Evimi ne zaman düşünsem aklıma mavi gelir. Girdap yapan deniz suyunun mavisi, gökyüzünün sonsuz mavisi, annemin gözlerinin o muhteşem mavisi… Bazen annemin gözleri gerçekten de o kadar mavi miydi, yoksa Yengeç H anesinin mavi sancağı hafızamda annemin gözlerini mi renklendiriyor diye kendi kendime düşünürdüm. Sanırım bunu asla bilemeyecektim, zira takımyıldızımızın en büyük uydusu olan Elara ya taşınırken yanıma annemin fotoğraflarını almamıştım. Yanımda getirdiğim tek şey kolyeydi. Ağabeyim Stanton’ın onuncu doğum gününde, babam bizi Gezgin’iyle narstiridyeavına götürmüştü. Uzak mesafeleri alabilsin diye yapılmış uskunamızın aksine; yüzdürme sıraları, narstiridyeler için istiridye odaları, holografik yön bulma sistemi ve hatta ön taraftan bir dil gibi uzanan dalış tahtasıyla, Gezgin küçük bir gemiydi ve istiridye kabuğu şeklindeydi. Teknenin alt yüzü bizi Yengeç Denizi nin yüzeyi boyunca hızla ilerleten, silya benzeri milyonlarca mikroskobik bacakla kaplıydı. Başımı kenara yaslayıp zaman zaman oluşan küçük anaforları, mavinin çeşitli tonlarında akan girdapları izlemeyi her zaman çok severdim. Sanki okyanus, su yerine boyadan oluşuyor gibiydi. Daha yedi yaşında olduğum için derin dalış için öngörülen yasal sınırın altındaydım. Bu yüzden babam ve Stanton narstiridyelere daldıklarında, ben yukarıda annemle kalırdım. Babamların ganimetleriyle birlikte yüzeye çıkmalarını beklerken, dalış tahtasının tepesine tünemiş oturan annem, bir Siren1 gibi görünürdü. Uzun, ince bukleleri sırtından aşağı dökülüyor, güneş fildişi teninde ve küreye benzeyen gözlerinde parıldıyordu. Esnek sandalyemde geriye doğru yatmış, sıcağın ve rüzgârsızlığın tadını çıkarmaya çalışıyordum. Ancak annemin yanındayken her zaman tetikteydim, her zaman bir komutuyla Zodyak’la ilgili bilgilerimi ezberden okumaya hazırdım. “Rho.” Annem platformdan oyulmuş istiridye kabuğu şeklindeki zemine zarafetle atladı ve yaklaştığı sırada omurgamı doğrulttum. “Sana bir şey vereceğim.” Çantasından bir kese çıkardı. Annem hediye alan veya özel günleri hatırlayan biri değildi, bu tarz sorumluluklar genelde babama kalırdı. “Ama doğum günü olan ben değilim ki.” Tanıdık, dalgın bir bakış yüz hatlarından dökülünce söylediğime anında pişman oldum. Keseyi açtım ve her biri farklı renkte, gümüş renkli bir denizatı kılına geçirilmiş bir düzine narstiridye incisi çıkardım. Her bir incinin arasındaki boşluk eşitti ve her inci, annemin kibar kaligrafisiyle işlenmiş, farklı bir Zodyak Hanesi’nin sembolünü taşıyordu. Kolyeyi takarken, “Vay/’ söyleyebildiğim tek şeydi. Nadiren yaptığı bir şeyi yapıp bana gülümsedi ve sırada yanıma oturdu. Her zamanki gibi nilüfer kokuyordu. “Eski günlerde,” diye fısıldadı, heyecan verici bakışı ufkun maviliğinde kaybolmuştu. “İlk savunucular Zodyak’ı birlikte yönetiyorlardı.” Öyküleri her zaman beni sakinleştirirdi. Koltuğuma yerleşip annemin sesinin tınısına odaklanabilmek için gözlerimi kapadım. “Ancak On İki’nin her biri, evrenimizi güvende tutm ak için farklı bir güce güveniyordu ve bu da aralarında anlaşmazlıklara ve çekişmelere sebep oldu. Bir gün, bir yabancı gelerek dengeyi tekrar sağlama sözü verdi. Yabancının ismi Ochus tu.” 1 Siren: Yunan M itolojisi’ne ait, yaşadıkları adaların yakınlarından geçen denizcileri şarkılarıyla b ü yü leyip kendilerine çeken iki ku yru klu denizkızlarıdır. (ç.n.) İO Yengeçli her çocuk Ochus m asalını bilirdi ancak annem in öyküsü okulda ezberlemek zorunda kaldığımız şiirle aynı değildi. Annemin anlatımıyla, öykü bir mit olmaktan ziyade bir tarih dersi gibiydi. “Ochus her savunucunun karşısına farklı bir kılıkla çıktı. Her seferinde güçlü bir armağana, olayları o hanenin lehine döndürebilecek gizli bir silaha sahip olduğunu iddia etti. Ochus felsefik Kova ya, Zodyak’ın en temel sorularının cevaplarını barındıran kadim bir metin sözü verdi. İkizler’in hayalperest liderlerine, giyen kişiye inanamayacakları kadar güçlü sihirler yaratan büyülü bir maske sözü verdi. En bilge hane olan Oğlak a, Helios üzerinden ulaşılacak, içinde bizimkinden daha eski dünyalara ait bilgilerin bulunduğu bir hazine sandığı sözü verdi.” Gözlerimi açtığımda annemin alnından sallanan sarı bir bukle gördüm. Onu annem için geriye atma arzusu hissettim ancak bunu yapmamam gerektiğinin farkındaydım. Annem aslında soğuk biri değildi. Sadece… mesafeliydi. “Ochus her savunucuya, armağanlarını alacakları sözüyle, kendisiyle gizli bir yerde buluşmaları talimatını verdi. Vardıklarında, tüm savunucular diğerlerinin de çağırılmış olduğuna şaşırdılar. Şaşkınlıkları birbirlerine kendilerini ziyaret eden Ochus’u tarif ettiklerinde arttı. Yengeç Ana bir deniz yılanı, Balık Peygamber biçimsiz bir ruh, Yay Savunucu başlıklı bir gezgin görmüştü ve diğerleri de başka şeyler görmüştü. Hiç kimse aynı şeyi görmediğinden, savunucular birbirlerinin anlattıklarına inanmadılar. Onlar tartışmaya tutuştuğu sırada, Ochus sessizce sıvıştı ve Zodyak’ın en yüce büyüsünü de yanında götürdü: Hanelerin birbirine olan güvenini. Geride bıraktığı tek şey bir uyarıydı: Döndüğümde her şey yanacak, dönüşümü bekleyin “Güvenimizi çaldı ve asla geri kazanamadık,” dedim öğretmenlerimin ahlak derslerinde öğrettiklerini alıntılayarak. Okula başlayalı sadece bir hafta olmuştu ve annemi etkileme isteğiyle, devam ettim. “Ochus Zodyak’ın ilk yetimiydi. Ait olduğu bir hanesi yoktu ve galaksimizdeki haneleri kıskanıyordu. Bu yüzden Yengeç’te birbirimize göz kulak oluruz ve herkesin bir evinin olmasını sağlarız.” Annemin yüzü düştü. “Yani, ‘Tüm sağlıklı kalpler sağlıklı bir evle başlar’ mı diyorsun? Rho, böyle olmadığını biliyorsun. Derslerimizde, dağılan ailelerden gelen büyük insanları sana öğrettim, yüzyıllar önce ilk hologramı geliştiren Akrepli Galileo Sprock veya Terazi H anesinin saygıdeğer savunucusunu, ünlü pasifist Lord Vaz gibi.” İncinmiş gibiydi. “Öğretmenlerinin, beynini yıkamasına izin vereceksen, belki de okula gitmeye hazır değilsindir.” “Hayır, sadece duyduğumu söyledim,” diyerek onu rahatlattım. Annem her zaman Yengeç eğitim sisteminin beynimi yıkamasından endişe ederdi. Bu yüzden beş yaşıma geldiğimde, hanemizdeki diğer çocuklar gibi beni okula yazdırmadı. Bana evde, bizzat eğitim vermeye karar verdi. Yüz ifadesinin normalleşmesini bekledim ve lafını bir daha bölmedim. Annemin sadece iyiliğimi istediğini biliyordum ancak yaşıtım çocuklarla oynamayı, evdeki eğitime geri dönemeyecek kadar çok seviyordum. “İşin özü şu ki,” diye devam etti annem. “Kadim savunucularımız aynı canavardan korktuklarını itiraf etmektense birbirleriyle savaşmayı tercih ettiler.” Bakışlarım onunkiyle buluştuğunda, yüz ifadesi sertleşti. “Hayatında korkularla yüzleşeceksin ve insanlar korkularını senden almaya çalışacaklar. Seni korktuğun şeylerin gerçek olmadığına, korkularının sadece kafanın içinde olduğuna ikna etmeye çalışacaklar. Ancak onlara izin veremezsin.” Dalgın gözleri etrafımızdaki maviyi, gökyüzünden daha parlak hale gelene dek içine çekti. “Korkularına güven, Rho. Onlara inanmak seni güvende tutacak.” Bakışları öyle yoğundu ki gözlerimi kaçırmak zorunda kaldım. Annem ne zaman böyle heyecanlansa, kır evimizin çatısında meditasyon yaparken iki gün aşağı inmediğindeki gibi, tuhaf nöbetlerinden birini mi yaşıyor, yoksa yıldızlarda bir şey mi gördü diye merak ederdim. Tekrar onunla göz göze gelmektense, suyu inceledim. Bir köpükler sürüsü suyun yüzeyini yardı, babamla Stanton’ı görmek için boynumu uzattım. Ancak ikisi de çıkmadı. “Haydi suya girdim/’ dedi annem birdenbire. Ses tonu tekrar yumuşamıştı. Dalış tahtasına sıçradı ve tek bir hareketle, bir saniye sonra suyun içindeydi. Babam her zaman annemin aslında bir denizkızı olduğunu söylerdi. Babamın yön bulma gözlüğünü takıp annemin suyun altındaki hareketlerini takip ettim ve Gezgin’in etrafında yaptığı zarif dönüşü seyrettim. Annemi yüzerken seyretmek, bale izlemek gibiydi. Annemin başı suyun yüzeyini yardığı anda, babamla Stanton’ın başı da göründü. Babam narstiridyelerle dolu ağını dalış tahtasına kaldırınca günün avını tekneye çektim. Suyun içinde, babam ve ağabeyim maskelerini çıkardılar. Çevremde, her yerde, suyun yüzeyinin köpürdüğünü gördüm. “Bu şey çok sıkı,” diye yakındı Stanton, kollarını serbest bırakmak için takım ının üstünü çözerken. Islak maskesini tekneye attığında çömeldim. Maske bir şlap sesiyle düştü. Tam gözlüklerimi çıkarıp onlara katılacakken, siyah bir kütle denizin yüzeyini yardı. Yılan bir buçuk metre boyundaydı, pullu derili ve kırmızı gözlüydü. Ancak annemin derslerinden, yılanın esas gücünün zehirli ısırığında olduğunu öğrenmiştim. “Yanında bir çene var!” diye çığlık attım, deniz yılanını işaret ederek. Çene ona doğru atılırken Stanton bir çığlık attı ve annemle babam ağabeyime ulaşamadan, yılan dişlerini ağabeyimin omzuna geçirdi. Stanton acıyla haykırdı ve annem ona doğru daldı, gördüğüm herkesten daha hızlı yüzüyordu. Bir elini Stanton’ın hasar almayan koluna doladı ve onu babama doğru çekti. Ben sadece izledim, yardım etmeyi düşünemeyecek kadar korkmuştum. Gözlüğün özel merceklerinden, yılanın etrafımızda döndüğünü, zehrinin yayılıp kurbanını hareketsiz hale getirmesini, dolayısıyla avını yiyebilmeyi beklediğini gördüm. Parlak kırmızı gözleri ka ranlığı, yani bu canlıların normalde yaşadığı yeri delip geçerdi. Çeneler Yarık’ta, yüzlerce metre derinlikte yaşardı. Bu kadar yüzeye çıkacaklarını hiç düşünmezdim. Babam Stanton’ı tekneye taşıdığı sırada, annemin parlak mavi gözleri parladı, dudakları kıvrıldı. Onu hiç bu kadar öfkeli ve vahşi görmemiştim. Sonra suyun yüzeyinden kayboldu. “Anne!” Çaresizlikle babama döndüm ancak Stanton’ın üstüne eğilmiş, omzundaki yaradan zehri emiyordu. Annemi suyun içinde tekrar buldum: Çeneyi tekneden uzaklaştırıyordu ancak yılan arayı kapatıyordu. Saldıracaktı. Hareket edemedim, çığlık bile atamadım. Yapabildiğim tek şey izlemekti. Ellerim Gezgin’in kenarına kenetlenmişti ve bedenimin kalbimin atışma daha ne kadar dayanabileceğinden emin değildim. Sonra annem yüzmeyi bıraktı ve yılanla yüzleşmek için arkasını döndü. Elinde gümüş bir şey parladı. Babamın narstiridyeleri açmak için kullandığı bıçağa benziyordu. Babam bıçağını suyun altında her zaman yanında taşırdı, annem dalmadan önce bıçağı babamın kemerinden çekmiş olmalıydı. Çene tümüyle açılıp annemi ısırmak için saldırdığında, annem elini kaldırıp yılanı ortadan ikiye böldü. Nefesimi tuttum . “Rho!” diye seslendi babam. “Annen nerede?” “Annem… hayatta,” dedim nefes almadan, “geri geliyor.” Stanton ın solgun, baygın bedenini görünce paniğim tekrar belirdi. “Yoksa o…” “Zehri çıkardım ama onu bir şifacıya götürmemiz gerek,” dedi babam, Gezgin’i çalıştırıp anneme doğru yönlendirirken. Annem kendini dalış tahtasından yukarı çekip yavaşça tekneye indi. O iner inmez de babam son hızla ilerlemeye başladı. Annem Stanton’ın yanına oturup elini ağabeyimin alnına koydu. Babama çeneyi nasıl ortadan ikiye böldüğünü anlatmasını bekledim ama o sadece sessizce oturdu. Ne kadar cesur olduğuna inanamıyordum. Bizi kurtarm ıştı. “Helios adına, bir çene bu kadar sığ bir yerde ne yapıyordu?” diye söylenerek derin bir düşünceye daldı babam. Gözleri cam gibiydi, dalgındı ve hâlâ derin derin nefes alıyordu. Ondan sonra konuşmadı, o sessiz havasına geri döndü. Narstiridyeleri istiridye odalarına ayırırken anneme yardım ettim, işimiz bitince Stanton’ın yanına oturduk. “Anne, üzgünüm /7 diye mırıldandım, gözyaşlarım ben durdurmaya kalmadan düşerken, “Ne yapacağımı bilemedim…” “Sorun değil, Rho,” dedi annem, ellerini inci kolyeye uzatıp Yengeç işaretini göğsümün tam ortasına getirirken. “Hâlâ çok küçüksün, hayat sana elbette korkutucu görünecek.” Sonra bana baktı, içime baktı ve kurşun geçirmez gözleri, sarsılmaz bakışı dışındaki her şey bulanık hale geldi. “Korkularına tutun,” diye fısıldadı. “Onlar gerçek.”

Romina Russell – Zodyak
PDF Kitap İndir |