Oktay Akbal – Ataturk Yasadimi

Herkes Atatürk’ü övüyor, herkes “izindeyiz!” diye yırtmıyor, herkes “o en büyük adam” diyor, herkes “Atam nerdesin, niye bizi bıraktın” diye ağlıyor, herkes, herkes, herkes Atatürk yolunda, safında, ülküsünde, ardında!. İki Alman öğrencisi gelmişler yurdumuza. Dinlenmişler, konuşmuşlar. Herkes Atatürk’ü göklere çıkarıyor, herkes onu babası gibi seviyor. Sonra bir de bakmışlar ki herkes Atatürk’ün düşüncelerine, görüşlerine, ilkelerine, ülküsüne ters yolda gitmekte birbiriyle yanşıyor! En sağcısından kendini en solcu bilene dek! Çıkamamışlar işin içinden. Sonra sormuşlar bir Türk arkadaşlarına: “Neden ölümünden otuz yıl sonra bile O’nu bu kadar seviyorsunuz da O’nun dediklerine böylesine kulak asmıyorsunuz?” Batı kafası bunu sorar işte. Hem sormakla da kalmaz yanıtım da bekler. Biz de düşünürüz ama işimize gelmez, çıkanınızı bozar diye vazgeçeriz yanıt aramaktan. Yaşar gideriz gündelik hayatımızı. 10 Kasım oldu mu başlanz çığlıklar atmaya, gözyaşlan dökmeye, söylevler çekmeye. Evet sıkılmadan yaparız bunu… 1950-1960 yıllanmn partizan bir valisi genç devrimcile11 rin başkaldınşlan karşısında şöyle demişti: “Atatürkçüymüşler! Atatürk’ün Cumhuriyeti emanet ettiği kuşak biziz, onlar değil!” Böyledir, hem Atatürk’ü kimseye kaptırmayacaklar, hem de Atatürkçülüğü tarih sayfalanndan kazıyacaklar. Cumhuriyet yıldönümlerinde Arap harfli sloganlarla geçit törenleri yapılacak. Politikanın çirkin kişileri oy uğruna “Muhammed düzeni getireceklerini söyleyecek. Yobaz gazeteleri Atatürkçülğü gâvurluğun eşi sayacak.


Kendini aşın solcu sayan romancılar, bilim adamlan sinsi sinsi Atatürk’ten kalan kemikleri kemirecek… Sonra ölüm günü geldi mi söylevler! Ne zanmana dek, o günün akşamına dek! Sonrası yok, Atatürkçülükleri o kadar işte. Eski yıllarda Atatürk için neler yazmışlar, neler demişler, bir okuyun. İşte Bayar ortada, “Atatürk seni sevmek ibadettir” özdeyişini o bulmamış mıydı? Söylüyorlar, ama inanmadan, benimsemeden, uygulamak istediğini duymadan… Öyle günler oluyor ki, öyle olaylarla karşılaşıyoruz ki^kişi kendi kendine sormadan edemiyor: Bu ülkede Atatürk diye büyük bir adam gerçekten yaşadı mı? Sanki toplumca bir düş görmüşüz, sonra uyanıvermişiz. Öyle güzel bir düşten sonra uyanmak korkunç bir kâbus. Atatürk bir düş müydü sahi? Çevreme bakıyorum, düş değil, bir zamanların gerçeği. Düş değilse de bir zamanlann gerçeği ancak… Geçmiş, gitmiş, unutulmuş. Adı kalmış o kadar. Ne ilkeleri, ne inancı, ne arkadaşlan! Bayramlar, söylevler, törenler, demeçler… Bunlar bir şey değil. Temel sorunlara inmeden, Atatürkçülüğü bir fikir ve inan bütünü, bir öğretim, bir toplum düzeni olarak ele almadan ne dense yararsızdır. İçi boş kalıplardır bunlar. O kalıplan doldurmak, Atatürkçülüğün özünü korumak gerek. Atatürkçülüğü ödüncülerden, rötuşçulardan, inkarcılardan, Ulu 12 Hakancılardan, kendilerini sol sayıp en gerici düşünce davranışlardan kaçınmayanların elinden çekip almak gerek. Atatürkçülğü düş olmaktan kurtarmak gerek… ARKASI VAR ‘Atatürk; “Millî irâde, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, garp medeniyetinin usullerini tatbik etmek lâzımdır” kanatlerinde samimiydi. Bunları memleketimizde.bir an evvel tatbik edecek, usul olarak kuracak, yerleştirecek bir ortamı arzu ediyordu, takip ediyordu. Benim kanaatim budur.

Kendi hayatında ne dereceye kadar tatbik edebildiyse etti, mabadını bize bırakıp gitti…” Konuşan İsmet İnönü’dür. Bir gazeteciye söylemişti bu sözleri. Atatürk’ten sonra on iki yıl Cumhurbaşkanlığı, on yıl ana muhalefet partisi başkanlığı, üç yıl kadar da Başbakanlık yapmış, yakın arkadaşı Atatürk’ün eserini yürüten, bugüne getiren başlıca yetkili kişi. Atatürk’ün “mabadını” bize bırakıp gittiği şeylerin ne dereceye kadar gerçekleştirildiğini en iyi bilecek devlet adamı. Neymiş Ata’nm gerçekleştirme istedikleri? Önce egemenliğin, ulusun olması. Bugün böyle midir durum? Egemenlik kayıtsız şartsız ulusun mudur? Evet, özgür seçimler yapıyoruz, Türk ulusu oyunu serbestçe kullanıyor, dilediğini seçiyor. Ya da kullandığını, seçtiğini sanıyor, buna inanıyor. Bu herşeye rağmen bir aşamadır. Kan dökülmeden seçimler yapabiliyoruz. Büyük düzenler, dolaplar kurmadan, döndürmeden çok partili bir ülkede özgür seçimler oluyor. Bu, ulusun gerçekten egemen olması mıdır? Bir bakıma evet, bir bakıma hayır. Özgür seçimle de olsa Meclis’e girenler üç aşağı, beş 13 yukarı aynı kişiler değiller mi gene? Eskiden Meclis’e girenler daha çok aydınlar, eşraf, ağa temsilcileriydi. Şimdi aydınlar azaldı, ötekiler çoğaldı! Halkın gerçek temsilcileri gene azınlıkta, gene iktidardan uzakta!. Çünkü ulusun yarısından çoğu kara bilgisizlik içinde! Böyle oluncane egemenliğini bilir, ne de bunun anlamını, değerini, tadmı! Bir ülkede bilinçsiz kişiler yandan çoksa orada “millî irâde” diye bir şeyden bahsetmek kolay olmaz. Millî irâde dediğimiz şey politika esnafının halkın gözünü boyayarak oyunu alması, geçip koltuklara kurulması mıdır? Değil elbet… Gelelim “garp medeniyetinin yöntemini benimsemek ve uygulamak” konusuna… Bu, yalnız yasalan, yöntemleri, düşünceleri kâğıt üstüne yazmakla, birkaç bin okur-yazann kafasına sokmakla olmaz.

Hem, okullanmızda yetişen gençler, aydınlar Batı kafasının gerektirdiği ilkeleri ne denli benimsemişlerdir? Otuz yıldır eğitim alanında o kadar çok anlam ve ruh değişikliği oldu ki! Atatürk devrimciliği bayram söylevlerinde kaldı. Batılı anlayışa uymayan neler yapılmadı, neler! Demek bu da gerçekleştirilememiş!… Atatürk’ün üç ana isteğinin neler olduğunu İnönü güzel özetlemiş. “Mabadını bize bıraktı” derken de bir gerçeği belirtmiş. Ama o “mabadı” ne hale soktular? Kim soktu? Bunlan tarih yazacak ergeç…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir