Rafet Ballı – Sosyalist Sol Konuşuyor

Fransa’da Türkiye’den giden politik mülteciler anlatmıştı. Iraklı Kürt lider Celal Talabani ile bizim mülteciler Paris’te tartışıyorlar. Konu, Türkiye’deki rejimin niteliği. Mülteciler «faşist» diyorlar, Talabani «hayır!». Dayanamayan Talabani sonunda esprisini patlatıyor: «Kabul, sizde faşizm var. Ama 40 tane solcu, 2 tane de Kürt dergisi pekâlâ yayınlanabiliyor. Irak’ta ise bize otonomi verildi. Ama kimyasal bombalardan canımızı kurtarabilmek için sizin faşizme sığınmak zorunda kaldık. Vallah biz razıyız, otonom/sizin olsun, faşizminizi bize verin.» Bu olayı, sosyalist solda 1970’Iere doğru ön plana çıkan klişelerle düşünme alışkanlığının hâlâ belli oranda sürdüğünü göstermek için aktardım. Ama bununla, sosyalist solda hiçbir şeyin değişmediği anlaşılmasın. O zaman ortaya şöyle bir soru geliyor: Solda neler değişti? 30’a yakın solcu liderle yaptığım görüşmeler boyunca bu sorunun cevaplarını yakalamaya çalıştım. Bu soruya bir değil, iki farklı cevabın verilebileceğini gördüm sonunda. Eğer 12 Eylül 1980 öncesinden günümüze bakacak olursak, hiç tereddüt etmeden «çok şey değişmiş» demek mümkün. Ama bugünkü solu, son 8 yılın dünyadaki ve Türkiye’deki olaylarını yaşamış olarak değerlendirmeye kalktığınızda, «değişen çok az şey var» diyorsunuz.


Bunları kısaca da olsa özetlemeden, neden böyle bir çalışmaya giriştiğimi anlatmak istiyorum. 5 NEDEN SOSYALİST SOL? 12 Eylül 1980’den önce sosyalist solda grup sayısı, mizah konusu olacak kadar çoktu. Sanki bölünme histerisine tutulmuştu sol. Bugün eski mensuplarına bile gülünç gelecek farklılık noktaları ayrılık nedeni sayılıyor, kimya formüllerinden daha anlaşılır olmayan grup adları dergi sayfalarını dolduruyordu. Kürt grupları dahil sayının 49’u bulduğu söyleniyordu. O günlerin toz dumanı içinde çoğunun ne söylediği bile belli olmadan 12 Eylül’e girildi. Sol partiler ve dergilerin hepsi kapatıldı, mensuplarının çoğu hapse atıldı. 1960 sonrasının en uzun suskunluk dönemini yaşamak zorunda kaldı sosyalist sol. 12 Eylül’ün üzerinden geçen 8 yıl, toplumla birlikte, solda da yeni bir dönemi işaretledi, 10’a yakın grubun artık varlığının bittiği, kendisini sürdüren gruplarda ise bölünmeler döneminin esas olarak kapandığı söylenebilir. Eski görüşlerinden pek çoğunu değiştiren grup sayısı hiç de az değil. Yayınlanmaya başlayan sol dergi sayısı şimdiden 20’yi geçti. Ama doğrusu, bırakalım Türkiye kamuoyunu, sosyalist çevreler bile solun geçirdiği değişimi bilmiyor yeterince. Sol dergilerin hepsini izlemek, uzmanı ya da ilgilisinin bile altından kalkamayacağı ağırlıkta bir külfet. Buna zaman da, para da, sabır da yetiştirmek mümkün değil. Zaten, sol grupların liderleriyle görüşmelerimde ilk soru hep onlardan geliyordu: «Diğerleri ne yapıyor?» «Sosyalist sol ne düşünüyor» sorusunun cevabını araştırırken, dergilere değil, grupların liderlerine ya da sözcülerine başvurdum.

Belli başlı bütün gruplara Avrupa’da olsun, Türkiye’de olsun, ulaşmaya çalıştım. Ancak, bağlantı kuramadıklarım da oldu. Görüşme metinleri okunduğunda da görülebileceği gibi, hemen herkese aynı soruları yönelttim. Belli temel konularda sol grupların ortak ya da farklı yönlerini ortaya çıkarmaktı amacım. TBKP liderleri Haydar Kutlu ve Nihat Sargın, Devrimci Yol’dan Oğuzhan Müftüoğlu, Devrimci Sol’dan Dursun Karataş hapisanede oldukları için, İşçinin Sesi lideri R. Yürükoğlu ise İngiltere’ye gitme fırsatı bulamadığımdan, sorularıma yazılı cevap verdiler. Bu yüzden, cevapları üzerine onlarla tartışma fırsatı bulamadım. 6 Sosyalist solun, bugünkü aşamada, en fazla suçlanan taraf olarak adı geçiyor Türkiye siyaset denkleminde. Ama en zayıf olduğu dönemde bile, sosyalist solun kendisini olmasa bile gölgesini görüyoruz büyük siyasi güçler platformunda. SHP içine sızdığı ileri sürülen «aşırı uçlar»la ilgili tartışmalar bunun göstergesi değil mi? İşte, bugün için kendisi henüz küçük ama adı büyük sosyalist solun 1988 yılı sonundaki fotoğrafını çekebilmek için böyle bir çalışmaya giriştim. İlerde sosyalist solun tarihini yazmak, sol üzerine incelemeler yapmak isteyeceklere başvurabilecekleri bir kaynak hazırlayabilmişsem, amacımı gerçekleştirdim sayarım kendimi. Zaten, soruların düzenlenişinde de görülebileceği gibi, sol grupların temel konulardaki görüşlerini onlarla tartışmaya değil, bunları yansıtmaya ağırlık tanıdım. Çalışmamda Türkiye kökenli Kürt sol gruplarına yer vermedim. Milliyet gazetesinde yayınlanan bu dizinin ilk gününde de belirttiğim gibi, bugün Kürt grupları Türk solundan bütünüyle ayrı bir realite olarak ortaya çıktılar. Doğru ya da yanlış, Kürt gruplarının tamamiyle ayrı politikaları ve örgüt yapıları oluştu.

Artık Türkiye’deki solla ilgili bir çalışmada onlara bütünüyle ayrı bir yer vermek gerekiyor. Bu yüzden, onları Türk soluyla ilgili bu çalışmamın dışında tuttum. Zaten, onlarla ilgili yayınlanmayı bekleyen çalışmalar da var. ZEKİ MÜREN VE YENİ RAKI Sosyalist solla ilgili değerlendirmelere geçmeden önce bazı gözlemlerini aktarmak istiyorum. Bu çalışmada yer alan solcu liderlerin çoğu ile Avrupa’da görüştüm. Gizlilik anlayışları Türkiye’ye göre daha «liberal» olduğu için, pekçok grubun liderini doğal ev ortamında izleme fırsatı buldum. Türkiye koşullarına kıyasla daha «zengin» ve daha «modern» görünümdeki evlerinde değişmeyen iki misafir vardı: Yeni Rakı ve Zeki Müren. Artık sahne hayatını noktalamasına rağmen, Türkiye’de hâlâ nostaljiyle karışık bir duygu ile sevilen sanatçı Zeki Müren’in kasetleriyle, Tekel’in çıkardığı Yeni Rakı şişeleri salonlardaki vitrinlerin en itibarlı yerinde karşınıza çıkıyordu. 7 Türkiye’de ortadirek ailelerin binbir işlemeli arabesk vitrinlerinde içkilerin bir protokolü vardır. Başta viski, yabancı içkiler hep en itibarlı konumdadır. Ama Avrupa’daki solcu mültecilerin evinde bu gelenek tersyüz edilmiş. Vitrinlerin en ortasına, kaba etiketiyle Yeni Rakı şişeleri kurulmuş. Üstelik, yanında en basit düz camdan üretilmiş, fazlasıyla «memleket» kokan Paşabahçe’nin Yeni Rakı bardaklarıyla birlikte. 12 Eylül öncesinde, sosyalist gruplar içinde içki kullanmanın neredeyse «günah» derecesinde algılandığı dikkate alınırsa, bu, az değişiklik sayılmaz. Müzik setleri yanındaki kaset harmanında ise başta Zeki Müren, hep Münir Nurettin Selçuk ve Müzeyyen Senar gibi sanatçıların eserlerine rastlamak, bir süre sonra şaşırtmıyor insanı.

«Memleket hasreti» hepsinde ortak payda. Hele İstanbul, özel sohbetlerin değişmez övgü objesi. Paris’te 750 seneye tarihlenen bir kilise kalıntısının övgüyle sergilenmesi, İstanbul’un binlerce yıllık tarihi yanında, görmemişin oğluna benzetiliyor. MÜLTECİ SOSYALİZMİ Abdülhamit dönemindeki aydın göçüne yol açan sürgünleri birincisi sayarsak, Türk aydınları açısından üçüncü büyük mültecililik dönemi yaşanıyor bugün, ikincisi, Kemalist Türkiye Cumhuriyeti ile bir türlü barışamayan Osmanlı aydınlarının göçüydü. İlki, Türkiye toplumuna İkinci Meşrutiyeti getirdi, ikincisi bir varlık gösteremedi. Üçüncüsünün sonuçlarını hep birlikte yaşayacağız. Ancak, «üçüncü sürgündün Türkiye soluna, en azından Avrupa solundaki bir asırlık tartışmaları daha dolaysız taşıdığı söylenebilir. 12 Eylül’den sonra Avrupa ülkelerine yönelik olarak başlayan siyasi mülteci göçü, Türkiye solundaki, daha çok aktarmacılığa dayanan fikir hayatını bir ölçüde değiştiriyor. Avrupa ülkelerindeki politik mültecilerin sayısı hakkında kesin bir sayı vermek mümkün değil. Ancak başta Almanya, Fransa, İsveç, Fransa, İsviçre ve İngiltere olmak üzere bütün Batı Avrupa ülkelerinde bir mülteci kolonisinin varlığından söz etmek, hiç de abartılı olmaz. 8 Türkiye’den giden mülteciler, Avrupalı solculara bazı «angarya»lar da getiriyor. Eskiden 300-500 kişiyle kutlanan 1 Mayıs’lar, bizim mülteciler yüzünden daha bir ciddiye alınır oluyor. Kurtuluş hareketinden Bülent Uluer’in anlattığına göre, 30 Nisan tarihlerinde Türkiye’den gelen mültecilerden, «yarın ne yapıyorsunuz» telefonlarını alan Avrupalı solcular, bundan pek de memnun değiller. Hatta, Türkiye’den Avrupa’ya zoraki militanlık aşısından bile söz ediliyor. Türkiyeli politik mülteciler için işler 5-6 sene önceki gibi değil.

Devrimci Sol’un Avrupa’daki eski önderlerinden Paşa Güven’in anlattığı kadarıyla, daha önce Avrupa ülkelerindeki işçilerimizle bazı bağlara sahip bulunan mülteciler, giderek içe kapanıyorlar. 12 Eylül’den hemen sonra yapılan protesto yürüyüşlerinde 20 bin kişiye kadar bir kitle toplayabilen mülteciler, şimdi 3-5 bin kişiyle yetinmek zorunda kalıyorlar. Bunu görüştüğüm diğer bazı solcu önderler de doğruladı. Üstelik gelenlerin büyük bir çoğunluğu da mülteci. Bir diğer gözlem de PKK ile ilgili. Birçok solcu çevreden, Avrupa’daki yürüyüşlerde PKK’nin bütün sol grupların toplamından daha fazla insanı yürüttüğü değerlendirmesini duyabiliyorsunuz. Bütün bunlarla birlikte, mülteci çevrelerde üzerinde birle-şilen bir görüş var: Türkiye’deki hareketi Avrupa’dan idare etmek mümkün değil. Ancak bu tutum, Avrupa’daki birçok çevre için saatlerin 12 Eylül 1980’de durmuş olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Yayınlarını, bildirilerini okuduğunuz zaman, bir an kendinizi 6-7 yıl öncesinde sanıyorsunuz. NELER DEĞİŞTİ? Gruplar dünyasına baktığınızda ilk dikkatinizi çeken şey, birlik konusundaki tutum değişikliği oluyor. 12 Eylül öncesinde hemen herkes, diğerlerinden neden ayrı durması gerektiğini, nasıl «farklı» olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Teorideki bu anlayışın sosyal pratiğe yansıması, doğal olarak, sürekli bölünme şeklinde oldu. 1968’den 1988’e, en az bir defa bölünme geçirmemiş grup yoktur. THKP-C, Halkın Kurtuluşu ve TKP/ML gibi grupların ortalama 3-4 defa bölünme geçirmiş olması, doğal bir süreç gibi karşılanıyordu.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir