1939 yılının bir Eylül sabahı Almanların Polonya’ya taarruzu ile başlayan İkinci Dünya har. bi, o kışı sakin bir şekilde geçirdikten sonra, 1940 Nisanında Almanların Danimarka ve Norveç’i Istilasıyla tekrar canlanmış ve bir ay sonra Mayısta Führer ordularının Hollanda – Belçika – Fransa’ya yönelmesiyle de en coşkun noktasına ulaşmıştı. Dunkerque faciasını yaşayan Fransanın çökmeye başladığı bu sıralarda, Musolini Haziran 1940 da İtalyayı harbe sürüklemiş ve o zamana kadar yalnız Avrupa’da yapılan savaş böylece Akdeniz ve Afrika’ya yayılmıştı. İtalyanların Libya’da, Mareşal Graziani komutasında kuvvetli bir orduları vardır. Bu ordu, karşısında Mısır’ı koruyan zayıf İngiliz 8 nci ordusuna karşı Eylül ayında taarruz eder, fakat başarılı olamaz. Bundan az sonra Ekim’de İtalyanlar bu sefer Yunanistan’a harp açarlar. Musolini’nin düşmanı 15 günde dize getirmeyi umduğu bu yeni cephede de İtalyan ordusu yenilgilere uğrar ve bir ilerleme kaydedemez. İş bununla kalsa iyi. Aralık ayında Mısırdaki İngiliz kuvvetleri, General Wavelle’nin komutasında taarruza geçmişler ve Mareşal Graziani’yi önlerine katarak kovalamaya başlamışlardır. Tobruk, Deme, Bingazi dahil Libyanın yansı kaybedilmiş ve Wavelle 9 Şubat 1941 de El Ageyla’ya ulaşmıştır. İyice hırpalanan İtalyan ordusunda 5 artık hayır kalmamıştır ve Mareşal Graziani de son çare olarak Trablus’a çekilmeyi düşündüğünü bildirmekte, acele takviye diyerek yakınmaktadır. Halbuki Musolini bu harbe ne ümitlerle katılmıştı? Fransa yıkılıyor, İngiltere imparatorluğu çatırdıyordu ve harp, bitti bitiyordu, öyleyse milletine vadettiği «Süngüler üstünde kuracağı büyük Roma İmparatorluğu» için ileri atılmanın tam zamanıydı. Peki ama, şimdi bu olanlar da neyin nesiydi? Harp, hiç de kısa zamanda biteceğe benzemiyordu. Yunanistan’da bir karış ilerleyemeden olduğu yere çakılıp kalması bir yana, Libya’da uğradığı bu utandırıcı yenilgi nasıl açıklanacaktı? Daha önce. Musolini’nin ricalarını reddeden ve Kuzey Afrika’ya kuvvet göndermeyi kabul etmeyen Hitler, bu sefer gerçekten korkmuştur. İşte, acele ile 5 nci Hafif tümen ve 15 nci Panzer tümeninden kurulan Afrika Kolordusu’nun ve onun komutanı olarak o güne kadar pek az kişinin tanıdığı Rommel’in Afrika kıtasına ayak basışları böylece gerçekleşir. Bu eserin yazarı da hikâyesine işte bu noktadan başlamakta ve biz de böylece bu tarihten itibaren, yeni yeni parlayan bir yıldızın, Erwin Rommel’in yükselişini adım adım takip imkânını bulmaktayız. Zaten Rommel’in kabına sığmayan ataklığı kendisini göstermekte hiç de geç kalmaz. «Büyük çaplı bir harekâttan kaçınması ve Agadebya’dan daha ileri geçmemesi» hakkındaki Alman Yüksek Komutanlığının emrini kendine gö. re yorumlayarak ve birliklerinin tamamının gelmesini dahi beklemeden giriştiği Mart 1941 taarruzunun parlak sonucu ile herkesi şaşırtır. Şimdi dünyanın hayretle açılan gözleri Afrika’ya çevrilmiş ve dikkatler bu adı duyulmamış general üzerinde toplanmıştır. Hitler karargâhının Kurmay Başkanı General Halder, O’nun «Çılgının biri» olduğunda ısrar etmektedir ama, Yüksek Komutanlıkça durumu yerinde incelemekle görevlendirilen General Paulus, Berlin’e bir «Rommel hayranı» olarak dönmekte ve Goebbels hatıra defterine «Rommel akıl almaz başarılarkazanmaya başladı» diye yazmaktadır. Almanya artık büyük bir komutana sahiptir ve o güne kadar akla bile gelmemiş imkânlar, şimdi Afrika’da Almanya’yı beklemektedir. Bir yıl kadar sonra, Tobruk’un düşmesi üzerine Çörçil, Temmuz 1942 de. Avam Kamarası’- nda kendisini terleten muhaliflerine karşı şunları söyler: «Kuvvetlerimiz, Mihver kuvvetlerinden üstündü. 50.000’i Alman olan 90.000 kişiye karşı 100.000 askerimiz vardı. Malzeme bakımından 5/8 daha fazla imkâna sahiptik ve yeni 7.5 luk toplarımızı da cepheye sürmüştük. Bütün bunlara rağmen Tobruk savunmamız bir günde çöktü. Düşmanla araya 200 kilometrelik bir mesafe koyarak Marsa Matruh’a kadar çekildik. Rommel, 5 gün sonra tekrar karşımıza çıktı. Savaştan gene kaçarak Mısır’a gerisin geriye dönmek, El Alemeyn’e kadar çekilmek zorunda kaldık. Koskoca 8 nci Ordumuza ne oldu, anlıyamıyorum?» Eylül 1942 de Rommel Libya’yı bütünüyle kurtarmış, Mısır’a girmiştir ve Piramitler, elini uzatsa tutacağı kadar yakındır. Aynı günlerde kendisinden binlerce kilometre uzaktaki Rusya cephesinde de Alman orduları bir taraftan Stalingrad’a dayanırken, diğer yandan Kafkas dağlarının karlı yükseldiklerine tırmanmaktadır. Ama Mihverin soluğu da, beri yandan ağır ağır kesilmeye başlamıştır. Buna karşın Müttefikler, dev Amerikan endüstrisinin tükenmez desteği ile asıl şimdi soluk almaya başlamışlardır. İşte bu çerçeve içinde, Ekim 1942 de Rommel’in Afrika’daki talihi de dönüm noktasına varır ve zafer eğrisi tepe noktasma ulaştıktan sonra aşağıya doğru inmeye başlar. Montgomeri’nin taarruzu üzerine tedavisini yarıda keserek cepheye dönen Rommel, Hitler ve Yüksek Karargaha tekliflerini kabul ettirememenin ve bir yardım alamamanın kırgınlığı içindedir. Üstelik, hizmetlerinin ve çektiği çilenin yeterince takdir edilmediği inananı taşımaktadır. Kuzey Afrika savaşı, 2 senelik kısa bir zaman birimi içinde her iki taraf için zafer ve yenilgilerle iç içe sürmüş ve zor Çöl şartlan altında geçmiş bir mücadeledir. Ve Rommel, iradesi ve üstün komutanlık nitelikleriyle bu mücadelenin doruğundaki adamdır. Kuşkusuz, başarıları tek başına bir kişiye, yani Rommel’e mal etmek doğru olmaz. Bu, disiplinli, iyi eğitilmiş, iyi silahlanmış Alman askerinin ağırlığını göz ardı etmek ve onlann omuzlarına basarak haksız kahramanlar yaratmak olur. Fakat Alman askerinin bu niteliği de, hiç bir zaman, Rommel’in strateji dehasının değerini gölgelememelidir. Gelecek savaşa iyi hazırlanabilmek için geçmiş savaştan dersler almak başkadır, yeni sa8 vaşı da geçmiş savaşın usul ve kaidelerine gore yönetmeye kalkışmak başkadır. Birincisi ne kadar gerekli ve doğru ise, ikincisi de o kadar hatalı ve yanlıştır. Harp tarihinde pek çok kere tekrarım gördüğümüz bu hatayı, başlangıçta 8 nci İngiliz ordusu komutanlarında da müşahede ediyoruz. Buna karşın Rommel, yeni harbin şartlarına kendini gayet mükemmel şekilde uydurmuş, gözünü kırpmadan riskleri cesaretle kabullenmiş ve savaşın en kritik anında en ilerdeki birliklerin yanına gelerek onlara moral ve güven aşılamasiyle de destek olmayı bilmiştir. Paul Carell bu eseriyle, Rommel’in kişiliğinde, İkinci Dünya harbinin Avrupa dışındaki bir cephesini, özellikle o savaşa katılanlarla bizzat konuşarak işlemiştir. Ve öyle sanıyorum ki okuyucular, eserin kahramanı Rommel’in muharebeyi sevk ve idaresinden 40 yıl sonra bugün bile, çıkarılacak bir sürü ders bulacaklardır. Çünkü kahramanların belirgin özelliği, kendisinden sonra geleceklere, ibretle dinleyip okuyacakları örnekler sergilemeleridir. Bu, gelecekte de böyle olacaktır. İbrahim Artuç 9 ALMANLAR AFRİKA’DA Gecenin bu saatinde kuzey Afrika Çölü derin bir sessizliğe ve koyu bir zifiri karanlığa gömülmüştü. Tarih, 31 Mart 1941 ve vakit geceyarısından sonra idi. İki İngiliz subayı El Ageyla’- mn önündeki bir kum tepesinde durmuş düşman tarafını ve etrafı dinliyorlardı. Sessizliği bozan ufak bir çıt sesi bile yoktu. Teğmen Miller, dirseğiyle arkadaşı Clark’ı dürttü ve «Sana birşey söyleyeyim mi» dedi. «Harbin nefesi kesilmiş!» Gecenin belli belirsiz aydınlığında tepenin arkasında duran teğmenlerin aracı hayal meyal seçilebiliyordu. Araçta bir telsiz operatörü ve bir şoför vardı. Aracın üzerindeki işaret, 7 nci İngiliz zırhlı tümenine ait olduğunu gösteriyordu. Clark ve Miller’in alayı, buraya Kahire’den gelmişti. Kahire’de iken alaydaki subaylar arasında «İtalyan generali Graziani’nin 250.000 kişilik ordusu ile, fareyi gören kadınlar gibi, nasıl tabanları yağlayıp kaçtıkları» üzerine bir sürü hikâyeler anlatılıyor, nükteler savruluyordu. Teğmen Clark da ta Kahire’den Trablus içlerine, yani şimdi bulundukları tepeye kadar, kulaklarında bu hikâyeler ve dudaklannda hafif tebessümlerle gelmişti. Ama keşfe çıktığı şu uç noktada bile henüz Graziani ordusunun bir askerine rastlayamamıştı. 19 yaşında olan teğmen Miller de cepheye ancak birkaç gün evvel gelmişti. Bu, yüzünden belli oluyordu, çünkü henüz çölün yakan rengi tenini karartmamıştı. Araçlarıyle seli kiz saattan beri bu kum tepesinin gerisinde birşeyler görebilmek ve bir düşman eri olsun esir alabilmek ümidiyle sabırsızlanan iki subay, nihayet karınlarının acıktığını farketmişler ve şoför Fulton’a iyi bir akşam yemeği hazırlamasını söylemişlerdi. Şoför Fulton, açıkgöz bir Skoç’tu ve Bingazi’nin zaptı esnasında ele geçirilen İtalyan erzak depolarından bir sürü yiyecek almış ve aracının boş yerlerini bunlarla doldurmuştu. Kısa bir zaman sonra subaylar; Fulton’un yaptığı nefis spagettiyi yiyip, gece çöl ayazından korunmak için kaputlarını giyerek araçlarının içine girmişlerdi. Clark bir sigara yakmış ve Miller’e, İtalyan generali Bergonzoli’ye ait hikâyeler anlatmaya başlamıştı. Bergonzoli, «Fırça bıyık» manasına geliyordu. İngilizlerin taarruz harekâtı esnasında bu İtalyan generalini yakalayabilmek bir spor yarışmasına dönmüştü. Her basandan ve her ele geçirilen şehirden sonra subaylann ilk sorduklan «Acaba Fırça bıyık yakalandı mı?» oluyordu. Bergonzoli ise, hemen hemen her savaşı kaybetmesine ve neredeyse bütün kolordusunu elden çıkarmasına rağmen kendisini tutsak etmek bir türlü mümkün olamıyordu. Nitekim Sollüm’den, Bardiya’- dan, Tobrük ve Derne’den aynı şekilde kaçmak imkânım bulmuştu. Ama çekirge en sonunda Bingazi’de ele geçti. Arabasının penceresinden tabancasını uzatan İngiliz subayına söylediği de şu olmuştu: «Bugün buraya biraz erken geldiniz »… Bingazi’de general Bergonzoli’den başka yarım düzine kadar İtalyan generali daha esir alınmıştı. Bunların arasında general Bigoni, topçu generali Villanis, İstihkâm generali Negroni, tank generali Bardini, general Gona ve kurmay 12 Daşkanı general Guilliano da vardı. Bundan başka işin asıl eğlenceli tarafı, üzerinde «Yalnız subaylara mahsustur» tabelası taşıyan bir kamyon dolusu genç ve güzel kız da ele geçirilmişti. — Ne zevkli bir savaş değil mi? Clark hikâyesini bitirmiş ve çölün dondurucu soğuğundan korunmak için kaputuna sıkıca sanılmıştı. Miller’e dönerek alaylı bir tarzda: — Aman dikkat et, savaş tekrar nefes almaya başlamasın, demiş ve biraz sonra da uykuya dalmıştı. Teğmen Clark, kuşkusuz birkaç saat sonra savaşın tekrar, hem de eskisinden de dâha müthiş bir hiddetle nefes almaya başlayacağını aklînin ucundan dahi geçirmiyordu. Teğmenlerin keşif kolu kum tepesinin gerisinde tatlı tatlı uyurken, kilometrelerce gerideki Bingazi’de İngiliz generali Neame ve 2 nci zırhlı tümen komutam general Gambier Parry, bir İtalyan otelinin odasında, teğmen Clark’ın yolladığı «Hiç bir düşman faaliyeti görülmedi» raporuna ve diğer raporlara bakarak haritayı tetkik ediyorlardı. Muhtemelen generaller, birkaç ay evvelki taarruzlarının Sirte körfezinde kendi yüksek komutanları tarafından durdurulmaması gerektiğini ve 700 kilometre batıdaki Trablus’a kadar ilerlemenin kolaylıkla mümkün olabileceğini düşünüyorlardı. Baksanıza, İtalyanlarda hâlâ bir toparlanma ve hareket yoktu. Ama doğrusunu söylemek gerekirse 700 kilometrelik mesafe de pek öyle yabana atılır gibi değildi, üstelik İngiliz tanklarının durumu da öyle parlak sayılmazdı. Bunlara ilâveten Balkanlardaki Alman tehlikesini karşılamak üzere Afrikadaki kuvvetlerden üç tümen Girit ve Yunanistana gönderilmişti. Almanlar karadan bu bölgelere 13 yaklaştıkları gibi güney İtalya’da bir hava indirme tümenini elde bulundurarak devamlı bir tehlike yaratıyorlardı. Hele 10 ncu Alman hava kolordusu Bingazi’nin tepesinde boza pişiriyordu. Bu yüzden Bingazi’de gemi boşaltmak hemen hemen olanaksızdı. Onun için ikmal maddelerini Tobruk’dan karayolu ile getirtmek zorunda kalınmıştı. ROMEL DENEN KOMUTAN Aslında Hitler, kader arkadaşı Musolıni’nin kuzey Afrika’yı terketmesine asla izin vermeyeceğini belli etmişti. İngilizlerin taarruzu karşısında adeta kaçarcasma çekilen İtalyanların bu çekilişini durdurmak ve Avrupa’yı güneyden tehdit edilmekten kurtarmak Hitler için zorunlu hale gelmişti. Ama bu maksatla Afrika’ya fazla kuvvet ayırmak da işine gelmiyordu, çünkü savaşın kalbi Avrupa’da atıyordu. Bir Alman kolordusu bu iş için yeterliydi. Nitekim bu kuvvetler kısım kısım ve gizlice Afrika’ya ayak basmışlardı bile. Ve şu sıralarda bu Alman kolordusunun keşif birlikleri atak bir hareketle El Ageyla’yı ele geçirmiş bulunuyorlardı. Rommel isminde bir Alman generali de bu kuvvetlere komuta ediyordu. Evet, Rommel… Kendinden emin, taarruz ruhuyla yetişmiş, gözü pek bu generalin kendisi gibi atak keşif birlikleri daha göz açıp kapayıncaya kadar El Ageyla’ya el attıkları şu sıralarda, El Ageyla’dan kilometrelerce uzaktaki Bingazi’de, İngiliz generalleri Neame ve Parry, istihbarat subayı binbaşının raporunu dinli;, orlardı: 14 «Rommel, 15 Kasım 1891 de Würtemberg’te doğmuş, 1910 da Danzing harp okulundan mezun olmuş. Birinci Dünya harbinde, Argon savaşma katılmış, Fransa, Romanya ve İtalya’da hizmet etmiştir. İki defa yaralanmış, Demir Haç ve Pour Merrite madalyalarını kazanmıştır. Birinci dünya savaşı ile İkinci dünya savaşı arasında birçok birliklerde görev yapmış ve albaylığa yükselmiştir. İkinci dünya savaşımn başında Polonya harekâtına katılmış, sonra 15 nci zırhlı kolordu 7 nci Panzer Tümen komutanlığına getirilmiştir. » General Neame: — 7 nci Panzer tümeni, şu meşhur Maaş yarmasını yapan (*) şeytan tümen değil mi? Binbaşı okumasına devam ederek: «21 Mayıs 1940 da Arras taarruzunda esir olmak üzere iken kurtulmuş, Şövalye Haç madalyasıyla onurlandırılmıştır. Generalin, Şubat 1914 tarihinden beri karargâhıyla Trablus’ta bulunduğu tahmin edilmektedir.» Bu brifink, generallere pekaz birşey verebilmişti. General Neame yerinden kalkarak pencereye doğru yürümüş ve kendi kendine: —Rommel ve kuvvetleri, İtalyanları moralce takviyeden başka bir mana ifade etmez, diye söylenmişti. Berlin’deki İngiliz gizli servisi, yetkili ve güvenilir bir kaynaktı. Bu kaynağın verdiği raporlarda «Trablus’ta yalnızca 5 nci Alman hafif tümeninin bulunduğu, bunun da İtalyanların ancak moralini düzeltmeye yarayabileceği, bu….

Paul Carrel – Rommel – Çöl Tilkisi
PDF Kitap İndir |