, güven vermek üzere yapacak pek çok şeyin olduğudur. Birinci bölümde değinildiği üzere, tüm hastalıklar arasında, pahası en yüksek olan ve en çok yetersizliğe neden olan hastalıklar ruhsal hastalıklardır. Depresyon gibi kimi hastalıkların görülme oranları yanı sıra özkıyım (intihar) gibi sonuçları da giderek artmaktadır. Çoğu ruhsal hastalığın kolaylıkla ve etkili biçimde tedavi edilmesi sonucu hem yaşam hem de para korunabilmekle birlikte, bu alandaki sağlık hizmeti diğer hastalıklardaki düzeyle denkleşmiş değildir. Bu soruna çare bulunmalıdır. Üçüncü uyarı, yeni ve güçlü bilimsel araçlarımızı akılcı ve iyi niyetli olarak kullanmamızdır: Yaşamın kendisine (genom) ve insanlığa ait (zihin) temelleri ustalıkla yönlendirebilmemiz hepimize ağır bir sorumluluk yüklemektedir. Bilimin araçlarının yarattığı cesur yeni dünya; Hudey’in bilimi kötüye kullanan, baskıcı, kendine kör Cesur Yeni Dünya’sı değil, Shakespeare’in insancıl ve aydınlanmış yeni dünyası olmalıdır. Kitabın taşıdığı umut mesajı daha da önemlidir.

Ruhsal hastalıklar, yeryüzünde milyonlarca insanın zihnini, beynini ve ruhunu 10 Cesur Yeni Beyin etkileyen âfetlerdendir. Neticede, onlarla ilgili toplumsal algımızın Karanlık Çağlar’dan kaynaklandığı gerçeği ile kendimizi avutabiliriz. Dahası, ruhsal hastalıklarla ilgili bilimsel çalışmalar, şimdilerde, genom çağında ve sinirbilimin altın zamanlarında gerçekleşmektedir. Moleküler genetik, moleküler biyoloji, nörobiyoloji ve görüntülemenin güçlü araçlarının ruhsal hastalıkların nedenini araştırmak üzere kullanımı son birkaç yılda olmuştur. Kitapta da yer verildiği üzere, zihin ve molekül hakkında pek çok şey öğreniyoruz ama en iyi olanın henüz uzağındayız. Alzheimer hastalığmdaki gelişmeler hızlanmıştır. Yavaş ancak kararlı bir gelişme süreci. Zaman zaman seyirlik hale gelmiş patlamalarla kesintiye uğrasa da şizofreni, duygudurum bozuklukları ve anksiyete bozuklukları için de söz konusudur. Ruhsal hastalıklar araştırmasında çalışanlar kısa erimli amaç nedenleri bilebilmek ve böylelikle daha iyi tedavilere ulaşabilmektir. Uzun erimli amaç ise, bu hastalıklardan bir kısmını daha ortaya çıkmadan bulmak ve önlemektir. 21. yüzyılın amacı “Ruhsal Hastalıkların Penisilini”ni bulmaktır. Frengi ve zatüre gibi hastalıklarla mücadelemizde ne denli etkiliysek, şizofreni ve bunama için de aynı ölçüde etkili olmalıyız. Şu an paylaşılan bir acı haline gelmiş olan ve sık rastlanılan ruhsal hastalıkların seyrekleştiği, ortaya çıkanınsa kolayca tedavi edilebildiği cesur yeni dünyayı keşfetmeyi ümit ediyoruz. Kitap dört kısımdan oluşmuştur, ilk kısımda ana konulara yer verilmiştir: Ruhsal hastalıkların yol açtığı bireysel ve ekonomik güçlük; hastalığa uğramış olanların içsel insan yaşantıları; yapay ikiliklerin yarattığı basitleştirmelerle oluşan yanlış anlamalar.

Đkinci kısım nörobilim ve moleküler genetik hakkında kısa bir ders niteliğinde üç bölümden oluşmaktadır. Okuyucu beynin ve zihnin, DNA ve genlerin çalışması ile tanışmaktadır. Bu bölüm zor geliyorsa, atlayıp, üçüncü kısım okunduktan sonra bu bölüme dönülebilir, ikinci kısım referans açısından önemli bir kaynak olup, derinleşmek ya da yüzeysel geçmek okuyucunun seçimine kalmıştır, zihin ve molekül hakkında daha çok şey öğrenmek üzere kullanılabilir. Ancak yeterince sindirememek suçluluk yaratmamalıdır, çünkü bilimin içinden kişiler olarak bizler zihin ve genomun karışıklığını anlayabilmek için birer ömür harcamış insanlarız. Üçüncü kısım ruhsal hastalıkların dört ana grubuna (şizofreni, Cesur Yeni Beyin bunamalar, duygudurum bozuklukları ve anksiyete bozuklukları) odaklanmış olup tanım ve gelişmeleri içeren beş bölümden oluşmaktadır, ilk bölüm ruhsal hastalıkların tarihçesi ve yapılan bilimsel çalışmaların kavramsal çerçevesini tanımlamakta, şu an durduğumuz nokta hakkında “durum raporu” sunmaktadır. Kalan dört bölümde ise özgül hastalıklarla ilgili ayrıntılar yer almakta olup, hasta öyküsü, belirtilerin tanımı, hastalıkların insanların yaşam sürecini nasıl etkilediğine ilişkin toplumsal ve nörobiyolojik düzenekler ile tedaviler sırasıyla anlatılmaktadır. Tek bir bölümden oluşan son kısımda ruhsal hastalıklar hakkında giderek gelişen bilgilerimiz, toplumsal, ahlaki ve ekonomik sonuçları açısından derinlemesine ele alınmaktadır. * * * Kitabı tamamlamamda yardım etmiş pek çok insana teşekkür etmek istiyorum. Oxford University Press’e ve hoşnutluktan ödün vermeyen, zihin, beyin, genler ve ruhsal hastalıklar hakkında gerçekten öğrenmek isteyecekler için ciddi bir kitap yazma seçimime inancından ötürü özellikle Fiona Stevens’a teşekkür ederim. Yayınla ilgili önerilerinden ötürü Susan Schultz’a; yorumlarını esirgemeyen diğerlerine; Raymond Crowe, Elliott Gershon, Jack Gorman, Sergio Paradiso ve Steven Hyman’a. Metnin ve çizimlerin hazırlanmasında yardım etmiş olan Luann Godlove, Shirley Harland, Brian Wilson, Ron Pierson, Vince Mag-notta ve Helen Keefe’e pek çok kez teşekkür ederim. Metinde kalan her türlü yanlıştan kuşkusuz ben sorumluyum. Yıllar boyunca gördüğüm hastalarıma da teşekkür etmek istiyorum. Onların ruhsal hastalıklar hakkında bana öğrettikleri, herhangi bir kitabın kapsayabileceğinin çok ötesinde olmuştur. Onlardan öğrendiğim başka bir şey, çektikleri acıyla başa çıkmaya çalışanların yürekliliği ve saygınlığının yanı sıra, aile üyelerinin sergilediği cesaret ve sevgi olmuştur.

Kitaptaki olgu öyküleri gerçek kişilere ait olup adsızlığı ve mahremiyeti korumak amacıyla belirgin ayrıntılar değiştirilmiştir. 12 Çeviren Önsöz Yazar mı? Okuyan Us Yayınevi Nancy C. Andreasen’in kitabını çevirme önerisinde bulunduğu zaman ilk algıladığım şey bunun bir öneri olmaktan öte paylaşılan bir ödev sorumluluğu olduğu idi. Ödevin içerdiği sorumluluk, yazarının taşıdığı haklı önemin yanı sıra ruh hastalıkları konusunda tüm topluma seslenen bir eserin dilimize kazandırılması amacını gütmesinden kaynaklanıyordu. Profesyonel bir çevirmen olmadığım bir sır değil! Dolayısıyla özgün metinle bir “okur” ilişkisi kurmadan ödevin gereğini yerine getirip getiremeyeceğimi anlamam gerekiyordu. Kitabı soluk almadan okuyup bitirdiğimde, kendi kendime “kendi alanımda bir kitap yazarsam böylesi bir kitap yazmalıyım,” dedim. Bu dilek gerçekleşir ve kitap olarak size ulaşırsa, “Aaa, Andreasen’in kitabını taklit etmiş!” diyeceğinizden eminim. Olası bir intihal eylemi için şimdiden zemin hazırladığımı düşünebilirsiniz ancak anlatmak istediğim, okuduğum kitabın beni ne denli etkilediğidir. Ödevi severek üstlendim. Ruh hastalığı denilen ayrıksı insan hali kendi içimizde yaşadığımız zorunlu bir göçtür. Bize ait olmasına karşın hiç gitmediğimiz bir araziye donanımsız ve hazırlıksız göç ettiğimizde yaşadıklarımız “ruh hastalığı” adını alıyor. Beynimizi başka bir organımızı bildiğimizden daha az bilmekteyiz. Çünkü gizem taşıdığına inandığımız tek organımız beynimizdir. Gizem, dokunulmazlığı da beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla ruh hastalığı gibi bir başlığın barındırdığı büyüsellik adına eşlenecek tek organımız beynimizdir.

90’lı yıllarda Dr. Andreasen’in önderliğinde gerçekleşen ve psikiyatri alanında hem yapı hem de içerik düzeyinde gerçekleşen devrim, asal olarak beyin sistemine odaklanmıştır. Konuyla ilgili araştırmalar tüm devrimlerde olduğu üzere sadece geçmişe değil günümüze ve geleceğe bakışımızı da etkilemiş, değiştirmiştir. Kitap bu sürecin dökümü ve ayrıntılı öyküsüdür. Dr. Andreasen önder rolüne karşın bu öyküyü anlatanlardan sadece biridir. Öyküde yer alanlar hem anlatıcı hem de öykünün gerçek kahramanlarıdır. 13 Cesur Yeni Beyin Aktarılan öykü, tarihsel gelişimi içinde bugünden yarma ruh hastalıklarının öyküsüdür. Ancak doğal merakın disiplinli düşünme sonucu bilimsel bir kavrayışa dönüşmesi, aynı zamanda hayata müdahil olma işlevi anlamını da getirmektedir. Üçüncü binyılm hemen öncesinde bilimin söz konusu öyküye müdahil oluşunu anlatan bu kitap, aynı zamanda insan yararına olmadığı sürece bilimin değer taşımayacağına yönelik bir sav sözdür. Böylesi bir içerik taşıdığı için bu çeviriyi bir ödev olarak gördüm. Bölüm başlarında yer alan şiir, özlü söz vb. ibarelerin çevirisini Bora Bozatlı yapmıştır. Çeviren önsöz yazar mı? Çevirenin önü sonu tek bir sözü vardır; yaptığı çeviri. Değerli okurlar “söz” sizde… Dr.

Yıldırım B. Doğan 14 KISIM I Bozuk Beyinler ve Karışık Zihinler 1 Bölüm 1 Cesur Yeni Beyin ruhsal hastalığın yükü Ah harika! Ne hoş yaratıklar var burada! Đnsanoğlu ne kadar da güzelmiş! Đşte cesur insanlarla dolu, Cesur yeni dünya! William Shakespeare The Tempest (Fırtına), V. Perde, I. Sahne Shakespeare’in büyüleyici son oyunu Fırtına’da, Miranda’run gözlediği üzere, insanlar eksiği olmayan, iyinin iyisi ve güzel yaratıklardır. Bu oyun yazarın Londra sahnelerine vedasıdır. Shakespeare kırkından sonra yazmış ve daha sonra sakin bir yaşam için başını alıp Stratford-on-Avon’a çekilmiştir. Nedenini bilmiyoruz. Yazdığı en güzel oyunlardan biri olan Fırtına1 da, dünyaya kendi açısından önemli olduğunu düşündüğü bir mesaj vermek istemiş olmalı, tıpkı gençler için yazdığı Romeo ve Juliette olduğu gibi. Fırtına, erişkinler için yazılmış, kötülüğün ve cehaletin üstesinden gelmek için iyilik ve aklı imleyen, yüce ve asal temalar hakkında büyük bir oyundur. Olumlu ve akılcı temalar olan sevgi ve ümit hakkındaki bu oyun olumlu ve akılcı bu iki temayı işlediği için benim gözde oyunumdur. Fırtına gemiyi batırmış, sağ kalanlar güçlükle karaya ulaşmışlardır. Yukarıdaki satırlar, yaşamında ilk kez başka insanları gördüğü anda Miranda’run söyledikleridir. Yalıtılmış bir adada yetişmiş olan Miranda’nın çevresindekiler, uçuk peri Ariel ve köle Caliban gibi insan olmayan yaratıklardır. Görüp göreceği tek insan babası Prospero olmuştur. Kaderin cilvesine bakın ki, yıllar önce Prospero’ya ihanet ederek Milano’dan sürülmesine neden olan kardeşi Antonio da kurtulanlar arasındadır.

Miranda, kurtulanlar arasında olan yakışıklı genç Ferdinand’a âşık olur. (Neredeyse elli yaşına gelmiş olmasına karşın Shakespeare hâlâ aşkın doğasını anlamaktadır.) Miranda, tam o anda, 17 Cesur Yeni Beyin güzel ve iyi insanlarla dolu cesur yeni bir dünyayı duyumsamaktadır. Oyun, birbirine yabancılaşmış iki kardeşin barışmasını ve Miranda ile Ferdinand arasında gelişen aşkı anlatmaktadır. Son oyununda iyimserliği esas almakla birlikte, Shakespe-are, insanların çok sorunlu yaratıklar olabileceğinin de farkındadır. Fırtma’ûa gerek içimizde olan gerekse bizi kuşatan kötülük, nefret, acımasızlık, ihanet ve yanlış anlama gibi karanlık güçlere de yer verilmektedir. Birbirimizi öldürüyoruz, başkasına yalan söylüyoruz. Sevdiklerimiz hastalanıyor, acı çekiyor ve ölüyor. Biz de hastalanıyor, acı çekip ölüyoruz. Gerçekçi ve eğitilmiş bir gözle baktığımızda oyun, bu karanlık yanımızla bizi yüzleştirirken, aydınlığın bunların karşısındaki tek araç olduğunu söylemektedir. Gerçeklik üzerine temellenmiş bir iyimserlik, “cesur yeni dünya” için tek gerçek yoldur. Bu kitap, acıya ve ıstıraba aynen Fırtına’da olduğu gibi bakarken, onların ancak bilgi ve aydınlanma ile alt edilebileceği, “cesur yeni beynin”bu y°lla geliştirilebileceği inancının ifadesidir. Kitap, insan bedeninin mirasçısı olduğu, beyinde doğup zihin aracılığıyla ifade bulan bir grup hastalığı (ruhsal hastalıklar) anlatmakta ve bu hastalıkların ortaya çıktığı insanları, onların ıstırabını paylaşan akraba ve dostlarını, tedavileri ile uğraşan doktorları ve hastalığın nedenlerini dolayısıyla bulunabilecek en uygun tedavileri araştıran bilim adamlarını söz konusu etmektedir. En son kertede amaçlanan, bundan sonraki on yıllar boyunca, daha sdl±h> daha W- ve daha cesur zihinlerin oluşmasında genetik ve nörobilimin güçlü araçlarının bir araya getirilebilmesidir. Bu amaca ulaşabilmek için öncelikle hastalık gerçeğiyle, acı ve ıstırapla yüzleşmemiz gerekmektedir.

Fırtına’da olduğu üzere, iyimserliğimiz, gelip geçici duyarlılıklar değil somut gerçeklik üzerine kurulmalıdır. Ruhsal hastalıklar çoğu kez görmezden gelinmiş, yanlış anlaşılmış ve yaftalanmışlar. Ciddi bir hastalıkla karşılaşmak bizi duygusal açıdan yükler ve korkutur. Eşduyum (empati) ya da içebakış becerisine sahip olanlarımız için bunun anlamı, bizim de savunmasız olduğumuz, bizim ya da sevdiklerimizin aynı kaderi paylaşabileceğimizdir. Hastalık adlarından, kanser, kalp krizi diyerek, fısıltı ve saygıyla söz ederiz, insana ait pek çok 18 Bozuk Beyinler Karışık Zihinler hastalığın arasında en az bilineni olduğu için, olasılıkla en yoğun tepkiye yol açanlar ruhsal hastalıklardır. Yolda yürürken, ruhsal hastalığa uğramış, kendi kendine homurdanan, dağılmış bir insanla karşılaştığımızda sezgisel olarak ilk tepkimiz başımızı başka yöne çevirmektir. Hatta hastaneye yatmış bir arkadaşımızı ziyaret etmekte bile isteksiz davranırız. (Çoğu kez bahanemiz “onu rahatsız etmeyeyim” ya da “şimdi onunla ne konuşacağım” olur.)

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir