Roger Norman – Ağaç Zamanı

Köy kasabaya çok uzak, ev köye çok uzak, tavan arasındaki oda da evin geri kalanına çok uzaktı. Bu gece, Alan’ın yeni odasındaki ilk gecesiydi. Eski yatak odası artık ona ve kızkardeşine küçük geliyordu; hem Alan o gemili ve oyuncak trenli duvar kâğıdı için büyümüştü artık. Emily’nin tüylü ayılar, benekli köpekler ve çizgili kedilerden oluşan bir hayvanat bahçesi vardı ama Alan artık böyle saçmalıklarla da ilgilenmiyordu. Bu yüzden pinpon masasının durduğu, dört büyük pencerenin kuzeye, güneye, doğuya ve batıya açıldığı tavan arasına taşınmıştı. Burası diğer herkesten, dönen bir merdiven ve karanlık bir koridorla ayrılıyordu. Annesi ona iyi geceler öpücüğü verdi, Alan da bir süre çizgi roman okudu. Su deposu odanın bir köşe7 sinde duruyordu. Arada bir gurulduyor ya da sessizce homurdanıyordu. Alan ışığı kapattı ve bu tuhaf yere şaşkınlıkla baktı. Bu kadar değişebilir miydi? Defalarca pinpon masasının etrafında zıplayıp durduğu oda burası mıydı? Peki ya bu! Gölgeler içindeki köşedeki neydi? Donakaldı. O rada bir şey vardı. Ya da biri. Şapkasını, kafasını görebiliyordu. Köşede biri vardı, kıpırdamadan durup onu izliyordu.


Önemli olan hiç hareket etmemekti. Eğer kendisi hareket etmezse o da hareket etmezmiş gibi geliyordu. Gölgeli biçimin kafasının yanından bir şey çıkıyor gibiydi. Belli ki, bu büyük bir bıçaktı. Adam ölmüştü de birisi onu köşedeki sandalyenin yanına mı dikmişti? Alan görmek için çabalıyordu. O kadar hareketsizdi ki, Alan bunun oraya yerleştirilmiş bir ceset olduğuna emindi. Şimdi halının üzerine bir şeylerin damladığını duyduğunu sanıyordu. Ama kafasından çıkan bir bıçak değildi, biçimi uymuyordu. Bu… sandalyenin koluydu. Bir anda gölge gitmiş, yerine Alan’ın üzerine kıyafetlerini attığı eski ahşap sandalye gelmişti. Başucu lambasını yaktı. Tabii ki sandalyeydi. Sandalyenin sırtı cesedin bedeni olmuştu. Tostoparlak edip sandalyenin tepesine fırlattığı kazak da adamın korkunç kafasıydı. 9 Yine de oda doğru görünmüyordu.

Su deposu huzursuzca gurulduyordu. Başucu lambasından çıkan ışık, gölgeyle olan savaşını kaybediyormuş gibi cılızdı. Alan içini çekip lambayı söndürdü. Burası onun yeni, yetişkin odasıydı. Burayı sevecekti. Fazla büyük, fazla yalnız, fazla karanlıktı ama vazgeçmeyecek ve burayı kendisine ait bir yer haline getirecekti. Duvara dönüp battaniyeye iyice sarındı. Hiç uykusu yoktu. “Keşke sabah olsaydı,” diye düşündü. O sırada camdaki ses başladı. Tabii ki içeri girmeye çalışan birinin sesi değildi. Tabii ki değildi. Yoksa öyle miydi? Camın üzerinde hareket eden parmaklar vardı. Pencerenin mandalından gelen bir kurcalama sesi. Sonra sessizlik.

Sonra yine küçük parmakların tırmalaması. Vurmaya benzer bir ses. Mandalın kurcalanması. Sonra yine sessizlik. Tavan arası yerden çok yüksekti. Balkon ya da dışarıda durabilecek başka bir yer yoktu, su borusundan başka bir yerden tırmanılamazdı. Ama camın dışında bir şey vardı, yanılıyor olamazdı. Yukarıdan, çatıdan sarkıyor olabilir miydi? Belki çatıda yaşayan ve geceleri ortaya çıkan bir şey vardı. Belki de -bu düşünce gerçekten korkutucuydu- bu şeyin geceleri tavan arasındaki odaya girmek gibi bir alışkanlığı vardı. 10 Tırmalama sesi yeniden, bu sefer daha yüksek, duyuldu. Su deposu homurdandı. Camda çok belirgin iki vurma sesi duyuldu. Tak. Tak. O şey Alan’ın içeride olduğunu biliyor muydu? Evet, böyle olmalıydı.

Yaratık onun içeride olduğunu biliyordu ve tavan arasındaki odanın yeni bir sakini olmasına kızmıştı. İçeri girmeye çalışmıyordu; dışarıda durmuş, çatının saçağından sarkıyor ve camı tırmalayıp vurarak onu korkutmak istiyordu. Şimdi açık seçik gözünün önünde canlandırabiliyordu. Zayıf, kemikli kolları, uzun parmaklarıyla iskelete benziyordu. Kimseye görünmeden çatılarda yaşayan bir şey. Kötü bir nefretle dolu bir şey. Garip olan, tırmalamanın ve vurmaların tekinsiz bir müzik gibi ritmik olmasıydı. Tırrr, tırrr, tırrr, tak, tak. Tırrr, tırrr, tırrr, tak, tak. Alan sonunda bu tekinsiz müzikle uykuya daldı. Çatıda yaşayan yaratık konusunda yanılıyordu. Dışarıda kimse yoktu, sesler bir ağaçtan geliyordu. Ama tam olarak da yanılmamıştı, çünkü söz konusu ağaç Bay Dişbudak’tı ve Bay Dişbudak uyanıyordu. Alan’ın, Emily’nin, Alan’ın annesinin ya da gezegende yaşayan diğer insanların neredeyse hiçbirinin bilmediği şey, ağaçların uyanmakta olduğuydu. Aslında ağaçlar hiçbir zaman tam olarak uyumazlar.

Hayatları boyunca binlerce küçük kökçük beslenir, binlerce küçük fışkın fışkırır, tomurcuklar canlanır, yapraklar oluşur ya da düşer, ağacın kabuğu gerilir, özü çoğalır ve yavaşça, çok yavaşça ağaçların tepeleri göğe doğru yükselir. Ama hayatları sessiz ve sebatkârdır; Ağaç Zamanı dışında hareket etmezler. Ağaç Zamam’mn ne sıklıkta geldiğini hiç kimse bilmez. Eskiler, yerinden taşınmış ormanlar ve ortadan kaybolmuş ağaçlardan söz ederlerdi. Eski zaman seyyahları, evlerinden ayrılmış, orada burada dolaşmış ağaçlarla tanıştıklarını anlatırlardı, ama pek çok insan bu hikayecilerin yalancı, anlattıklarının da hayal olduğunu söylerdi. Yine de, Ağaç Zamanı gelir ve bundan hiç kimsenin haberi olmaz, çünkü ağaçlar uyanırken dünyanın uyuması gerekir. Ağaç Zamanı’nda geri kalan her şey uyumalıdır. Kimse ne zaman ve neden olduğunu bilmez, ama bu Ağaç Zamanı’nda, Bay Dişbudak’ın tavan arasındaki odanın dışında yavaşça uyanmakta olduğu sırada bir neden vardı, şüphesiz, kökten köke fısıldanan, yapraktan yaprağa mırıldanan bir neden: Ağaçlar Yaşlı Dost Karaağaç’ın gittiğini duymuşlardı. 12 Geniş Meşe de oradaydı, Gümüş Huş da, Fısıldayan Kayın, Bay Dişbudak ve diğerleri de; Sör Akçaağaç, Kestane kuzenler Atkestanesi ve Kuzukestanesi, Ağlayan Söğüt, alıçlar ve küçük çalılar oradaydı, ama Yaşlı Dost Karaağaç kaybolmuştu. Ağaçların tekrar uyanmalarının ve Bay Dişbudak’ın camda çıkardığı seslerin rüzgârdaki müzikten fazlası olmasının sebebi buydu. Eve en yakın duran Bay Dişbudak’tı. Upuzun, sert ve güçlüydü; üstelik yaslandığı eve karşı herhangi bir sevgi beslemiyordu. Evden daha uzun zamandır buradaydı. Bir zamanlar, gövdesinden uzanan üç görkemli dalıyla, genç, güzel ve güçlüydü. Ama inşaatçılar alanı temizleyip evi yapmak için geldiklerinde, genç Bay Dişbudak’ın bir kısmı onları engellemişti.

Önce küçük dallarını budamışlar ve Bay Dişbudak bir hafta boyunca onlara sessizce, ters ters bakmıştı; sonra başka dalları koparılmış ve bükülmüş, daha da sonra, iki adam kocaman bir testereyle gelip en büyük, en düzgün, en görkemli dalını kesmişti. Bay Dişbudak bunu hiç unutmamış ve hiç affetmemişti. Büyük dalın kesildiği yerdeki gövdesi yavaş yavaş çürümüş, karıncalar burayı yuva bellemiş ve çürüyen tahtayı yemişlerdi; önceden dalların en güzelinin durduğu yerde ağaçla birlikte büyüyen bir delik oluş13 muştu; aslında orada Bay Dişbudak’ın kalbi olmalıydı. Issız evin yanında büyüyen Bay Dişbudak’a baktığınızda görebileceğiniz en uzun, en kalın, en güçlü dişbudak ağacını görürdünüz ama ağacın tam ortasında gittikçe büyüyen kocaman bir delik olduğunu bilemezdiniz. Hepsi bu da değildi. Yıllar sonra, Alan’ın ailesi ıssız evi satın aldığında dallarından birine salıncak kurmuşlardı. Bir salıncak! Hakaretti bu! Salıncağı tutan ipler ileri geri, ileri geri gittikçe dalı sıkıp bir çentik oluşturmuştu. Bazı yaz öğleden sonralarında salıncak hiç durmazdı. Alan veya Emily salıncağa oturup saatler boyunca sallanırlardı, ama daha çok Alan yapardı bunu. Asıl oydu. Bay Dişbudak’ın düşüncelerinde, derinlerde bir yerde çocuğa karşı bir nefret doğmuştu. Bu yüzden, diğer ağaçlar gibi Bay Dişbudak da Ağaç Zamanı’nın yaklaştığını hissettiğinde intikam fırsatının geldiğini düşündü. Bay Dişbudak, on yaşındayken bir testerenin saldırısına uğramıştı. Budanmış, bükülmüş ve derinden yaralanmıştı: Alan adındaki oğlan da bu Ağaç Zamanı’nda on yaşındaydı. İnsanlara yakın yaşayan bir ağaç zamanla onlar gibi düşünmeye başlar.

Lord Sedir ormanın derinlikle14 rinde yaşardı ve insanlar hakkında hiçbir şey bilmez, onları hiç umursamazdı. Ağaç Zamanı, onun için kendi bölgesinde son derece tatmin edici bir gezinti demekti. Tepedeki çamlar içinse Ağaç Zamanı, güney kıyısına inip deniz havası almak anlamına geliyordu. Fakat insanlara yakın yaşayan ağaçlar farklıydı, Bay Dişbudak da hepsinden daha yakındı insanlara. Bu yüzden Bay Dişbudak, Ağaç Zamanı’nın ilk kıpırtılarını köklerinin ve sürgünlerinin uçlarında hissettiğinde çocuğu düşündü. Sürgünlerinin söylediğine göre, çocuk tavan arasındaki odadaydı. Çocuk uyumaya çalışırken Bay Dişbudak yavaşça eğilip pencereye doğru uzandı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir