Rav Michael Laitman – Kaosdan Ahenge

İnsanlığın derin bir bunalımda olduğu bir sır değildir. Bir çoğumuz zaten bunu hissediyoruz. Anlamsızlık, kızgınlık, ve boşluk hisleri yaşamlarımızı yutmuş durumda. Ailevi krizler, sorunlu eğitim sistemi, uyuşturucu kullanımı, kişisel güvensizlikler, ve nükleer savaş ve ekolojik tehdit korkusu, bunların hepsi mutluluğumuzun üzerine kara bulutlar düşürüyor. Yaşamlarımız üzerinde kontrolümüzü kaybetmişiz ve problemler geldikçe onlarla baş edemiyoruz gibi görünüyor. Hastalığa doğru teşhis koymanın tedavinin yüzde ellisi olduğu malum bir bilgi. Dolayısıyla, sorunlarımızı çözmek için önce onların sebeplerini anlamamız gerekir. Başlamanın en güvenli yeri insan doğası ve dünyanın doğasını anlamaktır. Eğer kendi doğamızı ve bizi etkileyen yasaları anlarsak, nerede hataya düştüğümüzü ve içinde bulunduğumuz zor durumları nasıl sonlandıracağımızı biliriz. Bizi saran doğayı gözlemlediğimizde, Doğanın cansız, bitkisel, ve canlı (hayvansal) seviyelerinin tamamının genetik içgüdülerle işlediğini keşfediyoruz. Bu eylemler iyi yada kötü olarak addedilmez; sadece bunların içlerine aşılanmış kuralları doğayla ve bir birleriyle ahenk içinde izlerler. Ancak, insanın doğasına bakarsak, aslında doğanın geri kalanından farklı olduğunu görürüz. Başkalarını istismar etmekten zevk alan ve bir başkası üzerine hükümranlık kurmaya çalışan tek yaratık insandır. Sadece insan eşsiz, diğerlerinden farklı, ve üstün olmaktan haz duyar. Dolayısıyla, insanın egoizmi Doğanın dengesini bozar.


İnsan arzularının büyümesini takiben, içimizde haz alma arzusu zaman içinde gelişti. İlk göstergesi basit arzularla idi, yemek yemek, üremek, ve aile tecrübesi edinmek gibi. Daha ileri arzuların ortaya çıkışı, maddi varlık, ün, egemenlik, ve bilgi insan toplumunun ve sosyal yapıların, eğitim, kültür, bilim, ve teknoloji, gelişimine sebep oldu. İnsanlık, ilerleme ve ekonomik büyümenin bizleri doyuracağı ve mutlu edeceğine inanarak, gururla ileriye yürüdü. Ne yazık ki, bugün bu uzatılmış “evrimleşme” bir durağanlığa gelmiştir. Bunun sebebi, alma arzumuzun uzun süre doyurulmuş kalamayacağıdır. Hepimiz en azından bir kez bir şeyi, bazen senelerce, çok istemişizdir. Fakat istediğimizi alır almaz, kısa zamanda haz kaybolmuştur, boşluk geri gelmiş ve kendimizi bizi tatmin edeceğini umduğumuz yeni amaçlar peşinde koşarken bulmuşuzdur. Bu süreç hem kişisel seviyede hem de tüm insanlık seviyesinde ortaya çıkar. Şimdi, binlerce yıldır tecrübe biriktirdiğimize göre, nasıl sürekli mutluluğa yada hatta temel içsel güvene ulaşabileceğimizi bilmediğimizi kavrıyoruz. Hayretler içindeyiz. İşte bizi yiyen bunalımın ve meydan okumaların temelinde bu fenomen yatıyor. Dahası, başkalarını harcamak uğruna ben merkezci hazlar aramak için doğal olan, egoist insansal tercih zaman içinde yoğunlaşmıştır. Bugün, insanlar kendi başarılarını başkalarının enkazları üzerine inşa etmeye çalışıyorlar. Toleranssızlık, kötülük, ve nefret yeni korkunç boyutlara ulaşarak insan türünün varlığını tehlikeye atmaktadır.

Doğayı gözlemlediğimizde, tüm yaratılanların ihsan etme prensibini izlemek, yada başkalarıyla ilgilenmeleri için inşa edildiklerini görürüz. Bu, insanları motive edenden özünde farklı bir prensiptir. Organizmadaki hücreler, tüm bedenin devamını koruyabilmek adına karşılıklı verme ile birleşirler. Bedenin içindeki her hücre yaşamsal ihtiyaçlarını alır, ve geri kalan enerjisini bedenin geri kalanına bakmak için harcar. Doğanın her seviyesinde, birey parçası olduğu bütünden faydalanmaya çalışır, ve bunun içinde bütünlüğü bulur. Özgecil eylemler olmadan beden varolamaz. Aslında, yaşamın kendisi devamlılığını sürdüremez. 6 Bugün, bir çok farklı alanları araştırdıktan sonra bilim, insanlığın da gerçekte tek bir bütün beden olduğu sonucuna varıyor. Problem, biz insanların hala bunun farkında olmayışımızdır. Uyanmalı ve mevcut yaşamlarımızı gölgeleyen problemlerin tesadüfi olmadığını anlamalıyız; bunlar geçmişten bildiğimiz hiçbir yöntemle çözülemezler. Problemler bitmeyecek, ancak biz yön değiştirip Doğa’nın kapsamlı yasası – özgecilik yasası – ile uyum içinde çalışmaya başlayana dek daha da kötüleşeceklerdir. Hayatımızdaki her negatif olgu, en özelden en genele kadar, Doğa’nın yasasına uymamaktan kaynaklanır. Yüksek bir yerden atlayıp zarar görürsek, biliyoruz ki yer çekimi kanununa karşı hareket ettik. Öyleyse, şöyle bir durup Doğa’nın yasasını nerede izlemediğimizi görmek için kendimizi incelemeliyiz. Doğru yaşam tarzını bulmalıyız.

Hepsi farkındalığımıza bağlıdır: Doğa’nın sistemini ne kadar iyi anlarsak o kadar az acı çekeriz, ve o kadar çabuk evrimleşiriz. Canlı (hayvansal) seviyede özgecilik varolma yasasıdır. Ama insan seviyesinde, bu tür ilişkiyi biz kendimiz inşa etmeliyiz. Doğa, kendimizi yeni ve daha yükseltilmiş bir varoluş seviyesine çıkarmayı bize bırakmıştır. İnsan ve tüm diğer yaratılanlar arasındaki temel fark budur. İnsanın doğasını değiştirmek hiç de kolay bir iş olmadığından bu kitapta, özgecil ilişkileri nasıl gerçekleştirebiliriz onu irdeleyeceğiz. Egoist olarak yaratıldığımızdan, ve bu bizim doğamız olduğundan, doğrudan egoizmimize karşı gelemeyiz. Öyleyse, “marifet” her birimizin, bir birimize tek bir bedenin parçalarıymış gibi bağlanması için, diğerlerine karşı tavrımızı egoistçe değiştirtecek, bir yöntem bulmaktadır. Doğa’nın bizi sosyal varlıklar olarak yaratmış olması tesadüf değildir. Eğer davranışlarımıza derinlemesine bakarsak, her hareketin, bize toplumun takdirini kazandırma niyetiyle yapıldığını görürüz. Bizi ayakta tutan budur, ve bunun yokluğu yada toplum tarafından açığa çıkartılması, bize en büyük acıyı verir. Utanmak bir insanın yaşayabileceği en korkunç şeydir. İşte bu yüzden toplumun önümüze koyduğu değerlere uyma eğilimindeyizdir. Dolayısıyla, eğer içinde yaşadığımız çevrenin değerlerini değiştirmeyi başarırsak; başkalarını düşünmek, paylaşmak, ve merdivenin en üst noktasına dek bağ kurabilmek gibi özgecil değerleri getirirsek, başkalarına karşı davranışlarımızı değiştirebiliriz. Toplum kişiye, topluma karşı sadakatinden dolayı değer verirse, hepimiz ister istemez toplum adına düşünmek ve hareket etmek için gayret ederiz.

Kişisel üstünlüğe verdiğimiz ödüllerden kurtulur, ve insanları sadece topluma ilgilerinden dolayı takdir edersek, çocuklar ebeveynlerini bu standartlara göre değerlendirirlerse, arkadaşlar, akrabalar, ve meslektaşlar bizi sadece başkalarıyla ne kadar iyi ilişki kurduğumuza göre incelerlerse, hepimiz toplumun takdirini kazanabilmek için başkalarına iyilik yapmak isteriz. Dolayısıyla zaman içinde, bahşettikleri toplumsal onaya bakmadan, başkalarına karşı özgeciliği ifade etmenin, yada cömertliğin kendi içinde özel ve yüce bir değer olduğunu hissetmeye başlarız. Böyle yaparak, bu davranışın aslında mükemmel ve sınırsız hazzın kaynağı olduğunu görürüz. Bugünün toplumu egoist olmasına rağmen, Doğa’nın özgecilik yasasına doğru ilerlemeye son derece hazırdır. Eğitim ve kültür her zaman özgecilik yasası üzerine kurulmuştur. Evlerimizde ve okulda çocuklarımıza şefkatli, sevecen, ve dost canlısı olmayı öğretiriz. Çocuklarımızın başkalarına iyi davranmasını isteriz, ve başkalarına karşı böyle bir tavrın doğru olduğunu ve bu yolu izleyenleri koruduğunu hissederiz. Neredeyse hiç kimse bu değerlere muhalif beyanda bulunmaz. 7 Ek olarak, iletişimdeki ilerleme sağ olsun, bugün dünyaya yeni mesajlar ve değerleri ivedilikle iletebiliriz. Bu, insanoğlunun artan bunalımının ve kapsamlı bir çözüm ihtiyacının farkındalığını yükseltmekte can alıcı bir etkendir. Mevcut problemlerimiz bizi değişmeye teşvik etse de bundan daha ötesi vardır. Topluma karşı doğru bir tavır inşa ettiğimizde, daha önce bildiğimiz her şeyden daha üstün, tamamen yeni bir varolma seviyesine kabul ediliriz. Bu, daha yüksek bir varoluş formudur, ilahi ve Doğa’nın bütünlüğü ve mükemmelliği hissidir. Şimdi, nesillerin sayısız kez evrimleşmesinden sonra, Doğa’nın evrim yasasının bizi nereye doğru ilerlettiğini anlayacak gerekli deneyimi biriktirmiş oluyoruz. Okuyucuya sunacağımız resim, çağdaş bilimin en son buluşlarıyla birlikte kadim Kabala ilminin üzerine kurulduğu prensiplerdir.

Bu kitap bize kargaşayı çözmeyi öğretmeyi hedefler, ve verimlilik ve başarıya hazırlık yapmayı. Böylece, Doğa’nın yasasını gerçekleştirmeye doğru ilk gerçek adımımızı atmış oluruz. Sadece o zaman Doğa’nın tek kapsamlı sisteminin parçası olduğumuzu hissedebilir, ve Onun içindeki mükemmellik ve ahengi tadabiliriz. 8 Giriş Bu kitap, farkındalığımızda ne gibi bir değişiklik gerektiğini, ve neden gerektiğini tanımlayarak insanoğlunun 21.yüzyıldaki durumuna odaklanır. Ancak bunu yapmadan önce insanlığın mevcut durumunun gerçeklerine bir göz atalım. Bu olguları bilmemiz problemlerimize sunulan çözümü anlamamıza yardımcı olması açısından önemlidir. Aşağı yukarı son 100 yılda, bilimsel ve teknolojik ilerlemede çok büyük sıçrayış yaptık, ve bakıyoruz ki hala bir çok alanda yükselen olgulara karşı çaresiz ve şaşkınız. Bir çoğumuz hayatımızdan memnun değiliz, ve içimizde gittikçe artan güvensizlik, anlamsızlık, kızgınlık, ve şiddet hissi bulunmakta. Bu hisler sık sık alternatif doyum araçları olarak hizmet eden sakinleştirici, uyuşturucu ve diğer maddeleri kullanmamıza sebep olur. 21. yüz yılın salgın hastalıkları endişe ve depresyondur. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), her dört kişiden birinin yaşamı boyunca bir akıl hastalığından mustarip olacağını belirlemiştir.1 Geçtiğimiz elli yıl içinde, depresyondan mustarip insan sayısında belirgin bir artış olmuştur. En son bulunan şey de depresyonun giderek daha genç yaşlarda ortaya çıkmasıdır.

2020 yılına gelindiğinde, akıl hastalıkları ve özellikle depresyonun ikinci en yaygın sağlık problemi sebebi olacağı beklenmektedir. Depresyon, intiharın ilk sebeplerinden biridir. Her yıl, bir milyondan fazla kişi kendi hayatlarını alıyorlar, ve 10 ile 20 milyon arasında kişi de teşebbüste bulunuyorlar.2 İntihar teşebbüsleri genel olarak, ve özellikle gençler arasında, yukarıya doğru giden açık bir eğimdedir. Gelişmiş Batı ülkelerinde intiharlar, çocuklar ve gençler arasındaki ölümlerin en yaygın ikinci sebebini oluşturmaktadır.3 Sağlık alanında çalışanların çoğu intihar olgusunun toplumun genel sağlıksızlık durumunu yansıttığına inanmaktadır. Geçtiğimiz yirmi otuz yılda, uyuşturucu kullanımı marjinal bir olgudan, dünyada belli başlı bir mesele haline gelmiştir, ve bugün toplumun her seviyesi bundan etkilenmektedir. Bugün gençler arasında uyuşturucu kullanımı da buna benzer bir olgudur, çocuklar hayatlarında uyuşturucuyla ilk okul kadar erken tanışmaktalardır. Amerika’da, hayatları boyunca en az bir kez uyuşturucu kullandıklarını itiraf eden insanların sayısı tüm nüfusun %42’sidir.4 Avrupa’da, kokain tüketimi rahatsız edici yüksek bir rekor olan 3.5 milyon kullanıcıya ulaşmıştır, ki bu sayının içinde kıtanın batı kesiminden yüksek öğrenimli kişilerin sayısı artmaktadır.5

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir