Nedim Sener – Dink Cinayeti ve Istihbarat Yalanları

HRANT DİNK GÖMÜLMEDEN ÖLÜM KAPININ ÖNÜNDE Kasım 2006. Cinayetten yaklaşık üç ay önce önce Bakırköy’de Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in oturduğu apartmanın önüne gelen kişiler kapıcı dairesinin zilini çaldı. Kapıcı Mithat Alkan megefondan “kim o?” diye sordu. “Polis” cevabını duyan kapıcı hemen kapının otomatiğine bastı. Çünkü zaman zaman evin civarında hem sivil hem de resmi kıyafetli polis olmasına alışıktı. Dink’e yönelik olası saldırılar nedeniyle sivil polisler zaman zaman apartmana gelir, bir sorun olursa kendilerini aramalarını isterlerdi. Kapıcı yukarı çıkana kadar sivil giyimli iki kişi apartmana girmişti bile. Bu kez durum farklıydı. Gelenlerin yüzlerinde kar maskesi vardı. Gözleri ve dudaklarından başka bir yerleri görünmüyordu. Mithat Alkan, daha kimlik ve ne istediklerini sormaya fırsat bulamadan iki kişinin arasında oturduğu bodrum katına inmişti bile. Kapıcı Mithat Alkan “polisseniz kimlik görebilir miyim?” diye sordu. Gelenler tabancalarını gösterip “kimlik göstermesek ne olur?” şeklinde konuşurken gayet rahattılar. İki yaşındaki çocuğu içeride uyuyan, büyük oğlu da dışarıda oynayan kapıcı, gözleri ve dudaklarından başka bir şeylerini görmediği kar maskeli iki kişinin, çocuklarına bir şey yapmalarından korkarak bağırmaya cesaret dahi edemedi. Yarım saat süren korku dolu anlar kapıcının dışarıda oynayan oğlunun eve gelmek için zile basmasıyla son bulacaktı.


Siyah kar maskeli adamlar korku dolu yarım saat içinde Hrant Dink ile ilgili sorular sordular. Israrla Hrant Dink’in nerede olduğunu, ne zaman geleceğini, kaç çocuğu olduğunu soruyorlardı. Kapıcı “Neden Hrant Dink’i soruyorsunuz?” deyince, karşısındakiler “Hiç gazete okumuyor musun?” diye çıkıştılar. “Hayır ben yalnız spor gazetesi okurum?” diyen kapıcıya giderayak Müslüman olup olmadığını sordular. “Elhamdülillah Müslümanım” cevabını veren kapıcıya, “Hrant Dink’in gazetede yazmış olduğu yazıyı okudun mu? ‘Türk kanı Ermeni kanıyla yıkanacak’ diye yazı yazmış” dediler. Ayrılırken “Türkiye’ye geldiğinde Hrant Dink’e söyle akıllı olsun, onu fazla yaşatmayacağız” diyen sesleri öfkeliydi. Gidiş o gidiş, o adamlar bir daha apartmana gelmedi. Kapıcı durumu apartman yöneticisine anlattı. Yönetici olayı Hrant Dink’e aktardı birkaç kez de hatırlatarak dikkatli olması konusunda uyardı. Yönetici, Dink’in uyarılarına “Kaderde ne varsa o olur” diye karşılık verdiğini söyledi. Ancak bu kadar önemli bir olay hakkında ne polise haber verildi ne de koruma önlemleri alındı. İşin ilginci Hrant Dink’in eşi Rakel Dink bu olayı, cinayetten 10 gün sonra kapıcı Mithat Alkan’ın taziye ziyareti sırasında öğrendi. Hrant Dink’in kendisine bu bilgiyi verdiklerini söyleyen kapıcı ve yönetici, bu olayı aileye söyleme gereği duymamışlardı. Aradan üç ay geçti, o kişiler bir daha gelmedi ama 19 Ocak 2007 günü katil bu kez Ogün Samast adıyla Şişli’de Agos gazetesinin önünde Hrant Dink’i buldu. Dink, tıpkı Trabzon İstihbarat Şubesi’nin Yardımcı İstihbarat Elemanı (YİE), ajan ya da muhbiri Erhan Tuncel’in Trabzon İstihbarat Şube memuru Muhittin Zenit’e, söylediği gibi “Yasin Hayal’in gönderdiği bir ‘çocuk’ tarafından ensesine ateş edilerek” öldürüldü.

Cinayetten bir saat sonra telefonda, eski ajanı Tuncel ile görüşen polis memuru Zenit, kendisine anlatılmış olan ile işlenen cinayet arasındaki farkı bilecek kadar detaya da sahipti: “Kaçmayacaktı, ama bu(katil) kaçtı.” Evet Ogün Samast cinayet yerinden kaçmıştı. Kaçmayıp, ona öğretilen ifadeyi verse, cinayet dosyası tıpkı Trabzon’daki Rahip Santaro Cinayeti dosyasına benzeyecekti. Ama belli ki plan değişmişti. Yalnızca internet çıktısı resimlerinden yüzüne aşina olduğu Hrant Dink’i, hem de ensesinden, el yapımı bir tabancayla, silah uzmanlarını bile şaşırtacak şekilde eli bile titremeden vuran Ogün Samast, her şeyin başladığı Trabzon’a gitmek için koşar adım olay yerinden ayrılmıştı. İSTİHBARATÇILAR PANİKTE Gazeteci Hrant Dink’in vurulmasının üzerinden bir kaç gün geçmiş herkesin aklı karışmış, panik havası her yeri sarmıştı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın cinayetin aydınlatılmasıyla bizzat görevlendirdiği Adalet Bakanı Cemil Çiçek ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nü mesken tutmuştu. Başbakan tüm istihbarat birimlerine de cinayetin arkasında kimler olduğunun ortaya çıkarılması talimatını vermişti. İstanbul Emniyetinin yanı sıra MİT ve Jandarma ekipleri de araştırma yapıyordu. Olaydan kısa bir süre öncesine kadar Trabzon Emniyet Müdürü olan Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek de İstanbul’a gelmişti. Cinayetin yarattığı sarsıntı ve üzüntü ülkenin her yerinde hissediliyor, gerçeği ortaya çıkartacak hükümet ve emniyet ise, en karışık günlerinden birini daha yaşamaya başlıyordu. Cinayet hakkındaki komplo teorileri ise adeta havada uçuşuyordu. Katil Ogün Samast, Trabzon’a dönmek için bindiği otobüste 20 Ocak 2007 tarihinde gece yarısına doğru Samsun’da yakalandı. İtirafları ve babasının polise verdiği bilgi sayesinde kendisini cinayete azmettiren Yasin Hayal ve beraber hareket ettiği tüm isimler saatlerin 21 Ocak 2007’ye döndüğü ilk dakikalarda Trabzon’da yakalanıp İstanbul’a getirildi. İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’nde sorgulanan tüm sanıkların ağzından hep aynı isim dökülüyordu.

Elazığlı Erhan. Elazığlı Erhan Tuncel, Karadeniz Teknik Üniversitesi öğrencisiydi. Daha doğrusu en azından ifadeleri alan İstanbul Emniyeti için böyleydi. 21 Ocak 2007 günü İstanbul’da sorgulanan sanıkların anlatımları üzerine aynı günün gece yarısı Trabzon Terörle Mücadele Şubesi’ne bağlı polisler harekete geçti. Yasin Hayal ve arkadaşlarının yakalanmasının üzerinden bir tam gün geçmeden 22 Ocak 2007’nin ilk dakikalarında saatler 01.30’u gösterdiğinde Erhan Tuncel Trabzon’da gözaltına alındı. 22 Ocak 2007 gününün sabahı, saat 10.30’da da iki polis arasında İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’de getirildi. Değil İstanbul Emniyeti’nin tüm Türkiye’nin hayrete düşeceği gerçek biraz sonra ve henüz Hrant Dink gömülmeden Erhan Tuncel’in ağzından dökülecekti. Tuncel açıklamadan, bu gerçeği bilen çok az kişi vardı; Ankara’da İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek, C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer, Bayburt’ta İstihbarat Şubesi’nde çalışan Polis Memuru Muhittin Zenit, Afyon İstihbarat Şube Müdürü Engin Dinç, Trabzon İstihbarat Şube Müdürü Faruk Sarı, geç de olsa durumu öğrenen Trabzon Emniyet Müdürü Reşat Altay bu isimlerin arasındaydı. Ama sorumlu mevkilerdeki bu isimler nedense Erhan Tuncel, “Ben Trabzon İstihbarat Şubesi’ne bağlı Yardımcı İstihbarat Elemanıyım” diyene dek susmayı tercih edeceklerdi. İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’nde ifadesi alınan Tuncel’in “Ben Emniyet’in elemanıyım” sözleri karşısında terörcüsünden, istihbaratçısına emniyetteki herkes ne yapacağını şaşırdı. Onların şaşkınlığı bir eylemin içine polis muhbirinin karışmış olması değildi. Böyle durumlarla nadir de olsa karşılaşılırdı. Ancak usulüne uygun bir biçimde “sorunu çözecek bir formül” bulunurdu.

Polisler hele istihbaratçılar için “muhbir” yasal adıyla Yardımcı İstihbarat Elemanı (YİE), istihbarat faaliyetlerinin çok önemli bir unsuruydu. Onun, yani YİE’nın deşife olmaması ve güvenliği istihbaratçının namusuydu. Yardımcı İstihbarat Elemanı ya da muhbir bilgi verdiği kişi ya da örgütlerde güven telkin etmesi için polisin ona yardım ettiği de olurdu. Örgütün istediği silah ya da mühimmatın bulunması, daha sonra örgütün deşifre edilmesi için kullanılan bir yöntemdi. Hatta verilen silahlarla soygun ya da saldırı girişimleri yapılmasına bile, örgütün daha sonra ele geçirilmesini sağlayacak muhbirin güvenliği için göz yumulabilirdi. Ancak Erhan Tuncel’in anlattığı olaylar ve adını verdiği kişilere bakıldığında sıra dışı birisi olduğu ortaya çıkıyordu. Ayrıca sorgulamayı yapan polisleri şaşırtan, Tuncel’in istihbarata eleman alınması süreci ve Dink Cinayeti hakkında anlattıklarıydı. Yalnızca polisler mi, olayın soruşturmasını İstanbul’da takip eden Bakanlar Cemil Çicek ve Emniyetin bağlı olduğu İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu da şaşkındı. Elbette iki Bakanın bildiği bir gerçeğin Başbakandan saklanmış olması ihtimalinin güç olduğu düşünüldüğünde aynı şaşkınlığı Ankara’nın da yaşamadığını söylemek zordu. Tuncel’in anlattıkları karşısında tüm dikkatler bir anda İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek’e çevrildi. Çünkü Tuncel, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek’in Trabzon Emniyet Müdürlüğü yaptığı sırada Yardımcı İstihbarat Elemanı (YİE) diğer bir deyişle ajan ya da polis muhbiri olmuştu. Tuncel’in açıklamaları bununla de bitmemişti. 2004 yılında Trabzon’da McDonald’s’ın bombalamasındaki rolünü de anlatmış; bombayı kendisinin yaptığını söylemişti. Trabzon İstihbarat Şubesi’nin bunu bile bile kendisine görev verdiğini de anlattı. Dink Cinayeti’ni soruşturan İstanbul Emniyeti’nde herkes, suçlu birisinin nasıl resmi bir görev olan Yardımcı İstihbarat Elemanlığı’na alındığını, bir bombalama eylemi sanığının nasıl dosyanın dışına çıkarılarak böyle bir görev verildiğini anlamaya çalışıyordu.

Bir suçlunun polis muhbiri olması mümkün değildi. Böyle bir şeyin suç olduğunu ve sorumlularının mutlaka hapse girereceğini herkes biliyordu. Herkes suçun kimde olduğunu da biliyordu; Erhan Tuncel Trabzon Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi Memuru Muhitin Zenit’in önerisi, İstihbarat Şube Müdürü Engin Dinç ile Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek’in imzalarının ardından 24 Kasım 2004 tarihinde Yardımcı İstihbarat Elemanı (YİE) yapılmıştı. Tuncel’in görevi temel olarak Trabzon’daki McDonald’s isimli işyerine 24 Ekim 2004 günü bomba atan Yasin Hayal ve grubu hakkında bilgi vermekti. Tuncel, aralarında bulunduğu ve o dönemde Emniyet İstihbarat açısından önemli bir hedef olan muhafazakâr çevrelerin yanı sıra, hükümetin Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkileri başta olmak üzere, uluslararası politikalarına karşı “sert” muhalafet yapan “milliyetçi” grupların hareketleri konusunda da bilgiler aktaracaktı. Tuncel, bir ayağı “reis” olarak Alperen Ocakları’nda bir ayağı Karadeniz Teknik Ünivesitesi’nde olan, ülkücü gruplarla da ilişkisi bulunan ve Yasin Hayal gibi kişilerle de yakın olan “garip!” bir kişiydi. Büyük Birlik Partisi Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu Trabzon’a geldiğinde hemen arkasında bulunacak kadar bu siyasi çevrelere yakındı. Telefon konuşmalarından anlaşıldığı kadarıyla, bir Emniyete bir Milli İstihbarat Teşkilatı’na (MİT) kapağı atmaya çalışıyordu. Bu amacını gerçekleştiremediği halde ise siyasette aktif olmayı düşünecek kadar kararsızlık gösteren birisiydi. Ama Emniyet ona çengel atmıştı. Bir ideal adına beraber hareket ettiği aynı siyasi görüşten kişiler hakkında bile istihbarat vermesi isteniyordu. “Devlet” tarafından ilk kez bu kadar önemsenmiş olan Tuncel’in görevi, içinde bulunduğu gruplarla ilgili olarak İstihbarat Şubesi’ne bilgi vermekti. Elbette, yakın ilişki içinde olduğu McDonald’s bombacısı Yasin Hayal’in ne yaptığı ne ettiğiyle ilgili de bilgi aktaracaktı. Kendisine “Mehmet Kurt” kod adı ve irtibat kurmak için de 0 538 839 95 52 nolu telefon numarası verilmişti. Bu numarayı cep telefonuna bile kaydetmemişti.

Aklında tutuyordu. “Eleman telefonu” denilen numarayı arayıp “Yurtiçi Kargo’dan arıyorum Ahmet Beyle görüşebilir miyim?” dediğinde bağlı olduğu istihbarat görevlisi Ahmet Dede kod adlı Muhitin Zenit ile konuşup, önceden kararlaştırılan yerlerden birisinde buluşmaya gidiyordu. Yasin Hayal’in McDonald’s’a attığı bombayı kendisinin hazırladığını söylemiş, eylemde giydiği ve kanlanan pantolonunu saklamıştı. Yargılanması gerekirken polis muhbiri olarak görev yapmaya başlayan Erhan Tuncel’in ifadelerinin birçok polisin başını yakacağı açıktı. Bu isimler aşağı yukarı belliydi; Trabzon eski Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek. Trabzon eski İstihbarat Şube Müdürü Erhan Dinç. Trabzon eski İstihbarat Şube Memuru Muhittin Zenit başı çeken isimlerdi. Ayrıca Ankara’da İstihbarat Dairesi Başkanlığı’nda C Şubesi yani azınlıklarla ilgili şubenin müdürü Ali Fuat Yılmazer’de sorumlu tutulabilirdi. Çünkü Hrant Dink’e yapılacak suikast ihbarları ile ilgili bilgi ve belgeler İstihbarat Dairesi Başkalığı C Şubesi’nde toplanıyordu. Dolayısıyla Dink’e yönelik saldırı karşısında önleyici koruma önlemleri alma konusunda önemli bir sorumluluğu bulunuyordu. Erhan Tuncel’in İstanbul’a ayak basar basmaz 22 Ocak 2007’de söylediği gerçekler öyle bir bomba etkisi yaratmıştı ki, Emniyette toplantı üstüne toplantı yapılıyordu. Ancak bu toplantılarda bulunması gereken en önemli kişinin katılımı ise bir türlü sağlanamıyordu. Bu konuda İstanbul Valisi Muammer Güler devreye girdi ve Bakan Abdülkadir Aksu’ya, Ramazan Akyürek’in İstanbul’da yapılacak toplantıya katılımını sağlamasını istedi. Bakan Aksu Akyürek’i arayarak, toplantıya çağırdı. Toplantı cinayetten beş gün sonra 24 Ocak 2007’de İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde yapılacaktı.

Bu Erhan Tuncel’in, emniyetin elemanı olduğunu açıkladığı 22 Ocak 2007 tarihinden sonraki en önemli toplantıydı. 19 Ocak ile 22 Ocak 2007 tarihleri arasında suskunluğunu bozmayan İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek ilk kez bu toplantıda konuşacaktı ve söyleyeceklerini herkes merakla bekliyordu. Çünkü cinayet sonrası İstanbul’da herkes konuşmuş, o ise Ankara’da sessiz kalmıştı. Katil Ogün Samast Trabzonlu’ydu. Akyürek de Dink’in öldürülmesiyle ilgili hazırlıkların yapıldığı dönemde Trabzon Emniyet Müdürü’ydü. Ayrıca McDonald’s’a atılan bombayı hazırlayan Erhan Tuncel onun döneminde ve onun imzasıyla Emniyete eleman olarak alınmış, Dink’in öldürülmesiyle ilgili yapılan planın çok önemli bölümü yine Akyürek’in Trabzon Emniyet Müdürlüğü sırasında gerçekleşmişti. Katil Ogün Samast’ı ismen bilmese bile azmettiricisi Yasin Hayal ile “grubu” hakkında en fazla bilgiye o sahipti. Tuncel ve Yasin Hayal’in anlattıkları en çok Akyürek’te çağrışımlar yapmış olmalıydı. Ayrıca resmi ifadesi olmasa ve Erhan Tuncel’in anlattıkları “tespit tutanağına” geçilmese de bolca Ramazan Akyürek isminden bahsetmişti. Öyle ki, sorgusuna giren polisler Tuncel’in Ramazan Akyürek için “Ramazan abi” ifadesini çok rahat kullandığını söylüyordu. Eğer emniyet muhbirinin deşifre olduğu olay sıradan olsaydı, ‘istihbarat usullerine göre bir şeyler’ yapılır, muhbirin olaydaki sorumluluğu çok az ya da hiç ceza almayacak biçimde hafifletilebilirdi. Önemli olan bir operasyonun içindeki muhbirin, gerçeğin ortaya çıkmasını sağlamasıydı. Görevini yapmış bir Yardımcı İstihbarat Elemanı içinde bulunduğu suç ağır değilse kurtulabilirdi. Ama ne Dink Cinayeti ne de Tuncel’in işlediği suçlar ve anlatıkları sıradan değildi. Ayrıca yurt içinin yanı sıra tüm dünyanın gözü Türkiye’nin üzerindeydi.

İşte İstanbul’da yapılacak toplantıda kilit noktadaki bir isimle tüm bu gelişmeler ve sonuçları tartışılacaktı. Herkes birbirine Tuncel’in ifadesi karşısında ne yapmak gerektiğini soruyordu. Öyle bir formül bulunmalıydı ki, önce Akyürek ve Emniyetçiler zarar görmemeli, sonra ajan yani Erhan Tuncel en az hasarı görerek sorun çözülmeliydi. İstihbarat etiği bunu gerektiriyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir