Robert Louis Stevenson – Kaçırılan Çocuk

Hikâyem 1751 yılında başlıyor. Güzel bir haziran sabahı erken saatlerde evden çıktım. Babamın evini bir daha görmeyecektim. Ağır ağır yoldan yürüyerek aşağıya doğru indim. Köyümüzdeki kilisenin rahibi olan iyi kalpli Bay Campbell bahçe kapısında beni bekliyordu. «Merhaba, David,» dedi. «Seni geçireceğim. Birlikte biraz yürürüz.» Böylece sessiz sedasız yolumuza devam ettik. Rahip ancak birkaç dakika sonra bu sessizliği bozdu. «Essendean’den ayrıldığın için üzgün müsün, oğlum?» «Bilemiyorum, efendim,» diye cevap verdim. «Essendean güzel bir yer. Burada mutlu oldum. Ama henüz dünyayı görmedim. Annemle babam da öldü.


Geleceğimi sağlayabilmek için buradan ayrılıyorum.» Rahip sözlerimi dikkatle dinledikten sonra, «Neyse…» dedi. «Sana söylemem gereken bir şey var. Annen öldüğü sırada baban çok hastaydı. Kendisi bana bir mektup bıraktı. ‘Bu oğlumun mirasıdır,’ dedi. ‘Ben ölünce oğluma bu mektubu verin ve onu Shavv’ların evine yollayın. Ben oradan geldim. Oğlumun da oraya dönmesi gerekir. Shavv’ların yeri Cramond’un yakınındadır.’ İşte baban bunları söyledi.» Heyecanla, «Shavv’ların evi!» diye bağırdım. «Babam oradan mı gelmiş? Hem miras ne olabilir?» 7 Bay Campbell, «Bilemiyorum,» diye karşılık verdi. «Ama sen o ailenin adını taşıyorsun. Shaw soyundan Balfour.

Eski ve onurlu bir İskoç ailesidir. Baban da bir centilmendi. Onunla konuşmak bana büyük zevk verirdi. Akrabalarım olan beylerle tanıştırmak için onu sık sık evime davet ederdim.» Mektubu bana verdi. Babam üstüne, «Shaw soyundan Ebenezer Balfour’a verilecek,» diye yazmıştı. «Mektubu oğlum David teslim edecek.» Kalbim deli gibi çarpmaya başlamıştı. Geleceğim böylece güven altına girecekti. On yedi yaşındaydım ve İskoçyalı, yoksul bir köy öğretmeninin oğluydum. Yine de dayanamayarak sordum. «Ne dersiniz, Bay Campbell? Oraya gideyim mi?» İyi kalpli rahip başını salladı. «Evet. Hemen gitmelisin. Cramond, Edinburg’a yakındır.

Sen de genç ve güçlüsün. Şimdi yola çıkarsan yarın oraya varırsın. Eğer soylu akrabaların seni kabul etmezlerse geri dönüp bana gelebilirsin. Ama seni memnunlukla karşılayacaklarını umuyorum. Şimdi sana biraz öğüt vermem gerek.» Yüzü birden ciddileşmişti. Bir ağacın altına oturdu. «Sakın dua etmeyi unutma,» diye söze başladı. «Her gün Tanrıyı an. Akrabalarına gelince… Shaw’larin yaşadığı yer bir şato sayılabilir. Onlar çok soylu kimselerdir. Göreceğin kişi bir lord da olabilir. Orada pek çok uşak ve hizmetçi vardır. Akrabanın evinde dikkatli davranmalısın, David. Bizi utandırmamalısın.

Aslında sen de bir centilmenin oğlusun. Ama hep köyde yaşadın. Onun için akrabanın yaşantısına yabancısın tabii. Aklını kullan. O evin sahibine saygı göster ve ona itaat et.» Başımı salladım. «Dediklerinizi yapmaya çalışacağım, efendim.» Bay Campbell, «Bu iyi bir cevap,» dedi. Sonra elini ceketinin cebine attı. «Babanın eşyalarını ve kitaplarını ben satın aldım, oğlum. İşte onların parası, şu üç küçük armağan da Bayan Campbell’le benden.» «Teşekkür ederim efendim.» — 8 — / Rahip ayağa kalkarak benim için dua etti. Bir an bana sarıldı. Sonra, «Allahaısmarladık,» diyerek döndü ve hızlı adımlarla uzaklaştı.

Benden ayrılmayı istemediğini anlamıştım. İyi kalpli rahip Campbell üzgündü ama ben mutluydum. Bu sessiz, küçük köyden ayrılıp büyük, harika bir eve gidecektim. Aynı adı ve kanı taşıdığım, zengin, soylu kimselerin arasında olacaktım. Gözlerimin önünde türlü güzel eşyalarla dolu odalar belirdi. Orada pek çok çalışan hizmetkâr da vardı tabii. Birden kendimden utandım. Kendi kendime, David, dedim. Sen minnet duymuyorsun. Öyle olsaydı bu iyi kalpli, eski dostlarını böyle hemen unutmazdın. Rahibin üç armağanına baktım. Bana bir dua kitabı, yarım altın ve köyde kullanılan ilaçlardan bir şişe vermişti. Bunları da küçük çıkınıma yerleştirdim ve tepeye tırmandım. Orada durup döndüm ve Essendean’e baktım. Rahibin evini, köy kilisesini, mezarlıktaki ağaçları gördüm.

Annemle babam o mezarlıkta yatıyordu. Sonra yine dönerek çıkınımı omzuma vurup yürümeye devam ettim. Ertesi sabah yüksek bir tepeden aşağıdaki ucu bucağı bulunmayan düzlüğe göz attım. Bu düzlüğün ortasında bir kent vardı. Gördüğüm Edinburg’du. Bu düzlüğün ötesinde de masmavi deniz uzanıyordu. Şatoda bir bayrak, denizde de gemileri gördüğümde ne kadar şaşırdığımı bilemezsiniz. Biraz daha gidince bir kulübeye geldim. Oradaki insanlara yolu sordum. Bir adam Cramond’un kentin batısında kaldığını söyledi. Bunun üzerine yürümeye devam ettim. Bir hayli yol aldığımı da söylemeliyim. Bir ara anayolda ilerleyen askerleri farkettim. Onların kırmızı tünikleri ve bandonun çaldığı neşeli marş pek hoşuma gitti. Sonunda Cramond’a vardım.

İlk gördüğüm adama, «Shavv’ların evine nereden gidebilirim?» diye sordum. Adam beni tuhaf tuhaf süzdü. Sorumun onu şaşırttığını anlamıştım. Köylülere özgü kılığıma bakıyor, diye düşündüm. Hem bu kadar 9 yol yürüdüğüm için üstüm başım toz toprak içinde kaldı. Benim o kibar eve uygun biri olmadığıma inanıyor. Evet, Shaw’larin evine yakışmayacağımı geçiriyor aklından. Adam bana cevap vermeden uzaklaşınca çaresiz ilerledim. Bu kez başka biriyle konuştum. O da bana acayip acayip baktı. Ne oluyordu böyle? Başkaları da sorum karşısında şaşırarak aynı tavırla beni süzmekle yetindiler. Ne vardı? Bana böyle davranmalarının nedenini anlayamamıştım. Sonra yan yoldan çıkan adamı gördüm. Arabasını sürerek yaklaşan adam dürüst bir insana benziyordu. Ona doğru gidip, «Shaw’larin evini biliyor musunuz?» dedim.

O adam da birden durup bana garip garip baktı. Sonunda, «Evet,» diye karşılık verdi. «Büyük bir ev midir?» «Evet. Ev iyice büyüktür.» «Ya içindekiler?» Adam telaşla, «Deli misin sen?» diye bağırdı. «O evde hiç kimse yok artık.» Büsbütün şaşırdım. «Kimse yok mu?» «Hayır.» «Ya Bay Ebenezer?» dedim. Adam kaşlarını çattı. «Ah, evet. Evin sahibi orada. Onu arıyorsan sorun yok. Orada ne işin var, delikanlı?» Bir yabancıya amacımın ne olduğunu anlatmak istemiyordum. Onun için aklıma ilk gelen şeyi söyledim.

«Orada iş bulacağımı umuyorum.» Adam sert bir sesle, «Neee?» diye haykırdı. «Sakın ha! Öyle bir şey olur mu hiç! Sana bir öğüt vermem gerekiyor, delikanlı. Sakın Shaw’larin yakınına gitme.» Bunun nedenini öğrenmek istedim. Ama adam başka bir şey söylemeden atının dizginlerini çekti ve arabasıyla uzaklaşıp gitti. İyice şaşırmıştım. Kimse bana Shaw’larin evini göstermek istemi10 – yordu. Buna bir anlam verememiştim. Düşünceli düşünceli ilerledim. Elbet Shaw’larin evini bilen birini bulacaktım. Sonunda çok güzel beyaz bir peruk takmış, temiz kılıklı ufak tefek bir adama rastladım. Peruğundan onun berber olduğunu anlamıştım. Berberler herkesi ve her şeyi bilirlerdi. Çünkü saç keserlerken müşterileriyle konuşurlar ve her türlü şeyi öğrenirlerdi.

Yanına yaklaştığımda berber dost bir tavırla gülümsedi. Ona da aynı şeyi sordum. «Shaw soyundan Bay Balfour’u tanıyor musunuz?» Berber ummadığım bir şey yaptı. Acı bir sesle güldü. «Ebenezer’i mi? Evet, kendisini tanırım.» «İşte bu iyi.» Ufak tefek adam, «Ama dostum değildir,» diye kestirip attı. Başka bir şey söylemeye gerek görmeden dönüp gitti. Kimse Ebenezer’den söz etmek istemiyordu. Onun pek sevilmediğini anlamıştım. Bu da benim için ağır bir darbe oldu doğrusu. Hayallerim bir anda altüst olmuştu. Kimse açık açık bir şey söylemiyordu. Onun için de aklıma en kötü şeyler geliyordu. Aradığım o şato gibi büyük ev nasıl bir yerdi? Neden orasını sorunca kasabadakilerin hepsi durup kaygıyla yüzüme bakıyorlardı? Ayrıca orada yaşayan beyin adı neden böyle kötüye çıkmıştı? Yol yakın olsaydı o anda Essendean’e geri dönerdim.

Bu maceradan vazgeçerek Bay CampbeH’in yanına giderdim. Oysa Shaw’larin evini bulabilmek için onca yol tepip tâ buralara gelmiştim. Durumu gözlerimle görmedikçe oradan ayrılmamaya kararlıydım. Hem gururumda geri dönmeme engel oluyordu. Duyduklarım hoşuma gitmemekle birlikte bu işi sonuna kadar götürecektim. Ağır ağır yürümeye devam ettim. Hâlâ yolu soruyor ve bana bilgi vermelerini bekliyordum. Güneş ufukta iyice alçaldığı sırada iriyarı, esmer, aksi suratlı bir kadın gördüm. Aynı soruyu sorunca kadın birden döndü ve biraz önce indiği tepeye çıktı. Eliyle yan tarafta kalan yemyeşil vadideki büyük binayı gösterdi. Bunun etrafında hiç ev yoktu. Vadi çok güzeldi doğrusu. Alçak tepeler, akarsular, ağaçlar ve yeşil tarlalar gözlerime pek hoş 11 göründü. Ama o kocaman ev oldukça haraptı. Üstelik yolu da yoktu.

Bacalarından birinden duman yükselmiyordu. Önünde bahçeye benzer bir şey de göremedim. O anda büyük bir umutsuzluğa kapıldım. «Demek bu!» diye bağırdım. Kadının yüzünde korkunç bir öfke belirdi. Sert bir sesle bağırdı. «İşte Shavv’ların evi bu! Kanla yapıldı bu ev. Yine kan, büyümesine engel oldu! Onu yıkacak olan da yine kan! Buraya bak! Yere tükürüyorum! Onun çöküşü de korkunç olacak! Evin sahibini görürsen duyduklarını söyle. Jennet Clouston’un bin iki yüz on dokuz defa onu, evini, ahırlarını, topraklarını, konuklarını, eşini ve her şeyini lanetlediğini söyle!» Tiz bir sesle bağıran kadın birden dönerek uzaklaştı. Ben olduğum yerde kaldım. Saçlarım dimdik olmuştu. O günlerde insanlar hâlâ cadılara inanırlar ve bir lanetleme karşısında korkuyla titrerlerdi: Kadının birden karşıma çıkıp böyle konuşması dizlerimde derman bırakmamıştı. Oturup Shavv’ların evine baktım. Baktıkça o vadi bana daha da güzel gözükmeye başladı. Kır çiçekleri açmıştı.

Meralarda koyunlar otluyordu. Orada toprak verimli, hava iyiydi. Gelgelelim kafamdaki hayaller bana rahat vermiyordu. Tarlalardan dönen köylüler yanımdan geçtiler. Ben hâlâ bir hendeğin yanında oturuyordum ve onlara, «Merhaba,» diyecek halim bile yoktu. Sonunda güneş battı ve gökyüzü sarımsı bir renk aldı. O zaman evin bir bacasından yükselen dumanı gördüm. Çok inceydi, ama evde bir ateş yandığı anlaşılıyordu. Belki de biri yemek pişirmekteydi. Ayağa kalkıp patikayı izleyerek vadiye indim. Ve taştan yapılmış, güzel iki sütuna yaklaştım. Üstlerinde asma olan kapı sütunlarıydı bunlar. Ama ikisinin arasında bir bahçe kapısı yoktu. Biri kapı yerine oraya •birkaç sıra ip germişti. Bahçenin duvarları da yoktu zaten.

Bir bahçe yolu da göremedim. Sadece eski bir yolun izi kalmıştı. Eve doğru gidiyordu yol. Tekrar baktım. Evin tam anlamıyla bir yıkıntı olmadığını o zaman farkettim. Bazı bölümleri bitirilmemiş, yarım kalmıştı. Bir bölümün üstü açıktı, yani damı yoktu. Merdiven ve basamakları da seçtim. Bilemediğim bir 12 — nedenle kimse bunları tamamlamamıştı. Pek çok pencerede de cam yoktu. Pencerelerden yarasalar girip çıkıyordu. Eve yaklaştım. Hava kararmıştı artık. Yüksek dar bir pencereden çok küçük bir ateşin ışığı süzülüyordu. Hayalimdeki ev bu muydu? Eşsiz geleceğim burada mı başlayacaktı? Babamın Essendean’deki küçük evini hatırladım.

Ateşin parlak ışıkları tâ uzaklardan seçilirdi. Hem her zaman herkese, zengin veya yoksula açıktı. Çekine çekine yaklaşarak etrafımı dinledim. Biri tabak çanağı taşıyordu galiba. Şakırtıya benzer bir ses işinim. Bunu kuru bir öksürük izledi. Ama ne konuşan biri vardı, ne de havlayan bir köpek. O loşlukta üstünde aile arması bulunan boydan boya çivi çakılı büyük kapıyı seçerek istemeye istemeye elimi kaldırdım. Kapıya bir kez vurdum ve beklemeye başladım. Eve derin bir sessizlik çökmüştü. Aradan bir dakika geçti. Yarasalardan başka kımıldayan bir yaratık yoktu. Tekrar kapıya vurup dinlemeye koyuldum. Kulaklarım sessizliğe iyice alışmıştı artık. Onun için de içerideki saatin tıkırtısını duyuyordum.

Ağır ağır saniyeleri saymaya başladım. Evde kim varsa hiç sesini çıkarmadı. Soluğunu tutmuş duruyordu galiba. O anda ne yapacağımı bilemez haldeydim. Kaçıp gitmeyi düşünüyordum. Ama sonunda öfkem baskın çıktı ve kapıyı yumruklayıp tekmeleyerek, «Bay Balfour!» diye bağırmaya başladım. Böyle ne kadar haykırdım bilemiyorum, sonra yukarıdan birinin öksürdüğünü duydum. Geriye zıplayıp başımı kaldırınca birinci kat pencerelerinden birinden bakan, başına gecelik takkesi giymiş, elinde koca bir silah bulunan adamı gördüm. Bir ses, «Silah doludur,» dedi. Bağırdım. «Ben Shaw ailesinden Bay Ebenezer’e mektup getirdim. Kendisi burada mı?» Silahlı adam, «Mektup kimden?» diye sordu. Kızmaya başlıyordum. «Bunun önemi yok.» «O halde mektubu eşiğe bırak ve git.

»

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle