Natalie Babbitt – Nefis Şeyler Peşinde

Bir zamanlar dünya daha gencecikti, kimilerinin en eski günler dediği zamanlardı bunlar. Dünyanın şurasını kazıp geçen, burasını kesip atan insanların ortaya çıkışından çok çok önceydi bu. İnsanlar epey sonra geldiler, kasaba ve şatolar yaptılar (ki hemen hepsi bir süre sonra yıkılıp gitti), kavgalar ve akşam eğlenceleriyle hayatı birbirlerine zehir ettiler. O eski zamanda yeryüzünde yaşayan yaratıkların her biri kendi yerinde kalır ve orayı hep güzel kılardı. Dağlarda sihirli cüceler, ormanlarda cinler, göllerde denizkızları ve tabii ki havada rüzgârlar. Özellikle bu dünyanın bir noktasında, dağların çevrelediği çok kuru ve tozlu bir yer bulunuyordu. Burada rüzgârlar ve cüceler vardı, ama hiç denizkızı yoktu, çünkü burada göl yoktu. Burada orman cini de yoktu, çünkü bu kadar kuru bir verde orman olması mümkün de- J ği!di. 3 NATALIE BABBITT Derken olağanüstü bir şey oldu. Günlerden bir gün, dağlarda bir cüce, elindeki sivri aleti toprağa saplıyor ve maden çıkarmak için iyi bir yer bulmaya çalışıyordu. Aleti toprağa saplaya saplaya sonunda toprakta çok derin bir delik açtı. Son bir kez daha dürtünce deliğe berrak bir kaynak suyu dolmaya başladı. Cüce büyük bir heyecanla koşup bu olanı diğer cücelere haber verdi ve hepsi koştura koştura suyu görmeye geldiler. Bu su öyle hoşlarına gitti ki üzerine ağır taşlardan güzel bir ev inşa ettiler, bu eve yassı kayadan özel bir kapı yapıp kayaya oyulmuş menteşeler üzerine dikkatle oturttular. Derken içlerinden biri minik bir taştan düdük yaptı.


Çok tiz bir ses çıkaran bu düdük , bir kez üflendiğinde evin kapısını açıyor, bir kez daha üflediğinde ise kapıyı kapatıyordu. Cüceler bu düdüğü nöbetleşe kullandılar ve kaynağı hem temiz hem de güzel tutmak için çok çalıştılar. bakat buldukları kaynak, çevresi tepelerle çevrili bir çukurun ortasındaydı ve zamanla çukur dolmaya başladı. Bir süre sonra orada küçük bir göl oluştu ve kaynak evi ortada bir ada gibi kaldı. Göl yükseldikçe yükseldi. Birkaç yıl sonra kaynak evi tamamen su altında kaldı ve cüceler artık aşağı inemez oldular. Gerçi berrak suyun içinden evi hâlâ görebiliyor ve tıpkı daha önce olduğu gibi düdüğü kullanarak kapıyı açıp kapatabiliyorlardı. Gölün suyu zamanla kendisine uygun varlıklarla dol4 NEFİS ŞEYLER PEŞİNDE du. Suyun böyle kendine has bir özelliği vardır işte. Bu varlıklardan biri de tatlı küçük bir denizkızıydı. Cüceler ona Ardis adını verip ona minik taşlardan sevimli bir bebek yaptılar ve bebeğin başına da sarmaşıklardan bir saç tutturdular. Ardis bebeği çok sevdi ve hep onunla oynadı; karşılık olarak da, artık suyun çok altında kalmış olan taştan evin içindeki kaynağı gözetmeye söz verdi. Cüceler ona özel düdüğü verdiler ve Ardis de düdüğü su kıyısındaki sivri bir taşa zincirle astı. Her sabah kapıyı açmak için düdüğü çalıyor ve ardından aşağı dalıp evin içinde kabarcıklar arasında bebeğiyle oynuyordu. Gece olunca dışarı çıkıyor ve kapıyı kapatmak için düdüğü tekrar çalıp, sonra da uyumak üzere uzaklaşıyordu.

Tüm bunlar olurken gölün suyu o kadar yükselmişti ki kayaların arasındaki V şeklinde bir boşluktan taşmaya başlamıştı. Böylece sular dağların çevrelediği kuru ve tozlu yere döküldü. Bir sürü ince ince dereye ayrılıp toprağı o kadar iyi suladı ki kısa sürede her yer yeşillendi. Ormanlar ortaya çıktı ve cinler ağaçlara bakmak için geldi. Daha sonra da insanlar gelmeye başladı. Şehirler kurup bir kralı tahta geçirdiler, derken tamamen kendilerinin yarattığı sayısız çekişme ve belayla uğraşmaya başladılar. Cüceler dağların derinliklerine, bu olup bitenleri izlemek zorunda kalmayacakları yerlere çekildiler. Buralarda madenciliğe devam ettiler ve bir daha hemen hiç 5 NATALIE BABBITT çıkmadılar. Zamanla ikili ya da üçlü gruplara ayrıldılar; her grup canının istediği yerden maden çıkardı ve bir daha asla hep birlikte yaşamadılar. Bilgelikleri sayesinde insanların hayranlığını kazanan cinler ağaçlarında oturdular ve zaman zaman sorulara cevap vermek üzere aşağı indiler, ama bir süre sonra bu aptalca sorulardan rahatsız oldukları için her somya cevap vermez oldular. En sonunda insanlar da som sormak için gelmeyi bıraktılar. Ardis’in başına da üzücü bir şey geldi. Bir gün kaynak evinde bebeğiyle oynarken, yeni ve boş bir ses çalındı kulağına. Bebeğini bırakıp gölün yüzeyine doğru yüzdü. Suyun kıyısında ilk kez gördüğü bir varlık, bir adam oturuyordu.

Adam üzerine teller gerilmiş yuvarlak bir kutuyu çalarak çok güzel müzik yapıyordu. Ardis bir nilüferin ardına saklanıp onu dinledi, yalnızca gözleri ve kulakları suyun dışındaydı. Bir süre sonra adam yuvarlak kutuyu bir kenara koydu ve gölden su içmek için eğildiğinde, sivri kayadan sarkan düdüğü gördü. Düdüğü alıp çaldı, ama o yalnızca bir insandı ve çıkan sesi duyamazdı. Ardis onu endişeyle izlerken adam önce düdüğü atacak oldu, sonra duraladı, bir daha düdüğe baktı ve en sonunda onu boynuna astı. Ardından tuhaf müzik aletini de alıp uzaklaştı. Ardis geri dönmesi için ona seslendi, ama adam duymadı. Ardis titreyerek kaynak evine daldı, ama adam düdü6 NEFİS ŞEYLER PEŞİNDE ğü çaldığı için kapı kapanmıştı. Ev artık kilitliydi. Ardis taşların arasındaki çatlaklardan içeriye bakabiliyor ve yerde yatan bebeğini görebiliyordu, ama onu oradan almanın hiçbir yolu yoktu. O günden sonra Ardis’in üzüntüsü hiç geçmedi. Geceleri yukarıya, düdüğün eskiden asılı durduğu yere yüzüyor ve orada saatlerce ağlıyordu. Bir keresinde sesini duyan biri onu anlatan bir şarkı yaptı; ama ona kimse yardım edemezdi, çünkü artık cüceler çok çok uzaktaydı.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir