Rebecca Rupp – Dört Element

Bugün dünya üzerinde sahip olduğumuz her şey, doğal yollarla oluşmuş· doksan iki elementin bir veya daha fazlasından oluşmaktadır. Büyüklük olarak ufacık hidrojenden uranyum kadar devasa nesnelere kadar değişen bu farklı şeyler, maddenin alfabesidir: Tıpkı yirmi dokuz harfin dizilişinin, tekerlemelerden Shakespeare’in trajedilerine kadar her şeyi oluşturduğu gibi, elementler de, yerleri yaratıcı biçimde değiştirildiğinde, bir Ay taşı, oyuncak Barbie bebek, maymun veya B-52 bombardıman uçağı meydana getirebilirler. İnsanlık tarihi, elementlerin tarihiyle ayrılmaz biçimde iç içe geçmiştir. Bunları merak etmiş, tartışmış , bunlardan endişe duymuş; bunları keşfetmiş , fark etmiş ve incelemiş ; bunları ayırmış ve kendi ürettiklerimizin bazılarıyla birleştirmişizdir. Bunlarla ilişkimiz aynı zamanda hem yakın, hem de uzaktır : Elementler, hem siklotronların anlaşılması güç maddeleri, hem de günlük yaşamın temelidirler. Medeniyetlerimiz elementler üzerine kurulmuşlardır ve mevcut teknolojimizin tamamı onlardan doğar. Gözlerimizi kısarak gün doğumunu izlediğimiz veya yıldızlarla dolu bir gökyüzünü seyre daldığımız her vakit, elementlerin oluşum sürecini izleriz . 9 DÖRT ELEMENT Günümüzde Periyodik Cetvel yaklaşık 1 1 8 elementi; doğanın daha önce bahsedilen doksan iki elementi ile bizim laboratuarlarda üretmiş olduğumuz yirmi altı elementi sıralamaktadır. Bu tür bir element bolluğu, her ne kadar bugün farkında olunmasa da yeni bir olaydır. İnsanlığın iki bin yıldan uzun tarihi boyunca elementlerin sayısı yalnızca dört olarak bilinmişti. Bunlar, antik Yunanlıların klasik elementleriydi: Su, at�ş, tQprak. ve hava. *** Bütün madde biçimlerini oluşturan sınırlı sayıda madde olduğu fikri, milattan önce altıncı yüzyılda, bugün Türkiye’nin güneybatı sahili olan eski Yunan toprakları İyonya’da ortaya çıkmıştı. Bu fikri benimseyen kişiler, doğa felsefesi olarak bilinen düşünce ekolünün kurucularıydı ve bütün Batı bilimlerinin temeli olan bu ekol, Yunanlıların dünyanın işleyiş biçimleri hakkındaki doymak bilmez meraklarının doğal bir sonucuydu. Hiçbir soru, yetişmekte olan filozofların üstesinden gelemeyecekleri kadar küçük veya büyük değildi.


Ay’ın ve yıldızların parlamasına yol açan şey neydi? Deniz suyu neden tuzluydu? Hangisi daha tatlıydı; bal mı yoksa incir mi? (Bu konu hakkında biraz düşünmüş olan Ksenophanes’e göre bal daha tatlıydı.) Uzay diye bir şey var mıydı? N eden dağ başlarında bazen denizkabuğu şeklinde taşlara rastlanıyordu? Ve muhtemelen en önemlisi, maddenin yapısı neydi? Bilim ile din arasındaki büyük bölünmenin ilk kez belirmeye başladığı yer, Türkiye’nin bu antik sahil bölgesiydi. Milattan önce altıncı yüzyıldan öncesine kadar doğal dünyadaki olaylar genellikle Tanrıların iradelerine bağlanıyordu (veya suç tanrılara atılıyordu) . Yunanlıların doğa olaylarıyla ilgili mantıklı açıklamalar olduğuna duydukları inanç daha önceki düşünme biçimlerini altüst etmekle kalmamış , aynı zamanda gelecek için de etkileyici anlamlar sunmuştu. Eğer olayların doğaüstü varlıkların hercailik10 KAC ELEMENT VARDIR? !erinden başka sebepleri varsa, bu olayları tahmin etmek, önlemek, kontrol altında tutmak, kullanmak veya onların yönlerini değiştirmek için sayısız fırsat doğmuş demekti. Doğa filozofları entelektüel devrimciler, görkemli ve etkileyici bir kavramsal yükseliş çağının yıldız oyuncularıydılar. Günümüzde onların onuruna Ph. Dı -Doktora- unvanı, en yüksek akademik araştırma derecesidir. iyonyalı filozof Tales , şüphesiz bu konuyu düşünen ilk kişi olmasa da, genellikle elementlerin yapıları hakkında kuramlar yürüten ilk kişi olarak kabul edilir. Muhtemelen ilk doğa filozofu olan Tales , MÖ 624 yılı civarında, efsaneye göre kente vardıklarında oradaki bütün erkekleri öldürüp onların dul eşleriyle zorla evlenen başıboş Atinalılar tarafından kurulmuş liman kenti Milet’te doğmuştu. Miletli kadınların ilk kuşağı intikam almak için, kocalarıyla aynı masada oturmayı veya onlara gerçek isimleriyle seslenmeyi reddetmişlerdi. Ne var ki Tales’in zamanında Milet huzurlu ve zengin bir kentti; MÖ 7. yüzyılın sonları ve 6. yüzyıl genel olarak Yunanlı olmak için iyi zamanlardı. Dünyanın diğer bölgeleri kargaşa içerisindeydi.

Doğuda, kızgın komşularınca kuşatılmış Asur İmparatorluğu, hak ettiği kanlı sona yaklaşıyordu. Güneyde ise Mısır firavunu, Megiddo’da -bu yer korkunç savaşlarıyla o kadar ünlüdür ki, ismi günümüze Armageddon* olarak gelmiştir- Kral josiah’ı öldürüp Judah krallığını işgal etmek üzereydi. Tales delikanlı çağına gelene kadar Babil, Kudüs’ü fethetmesi ve oranın Yahudi sakinlerini esir etmesi nedeniyle Eski Ahit’te ölümsüzleştirilmiş olan savaşçı 11. Nebukatnezar’ın yönetimi altında oldukça güçlenmişti. Bunun aksine MÖ 7. ve 6. yüzyıl Yunanistan’ı, o zamanlar için güvenlik sığınağıydı. Yunan anakarası, her biri güçlü tiranların yönetimi altındaki bağımsız varlıklar olan yüzlerce şe1 Doctor of Philosophy * Hıristiyan inancına göre kıyamet gününde iyilik ve kötülük ordulan arasında çıkacak savaşa sahne olacak meydan. (Çev.) DÖRT ELEMENT hir devletinin egemenliği altındaydı. Antik Yunan dünyasındaki tiran terimi henüz günümüzdeki iğrenç anlamını almamıştı, bunun yerine bazıları oldukça geniş kitlelerce takdir edilmiş , hanedan soyundan gelmeyen bir hükümdarı ifade etmek için kullanılan yaygın bir terimdi. Örneğin Korint Tiranı Kipselus o kadar seviliyormuş ki, özel koruma olmadan da yaşamını sürdürmüş, otuz iki yıl hüküm sürdükten sonra yatağında huzur içinde ölmüştü. Tales’in yaşadığı dönemdeki Yunanlılar -adalı ve öfkeli Spartalılar dışında- çoğunlukla ticaretle uğraşan, büyük ölçüde ticari zihniyete sahip bir halktı. Dünya, Perslerin bazı meşum rekabetlerine karşın, gittikçe Yunanlıların eline geçiyordu. Yunan kolonileri, Anadolu ve Karadeniz’den Kuzey Afrika, İtalya, Fransa ve İspanya’ya kadar bütün Akdeniz kıyılarını çevrelemişlerdi; Yunan savaş gemileri ise dalgaları aşarak tahıl, zeytinyağı, kurutulmuş balık, şarap, maden, kereste ve köle değiş tokuşu gerçekleştiriyorlardı.

Üç yüz bin nüfusa sahip başarılı bir şehir merkezi olan Atina’da, liberal politikacı Solon, şehri demokrasinin ilk biçiminin reformlarını başlatmış ; ayrıca Akropol’de ilk binalar yükselmeye başlamıştı. Midilli Adası’nda şair Sappho aşk şarkıları bestelemişti; Lidya’da ise Kral Karun -o kadar zengin bir hükümdardı ki, “Karun gibi zengin” deyişi bugüne kadar varlığını sürdürmüştürdünyanın ilk madeni paralarını bastırmıştı. iyonya’nın en büyük şehrinin kozmopolit ortamında yetişmiş ve eğitilmiş olan Tales matematikçi, gökbilimci ve sürekli olarak Yunan anakarasını, Babil’i ve Giza’daki Büyük Keops piramidinin yüksekliğini hesaplayarak ismini duyurduğu Mısır’ı gezen yorulmak bilmez bir seyyahtı. Dairenin kendi çapıyla yarıya bölündüğünü bulan ve matematiksel ispatın faydalılığını doğrulayan ilk kişi o olmuştu ; muhtemelen Babil’de edinmiş olduğu gökbilim alanındaki uzmanlığı, en az bir kez diplomatik arenaya taşınmıştı: Tales hakkında -olaydan 1 50 yıl sonra Herodot tarafından anlatılmış- varlığını sürdüren birkaç hikayeden bir tanesi, KAC ELEMENT VARDIR? onun bir Güneş tutulması hakkındaki olağanüstü tahmininden bahseder. Bu olayın Medler ile Lidyalılar arasındaki bir savaşta gerçekleşmesi tarafları o kadar korkutmuştu ki, her iki taraf da kılıçlarını kınlarına sokmuş, anlaşmazlıklarını çözmüş ve evlerine dönmüştü. Modem hesaplamalar, Tales’in tahmin ettiği tutulmanın tarihini MÖ 28 Mayıs 585 olarak belirleyerek, bunu, tarihte gününü tam olarak belirlediğimiz ilk olay olarak saptamıştır. Tales aynı zamanda, Türk kıyılarındaki Yunan kentlerinin kendilerini hadlerini aşan Lidyalılara karşı savunmak için ittifak oluşturmaları gerektiğini ileri süren kurnaz bir politikacıydı; zeytinyağı ticareti ile kendisine büyük bir servet edinecek kadar da ticaret zekasına sahipti. Bugün Milet’in kalıntıları denizden on kilometre uzakta, kara ile çevrili bir yerdedir. Şehir çamura gömülmüştür; dolambaçlı Menderes Nehri’nin taşıdığı alüvyonlar limanı yavaş yavaş tıkamış , sonunda onu kullanılamaz hale getirmiştir. Ne var ki Tales’in döneminde Akdeniz’in mavi suları Miletlilerin kapılarının eşiklerine çarpıyordu. Kıyıda öylesine yürüyen biri için su, dikkatle bakan gözün görebildiği kadarıyla, uzak ufka dek uzanıyordu. Rüzgar dalgaların sesini taşıyor ve hava denizin kokusuyla doluyordu. Tales’in elementlerle ilgili kuramına -daha doğrusu elementle ilgili kuramına, çünkü Tales’in felsefesinde yalnızca bir element vardı- ilham veren şey muhtemelen bu sonsuz denizdi _ . Tales , evrenin ana kaynağının su olduğunu söylemişti. Ona göre, bilinen bütün doğal maddeler, suyun değişik biçimleri veya bileşimleridir.

Su, buharlaşarak havaya dönüşür, sonunda yağmur olarak düşerek yoğunlaşıp taş haline dönüşeceği yere çarpar. Var olan her şey esasen sudan gelmiştir ve her şey er ya da geç suya dönecektir. Dünyanın kendisi -ona bakmanız yeterlidir- sonsuz bir su kütlesinin üzerinde yüzen büyük bir kütüğe benzer yassı bir tabakadır. Tales’in düşündüğü veya söylediği şey tam anlamıyla en iyi tahmin meselesidir; onun suya dayalı bir evren görüşü, sonraki fi- DÖRT ELEMENT lozofların yazılarında yalnızca parçalar halinde sürdürülmektedir. Bugün Tales’in yazdığı tek bir sözcük bile yoktur ve muhtemelen o da Sokrates gibi, aslında hiçbir şey yazmamıştır. Yunanistan MÖ 6. yüzyılda çoğunlukla sözel bir kültüre sahipti; iki yüzyıl sonra ise Sokrates , insanların hafızalarının yalnızca zayıflamasına yol açtığını iddia ettiği alfabenin bulunmasından yakınıyordu. Tales hakkında bildiğimiz şeylerin çoğunu, o dönemden çok sonra, ama bol miktarda yazmış olan Aristo’dan öğreniyoruz. Her ne kadar kulağa çoğunlukla pratik zekaya sahip biri olarak gelse de, görünüşe göre Tales’in de bazı yanlışları vardı. Milet’in sokaklarında yıldızlara bakarak dolanırken bir kuyuya kıç üstü düşmesinin hikayesini silmeye iki bin yıl yetmemiştir. Çaresizce orada sıkışıp kaldığı, utanç verici durumundan ancak köle bir kız tarafından kurtarıldığı ve kızın kendisini çekip çıkardıktan sonra, “İşte yıldızları inceleyen, ama ayağının dibinde duran şeyi göremeyen bir adam!” diyerek onunla alay ettiği söylenir. Umarız Tales bu durumu şakaya vurmuştur. Her halükarda şöhreti zarar görmedi. “Yunanistan’ın Yedi Bilgesi” isimli ünlü listede Tales (Pittacus, Bias, Solon, Cleobulus, Periander ve Chilo’yu geride bırakarak) her zaman ilk sırada yer alır; bir tekne dolusu balıkçının ağına Troyalı Helen’in olduğu anlaşılan üç ayaklı bir tabure takıldığında, balıkçılara bunu dünyanın en bilge kişisine vermeleri söylenir ve tabure Tales’in olur. Tales , doksan yıldan fazla yaşamış , Olimpiyat oyunlarını izlerken güneş çarpması nedeniyle ölmüştü.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir