Orhan Bursali – Bilim Toplum ve Insana Bakis

Geleceği planlamayan, gelecekle uğraşmayan, gelecekle ilgili büyük projeleri, ütopyaları olmayan ülke, geçmişle uğraşacak ve kendini tüketebilmek, küçültmek için orada onlarca konu bulacaktır. Evet, içinde yaşanılan siyasal ortam, bize bu tezi kurduruyor. Türkiye, geleceğe değil geçmişe bakıyor, iktidar geçmişi tam anlamıyla yok etmenin peşinde. Sonuç: Geleceği olmayan parçalanmış bir toplum. Gelecekle ilgili “dava”larımız iki temel dinamikle gelişiyor: Birincisi, Türkiye sosyal ve siyasal düzenini İslami referanslarla yeniden kurma mücadelesi. AKP ve cemaatler ittifakı, ele geçirdikleri iktidarı, bütünüyle bu hedef için kullanıyorlar. Bu amaçla bazı aydınlardan da insan devşirdiler. Ve Türkiye’yi geçmiş bütün varoluş temel taşlarından yoksun bırakma ve İslami karakterli bir ülke ve toplum yaratma dinamiğini çok ciddi bir biçimde çalıştırıyorlar. Bu uzun süreli bir yol ve politika gerektiriyor. 2009’dayız, 7 yıldır bu dinamik Türkiye’yi belirliyor. Korkunç bir parçalanma ve bölünme yaşıyor toplum. Geçmişle, üstelik haksızlıklarla ve yanlışlıklarla dolu ideolojik karakterli böylesine ve toptan hesaplaşma, ülkeyi şu veya bu düzeyde bir iç savaşa sürükler. İkincisi ise düşlerimizle değil hepsi korkularımızla ilgili. Örneğin Kıbrıs’ı kaybetme! Örneğin ülkenin birkaç parçaya bölünmesi için düğmeye basıldığı düşüncesi veya korkusu! Laik bir ülke olmaktan çıkıyoruz; kadınlarımızı köleleştirecek ve birey hak ve özgürlüklerinin, özgür ve eleştirel aklın dini ideolojilerin kelepçesine vurulacağı bir ülke yaratılıyor derin korkusu… Ülkemizde daha çok bir “varoluş refleksi” tetikte. Yani: Ayakta, hayatt kalabilmek… Bu politikaların, düşüncelerin ve duyguların egemen olduğu bir ülkenin, geleceği inşası mümkün olabilir mi? Varoluş refleksinde saplanıp kalmamızın nedeni ise, güçlü bir ülke kuramamış olmamızdır.


En başta ekonomi olmak üzere, kültür, siyaset kültürü, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hak ve özgürlüklerine saygı, bilim ve teknolojide üretken bir ülke inşa edememiş olmamızdır. Bu zayıflık ve güçsüzlük, doğal olarak, dıştan baskıları artırıyor ve içte de varoluş refleksini güçlendirerek büyütüyor. Türkiye’ye salt, bazı kesimlerimize egemen olan varoluş refleksi düşüncesi açısından bakacak bir uzaylı, “ülkenin yok oluşun eşiğinde” olduğunu sanır! Oysa, Türkiye zayıflıklarını güçlülüğe dönüştürecek bir gelecek projesi inşa etmeye soyunmadıkça, zayıflıklar sadece ivme kazanacak, korkular giderek güçlenecek… Sonuç, korkuların gerçekleşmesi bile olabilir! Güçlülüğün adı ise “askeri” olamaz! Şüphesiz, askeri güçlülük, dünyanın bu coğrafyasında zorunlu. Ama esas güçlülük, ülkenin diğer bütün alanlardaki zenginlikleri, evrensel olarak kabul edilmiş yaratıcılığının ürünleri, değerleridir. Çok fazla geriye gitmeye gerek yok, 1960’lı yıllarda “2000’li yıllara ülkeyi hazırlama” ve “planlı ekonomi-kalkınma” hamleleri düşüncesi Türkiye’ye egemendi… AKP iktidarı Türkiye’yi bir gelecek düşüncesiyle birleştirip bütünleştirebilirdi. Ancak böyle bir tutum sadece büyük siyasal insanların, büyük siyasal hareketlerin ve onların büyük düşlerinin ürünü olabilir! Gelecek planları üzerinde bir uzlaşma kültürü geliştirilebilirdi! Türkiye’yi olumlu yönde ileriye doğru geliştirecek ve dö-nüştürecek, uygar bir ülke olmasını sağlayacak olan böyle bir düş olabilirdi! Küçük bir Avrupa düşü bile ülkeye çok önemli yasal ve anayasal ulusal kararlar aldırtabildiğine göre, daha kapsamlı bir kalkınma düşü, bütün ülkeyi birleştirebilirdi… Ülkenin yakın tarihinde bazen, birleştirici olması gereken referans noktalarını bile yok etmeye yönelik bir “psikolojik saldırı-atmosfer” oluşuyorsa, pek çok olağanüstü yeni siyasal-toplumsal olayların gerçekleşmesi de, eşyanın tabiatına uygun olur. Bu düşünceyi şimdi demokrasi ve gelecek ilişkisi açısından da sürdürelim. Demokrasi İçin Gelecek Projeleri Zorunlu Attali: Geleceğe ilişkin önemli atılım projeleri olmayan ülkelerde demokrasi zayıflar, güçlenmez; dinsel ve milliyetçi öğeler ön plana çıkar ve totalitarizmi besler… Attali Türkiye’yi tarif ediyor sanki! Çok ilginç bir fikir ve destek, Attali’den! Attali, “Gelecek projesi olmayan, geçmişin dehlizleri arasında birbirini yer; gelecek umut yaratır, umudu ayakta tutar; ekonomiye sürdürülebilir yeni bir nitelik kazandıramazsak, başımız beladan kurtulmaz ve korkularımız gerçekleşir” biçimindeki görüşlerime, başka açıdan önemli bir destek veriyor. Mitterand’ın danışmanlığını yapmış ve şimdi bağımsız aydın olarak gelecek üzerinde dikkati çeken kitaplar yazan Jacques Attali, Le Monde gazetesindeki yazısıyla görüşlerime demokrasi boyutunu kattı! Attali: Geleceğe ilişkin önemli atılım projeleri olmayan ülkelerde demokrasi zayıflar, güçlenmez; dinsel ve milliyetçi öğeler ön plana çıkar ve totalitarizmi besler, diyor. Attali Türkiye’yi tarif ediyor sanki! Türkiye, örneğin 2023’te nasıl bir ülkede yaşayacağımızı bile planlamaktan aciz. Yarınını göremeyen ve planlayamayan bir ülkenin korkular içine düşmesi ve korkularına yenik düşmesi, neyi geliştirecektir? Attali yanıtlıyor: Totaliter eğilimleri! Erdoğan’ın, AKP’nin, cemaatçi güçlerin Türkiye’nin aydınlık geleceği için, toplumu birleştirmek için hiçbir projeleri yok. Projeleri: Liderlerinin giderek daha İslami totaliter eğilime girdiği bir ülke inşa etmek! Öte yandan, bu eğilime refleks olarak gelişen bir aşırı milliyetçilik, içe kapanma, herkesi ve her şeyi düşman gören anlayışın yükselmesi! Bu koşullarda demokrasinin sınırları neden gelişsin ki? Hangi geleceği planladık? Toplum önünü göremeyince, tıpkı karanlıkta yürür gibidir, korkularla cebelleşir. Acaba başımıza yarın ne gelecek, yok mu olacağız! * * * Bu bir travmadır! Geçmişle yoğrulmuş, gelecek öngörüsüzlüğünün yarattığı bir travma! Dolayısıyla böyle travmatik ortamlarda, ülkemizdeki gibi “güvenlik” konusu bir numaralı koruma mekanizması olarak ön plana çıkar! Hem askeri güvenlik hem de toplumun her kesiminde güvenlik arayışları… Nasıl bir ülkede yaşıyoruz? Farkında değil misiniz? Bizim gazeteye, ve diğerlerine, x ışınları cihazından geçerek giriyorsunuz ve güvenlik ekiplerinin koruması altındasınız. Bütün kurum ve kuruluşlar böyle! Üniversitelerde bile yüzlerce güvenlikçi var. Güvenlik sektörü büyük bir patlama yaşadı.

İstanbul’un önemli bir nüfusu, güvenlikli sitelerde yaşıyor! Hadi bunlar “iç teröre karşı” zorunlu önlemler diyelim, ama ordumuzu güçlendiriyoruz, geleceğe ve korkularımıza karşı en büyük güvencemiz ordumuz! Dünyanın dördüncü veya beşinci büyük ordusu! Düşman kamplar silahlarını kuşanmış! Bu ortamda demokrasinin gelişmesi mümkün olamaz. Aydınlarımız, geçmişi (iyi şeyler dâhil) parçalayarak ve ufalayarak bu karamsarlığı körüklüyor. Sorunu içeride aramaktan acizler! Türkiye’ye karşı dış ülkelerle ittifak kurarak, buradaki sorunlardan kurtulabileceğimiz saplantısı içindeler! Bu tutumları ve bakışları sorun çözmüyor, halkın önünü açmıyor, meşale yakmıyor; ama bugünü bile başarıyla karartıyor! * * * Bari Fransız aydını Attali’ye kulak verelim: Gelecek projelerimizi yaratmalıyız ki demokrasi gelişsin! Mesela öncelikle 50 yıldır 18 kez tepetaklak olarak IMF’nin kapısına ülkeyi düşüren ekonomik yapımızı tersine çevirecek projeler aydınlarımızdan hiç gelmiyor!? Geleceğe yönelik ulusal büyük projeler sadece birleştirici olmaz, çalışkan bir ulus yaratır! Yaratıcılığı, bilimselliği, bilimsel üretimi teşvik eder.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir