Rebecca Z. Shafir – Dinlenmenin Zen’i

Zihin Dağınıklığı Çağı’na hoşgeldiniz! Vasat bir gün daha sona erdiğinde başarı hissi duymak eskiden hiç bu kadar zor değildi. Kirsten Downey Grimsely’ye göre (“Aşırı Mesaj Trafiği Çalışanlara Zarar Veriyor” Washing ton ·Post, 20 Mayıs 1998) her çalışan kişinin dikkati ortalama olarak saatte altı kez bölünmektedir. Data Smog (Veri Sisi) ve Why You Feel the Way You Do (Niçin Davrandığınız Gibi Hissedersiniz) adlı kitapların yazarı David Shenk, Amerikalıların 1991 yılında 1971 yılına oranla altı kat daha fazla reklam amaçlı mesaja maruz kaldığını bildirmiştir. Shenk’in iddiasına göre, “Aşırı bilgi yüklemesi yeni, sosyal ve politik bir problem olarak bilgi eksikliğinin yerini almıştır.” Bir mağarada yaşamayı başaramadığımız sürece zihnimizi dağıtan dış etkenleri hayatımızdan eleyebilmek için yapabileceğimiz fazla bir şey yoktur. Bilgi patlamasının bütün hoş taraflarının yanında, sadece birkaç tuş kullanarak tonlarca bilgi edinebilmek, heyecan verici ve kişi için elverişli bir durumdur, ayrıca kablolu televizyon kanallarının çoğunu izlemek son derece eğitici olmaktadır. Dinleme yeteneğimizi zorlayan sadece gürültülü bir 12 DİNLEMENİN ZEN’İ çevre, alışveriş merkezlerindeki inanılmaz seçim olanakları, aynı anda birden fazla işi yapmak, aşırı bilgi yüklemesi ya da uzaktan kumanda aleti değildir. Mutlak varlığımızı ve daha iyi bir dünya için umutlarımızı tehdit edenler aslında içsel zihin dağıtıcılarıdır: Zaman takıntısı, hız ve iş konusundaki açgözlülük, insanlara ve değişime yönelik önyargı ve nefret, utangaçlık, ego tatmini, kendi kendine olumsuz konuşmalar, had safhadaki seçenek sayısı, gelecek takıntılarının yanısıra geçmişi eşeleyip durmak ve bu inançları sürdürebilmek için yoğun olarak çalışmak. Bütün bunlar bizim birbirimizle bağ kurmamızı, birbirimizi anlamamızı ve uyum içinde yaşamamızı tehlikeye atan kuruntulardır. Medyanın ve teknolojinin getirdiği gürültü ve zihin1 dağıtıcı özellikteki bilgi bombardımanı kendi içsel gürültü düzeylerimizle kıyaslandığında oldukça sönük kalmaktadır. Her gün ilişkide bulunduğumuz kişilerin beynine bir ses verici sistemi kurulabilseydi ve bu, özellikle de onlar bizi dinlemeye çalıştıklarında yapılabilseydi zihinlerinden çıkan sinyallerin negatiflik1eri, kaos ve gürültünün yüksekliği, sorgulamaları, görsel değerlendirmeleri, kendi görünümleriyle ilgili kompleksleri, geçmiş veya gelecekle ilgili düşünceleri ve bazı konularda duydukları korku karşısında şok geçirirdik. Bu durumda da muhtemelen bizimle ve kendileriyle ilgili böyle şeyler düşünen kişilerle beraber olmayı istemezdik. Karşımızdakini yeterince dinlemiyor oluşumuzun temel nedenlerinden birisi de içsel gürültü seviyelerimizin çok değiş-ken ve rahatsız edecek kadar yüksek olması ve bundan dolayı da diğerlerinin söylediklerini bastırmasıdır. Karşı tarafın mesajı, bizim zihinsel karışıklığımızın güçlü duvarını ancak bölük pörçük bir şekilde Giriş 13 aşabilmektedir. Radyodaki frekansların karışmasını bir düğmeyle ayarlamayı öğreniriz ama ailemizden, iş arkadaşlarımızdan gelen ve dinlememiz gereken mesajlara göre’ ayar yapmak mücadele etmeyi gerektirmektedir.


Yanlış anlamaya, duyamamaya ve iyi dinlememeye bağlı olarak çok önemli bir bilgiyi kaçırmak sosyal hastalıkların en önemlisidir. Dinlemeyi geliştirmeye yönelik geleneksel yaklaşımlar genellikle etkisizdirler çünkü bunlar, kendimizi temelde yeniden şekillendirmek yerine yüzeysel özellikleri değiştirmeye yönelik bir bakış açısıyla meydana gelmektedirler. Dinlememekten kaynaklanan sorunlarımızı sona erdirmek istiyorsak, gerçek kaynağa ulaşabilmek için daha derine inmeliyiz; böylece değişim meydana gelebilir. Kişisel ilişkiler, görüşme teknikleri, satış ve müşteri hizmetleri üzerine yazılmış pek çok kişisel gelişim kitabı bizlere, iyi dinlemenin kişisel ve profesyonel hayatımızda başarılı olmak için vazgeçilmez olduğunu söylemekte, ancak nasıl dinlepı.emiz gerektiğini açıklamamaktadır. Daha iyi dinlemek konusunda uygun olan “nasıl olmalı” yaklaşımları, sizlere listeler dolusu davranış biçimleri sunmaktadır, sanki bir nevi sihir kullanarak bu tekniklere hakim olup onları kendinize katabilirmişsiniz gibi ifadeler kullanmaktadırlar. Birçok kişisel gelişim kursunun ardından olduğu gibi yeni davranışlara alışmak için birkaç gün kendinizi zorlamayı deneyebilirsiniz. Ama bu değişimler için bir temel bulunmadığından insanları dinlememeye ve yanlışları tekrar etmeye olan eski eğilimleriniz yavaş yavaş tekrar ortaya çıkar. Kişisel gelişim gayretlerinize daha fazla zaman ve para harcamadan önce bu kitabı okuyarak neyi elde etmeyi umduğunuzu kendinize sorun. İşte bazı gerçekçi beklentiler: 14 DİNLEMENİN ZEN’İ 1) Dinleme yeteneğinizde bugünden itibaren bazı değişimler yapmaya başlamayı bekleyebilirsiniz; bunlar, “yeni yılda yapmayacağım” şeklindeki birçok kararınızdan daha uzun süre kalıcı olacak ve hayatınızın geliştirmeniz gereken diğer yanlarını da etkileyecek olan değişimlerdir. 2) Derin bir analize gerek duymaksızın niçin bazı durumlarda iletişim kurmakta sorun yaşadığınızı ve bunun üstesinden gelmek için ne yapabileceğinizi bulacaksınız. 3) Dinleme şeklinizle ilgili yapacağınız bu değişimlerin başkalarına da fayda sağladığını göreceksiniz. Her ne kadar yapması zor gibi görünseler de bu beklentiler mantıksız değildir. Elinizde Dinlemenin Zen ‘i var, yani dinleme yeteneğinizi dönüştürecek inceliklerle dolu, pratik rehberiniz. Bu kitabı yazmama neden olan birçok şey var.

Dinleme yeteneğini ilerletmeye yönelik zihin-beden bağlantısını keşfetmeye beni iten bir dizi olaylar zinciri bulunuyor. Şunu söylemeliyim ki, bu kitapta hikayelerini aktardığım kişilerin birçoğunun isimleri gizli kalmaları için değiştirildi. Diğerleriyse kendi kimliklerini sizlerle paylaşabilmem için bana izin verdiler. Bu kişiler, dinlemenin gerçek anlamını bana öğretmenin bir yolu olarak hayatımda sanki büyülü bir şekilde belirmiş gibiler. Yirmi yıllık bir konuşma/ dil patologu olarak darbeye, baş/boyun kanserine, baş yaralanmalarına veya dejeneratif hastalıklara bağlı olarak iletişim yetenekleri bozulan yetişkinlerle çalıştım: Şuna inandım ki kendimi bir iletişim uzmanı olarak kabul edebilmek için kendi iletişim ye- Giriş 15 teneklerimi sürekli olarak keskinleştinnem gerekiyordu. Dolayısıyla, dinlemek ve konuşma üzerine gerçekleştirilen seminerlere kaydolmak için her fırsatı kullandım. Bu seminerler firmalara ve büyük şirketlere öğretilen pahalı iletişim kurslarının aynılarıydı, etkili olduklarını düşündüm ancak hayal kırıklığına uğradım. Bütün dinleme kursları dinlemenin sadece işleyişini vurguluyorlardı, dolayısıyla iyi niyetli bir öğrenci olarak, daha iyi bir dinleyici gibi davranma konusunda bir dizi fikir topladım. Gerçekten dinliyor olup olmadığım ise tartışılırdı. Öğrencilerim de bu seminerlerle ilgili olarak büyük oranda benim vardığım sonuca vardılar. Ne kadar not alsak ve iyi dinliyor rolünü oynasak da çok azımız kursları bu deneyimin dinleme yeteneğimizi etkin bir şekilde değiştirdiğini düşünerek bitirdi. İnsanların birbirlerini daha iyi dinlemeleri için daha etkili bir yol bulmaya olan isteğim, bunu mümkün kılacak çözüm önerileriyle dolu bir dizi olayı beraberinde getirdi. Çalıştığım hastahanede, tedavi giderlerini azaltmak için bakım kontrolünde sert sınırlamalara gidilmeye başlanmıştı. Örneğin, bir darbeye maruz kaldıysanız altmış günlük bir dönem içinde iletişim kurma yeteneğinizi yeniden kazanacağınız garanti ediliyordu. Ayrıca günlük olarak daha fazla hasta kabul etmemiz için de birtakım baskılar vardı ve bu da belgelerle daha fazla işlem yapmak demekti.

Bu durumun olumlu sonucunda, bu önlemler beni daha az sayıda kaynakla daha kısa bir zamanda nasıl başarıya ulaşacağım konusu üzerine düşmeye yöneltti. Hastahanenin ekonomik hedeflerini karşilaşırken bir yandan da işimdeki kalitemi sabit tutmaya çalışmak esnekliğimi zorluyordu. 16 DİNLEMENİN ZEN’İ Bununla beraber, iş arkadaşlarımın çoğu ve ben, hastaları sadece birer istatistik olarak gören bir stratejiyi benimsemeye istekli değildik. Ayrıca hastalar doktorlarından soğumaya başlamışlardı. Tedavilerini sınırlandırması-için para alan birine hiç güvenebilirler miydi? Ve çoğu kontrolsüz bir tedavi felsefesiyle yetiştirilmiş olan doktorların bakış açısına göre zaten yeterli tıbbi bakım neydi ki? Bu zorunlu kötü durumun sonuçları canı sıkkın, daha da beter olmuş hastalar, baskı altındaki doktorlar ve hastahane personelinin moralinde azalma olarak kendini gösterdi. Bu zorlayıcı, maliyet düşürmeye yönelik önlemler sonucunda, hastaları tedavi etme konusunda içimdeki heyecanın ve bundan aldığım zevkin azaldığını gördüm. Karşımdakine neşe saçar tarzım, kağıt yığınları ve tedaviyi son iyileşme tarihlerine yetiştirmek zorunda oluşumun bende yarattığı baskıyla körelmişti. Bu yeni sağlık-bakım ortamında en önemli konu para tasarruf etmek olduğundan, yeni tedavi yöntemlerini denemede daha isteksizdim ve bu da yaratıcılığımı köreltiyordu. Genelde işe yarayan yöntemlere takılıp kalmak ve günü bununla bitirmek daha gelenekçi bir yaklaşımdı. Yanıtlarımın giderek daha kalıplaşan bir hale geldiğini hissedebiliyordum ve bir hastayla çalışırken kaydedilmiş bir bant kaydında kendimi dinlerken giderek robota benzer bir konuşma tarzım edindiğimi keşfettim. İş konusundaki diğer sorumluluklarım uyarınca enerjimi korumak için gelen hastaları yaşlarına, geçmişlerine ve koyduğum teşhise göre gruplandırmayı daha kolay bulmuştum. Bu sınıflamalara uymayan ve bana meydan okuyan birkaç kişi bir yana, bir zamanlar harika olan iş hayatımdan duyduğum tatmin hissim, sadece kurallara uyduğum için Giriş 17 bozulmuştu. Kendi alanımdaki araştırmamı sürdürebilmek ve ara sıra daha az maliyete sahip ilerlemeler için gösterdiğim çabalar periyodik bazı canlanmalar sağladı. Yine de bütün bunlardan sonra bile kendimi bir iş haftasının sonunda hayal kırıklığına uğramış, durgun ve daha az iş başarmış hissediyordum. Bu da benim katı ve kendime odaklı olan yanımı ortaya çıkardı ve bu yanım, daha sade bir yola girmemin yakın olduğuna dair sinyallerin ortasında ayakta kalmaya çalışıyordu.

Otuzlarımın sonlarına doğru, bir tükenişin klasik sinyallerini vermeye başlamıştım. Ailemle olan ilişkilerim bile sorunluydu. Moda olan aktiviteler, alışveriş yapmak, para kazanmaya yönelik çabalar ve para kazanma amaçlı oyunlar bana cazip gelmeye başladı. Düşüncesizliğe, gereksiz hedefler oluşturmaya, para biriktirmeye ve sporda rekabete eğilimli olmaya başladım; iyi bir kızkardeş olmak yerine kardeşlerime akıl vermeye başladım. Bütün bu tavırlar ve davranışlar beni kendimden ve diğer insanlardan kopardı. Kendimi kabartıp şişiren bütün bu eğilimlere karşın kendimi daha iyi bir kişi haline getirmeye çalıştığım bütün bir günün sonunda orada öylece yorgun ve başarısız bir halde duruyordum. Yeni iş fırsatı arayışları, birer umut vaat ettikleri için geneldeki keyifsizliğime iyileştirici:, bir etkide bulunuyorlardı. Birçoğunuzun da tecrübe etmiş olabileceği gibi, finansal sınırlamalar benim önemli değişiklikler yapma konusundaki yönelimimi azalttı. Bunun yerine hislerim bana hayatımı kazanmak için yeteneğime ve kişiliğime uygun olan işimi terk etmeye kalkışmadan önce kendime ve diğer insanlarla ilişki kurma şeklime daha derinden 18 DİNLEMENİN ZEN’İ bakmam gerektiğini söyledi. Bunun üzerinde özenle yeniden düşünmek önemliydi. Kendi durumumla ilgili ne yapmam gerektiği konusunda kişisel bir arkeolojik kazı yapmanın önemli olduğuna karar verdim. Yetmişli yıllarda bir üniversite öğrencisiyken, kendini tanıma konusunda on sekiz kredilik bir ders programı ve iki yarı zamanlı işin arasında bana mutluluk verici bir netlik sağlayan bir disiplin olması bakımından meditasyon yapmak birer araç haline gelmişti. Şimdilerde, günlük meditasyona bir kez daha başladım. Bu zihnimi sakinleştirmeyi başarabilmemi ve sisteme karşı gelmek yerine onunla beraber çalışabilmekten beni alıkoyan içsel engelleri teşhis etmemi sağladı. Bu yenileme safhası sırasında eşim Sasha ile tanıştım.

Bilgisayar mühendisliğinin yanında üçüncü derece siyah kuşak bir savunma sporları öğretmeniydi. Onµ, öğrencilerini ve diğer öğretmenleri çeşitli savunma sporlarını çalışırlarken seyrederdim, konsantrasyonları ve fiziksel kontrolleri dikkat�mi çok çekerdi. Dengelenmiş zihin hallerine ve bilinçlerini günlük olaylardan çekebilmelerine hayran kalırdım. Bu insanlar keşiş ya da bir ruhsal topluluğun parçası değillerdi ve disiplinleri de sert ya da zedeleyici özellikte değildi. Kendi işine sahip ya da kendi topluluklarında lider olan sıradan insanlardı. Onlar da işten çıkarılma, aşırı yüklü çalışma programları ve sınırlı bütçe gibi aynı sorunlarla karşılaşıyorlardı ama yine de değişime karşı sakin tavırlıydılar ve kaynaklarını, yaratıcı çözümler üretmede kullanıyorlardı. Bu insanları daha iyi tanımaya başladıktan sonra kendime şunu sordum: Acaba Karate ya da Kung Fu konusunda gösterilen fiziksel çaba bu lçonsantrasyonun veya ruhun huzura kavuşmasının kaynağı olabilir miydi? Yoksa Giriş 19 elimizdeki işe tamamen ve zevk duyarak atılma yeteneğini geliştiren şey, yapılan işin niteliğine odaklanma mıydı? İkinci düşüncenin doğru olduğuna inanıyordum çünkü bu zihin-beden dengesini ressamlarda, müzisyenlerde, cerrahlarda ve atletlerde de gözlemliyordum. Resim yaparken, müzik çalar ya da bestelerken, damarları keserken veya dalgıçlık yaparken hepsi de yaptıkları aktivitenin akışına istekle kapılıyorlardı. Seneler sonra geriye dönüp baktığımda eneqımın bittiği bu dönemden önce, enerjimde yoğun bir canlanmanın meydana geldiği böyle birkaç periyodun olduğunu hatırlıyorum. Bunların birçoğu akılda kalır nitelikteki dinlemeler esnasında meydana gelmişti. Üniversitedeyken hastahane staj dönemimde dinlediğim belirli konferanslar sırasında ya da fikirlerine çok değer verdiğim birileri tarafından eleştirildiğimde fiziksel ve zihinsel olarak tamamen konuya dahil olduğumu hatırlıyorum. Bu fiziksel ve zihinsel farkındalık anlarını ben rahatlamış, dengelenmiş ve zihnimle bedenimin bağlantıda olduğu bir hal olarak hatırlıyordum. Bir sonraki sorum ise şuydu: Peki ya konsantrasyona dair bu kalite ve derinlik isteği en büyük ihtiyaçlarımızdan biri üzerinde, çok az kullanılan ve çok sık olarak yapılabildiği zannedileµ bir yeteneğe, “dinleme yeteneğine” odaklanabilseydi? Bu bağlantıda olma hissini yeniden kazanma ve· sürekli hale getirme konusundaki araştırmam sırasında bir savaş sanatları sınıfına kaydoldum ve zihin-beden ilişkisi ile ilgili olarak bulabildiğim her şeyi çalıştım. Kendimi öğretmenlerimin gözünden acı da olsa tanımaya başladıkça, dünyamdan kopuk oluşumun nedenleri netleşmeye başlamıştı. Yeni baştan başlamaya karar verdim, hareketlerimin sonuçlarına ya da neden olduklarına değil de anın 20 DİNLEMENİN ZEN’İ içinde olmaya ve her karşılıklı etkileşimin niteliğini keşfetmeye odaklanacaktım.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir