Pucca – Günlük 1 – Küçük Aptalın Büyük Dünyası

Pucca Günlük Küçük Aptalın Büyük Dünyası Sana aşkolsun sevgilim, bana aşkın en orospu halini yaşattın A ŞT İ’de, Ankara-İzmir otobüsünün camından, hayatımın dört senesini verdikten sonra karşılığında beni piç gibi ortada bırakan çocuğa el sallıyorum. Hani böyle her insanın takıntı haline getirdiği, ille o olsun, Bıad Pitt gelse koluna sümüğümü sürmem dediği aşkı vardır ya, ha işte benimki de buydu. Hep yakışıklı, ilik gibi, zengin, esprili erkeklere baktığım halde, kalkıp dangoz gibi, iki çocuk yemiş de sıçamamış ve o yüzden de kocaman göbekli kalmış, kafasındaki saçların üç te biri döküldüğü halde kalanını jöleye bulamış, hayata dair tek görüşünü Fenerbahçe çerçevesinde oluşturmuş, üstüne üstlük şehla ve de tek kaşlı, bu kaba saba ayı oğlu ayıya âşık oldum. Şey gibi iş le … böyle DKNY’nin vitrinlerine bakıp bakıp iç geçirdikten sonra, kalkıp aynısı pazarda var diyerek 5 T L ’ye aldığın penyeler. Kimisi iyi çıkıyor da, bu sefer yan ılmıştım. Küçük Aptalın Büyük Dünyası Camdan ona el sallıyorum, burnumu cama yaslayıp geri zekâlı kız komiklikleri falan yapıyorum… Dört sene boyunca dört bin kez ayrılmıştık ve her ayrılığımızda aynı şeyden şikâyet etmiştim: “İlişkimiz güzel olmadı, bari ayrılığımız güzel olsun.” Tabii bunun bir bahane olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Ayrılıyorduk, sonra bakıyordum ki a ra mak için bahanem kalmamış, hoop bu lafı mesaj atıyordum. Sonunda oturduk, mantıklı mantıklı düşündük. Olmayacak bu iş, bari bu kez gerçekten güzel bitsin dedik. Ben İzmir’e dönmeye karar verdim, o ise hayatına devam etmeye… Güzel ayrılık adını verdiğimiz bu salak saçma şeye öyle bir k ap tırmıştım ki kendimi, “ İnince ara beni” diye işaret yapana k a dar kendimdeydim. İşte ondan sonra benim film kopuyor! Bir ağlamaya başlıyorum ki, Allahım sanki çocuğumu k e siyorlar. Bütün otobüs bana bakıyor fakat umurumda değil. Otobüsün kalkmasına beş on dakika var yok, koşarak aşağıya inip yanına gidiyorum. “Gitmeme izin verme,” diye çocuğun boynuna yapışıyorum.


O ağlıyor, ben ağlıyorum… E lle rimle yüzünü kavrayıp, gözlerine bakıyorum. O yüzü bir d a ha hiç göremeyeceğim. Sanki iç organlarımı kesiyorlar, öyle bir acı çekiyorum ki. Öl dese ölecek kadar seviyorum onu. Kendimi hep onun karısı olarak hayal etmiştim… Bir gün düzelecek ve beni gerçekten sevecekti. Ama olmadı, o hiç düzelmedi ve beni umduğum gibi sevemedi hiç. Şimdi k a rşımda ağlıyor. Bana, “Gitme, yeniden başlayalım,” dese, kendimi biliyorum, gitmem. Ağzının içine bakıyorum o lafı etsin diye. O ise karı gibi ağlıyor. Kimsenin sesini duymuyor, kimsenin yüzünü görmüyorum. Sanki etrafta bir tek o var. Bir 3 P u c c a Küçük Aptalın Büyük Dünyası son dakika k a ran vermek zorundayız. Hani filmlerde olur ya; son saniyede adam “Gitme!” deyince, esas kızla oğlan mutlu mesut bir hayata adım atarlar. Önceki elli milyon kez denemişliğimizden biliyonım ki, bu son kararlar filmlerdeki gibi olmuyor, ama yine de istiyorum ki desin bana: “Gitme PuCCa ” .

Üniversitenin daha birinci senesinde, sınıfa girdiğim anda fark etmiştim bu çocuğu. Tek kaşlıydı falan ama böyle güzel, içten bir gülümseyişi vardı. Sonra nasıl oldu, nasıl bitti anlamadan (sanırım kaşlarının ortasını alınca), biz bununla hop sevişmeler, öpüşmeler derken, ciddi bir ilişkinin içerisinde bulduk kendimizi. İlk üç dört ay her şey gayet sıradandı. Sonra bu çocuğun içine bir öküz kaçtı, bir daha tövbe Allah ç ıkartamadım o hayvanı. Dayak mı dersin, kıskançlık mı, küfür mü, çapkınlık mı, ilgisizlikle fazla ilgi arasında dengeleri bozması mı, yani bir ilişkide olmaması gereken ne varsa, bizim ilişkimizde vardı. Ve ben, bildiğin düz, hayvansal bir aşkla bağlıydım bu çocuğ a … Gel desin, PuCCa bebenin ayaklanm yıkar; git desin, kapının önünde gel demesini bekler. Böyle ezik bir kız o lmuştum. Kafama aldığım darbelerden dolayı dayağa da a lışmıştım… Hatta üç gün vurmasa bana, başkası mı var lan diye düşünecek kadar beynimi kullanamaz hale gelmiştim. Sonra bizim okul bitince, h er üniversiteli çiftin başına g e len “ayrı şehirler” durumu başladı. Tabii bu sırada ilişkim piç oldu, her gün kavga dövüş kıyamet Allaaaahhh. Ay kalbim daralıyor hatırladıkça bak. Bir akşam çocuk bana dedi ki, “Uzak mesafe ilişkisi yürümüyor.” Aslında ayrılmak istedik ü ç ü k a p ta lın b ü y ü k d ü n y a s ı Küçük Aptalın Büyük Dünyası ğini söylemeye çalışıyordu ama ben o salaklıkla bunu, “Kalk gel buraya” diye algılamıştım. O gece sabaha kadar düşü n düm.

Sonunda, işi her zaman bulabilirim, ama onu asla d iy e rek, pilimi pırtımı toplayıp Ankara’ya yerleştim. Orada b u ra da iş güç ayarladım, genelde onların evinde yaşayarak bir s e ne kaplumbağa gibi dolandım durdum. Ardından nişanlandık; benim ailemden kimsenin siklemediği, hacılarınkine benze yen gümüş yüzüklerimizin takıldığı bir ambiansta gerçekleşti olay. Yüzüğü ne kadar taktın diye sorarsan, en fazla yedi gün. Zaten o yüzük dört beş defa değişti. Biri balkondan aşağıya atıldı, biri klozette yüzdü, birini kafasına attım, en sonuncusunu ise eline vermiştim. İlk Ankara’ya gittiğim ve kendime hemen iş bulduğum dönemde bunun işi gücü yoktu. Ağır bir depresyondaydı. Bir dayak yerdim ondan, var yaaa insan evdeki halısını öyle d ö v mez. “Tamam,” dedim, “depresyonda, o yüzden böyle, nasıl olsa düzelecek.” Yok ama anacım, düzeleceği yerde daha b e ter oldu. Ben onun için artık âşık olduğu kız değil de nefret ettiği biri haline geldim. Sonra bu işe girdi falan ve taşakları serer sermez terk etti beni. Kaldım mı orada sap gibi. Ulan ben h e rif için kalktım, bütün hayatımı değiştirdim, adam d a ha iş bulduğunun ikinci haftası bana postayı koydu.

Anlata mam nasıl acı çektiğimi. Nasıl bir aşksa ulan, hiç kimseyi b e ğenmiyorum, kimseyi gözüm görmüyor, ille de onu istiy o rum. Saplantı haline getirdim adamı, bana dönsün diye evimi bile yaktım yaaa (sonra anlatırım bunu, çok uzun hikâye). Akşamları, “Allahım n ’olur ben öleyim, pezevenk de ac ısından ölsün!” diye dualar ederdim. Küçük Aptalın Büyük Dünyası Bana dönmesi için yaptığım bu numaralardan birine tav olunca, biz yeniden başladık. Tabii bambaşka bir adam o la rak: İlgisiz, umarsız, sikine bile beni takmayan. Eskiden sıçarken bile beni arayıp haber veren adam gitti, yerine başka bir numarası olduğunu bile benden saklayan adam geldi. Sabrettim, olacak dedim. Bu çocuk benim kaderim, ben bununla evlenmeliyim diye her şeyine olur verdim. Ta ki bir gün aynada göz kenarlarımdaki kaz ayaklarının belirgin o lduğunu görünceye kadar. Kendi kendime, “Allahım benim burada ne işim var?” diye sordum. Durumuma şöyle b ir b ak tım: Hayatım sadece bir adama endekslenmiş; ondan başka hiçbir şeyde gözüm yok; geleceğe dair tek planım, onunla e v lenmek. Sonunda, “Ben dümdüz bir geri zekâlıymışım ya,” dedim ve gitmeye karar verdim. Ankara’ya gelişim gibi bu kararım da ani oldu ve vazgeçmemek için hemen harekete geçtim. Ona söyledim, dünden hazırmış gibi kabul etti ve bir daha başlamamak üzere bitirdik.

Şimdi ise kafam karman çorman. Beni sevmiyorsa, neden ağlıyor? Madem seviyor, neden gitmemi istiyor? Nerede ne hata yaptık da bu haldeyiz? Muavin “Artık kalkıyoruz,” d e yince, tekrar otobüse binmek ‘zorunda kalıyorum. Yerime oturup, hâlâ belki “Gitme!” der diye camdan bakarak b ek liyorum. Ama demiyor. Ankara’dan uzaklaşırken, çalıştığım televizyon kanalını, evimi, oradaki kedimi, o saplantılı aşkımı, hepsini geride b ırakıyorum. Onunla birlikte yaşadığım hiçbir anın güzel o lmadığını fark ediyorum. Hiç mutlu olmamışım, ama yine de içimde hâlâ, “Dön dese dönerim,” diyen birinin sesi çınlıyor. Küçük Aptalın Büyük Dünyası Ayrılık d ö n em le r i İzm ir’e evime döndüm dönmesine ama, keşke başka şan sım olsaydı da A n k a ra ’da kalsaydım diye düşünüyorum. Şimdi, benim annem ile babam tee seneler evvel olaylı bir şe kilde ayrılmışlar. Annemle aramız hiç iyi değil. Babamla ya şıyoruz, üç katrdeşiz. İki yaş küçük bir kız kardeşim ile dört yaş küçük bir erkek kardeşim var. Kız kardeşim benim en y a kın arkadaşım. Hiçbir şey konuşmadan anlaşabildiğim tek in san. Dönerken de tek avuntum oydu.

En azından o var, bana destek verir diye düşünmüştüm. O kadar sene evden uzak kaldıktan sonra, döndüğüm y e rin aynı olmadığını fark etmem bir günümü aldı sadece. E r tesi sabah, babam başımın dibinde, “Ee ne zaman çalışa c aksın? Şımarıksın işte! Ne istersen yaptık, ama çalışman lazım. Kalk git İstanbul’a bence. Burada bir tane televizyon kanalı var, onda da sana ekmek çıkmaz. Burada durman saçma,” d iye söylenmeye başladı. Daha geleli bir gün olmadan, beynilO P ucc» Küçük Aptalın Büyük Dünyası mi yedi yedi yedi adam. Zaten ağır bir travma yaşıyorum, ulan koskoca saplantılı bir aşkı bitirmişim. Tabii adama b ö y le diyemem, ama hani bir anla beni herif! Bir rahat bırak! Odamda liseliler gibi Sezen Aksu falan dinleyeyim. İlk günlerimi babamın bu sözlerini işitmekle geçirdim. Sonra çocuğu çok özlemeye başladım. Odadan dışarı çıkmamaya, habire yemek yemeye, hatta yemek yiyerek kendimi öldürmeye çalıştım. Ankara’dan dönerken kırk sekiz k ilo y dum. Hoop üç haftada oldum elli üç. Ayrılık aşamalarım ö n ceki ilişkilerimden de detaylıca bildiğim için, şu an bir Yıldız Tilbe sendromu yaşadığımın farkındayım.

Ayrıca bu durumu acayip uzattığımın ve en kısa zamanda çıkmam gerektiğinin de farkındayım. Ayrılık aşamalarına gelirsek: YILDIZ TİLBE SENDROMU: İlk olayımız budur. Ayrıldığınız şahıstan başka kimseyle yiyişmek istemezsiniz. Robbie Williams gelse sikmişim taşşaklannı dersiniz. Ha bire ara beni, gel bana, sev beni, aşkınısın tarzı şeyler beyninizden geçer. Göz sürekli telefondadır. Önce telefonu kapatırsınız, on dakika sonra hemen geri a ça rsınız. Ardından, “Ararsa asla açmıcam, aslaaaa,” dersiniz. On dakika sonra, “Ararsa çok soğuk konuşacam,” dersiniz. On dakika sonra, “Aradığında sen açsana Canan yaaa, ‘Y o k ’ de benim için,” dersiniz. On dakika sonra, “Arasa, ah bi arasa,” dersiniz. Bunun sonunda ise, el telefonda, göz tavanda, fo n da bayık müzikler eşliğinde, “Allahım arasın beniii” diye dua k ü ç ü k a p ta lın b ü y ü k d ü n y a s ı II Küçük Aptalın Büyük Dünyası ederken bulursunuz kendinizi. Bu arada, er kişi sürekli takip edilir. Sanki bir günde b irini bulacakmış gibi. Eğer hâlâ silinmediyse, Facebook’tan en az yirmi beş kez sayfasına tıklanır.

Kişisel iletiler hep d am a rdır: “Canım yanıyor!” , “yarısı senin, yarısı ihanetinin b ek çisi” , “kıymet bilene gelsin bu şarkı!” gibi. Kapıcı çocuğunun bile beyni sikilir. Dünyadaki tek sorun onun ayrılığıdır. İşin garibi, başkalarının da bu durumunu umursamalarını bekler. Dünyaya on beş dakika sonra g ö k ta şı düşecek desen, “Yaa benim derdim başımdan aşkın, sen ne diyosun?” diyerek terslemeye müsait bir yapıları vardır. S a dece sevgilisini anlatabileceği arkadaşlarıyla konuşur, d iğ e rlerini de bir kalemde siler. Dışarı çıkmaz, kendini eve k ap a yıp ağla rr ağlarr ağlarr. Kadınlar en büyük pişmanlıkları, “keşke” leri bu dönemde yaşar. Zaten bir kadın pişman o lmuşsa yaptığından, işin en başında döner. Yok dönmediyse eğer, daha beklemenin âlemi yoktur. O icarı hayatta dönmez.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir