Aldous Huxley – Cesur Yeni Dunyayi Ziyaret

Aklın ruhu, gerçekdışının tam da bedeni haline gelebilir. Ne kadar yalın ve akılda kalıcı olursa olsun, kısalık, eşyanın tabiatı gereği, karmaşık bir durumun bütün olgularına hakkaniyetli davranamaz. Böylesi bir izleği, bir kimse ancak eleyerek ve basitleştirerek özetleyebilir. Eleme ve basitleştirme, anlamamıza yardımcı olur, ama çoğu durumda, yanlış şeyi anlamamıza; çünkü biz sadece kısaltanın dikkatle formüle ettiği nosyonları anlarız, bu nosyonların keyfi biçimde içinden çekilip çıkarıldığı, dallanıp budaklanan, engin gerçekliği değil. Ama hayat kısadır ve bilgi sonsuz: kimsenin her şey için zamanı yok. Pratik olarak, aşırı kısa bir sunumla sunumun yokluğu arasında seçim yapmaya zorlanırız genellikle. Kısaltım kaçınılmaz bir kötülüktür ve kısaltanın görevi doğası gereği kötü olsa da, hiç yoktan iyi olan bir şeyi en iyi biçimde yapmaktır. Basitleştirmeyi öğrenmek zorundadır, ama çarpıtacak kadar değil. Bir durumun esasları üzerine yoğunlaşmayı öğrenmek zorundadır, ama gerçekliği niteleyen yan konuları çok fazla görmezden gelmeden. Bu yolla belki hakikati bütünlükle anlatamaz (neredeyse her konuda bütünsel hakikat kısalıkla uyuşmazlık içindedir), ama düşüncenin her zaman için tedavüldeki paraları olan tehlikeli çeyrek hakikatler ve yarım hakikatlerden çok daha fazlasını anlatır. Özgürlük konusu ve onun düşmanları anlatmakla bitmez, benim yazdığım da, ona hakkaniyetli yaklaşmak için, kuşkusuz çok kısadır; ama ben en azından sorunun birçok cephesine değindim. Her bir cephe sunulurken biraz fazla basitleştirilmiş olabilir; ama bu art arda aşırı basitleştirmeler “aslının” enginliği ve karmaşıklığı hakkında bazı ipuçları veren (öyle umuyorum) bir resim meydana getiriyor. Resimden atılanlar (önemsiz oldukları için değil, sırf kolaylık olsun diye ve daha önce çeşitli fırsatlarda onları ele aldığım için) özgürlüğün mekanik ve askeri düşmanlarıdır –uyruklarına karşı dünyayı yönetenlerin ellerini çok güçlendiren silahlarla aletler. Ve dünyanın en anlamsız intihar savaşları için dünyanın en yıkıcı maliyetleriyle yapılan hazırlıklardır. Aşağıdaki bölümler; Macar başkaldırısı ve onun bastırılmasına ilişkin, H bombalarına ilişkin, her ülkenin “savunma” diye adlandırdığı maliyetlere ilişkin, ortak mezara itaatkâr adımlarla yürüyen üniformalı, beyaz, siyah, kahverengi, sarı çocukların oluşturduğu şu sonsuz sıralara ilişkin düşünce arka planıyla okunmalıdır.


I. Aşırı Nüfus 1931’de, Cesur Yeni Dünya yazılırken, hâlâ çok zamanımız olduğuna inanıyordum. Bütünüyle organize edilmiş toplum, bilimsel kast sistemi, yöntemli şartlandırmayla özgür iradenin ilgası, kimyasal olarak tattırılan mutluluğun düzenli dozlarıyla kabul edilebilir kılınan kölelik, uykuda öğretimin gece dersleriyle kafaya zorla sokulan ortodoksluklar –bütün bunlar geliyordu, doğru, ama benim zamanımda değil, hatta benim torunlarımın zamanında bile değil. Cesur Yeni Dünya’da kaydedilen olayların tam tarihini unuttum; ama F.S. (Ford’dan sonra) altıncı yedinci yüzyıllarda bir yerdeydi. İ.S. yirminci yüzyılın ikinci çeyreğinde yaşayan bizler, itiraf etmeliyiz ki, ürkütücü bir evrenin sakinleriydik; ama o bunalım yıllarının kâbusu, Cesur Yeni Dünya’da betimlenen geleceğin kâbusundan kökten farklıydı. Bizimki yetersiz düzenin kâbusuydu; onlarınki ise F.S. yedinci yüzyılda, aşırı düzenin kâbusu. Bir uçtan diğerine geçme sürecinde, ben öyle düşlüyordum ki, uzun bir ara olacak ve insan ırkının daha şanslı üçte biri bu esnada her iki dünyanın –liberalizmin düzensiz dünyasıyla kusursuz verimliliğin özgürlüğe ya da kişisel inisiyatife hiç yer bırakmadığı, aşırı düzenli Cesur Yeni Dünya’nın– en iyisini yapacaktı. Yirmi yedi yıl sonra, İ.S.

yirminci yüzyılın üçüncü çeyreğinde ve F.S. ilk yüzyılın bitiminden çok önce, şu anda, Cesur Yeni Dünya’yı yazarken olduğumdan çok daha az iyimser hislere sahibim. 1931’de yapılan kehanetler, gerçekleşeceklerini düşündüğüm tarihten çok daha erken gerçekleşiyorlar. Yetersiz düzen ile aşırı düzen kâbusu arasındaki mutlu ara, henüz başlamadı, başlama belirtileri de göstermiyor. Batı’da, doğrudur, münferit erkek ve kadınlar hâlâ özgürlüğün büyük bir ölçeğini yaşıyorlar. Demokratik yönetim geleneği olan bu ülkelerde bile, bu özgürlük ve özgürlük isteği gitgide azalıyor görünmektedir. Dünyanın geri kalanında bireyler için özgürlük çoktan yok olmuş durumda ya da açıkça yok olmak üzere. Toptan düzenleme kâbusu, ki ben onu Ford’dan sonra yedinci yüzyıla yerleştirmiştim, uzak ve güvenli gelecekten çıkageldi ve bizi köşe başında bekliyor şu anda. George Orwell’in 1984’ü Stalinizm’i kapsayan bir şimdi ile Nazizm’in gelişmesine tanık olan bir yakın geçmişin büyütülmüş bir gelecek yanstımıdır. Cesur Yeni Dünya, Hitler Almanya’da iktidarın en üst basamağına çıkmadan, Rus zorbası yürüyüşüne başlamadan önce yazılmıştı. 1931’de, sistemli terörizm, 1948’de dönüştüğü çağdaş saplantısal olgu değildi henüz; benim hayali dünyamın gelecekteki diktatörlüğü de Orwell’in çok başarılı bir biçimde betimlediği gelecekteki diktatörlükten çok daha az acımasızdı. 1948 bağlamında 1984 korkutucu derecede inandırıcıydı. Fakat, en nihayetinde, zorbalar ölümlüdür ve koşullar değişir. Rusya’daki son gelişmeler, bilim ve teknolojideki son gelişmeler, Orwell’in kitabını, gerçeğe olan korkunç benzerliğinin bir kısmından mahrum etti.

Elbette ki, bir nükleer savaş herkesin tahminlerini altüst edecektir. Fakat, bir an için Büyük Güçler’in bir şekilde bizi yok etmekten kaçınacaklarını kabul edersek, diyebiliriz ki şu anda zarlar 1984 gibi bir şeyden çok Cesur Yeni Dünya gibi bir şeyin lehinedir. Genelde hayvan davranışı, özelde insan davranışı hakkında öğrendiklerimizin ışığında şu açıkça belli olmuştur ki, istenmeyen davranışın cezalandırılması yoluyla kontrol, uzun vadede, istenen davranışın ödülle pekiştirilmesi yoluyla kontrolden daha az etkilidir ve korku yoluyla yönetmek, çevrenin, düşüncelerin ve tek tek erkeklerin, kadınların, çocukların duygularının şiddetsiz manipülasyonu yoluyla yönetmekten, bir bütün olarak, daha az işe yaramaktadır. Ceza, istenmeyen davranışa geçici olarak bir nokta koyar, ama kurbanın onu hoş görme eğilimini kalıcı biçimde azaltmaz. Dahası, cezalandırmanın ruhsal-fiziksel yan etkileri, bireyin cezalandırıldığı davranış kadar istenilmez olabilir. Ruhsal terapi, büyük ölçüde, geçmişteki cezaların bireyi güçsüz bırakan, antisosyal sonuçlarıyla ilgilenir. 1984’te betimlenen toplum, neredeyse bütünüyle ceza ve ceza korkusuyla yönetilen bir toplumdur. Benim masallarımın hayali dünyasında ceza sık değildir ve genellikle yumuşaktır. Neredeyse kusursuz devlet kontrolü; istenen davranışın sistemli pekiştirimi, şiddetsiz sayılabilecek manipülasyonun, gerek fiziksel gerekse psikolojik birçok türü ve genetik standartlaştırmayla başarılır. Şişelerdeki bebekler ve merkezi üreme kontrolü belki imkânsız değildir; ama çok açık ki, biz uzun bir süre için rastgele üreyen bir doğurucu tür olarak kalacağız. Pratik amaçlar için genetik standartlaştırma hesaba katılmayabilir. Toplumlar doğumdan sonra –geçmişte olduğu gibi cezayla ve gitgide artan bir ölçüde, daha etkili ödüllendirme ve bilimsel manipülasyon yöntemleriyle– kontrol edilmeye devam edecektir. Rusya’da 1984 tarzı Stalin diktatörlüğü, zorbalığın daha güncel bir biçimine yol vermeye başladı. Sovyetlerin hiyerarşik toplumunun üst düzeylerinde istenen davranışın pekiştirilmesi, istenmeyen davranışın ceza yoluyla kontrol edilmesine ilişkin eski yöntemlerin yerini almaya başladı. Mühendisler ve bilimadamları, öğretmenler ve idareciler iyi çalışma karşılığında yüksek maaşlar alır ve öylesine alçakgönüllü şekilde vergilendirilirler ki, daha iyisini yapmak ve daha üst düzeyde ödüllendirilmek için sürekli teşvik edilirler.

Ancak ideoloji ve politika alanlarında kendileri için çizilen sınırların ötesine geçtiklerinde onları ceza bekler. Belli ölçüde mesleki özgürlük tanındığı için Rus öğretmenler, bilimadamları ve teknisyenler böyle kayda değer başarılar elde etmişlerdir. Sovyet piramidinin tabanı yakınlarında yaşayanlar, şanslı ya da özel olarak yetenekli azınlığa tanınan ayrıcalıkların hiçbirinden yararlanamaz. Maaşları azdır ve yüksek fiyatlar dolayısıyla, vergilerin orantısız büyüklükteki kısmını öderler. Canlarının istediklerini yapabilecekleri alan son derece kısıtlıdır; yöneticileri onları şiddetsiz manipülasyon veya istenen davranışın ödülle pekiştirilmesi yoluyla değil, daha çok ceza ve ceza tehdidiyle kontrol ederler. Sovyet sistemi, 1984’ün öğeleri ile Cesur Yeni Dünya’daki üst kastlar arasında süregidenin kehaneti olan öğeleri birleştirir. Bu arada neredeyse hiç denetleyemediğimiz kişisiz [impersonal] güçler de hepimizi Cesur Yeni Dünyagil kâbusa doğru itiyor görünmektedir; bu kişisiz itiş, bir azınlığın çıkarları uğruna, kitlelerin düşünce ve duygularını manipüle etmek için belli sayıda yeni teknik geliştiren ticari ve politik örgütlerin temsilcileri tarafından bilinçli olarak hızlandırılmaktadır. Manipülasyon teknikleri sonraki bölümlerde tartışılacaktır. Şu an için dikkatimizi dünyayı demokrasiye karşı böyle aşırı derecede güvensiz, bireysel özgürlük için böyle hoşgörüsüz yapan bu kişisiz güçlere hasredelim. Nedir bu güçler? Ve F.S. yedinci yüzyıla fırlatıp attığım kâbus niçin bize doğru böyle hızlı yaklaşıyor? Bu soruların cevapları, en üst düzeyde uygarlaşmış toplumun başlangıcının yattığı yerden başlamalı: biyoloji düzeyinden. İlk Noel Günü’nde gezegenimizin nüfusu iki yüz elli milyon civarındaydı –modern Çin’in nüfusunun yarısından daha az. On altı yüzyıl sonra, Hacı Papazlar Plymouth Rock’a çıktıklarında, insanların sayısı beş yüz milyondan biraz fazlaydı. Bağımsızlık Bildirgesi’nin imzalandığı tarih itibarıyla dünya nüfusu yedi yüz milyon sınırını aşmıştı.

1931’de, ben Cesur Yeni Dünya’yı yazarken, iki milyarın biraz altındaydı. Bugün, sadece yirmi yedi yıl sonra, iki milyar sekiz yüz milyonuz. Ya yarın ne kadar olacak? Penisilin, DDT ve temiz su, halk sağlığı üzerindeki etkileri maliyetleriyle karşılaştırılamayacak kadar ucuz metalardır. En yoksul yönetim bile uyruklarına hatırı sayılır ölçüde ölüm kontrolü sağlayacak kadar zengindir. Doğum kontrolü çok farklı bir konudur. Ölüm kontrolü, bütün bir halka, hayırsever bir yönetimin idaresinde ücretli çalışan birkaç teknisyen tarafından sağlanabilecek bir şeydir. Doğum kontrolü ise bütün bir halkın işbirliğine bağlıdır. Doğum kontrolünün sayısız birey tarafından uygulanması gerekir ki, bu bireylerden dünyadaki onca okuma yazma bilmez insanın sahip olduğu zekâ ve irade gücünden daha fazlası istenir ve (kimyasal ya da mekanik gebelik önleme yöntemleri kullanılıyorsa) şu kadar milyon insanın çoğunun karşılayamayacağı parasal harcamalar gerekir. Üstelik, hiçbir yerde sınırsız ölümden yana herhangi bir dini gelenek yokken, sınırsız doğumdan yana dini ve toplumsal gelenekler yaygındır. Tüm bu nedenlerden ötürü, ölüm kontrolü çok kolay başarılırken, doğum kontrolü çok zor başarılır. Dolayısıyla, ölüm oranları, son yıllarda şaşırtıcı bir anilikle düşmüştür. Ama doğum oranları ya eski, yüksek düzeylerinde kalmış ya da düşmüşse, çok az ve çok yavaş bir oranda düşmüştür. Sonuç olarak, insan sayısı, şu anda türün tarihinde hiç görülmeyen bir hızla artmaktadır. Ayrıca, yıllık artışların kendileri de artıyor. Birleşik faizin kurallarına uygun olarak düzenli biçimde yükseliyorlar; Halk Sağlığı’nın ilkeleri teknolojik olarak geri kalmış her toplum tarafından uygulandığında da düzensiz olarak yükselmekteler.

Halihazırda dünya nüfusunun yıllık artışı kırk üç milyona yaklaşıyor. Bu demek oluyor ki, her dört yılda bir insanoğlu kendi sayısına ABD’nin şimdiki nüfusu kadar insan ve her sekiz buçuk yılda bir Hindistan’ın şimdiki nüfusu kadar insan ekliyor. İsa’nın doğumuyla Kraliçe I. Elizabeth’in ölümü arasındaki artış hızıyla, yeryüzündeki insan nüfusunun iki katına çıkması on altı yüzyıl almıştır. Şu andaki hızla, yarım yüzyıldan daha kısa zamanda ikiye katlanacaktır. Ve sayımızın bu inanılmaz derecede hızlı ikiye katlanışı; en çok istenen ve en verimli bölgeleri zaten yoğun biçimde nüfuslanmış olan, toprakları kötü çiftçiler tarafından daha çok ürün almak için hummalı çabalarla aşındırılan, kolayca erişilebilen mineral sermayesi, birikmiş borçlarından kurtulmakta olan sarhoş bir denizcinin pervasız savurganlığıyla çarçur edilen bir gezegende gerçekleşecektir. Benim masalımın Cesur Yeni Dünya’sında doğal kaynaklarla ilişkisi içinde insan nüfusu sorunu etkili bir biçimde çözülmüştü. Dünya nüfusu için en uygun sayı hesaplanmış ve nüfus kuşaklar boyunca bu sayıda tutulmuştu (doğru hatırlıyorsam, iki milyarın biraz altında). Günümüzün gerçek dünyasında, nüfus sorunu henüz çözülmüş değil. Aksine, geçen her yılla birlikte daha ciddi ve baş edilmez bir hal alıyor. İşte bu ürkütücü arka plan önünde, çağımızın tüm politik, ekonomik, kültürel ve psikolojik dramaları oynanıyor. Yirminci yüzyıl yaşlandıkça, var olan milyarlara yeni milyarlar eklendikçe (torunum elli yaşında olduğunda sayımız beş buçuk milyardan fazla olacak), bu biyolojik arka plan gitgide daha ısrarla, daha tehditkârca tarih sahnesinin önüne ve merkezine doğru ilerleyecektir. Doğal kaynaklar, toplumsal istikrar ve bireylerin refahıyla ilişkisi içinde hızlı nüfus artışı sorunu; işte insanlığın şu andaki merkezi sorunu budur ve kuşkusuz bir yüzyıl daha, belki ondan sonraki birkaç yüzyıl daha, merkezi sorun olmaya devam edecektir. 4 Ekim 1957’de yeni bir çağın başladığı varsayılıyor. Ama aslında, şu andaki bağlamda, bizim Sputnik’ten sonraki tüm sevinçli sözlerimiz yersiz, hatta saçmadır.

İnsan kitleleri söz konusu olduğu sürece, önümüzdeki çağ, Uzay Çağı değil, Aşırı Nüfus Çağı olacaktır. O eski şarkının sözlerinin parodisiyle şöyle sorabiliriz:

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir