Necip Fazıl Kısakürek – Esselam

Muhal farz… Dünyada mevcut ne kadar insan varsa inkâra sapsa… Hayvanlar, nebatlar, cematlar da dile gelse ve bunlar da aynı inkâr sesini bestelese… Fezanın dibi ölçülse ve dibinin dibindeki dipten ilerisinin de tasavvuru kabil olmayan hesabı verilse… Her madde ve her hâdise, vücut hikmetini, “niçin”ini, “nasıl”ını ve “neden”ini mutlak bir anlatışla anlatsa ve bütün bunlar inkârı gerçekleştirmek için olsa… Muhal farz dedim ya; aslında onun emriyle var olan yokluk, var olan varlık gibi dile ve harekete gelse de kendisiyle beraber varlık adına tek şey, tek ümit, tek vücud bırakmasa… Ölüme çare bulsalar, yıldızları bozuk para diye harcasalar, güneşi idare lâmbası gibi kullansalar, mesafeleri dondurup yekpâre bir elmas halinde hâkimiyet tacına oturtsalar ve bu tacı benim başıma geçirseler… Dilim, hafızam, akrabam, vatanım, hatıram, hiçbir şeyim kalmasa… Benim, evet bizzat benim ayaklarımdan saçlarıma kadar her zerrem kendi aleyhime dönse ve beni yalanlasa… Ben bende kalacak olan tek ve son bir nokta halinde, sana Allahın ve senin Sevgiline iman eden ve O’nun senden getirdiği her ölçüyü hak bilen biricik insan, vücut, kısım, parça, nokta, zerre olur ve böylece kalırım. Dedim ya, muhal farz, yokluğu bulup da söyletseler ve ona “benden başkası yok!” dedirtseler ben yine O’nun bildirdiği “var” dan ve O’ndan yana kalırım. · O’nu böylece anlattıktan sonra ilk mesele: Bu eser bir «Mevlid» mi?… Hayır! Sadece O’na olan eritici aşkımın ve gevşemez bağlılığımın vecd destanı… Vecd, imanın iç şarttı… · Mevlid resmî ibadet şekilleri arasına sokuşturulması bakımından bir «bid’at»tir ve bu yüzden, korkulu bir iş… Hattâ Süleyman Çelebi’nin Müslüman-Türk ruhuna derinden derine sinmiş meşhur «Mevlid»i için, Molla Fenârî Hazretlerinden menfî bir hüküm çıktığı rivayeti vardır. · Menfî hüküm, ancak «Mevlid»in resmî ibadet çerçevesi içinde yer almaya doğru gitmesiyle düşünülebilir ve o mutlak ve mukaddes çerçeve dışında tefekkürî ve tahassüsî ibadete bağlı kaldıkça ve hududunu gözettikçe makbulün makbulü olur. Benim yapmak istediğim de bu. · Sevgilinin, sevgiliden alıp getirdiği ve her halis sevgi sahibince canını fedaya kadar baş eğilmesi şart, ulvî aşk disiplini şeriatten başka, benim bağlı olabileceğim hiçbir ölçü hayal edilemez. Bu eserin de hem muhteva ve hem tatbikatında aynı ölçüyle ele ve nazara alınması gerekir. · Bu manzumelerden herhangi birini, resmî ibadet şekillerini örselercesine kullanmaya kalkışacak, dinî vecd simsarı «Mevlid» hânendelerinin zift kuyusu dillerine düşürecek teşebbüs sahiplerini şimdiden Allaha havale ederim. Bugün ve yarın, ben sağken veya öldükten sonra böyle bir kapı açmak isteyeceklere «Allahın lâneti üzerilerine olsun!» derim. Yarın, toprak altında, dış dünya dediğimiz kabuk üstü savunmaktan âciz sanılacağım zaman da, bu tenbihimin şiddet ve asabiyetle korumasını, yetiştirilmesinde pay sahabi olduğum, derin ve gerçek mümin, mukaddesatçı yeni Türk gençliğinden beklerim. · Evlerde, meydanlarda, toplantı yerlerinde, sırf dinî tefekkür, tahassüs ve heyecan gayesiyle okunmasına, kalabalıkları sürüklemesine ve ruhları fıkırdatmasına, evet!… Câmilerde ve ibadet şekilleri arasında yer almasına katiyetle hayır! · Levhaların 63 parça oluşu, mukaddes hayatın yıl sayısından alınan ilhamla… Bu 63 parça içinde (kronolojik-zaman sırasına bağlı) bir tertip bulunsa bile vakaları düpedüz resmetmek yerine onların ruhlarını göstermek gayesi güdülmüş ve herkesin önceden bilmesi veya kolayca öğrenmesi gereken tafsillerden kaçınılmıştır. Dış çizgilerin içine girme ve iç mânalara sokulma hedef ve gayreti… · Bu eser, hararet derecesini termometrelere ifade ettirmekten âciz olduğum bir ruh çilesi içinde 1960-1961 hapsimde yazılmaya başlandı; ve ondan sonra, haşîn hayatın zalim çarkları arasında tekrar gaflet tüneline giren ruhumun kasvet ikliminde 11 yıl uyuyup 1972 Ramazan ayında ve ötesinde, belki daha yakıcı bir çile dürtüşüyle tamamlandı. · Umulur ki; bir gün Türk edebiyatı, bu eseri, yeni zamanların islâmî tahassüste ilk temel kitabı saysın… Ve destanlık çapta cehd sarfetmenin ne demek olduğu bu vesileyle görülsün… · Binyediyüz küsur mısralık, kemmiyette küçük bir destan… Fakat keyfiyette, her kelimesi bir beyin törpülemesine mal olduğuna göre bilmem ne?… Dâva o Nura yaklaşmak… O Nur ise insanı ve idraki bir ân içinde yakıp kül edici kuvvette… O halde eser hakkında verilecek hüküm, bu yanış ve kavruluş borcunda hangi derecenin tutulabilip tutulamadığında… Keyfiyet hükmü, ancak böyle bir ölçüyle verilebilir. · Allah’ın «teslim olunuz!» emrini verdiği Gaye-Đnsan ve Ufuk-Peygambere, bildiğiniz veya bilmediğiniz, haberini aldığınız veya almadığınız, anlayabildiğiniz veya anlayamadığınız her tarafıyla ve her zerrenizle teslim olmaktan başka gayeniz olmasın!… · Tek başına «doğru» diye bir şey yok; O’nun getirdiği «doğru» diye bir şey var… Bu eser, o gayenin vecd pırıltılarından bir çakıntı ve aşk haykırışlarından bir ses… O kadar… Ben «hakikat»ten O’na giden değil, O’nu topyekûn kabullendikten sonra O’ndan hakikate gelen müminin.


Hakikat mi? Hakikat sadece Allah’ın dilediği ve O’na bildirdiğidir. Ötesi, yine Allah’ın yaratığı olarak ve müstakil vücudu olmayarak yokluk… Var olmaya bakalım!… O ki, varlık o yüzden… N.F.K. 63 LEVHA TARĐH -1- Bindörtyüz şu kadar sene evveldi; Mekke’ye Yemen’den bir düşman geldi. Çil yavrularından çokluk ordular, Kâbeyi yıkmaya geliyordular. Önlerinde bir fil vardı, kocaman… Ot bitmez çöllerde bir sel ki, yaman. Kureyş, yeryüzünde en soylu oymak, Đbrahim Peygamber neslinden yumak, Dağlara çekildi hâli görünce. Ev, Allah’ın Evi, bütün düşünce… Dediler: Kâbeye sahibi kefil! Birden bir şey oldu, yere çöktü fil. Ebabil kuşları… Gök benek benek… Olur… Elverir ki, Allah ol desin: Küçük serçe koca kartalı yesin! Derya derya ahenk, dalgalarında, Minicik birer taş, gagalarında, Düşmanın üstüne kuşlar üşüştü. Her taş bir askerin başına düştü. Ölen, kaçan, çığlık, nâra, kıyamet! Keremli Mekke’de, derken selâmet… Fil tarihi, işte oluş, sene bir! Bindörtyüz şu kadar evvel, gene bir! ZAMAN -2- O güne kadar zaman, Sarılan bir makara, Sonra çözülen iplik… Yıldızlar gökte harman… Dünya yüzü kapkara; Gölge gölge gariplik… Zaman, esrarlı rakkas; Bir (var) da ve bir (yok) ta; Başsız, sonsuz helezon… Bir kılıç veya makas… Gün kesildi tek nokta; O gün herşey baş ve son… Putlar devrildi o gün, Toprağa battı göller. Bir alamet her işde… Bütün varlıklar ölgün, Hasret yağmura çöller; Kâinat bekleyişte… Bir şey oluyor; nedir? Topraktan tüten davet? Göklerin kinayesi? Mekke’de bir hanedir; Orada gaye, evet, Gayeleri gayesi… MEKKE’DE BĐR HANE -3- Mekke’de bir hane… Bin evden bir tane. Ne mermer bir saray, Ne billûr Kâşâne. Mekke’de bir hane… Mekke’de bir hane… Öyle ki, zamane; Yalanlar gerçek de, Gerçekler efsane. Mekke’de bir hane… Mekke’de bir hane Mekke bir puthane

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir