Necip Fazıl Kısakürek – Rapor 1/2

— «Büyük Doğu» çıkamaz! Onun, günlük, haftalık, aylık vesaire, bunca kötü özentileri ve taklitçilerinin ortalığı marsık dumanına boğduğu ve bir türlü alevlenemediği hen¬gâmede, o, mücerret bir ışık fıskiyesi ve münezzeh bir fikir çakıntısı gibi, bulutların üstünde ve kitaplık tecelli plânın¬da kalmalı ve yere inmemelidir. Günlük hadiselerin, patla¬mış (kanalizasyon) boruları halinde meydan yerini pisliğe boğduğu şartlara karşı da ana dâvanın müdafaalarını ve temizlik işçiliğini işte bu «Rapor» larla yürütmeli ve sağlı, sollu, topyekûn verim gücünü kaybetmiş bu diyarda, muh¬teşem bir (solo) ve sultanî bir inziva (yalnızlık) edasına bürünmekten başka yol tanımamalıdır. Evet; karar budur; ve artık müzminleşen bünyeleşen bu vaziyet karşısında başka her davranış helak olmaya mah¬kûmdur. BUZ DAĞ» VE… Teşbihimiz eski: Tam 33 yıl öncesinden başlayarak kü¬für buz dağını yepyeni bir nefes; ve Dslâmdan gayrı tek hüviyeti olmaksızın dünya çapında bir (ideoloji) havasiyle hohlaya hohlaya eriten «Büyük Doğu», nihayet, dâva arsa¬sını çamur deryasının kapladığına ve her şeyi dibe çekici bir bataklık ikliminin doğduğuna şahit olmuştur. Acıların acısı’… Vâkıâ bu bir hilkat kanunudur; safkan Dngiliz atı Arap atından aldığı aşı tesiriyle kıvamını buluncayadek nice ör¬nekleriyle bugünküler arasında, kerpiç ev ve billur köşk farkı vardır. Su borusu ilk açılışında bulanık cereyana yol verir. Fakat bizim durumumuz öyle mi ya?. Misallerimiz-deki hikmetler, bir oluşun, olduktan sonraki tekâmüllerine işaret… Bizdeyse oluş tam yerine geldikten sonra onun (dejenere) edilişi, tereddiye uğratılışı… Bir nevi eski «Ta-vâif-i Mülûk» şeklinde istiklâl ilân etmeler ve yol ameleli¬ğinden ayrılıp herbiri kendi yolunu çizme ve açma gayre¬tinde mühendislik ve kâşiftik sevdasına kapılmalar… TASLAKLAR Taslaklarımız üç sınıf : 1 — Sâf fikir, ilim ve edebiyatta taslakları… Bu şube¬ye bağlı olmak da, ellerine (Don Kişot) un uyuz atı şeklin¬de birer neşir organı geçiren yel değirmeni avcıları… Ana¬dolu’nun bazı yerlerindeki masum, heveskâr ve iddiasız tecrübeler müstesna, Dstanbul ve Ankara gibi büyük mer¬kezlerde, güya bizden, bazı günlük gazetelerle birlikte sü¬rüngen hayatı yaşayan bu (argon) lar arasında, kendilerini yeni bir nesil yuğurmuş olmak derecesinde görenler ve «bütün Dslâmî hikmet eserleri kaybolsa kendi tek sahiplerinin her şeyi ihyaya yeteceğini» iddia etmeye kadar giden¬ler vardır. Ruh tababeti, böylesine, vasıf bulmaktan âcizdir. Vaktiyle «Büyük Doğu» ışığı etrafında, kanatlan tutuşasıya kavisler çizen bu pervanelerin şimdi kara sinekler gibi ışık¬tan kaçmaları, kurbağa dilini Türkçe saymaları, insana ancak sayıklamalarda musallat ruh ve mâna ihtilâllerinden kopma sesleri alt alta dizmeye şiir demeleri, üstelik islâmî tefek¬kürde nefslerjne «yenileyici» payesini kondurmaları okur¬yazarları çoğunlukla geri zekâlı bu memlekette tımarhane¬lik bir levhadır. Bunlar arasında «Müçtehid Taslakları» bahsinde ayrıca dokunacağımız öyleleri vardır ki, ne Doğu, ne Batı, hiçbir irfan sofrasından pay almadıkları halde «onbaşı kültü¬rü »nden ibaret kafa hamulelerine bakmayıp üstüste kitap¬çıklar çırpıştırmakta, ruhen «amîk fakrüddem-derin kansız¬lık» illetine giriftar olmalarına rağmen insanlığa kan dağıt¬maya kalkışmakta; «iktisadî, içtimaî, şu, bu anlayışımız» ed Dçinde, Allah huzurunda, Allahın emri ve Resulünün kavli şuur ve ilânı bulunmayan her evlenme Dslâm indinde bâtıl ve herhangi bir çiftleşmeden farksız olduğuna göre, rejim hesabına ne söylenirse söylensin, fakat din adına böyle bir fetva nasıl verilebilir? Öyleyse, çorap üzerine mesh vermeyi caiz gören (El merdud) Mevdudî Efendi gibi, abdest almaya sadece manevî bir temizlik gözüyle bakıp «serçe parmağını suya daldırmak kâfidir!» diye düşünecek¬lere, yahut da her şeyi maddî temizlikte toplayarak niyet ve şuuru; iptal ve ayrı ayrı mâna ve sırların şifresi abdest ve ibadet hareketlerini lüzumsuz addedeceklere yol açılmış ol¬maz mı? «Baîdullah» sıfatını yakıştırdığımız Hamîdullah da aynı kafa yapısının adamı değil midir? O da, Allahın kud¬retini pazarlığa çekercesine mîracı sadece rüya ve ruhanî bir seyahatten ibaret farzedip cismanî tarafını inkâr eden¬lerden olmamış mıdır? Ruhlarında zerrece (mistik-sırrî) bir nasip bulunmayan bu kafalara, şeriatın, içli ve dışlı tek cüz’ünü feda etmez bir bütün olduğu ve hiçbir aklî teftiş ve muayeneye çekilemeyeceği nasıl izah olunabilir? Bu izahı Dmam-ı Gazalî yapmış, ama ne çare ki, nasipsizliği ortadan kaldıramamıştır. Ona ancak Allah kaadir… 3 — Şeyh ve mürşid taslakları… Kısa keselim: Bunlar günümüzde (damping) halinde¬dir. Türk lirası kadar, ucuzlamış halde… Erzurumlu Dbrahim Hakkı’ya sorarsanız, 40 lokma ekmekten 1 damla kan, 40 damla kandan 1 damla menî olur; 40 damla menîden 1 damlası tutar, 40 tutandan 1 damlası rahimde gelişir, 40 gelişinden 1 tanesi doğar, 40 doğandan 1 tanesi olgunluk yaşına erer, 40 erenden 1 tanesi istidatlı çıkar, 40 istidatlı¬dan 1 tanesi tarikate girer; 40 girenden 1 tanesi orta, 40 ortadan 1 tanesi yüksek, 40 yüsekten de biri irşada salih… Kurduğu nispeti aşağı yukarı ifadeye çalıştığımız Dbra¬him Hakkı Hazretlerinin bu ölçüsünü sadece bir çetinlik remzi diye ele almak ve 40 mürşidden de yalınız birinin kutup olabileceği hesabiyle gerçek velînin kaç lokma ek¬mekten meydana gelebileceğini hayal etmek güzel olur. Allah hiçbir devri boş bırakmamıştır ama, günümüzün, herbiri tasavvuf pazarında sergi kurmuş ve göz plânına çıkmış şeyhlerini, en aşağı onda dokuziyle, kulaktan ve kitaptan kapma velîlik tavır ve edaları içinde birtakım hok¬kabazlar kabul etmekte hatâ yoktur.


Asıl dâvamız bu gibiler olmadığı, içtimaî fikir meyda¬nında perende atmaya kalkışanlar olduğu için, onları mane¬viyat ticaretlerinde inananlariyle baş başa bırakalım ve hük¬mümüzü basalım : Biz tam 40, Büyük Doğu’dan beri 33 yıldır o zamanın parasiyle ayda 500 bugünün kıymetiyle de 50.000 lira gelir sağladığımız Banka müfettişliğinden ayrılıp ve hocalıktan kovulup, ekmeğimizi, sağlığımızı, haysiyetimizi, babadan kalma eşyamızı, her şeyimizi feda ederek ve hiçbir zaman ve mekânda maddî kazançla Allah tarafından imtihan edilme¬yerek, Allah ve ahlâk demenin resmen yasak olduğu ve bugünkü (parazit) lerin tahtakurusu sürfeleri halinde de¬liklerinde uyuduğu demlerde, çıplak tahtalı evimiz ve akrep yuvası zindan arası giriştiğimiz mücadeleyi ve gökdelen şeklinde kurduğumuz ideolocya binasını, şu tereddî man¬zarasına şahit olmak için mi yaptık? Hayır; asla ümitsiz değiliz; Hak bize ihsanını lütfetmiş ve yüzde yüz hasbî ve samimî, milyonluk bir yüksek tahsil gençliğinin 24 ayar altun halinde kalıplarımızda şekillendi¬ğini dünya göziyle göstermiştir. Bugün aralarında profesör¬ler, öğretmenler, yüksek mühendisler, memurlar ve mil¬let vekilleri, hattâ Bakanlar bulunan bu gençliktir ki, özle¬diğimiz, ruhî, ahlâkî, harsî, siyasî, idarî disiplini kuracak 8 içtimaî, iktisadî, ve aziz dâvamızı, parti olsun, kürsü olsun, meydan olsun, basın olsun, minber olsun, kitap olsun, sefil harcamalardan kurtaracaktır. Bunun için de, kalbten başlayarak dil ve elle muaz¬zam bir aksiyona geçmenin yollarını aramaktan ve uykuda bile onu düşünmekten başka usul yoktur.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir