Bugün sözü “devrim”e getirdiğinizde birçok insan gülümsüyor. Oysa daha 30 yıl önce tüm dünyada milyonlarca insan devrimin çok yakın olduğuna inanıyordu. Hanoi’den Paris’e, Prag’dan Detroit’e, Atlantic City’den Mexico City’ye kadar birçok yerde kadınlar ve erkekler yepyeni bir yaşam kurmak için dövüşüyorlardı. Altmışlı yılların sonunda ortaya çıkan hareketlerin neredeyse tümü, devlet destekli şiddet karşısında hızlı ve ölümcül darbelerle ezildi ama, şiddet ne boyutta olursun olsun, yine de insanın onur ve adalet tutkusu yok edilemedi. Bugün adaletsizliğe karşı savaşan herkesin ihtiyacı olan tutku ve kararlılıktan bir şeylerin hala varolduğunu hatırlatması umuduyla ABD’nin önde gelen muhalifleriyle konuştuk. Bu söyleşiler insanlığın yüz yüze olduğu sorunların boyutlarını ortaya koyuyor. Kapitalizmin zaferi kazandığı ve herkes için giderek daha iyi yaşam koşulları sağladığını söyleyen yaygın propagandanın tersine, bu kitap hayatımızın iyice kararmaya başladığını, mutluluk ve özgürlük şansımızın artmak bir yana azaldığını gösteriyor. Bu kitap için söyleşi yaptığımız yazar ve militanlar farklı gruplardan gelmekle birlikte, sistemin makyajla yetinemeyeceğini, köklü bir politik değişimin gerekli olduğuna ilişkin ortak bir inancı paylaşıyorlar. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde -“özgür insanların ülkesi”nde- gelir eşitsizlikleri, hapishane istatistikleri, sağlık ve sosyal güvenlikle ilgili göstergelerin ortaya koyduğu bilgiler eşitliğin önünde yükselen engellerin ne kadar büyük olduğunu belgeliyor. Radikal değişimi hedefleyen hareketlerin karşı karşıya bulunduğu en büyük handikaplardan biri de medyayı ve giderek artan ölçüde, anaokullarından başlayarak lisansüstü bölümlere kadar, tüm eğitim sistemini şirketlerin kontrol etmesidir. Akşam haberlerinin çokuluslu şirketler tarafından denetlendiği TV kanalları, sosyete skandalleri ve sıcak saatler gibi oyalayıcı eğlenceler sunarken, kaşla göz arasında yapılan ticari anlaşmaları, uluslararası silah ticaretini ya da büyük bankalar arası birleşmeleri -ve bunların yoksullar ve işçiler üzerindeki etkilerini- görmezlikten gelmelerinde şaşılacak bir şey yok. Bu kitap beklenmedik bir biçimde medya birleşmelerinin görüldüğü bir dönemde yayımlanmaktadır. Şarkıcı Joni Mitc-hell’in yakındığı “yıldız yaratma makinesi” şimdi sadece müzik endüstrisini ve Hollyvvood’un hayal dünyasını değil, TV yapımlarını ve yazılı basını da yönlendiriyor. Aynı şekilde, kitap ve dergi yayıncılığı da magazin haberciliği endüstrisinin bir alt kuruluşuna, basmakalıp TV filmlerine dönüşebilecek “içerik” taşıyan bir arşive indirgeniyor. Özellikle South End Press gibi sosyalist politika ile ilgili ciddi araştırma yapıtları yayımlayan yayıncılar ya ikinci plana itilmiş ya da endüstrinin kar hırsıyla peynir ekmek satar gibi best-seller üretme hırsına kurban gitmişlerdir. Üniversitelerin ilgili bölümleri şirketlerle yapılan “araştırma” sözleşmeleri ile satın alındıklarından, bağımsız entelektüel etkinlik ciddi bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Federal fonlardaki kesintiler ile başa çıkabilmek için, üniversite yayınları akademik monografilerden çok Barbie biyografileri yayımlamaktadırlar. Şu sıralarda bu sermaye kültürü üzerinde başkanlığını sürdüren kişi ünlü şirket sözcüsü Bili Clinton’dur. Özel şirketlerin’hizmetindeki Demokratik Ulusal Komite damgalı liberalizminin zafer kazandığı 1992 seçimleri bir nötron bombası etkisi yaratmıştı. “Kapıları açma” vaatleri, ilericilerin Clinton’ın Washing-ton’ının hayalinin büyüsüne kapılmalarına yol açarken, sol büyük ölçüde bir hayalet şehre dönüşmüştü. Barbara Ehrenreich’in sözleriyle solun “CÜnton’la yaşadığı aşk macerası”, Clinton’ın paylaştığını ima ettiği her ilerici ilkeye ne kadar kolayca ihanet edebildiğini giderek daha fazla insan gördüğünde bir ölçüde sona ermişti. Ama Başkan, sosyal güvenlik yasasını imzalamasına, ölüm cezasının sınırlarını genişletmesine ve gay evliliklerini yasaklamasına karşın birçok liberal Clinton saflarını hiç terk etmedi. Bu kitapta söyleşi yaptığımız kişiler, tüm yirminci yüzyıl boyunca ilerici-devrimci dünyanın dile getirdiği sosyal ve ekonomik adalet ilkelerine bağlıdırlar. Bu girişte onların yaşam öykülerinden söz etmemizin amacı onları putlaştırmak değil. Ama devrimci tutkunun ömür boyu sürdürülüp aktarılabileceğini, eğer kişi tarihten öğrenebilir ve gelecek hakkındaki iyimserliğini ko-ruyabilirse, eşitsizliğin bugünkü korkunç gerçeği ile baş edebileceğini göstermek için bu insanların kısa yaşam Öykülerini verdik. Tüm bu düşünürler, hayatlarının en azından son yirmi, otuz yılını ilerici değişimi örgütlemeye adamışlardı. Noam Chomsky’nin ilk radikal duruşu daha on yaşındayken Đspanyol faşizmine karşı başlamıştı. Daha da önemlisi, dünya hızla büyük bir şirket haline gelmesine rağmen hiçbiri işçilerin ve yoksulların gücünün toplumu değiştirebileceğine olan inançlarını yitirmemiştir. Bu kitapta söyleşi yaptığımız kişilerin birçoğunun bilinçlenmesinde Sivil Haklar hareketinin özel bir yeri vardır. Ellilerin sonu ve altmışların başında, Howard Zinn Atlanta’daki Spelman Koleji’nde bir öğretim görevlisi olarak militan öğrencileri ve meslektaşlarını destekliyordu. Martin Luther King, ‘ın cenaze töreni, o zaman henüz on yedi yaşında olan ve Ohio’daki siyah cemaat gazetesine cenaze ile ilgili haber yazmak için gönderilen Manning Marable’ın politikleştiği andı. Kentucky gibi küçük bir Şehirde, okullarda ırk ayrımcılığının kaldırılmasını Bell Hooks bizzat yaşamıştı. Beyazların ırk ayrımcılığının kaldırılmasına gösterdiği direnişe tanık olan Hooks, “… hayatımızın toplumsal kurallarına yon veren politik ideoloji olarak beyazların üstünlüğünün… birçok beyaz için devletin herhangi bir telkininden daha güçlü olduğunu gördüğü anda gerçek bir uyanış yaşamıştı.” Vietnam Savaşı’nı sona erdirmeyi amaçlayan hareket de bu kitapta yer alan kişilerin çoğu için bir eğitim ortamı oluşturmuştu. Zinn, Kuzey Vietnam hükümetinin serbest bıraktığı ilk ABD savaş esirlerini almak için 1968’de Hanoi’ye uçmuştu. Demokratik Öğrenci Birliği’nin lideri Michael Albert ve seçkin bir Öğretim üyesi, Noam Chomsky, Vietnam Savaşı’na karşı Massac-husetts Teknoloji Enstitusü’nde birlikte mücadele etmişlerdi. Genel ABD kültürünün Vietnamlılara karşı tutum ve eylemlerinde açık açık ve savaş karşıtı hareketin ideolojisinde ise çoğu kez Örtülü olarak görülen ırkçılığı iyi bilen Peter Kwong, Asya kökenli Amerikalıların savaş karşıtı hareket içinde yaşadığı karmaşık durumu paylaşmıştı. Etnik köken ve sınıf politikasının kesişmesi, Kwong ve Marable’ı savaş karşıtı ve sosyalist örgütlerle birlikte sürdürdükleri çalışmanın yanında kimlik temelindeki örgütlenmeye de teşvik etti. Hindistan’dan ABD’ye yeni göç eden on bir yaşındaki Urvashi Vaid, savaş karşıtı protestolara katılırken, genç Winona LaDuke ise her gece televizyonda giderek kabaran kayıp listelerini dinlerken politik bilinç kazanmaya başlamıştı. Savaş sırasında, Chomsky ve diğerleri, devlet ve şirket iktidarı gerçeğinin çarpıtılmasında medyanın rolü hakkında radikal bir anlayış geliştiriyorlardı 1973’te Chomsky, Edward Herman ile birlikte, büyük yayın grubu Warner Books’un fmansörlüğün-de ABD emperyalizmi ile ilgili iki ciltlik anıtsal bir araştırma yayımladı. Warner’ın sahipleri yayımlanmadan kısa süre önce 10 içeriğinden haberdar olunca kitap dağıtımdan hemen çekildi. Sonuçta finansman desteği kesildi ve hiçbir ön yayın programı olmadan çalışma bir başka yere satıldı. Bu kaba politik baskı, Chomsky ve Herman’ın “propaganda modeli” dedikleri medya üzerindeki şirket kontrolünün eleştirisini geliştirmelerinde önemli bir rol oynadı. Winona LaDuke 1973 yılını Amerikan Kızılderili Hareke-ti’nin Wounded Knee’yi işgal ettiği yıl olarak anımsıyor. 1973 aynı zamanda Vaid’in en sonunda gay sivil hakları ile ilgili tartışmalara katıldığı radikal ulusal haftalık dergi, Gay Community News’ın doğduğu yıldı. Vietnam Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte, Yeni Sol’un birçok farklı akımından gelen enerji 70’lerin “yeni toplumsal hareketler”inde berraklaştı. Beyaz olmayan Amerikalılar ve kadınlar -ve iktisat dışında bu güçlerin de önemini kavramış olan beyazlar- toplumsal cinsiyet ve ırkla ilgili kaygıları da işin içine katarak sosyalist teori ve pratiği zenginleştirmek için çalıştılar. Kwong, New York’taki Chinatovvn’da işçi örgütlenmeleri üzerinde yoğunlaştı. Marable sosyalist ve etnik siyah örgütlenme arasında bir köprü kurmaya çalıştı. Ehren-reich kadın hareketinin sosyalist kanadının gelişmesine katkıda bulundu. Harvard mezunu LaDuke, Kızılderililerin ve Üçüncü Dünya ülkelerinin topraklarında şirketlerin ve devletlerin toksik kirlenmeye yol açtığını açığa çıkaran bir araştırma projesini üstlendi. Bu çalışma onun Navajo’da yapılaşmaya karşı mücadeleye katılmasını da sağladı. 70’lerde yeni toplumsal hareketlerin safları sıklaşırken çok renkli sosyalist ve radikal gruplar silindiler. Tek sorun temelinde örgütlenmenin ve kimlik politikasının sınırları hem hareket içinde, hem hareket dışında ateşli tartışmalara konu oldu. Farklı alanlarda yürüyen kampanyalar arasında kişisel köprüler oluşturan bazı militanlar birkaç özerk harekette örgütlendiler. LaDuke gibi militanlar, ağırlıklı olarak beyaz, orta sınıf, nükleer enerji II karşıtı militanlar ile Kızılderili topraklarında uranyum madenlerine karşı mücadele veren Amerikan yerlileri arasında örgütlenirken aynı zamanda nükleer enerji ve nükleer silah sanayinin yol açtığı nükleer felaket tehdidine karşı kampanyalar ile toplumun militarizm ve ataerkil sistem tarafından çok daha sinsi ve sistemli bir biçimde çürütülmesine karşı mücadeleler arasında köprü oluşturdular. Vaid ve Hooks, hem kendi etnik ve ırksal ge-leneklerindeki cinsiyetçiliğe, hem de feminizmin sadece toplumsal cinsiyet üzerinde odaklanmasının getirdiği etnik, seçkin-ci ve homofobik önyargılara dikkat çeken beyaz olmayan kadınların saflarına katıldılar. Hooks’un ilk kitabı, Ain’t I a Woman’m -Michael Albert ve ötekiler tarafından hep birlikte kurulan yeni yayınevi, South End Press tarafından- yayımlanması, feminizmin “ikinci dalgası”nın kadın radikalizminin çok kültürlü, çok sınıflı bir üçüncü dalgası tarafından gölgelendiğini gösteren birçok işaretten biriydi. 1980″de Ronald Reagan’ın başkan seçilmesinin ardından savaş kışkırtıcılığına, çevre felaketine ve ırkçı, feminizm ve gey karşıtı dinci sağın yükselişine karşı mücadele için ilerici güçlerin geniş bir kesimi harekete geçti. ABD’nin Vietnam’da yürüttüğü savaşa karşı muhalefette ifadesini bulan antiemperyalizm seksenler boyunca yeniden solun temel ilgi alanı olmuştu. Nikaragua, El Salvador ve Güney Afrika’daki kurtuluş güçleriyle dayanışma hareketleri için Chomsky şunları söylüyordu: “Emperyalizm tarihinde bunun eşi benzeri yoktu… Binlerce insanın saldırı altındaki ülkelere gittiği başka örnekler olduğunu sanmam.” Đç cephede, “ReaganomĐk” servetin zenginlere daha belirgin bir aktarımını, kadın ve çocukların daha da yoksullaşmasını ve beyaz olmayan toplulukların, gey ve lezbiyenlerin günah keçisi haline getirilmesini simgeliyordu. AĐDS salgını, geylerin 15 yıl uğraştıktan sonra elde ettiklerine inandıkları toplumsal güvencenin bir yanılsama olduğunu ortaya çıkardı ve daha önce kendilerini di12 ğer ezilenlerle özdeşleştirmemiş olan gey ve lezbiyenler arasında politikleşmeye katkıda bulundu. Onların -büyük Ölçüde ĐTAATSĐZLĐK aracılığıyla ifade edilen- ölüme karşı hayata tutunma çabaları ve haklı öfkeleri, Vietnam Savaşı sonrasındaki dönemde görülen en etkili aktif mücadelelerin bir kanadını oluşturdu. Bu söyleşilerin öne çıkardığı birçok ortak konu var: Politik-leşme süreci, içe dönük solun potansiyel katılımcılara ve müttefiklerine yabancılaşması, Yeni Solun ekonomizmi ile yeni toplumsal hareketlerin kendi kimliklerini vurgulamasının yol açtığı gerilimler… Söyleşi yaptığımız kişiler seçkincilikten kurtulmuş bir demokratik sol çağrısında birleşiyorlar, Kwong, aydınları “değişimin ardındaki kuvvet olduğumuza ya da halk için bir şeyler yapmamız gerektiğine inanmamaları” konusunda uyarıyor -“halk ile birlikte çalışmalıyız.” Bunun gibi, bazı konuşmacılar da içe dönük radikalleri artık popüler kültür, spor ve dini hiçe saymaya bir son vermeye çağırıyor. Kimlik politikasının değeri konusunda tam bir uzlaşma olmadı. Oysa herkes özerk, kimlik temelinde bir örgütlenmenin ve sınıf çözümlemeleri ve savaşımları içerisinde ırk ve toplumsal cinsiyeti ayrıntılarıyla hesaba katmanın gerekliliğini ve değerini kabul etme eğilimindedir. Son otuz yılın dersleri, bu hareketlerin liderlerini “devrim”e ve adaletin hemen ulaşılacakmış gibi vaat edilen topraklarına ancak daha dolaysız bir amaç ve daha çok aşamalı bir proje ile ulaşılabileceğini düşünmeye sevk etmiştir. Ehrenreich bunu “bilye oyunu”na, neden ve sonucun yavaş birikimine benzetiyor. LaDuke “Elinizde elli ya da yüz yıllık bir plan olmalı” diyor. “Buradan nereye varacağız?” diye sorulduğunda, Chomsky söyleşi yaptığımız kişilerin uzlaştığı yeri ifade ediyor: “Nerede örgütlenilecek? Mümkün olan her yerde.” * * * Biri dışında bu söyleşiler South End Press kolektifi tarafından gerçekleştirildi. Yüz yüze, telefonla ve eposta yoluyla ya13 pılan görüşmeler aracılığıyla, 1997 sonbaharı ve 1998 kışı boyunca Anthony Amove, Loie Hayes, Lynn Lu ve Sonia Shah bu söyleşileri gerçekleştirdiler. Urvashi Vaid ile söyleşi Alternatif Radyo’dan David Barsamian tarafından yapıldı ve 1996’da yine onun hazırladığı bir radyo programında yayımlandı. Söyleşileri gerçekleştiren herkese zamanlarını ve üretken çalışmalarını bize ayırdıkları için teşekkür etmek isteriz. Politikaya yeni girenlerden eski tüfeklere kadar tüm okurlarımızın bu kitapta ortaya konan görüşlerden, kişisel perspektiflerden ve bu sayfalarda ifade edilmiş olan kararlılıktan etkilenip esinleneceklerini umuyoruz. SOUTH END PRESS 14 Peki Siz Kimden ve Neden Yanasınız? MICHEAL ALBERT 1 967’ de MiT’te Demokratik Bir Toplum Đçin Rosa Luxemburg Öğrencileri’nin (SDS) kurucu üyeleri arasındaydı. 60’lar ve 70’lerde Boston eyaleti ve ulusal öğrenci örgütçüsü; yerel, bölgesel ve ulusal savaş karşıtı bir militandı. Daha sonraki yıllarda, nükleer karşıtı. Körfez Savaşı karşıtı, ırk ayrımı karşıtı ve başka savaşımlar dahil, farklı örgütsel olay, proje ve hareketlere katıldı. Albert siyasal ve toplumsal çözümleme, görüş ve strateji üzerine bir düzine kitap yazmıştır. Bunların arasında, What Is To Be Undone (Porter Sargent, 1974), Liberating Theory (SEP, 1986), Stop the Killing Train (SEP, 1994), Looking Forward: Participa-tory Economicsfor the Twenty-First Century (SEP, 1991) ve Thin-king Forward (Arbeiter Ring, 1997) adlı kitaplar vardı. Albert, aynı zamanda South End Press’in kurucu üyelerinden de biridir ve South End Press’in on yıldır kolektif üyesi, Z Medya Enstitüsü nün kurucu üyesi ve beş yıldır öğretim görevlisi, Z Magazine’in kurucu üyesi ve on yıldır kolektif üyesi ve Ağ Üniversitesi Eğitimi’nĐn (www.tolu.org) kurucusu ve öğretim görevlisidir. Ayrıca, Z Magazine’in zengin web sitesi. Znet’in (www.zmag.org) yaratıcısı ve sistem operatörüdür. ZMagazine’in yazarıdır. 15 SOUTH END PRESS: Geleceğe umutla bakmanızı solun hangi kazanımları sağladı? MICHAEL ALBERT: Feodalizmin ortadan kaldırılması, köleliğin ortadan kaldırılması, genel oy hakkının kazanılması, Jim Crow Yasaları’nın kaldırılması, elliler ve altmışlarda kemikleşmiş olduğu şekliyle ataerkilliğin kafa yapısı ve uygulamalarının büyük ölçüde alt edilmesi, gey haklarını sosyal politika ve pratiğin ışığında geliştirmek, ekolojiyi politik hayata sokmak… Solun uzun bir soy ağacı var. Ama son zamanlarda, benim de katıldığım ve son otuz yılı aşan ve neredeyse sadece ABD’ye Özgü dönemde, solun meydana getirdiği yapısal değişimlerin ortalamasının gerisinde kaldığımızı, oysa ortalama ideolojik etki açısından daha uzun bir yol kat ettiğimizi düşünüyorum. SEP: Ne demek istiyorsunuz, biraz açar mısınız? MA: Tamam, fikirleri ve davranışları, insanların hayatları ve kendileri hakkındaki düşüncelerini çok belirgin bir biçimde etkiledik. Sanırım, tarihte bununla karşılaştırılabilir herhangi bir dönemdekinden çok daha fazla. Oysa bu süre içinde kurumları değiştirme konusunda bundan çok daha az başarı kazandık. “Yeni Sol” sözünü ettiğim otuz yıllık dönemin başında kendi gücünü ve hatta birçok açıdan amaçlarını yanlış değerlendirdi. Büyük bir enerjiyle insanların akıllarına hitap etti. Aslında bu harika bir şeydi, ama bir yandan da büyük Ölçüde sorun yaratan, Đn16 sanların içinde çalıştığı kurumsal yapıyı dönüştürmeyi büyük Ölçüde göz ardı etmesi anlamına geliyordu. Bu durum o zamandan beri pek değişmedi. Ayrıca, son otuz yılda solun sınıfsal ve daha genel anlamda ekonomik kazanımlarının ırk, toplumsal cinsiyet, politik güç, cinsel tercih ya da yaşlılık alanlarındakine kıyasla daha az olduğuna ilişkin birçok işaret de görünüyor. Sınıfsal tutumlarda çok daha az değişiklik olduğunu düşünüyorum. Hareketlerimizin mali dayanışma ve ödenti sistemleri çoğu kez ABD vergi yasalarından daha az ilericidir. Bunlar, büyüklüğü dışında, General Motors’unkinden pek farklı olmayan hiyerarşik karar mekanizmaları ve ödeneklere sahipler. Genelde piyasalar şimdi büyük bir şevkle kutsanmaktadır ve ne yazık ki otuz yıllık savaşımdan sonra solun birçok kesimi için de aynı şey geçerli. Bazıları dikkatlerin ırk, toplumsal kimlik ve cinsiyet gibi görüngülere çok fazla kaymasının sınıfsal yönü geri plana ittiğini söylüyor. Ama saçma bu. Eğer yeni odağın doğması, öncekilerin silinmesine neden olduysa, o zaman ırksal sorunlar üzerinde yoğunlaşan dikkat neden toplumsal cinsiyete yönelen ilgiden zarar görmedi ya da tersi? Ya da öyleyse neden, bunların ikisi de ilginin cinsel tercih üzerinde yoğunlaşmasından zarar görmediler? Sınıfsal yön de gerektiği gibi ele alınmamıştır, çünkü solun sınıfı kavrama ve sınıfa seslenme tarzı doğru değildi.
Noam Chomsky – Amerikan Muhalifleri Konuşuyor
PDF Kitap İndir |