Bertrand Russell – Aylaklığa Övgü

Bu kitap, toplumsal sorunların, siyasal çatışmalar arasında gözden kaçabilecek yanlan üzerinde duran denemeleri içine almaktadır. Bu kitap özellikle, düşünce alanında aşırı derecede örgütlenme ile eylem alanında aşın gayretkeşliğin tehlikesine parmak basmaktadır. Bu kitap benim Faşizmle de, Komünizmle de neden aynı görüşte olmadığımı ve her ikisinin ortak yanından nerede ayrıldığımı açıklıyor. Denemeler, bilginin öneminin sadece bilginin doğrudan doğruya uygulama alanındaki yararlılığından ileri gelmeyip, ayru zamanda onun insan kafasına geniş ve derin bir düşünce alışkanlığı kazandırmasında da bulunduğu tezini ileri sürüyor; bu esastan bakıldığında, zamanımızda «yararsız» etiketi yapıştırılan birçok bilgide yarar bulunabilir. Bu kitapta, mimarlığın çeşitli toplumsal sorunlarla, özellikle de küçük çocukların iyiliği ve kadınların durumu sorunuyla ilişkisi üzerine bir tartışma yer alıyor. Siyasetten uzaklaşan kitap, Batı medeniyetinin belirgin nitelikleriyle, insan ırkının böcekler tarafından yok edilmesi ihtimallerini tartıştıktan sonra, ruhun mahiyeti üzerine bir tartışmayla son bulmaktadır. Kitaptaki denemeleri birbirine bağlayan genel tez, dünyanın hoşgörüsüzlükten, bağnazlıktan ve yanlış yolda bulunsa bile canlı bir eylemin beğenilmesi gerektiği inancından çok çektiği; halbuki son derece karmaşık modern toplumumuzda ihtiyacı duyulan şeyin, dogmaların gerçekliğini araştırmaya hazır serinkanlı bir düşünüş ile en bağdaşmaz görüşlere bile hakkını verebilecek bir kafa özgürlüğü olduğu tezidir. Kitapta yer alan denemelerin bazıları yemdir, vaktiyle dergilerde yayımlanmış bulunan bir kısmı ise, editörlerin nazik izinleriyle, burada yeniden basılmıştır. «Aylaklığa övgü» ve «Modem Midas» HARPER’S MAGAZINE’* ,- «.Faşizmin Baba Soyu» (başka bir adla) İngiltere’de THE POLITICAL QUARTERLY’* ve Amerika’da THE ATLANTIC MONTHLY’* ; «Scylla ve Charybdis, ya da Komünizm ve Faşizm» THE MODERN MONTHLY’de; «Modem Türdeşlik» New York’da (şimdi THE NEW OUTLOOK adını taşıyan) THE OUTLOOK’* ; «Eğitim ve Disiplin», THE NEW STATESMAN AND NATION’* yayımlanmıştır. Konuların birçoğunu aklıma getiren ve benimle tartışan Peter Spence’e de yardımları için teşekkürü bir borç bilirim. B. R. BÖLÜM I AYLAKLIĞA ÖVGÜ’ Benimle aynı kuşaktan olanların çoğu gibi, «Şeytan hep aylaklara yaptıracak bir kötülük bulur,» atasözünü dinleyerek yetiştim. Epeyce terbiyeli bir çocuk olduğum için bana söylenen her şeye inanırdım; böylelikle, içinde bulunduğum ana kadar beni çok çalışmaktan geri bırakmayan bir vicdan sahibi oldum.


j_Ne var ki, EYLEMLERİM vicdanımın denetimi altında olduğu halde, GÖRÜŞLERİM bir devrim geçirmiş bulunuyor^ Dünyada gerektiğinden çok çalışıldığım, çalışmanın erdem olduğu inancının büyük zararlar doğurduğunu, modern endüstri ülkelerinde vaazedilmesi gereken şeylerin öteden beri vaazedilegelmekte olanlardan çok değişik olduğunu sanıyorum. Napoli’de dolaşan bir gezginin öyküsünü herkes bilir: Yattıkları yerde güneşlenen on iki dilenci gören bu gezgin (olay Mussolini zamanından önce geçer), bunlardan en tembel olduğunu kanıtlayana bir lira vereceğini söyler. Dilencilerden on bir tanesi yerlerinden fırlayıp, liranın kendi hakları olduğunu iddia ederler, bunun üzerine gezgin de parayı yerinden kıpırdamayan on İkinciye verir. O gezgin tam yerine düşmüş. Ne var ki, Akdeniz güneşinden nasibi olmayan ülkelerde aylaklık daha 1 1932 de yazılmıştır. zordur ve insanlara aylaklık aşılamak için yoğun bir propagandaya ihtiyaç vardır, lleriki sayfalan okuduktan sonra, Y.M.C.A. liderleri umarım ki, gençlere hiçbir iş yapmamayı aşılamak için bir kampanyaya girişirler. Eğer umduğum çıkarsa, ömrümü boşa harcamamış olacağım. Tembellikten yana kendi savlarımı öne sürmeden önce, kabul edemediğim bir savı gidermeliyim. Geçimini yeteri kadar sağlamış bir kimse günlük işlerden herhangi birine el attığı zaman kendisine, böyle yapmakla başka birinin nafakasını elinden aldığı, dolayısıyla bunun kötülük olduğu söylenir. Eğer bu sav doğru olsaydı, nafakamızın bol bol sağlanması için, hepimizin sadece aylak olmamız yeterdi. Böyle lâf edenlerin unuttukları şey, bir insanın genellikle kazandığım harcadığı ve harcarken de başkalarına iş sağlamış olduğudur.

Bir insan kazandığım harcadığı sürece, kazanırken başkalarının ağzından aldığı lokmaları en aşağı katıyla, kazandığım harcarken yine başkalarına veriyor demektir. Bu görüş açısından bakıldığında asıl kötü insan, biriktiren insandır. Eğer insan, atasözüne geçen o Fransız köylüsü gibi kazandıklarım bir çorabın içine tıkıp biriktirmekle yetiniyorsa, bu biriktirilen kazançların kimseye bir iş sağlamadığı açıktır. Eğer biriktirdiklerini bir yatırımda kullanıyorsa, o zaman durum o kadar açık değildir ve bu durumdan değişik sorunlar ortaya çıkar. İnsanların tasarruflarıyla en çok yaptıkları şeylerden biri, tasarruflarım hükümetin birine ödünç vermektir. Çoğu uygar hükümetlerin kamu harcamalarının geçmiş savaşlar için yapılan ödemelerle, gelecekteki savaşlara hazırlıktan ibaret olduğu gözönüne alındıkta, parasını hükümete borç veren adam, Shakespeare’deki katil kiralayan kötü adamla aynı durumdadır, insanoğlunun tasarruf alışkanlığının net sonucu, parasım ödünç verdiği Devlet’in silahlı kuvvetler gücünü artırmaktan ibarettir. Böyle yapacağına, parasını içkiye ya da kumara bile harcasaydı, kuşkusuz çok daha iyi ederdi. Ama bana diyecekler ki, tasarruflar sınaî girişimlere yatınlınca durum başkadır. Bu gibi girişimler başarı kazanıp da yararlı bir şey ürettiği zaman, bu sav haklı görülebilir. Bununla birlikte, bugünlerde çoğu girişimlerin başarısızlığa uğradığını da kimse inkâr edemez. Bu da şü demek oluyor ki, yararlı bir şey üretme uğrunda kullanılabilecek büyük bir insan emeği, üretildikleri zaman boş yatan ve hiç kimseye hiçbir hayrı dokunmayan makineler üretme uğrunda harcanmıştır. Bundan ötürü, tasarruflarını ilerde iflâs eden bir girişime yatıran adamın, kendi kadar başkalarına da zaran dokunuyor demektir. Eğer o adam parasım, meselâ dostlan için eğlenti düzenlemekte harcamış olsaydı, (umanz ki) dostları ve onlar kadar kasap, fırıncı ve içki kaçakçısı gibi, harcanan bu parayı ellerine geçirenler de hoşnut kalırdı. Ama eğer o adam parasım, meselâ tramvaya ihtiyaç olmayan bir yerde tramvay raylan döşemeye harcarsa, büyük bir emek yığınım, bu emeklerin kimseyi hoşnut edemediği kanallara aktarmış olur. Gelgelelim, yatırımın başarısızlığa uğraması yüzünden bu adam yoksul düşerse, ona haketmediği bir talihsizliğin kurbanı olmuş gözüyle bakılır, parasım insanseverlik yolunda harcayan hovarda ise, budala diye, hafifmeşrep diye hor görülür.

Bütün bunlar sadece bir girişten ibaret. Gayet ciddî olarak şunu söylemek isterim ki, modern dünyada ÇALIŞMANIN erdem olduğuna inanma yüzünden çok büyük zararlar doğmaktadır ve mutluluğa giden yol, refaha giden yol, çalışmanın örgütlü bir düzen içinde azaltılmasından geçer. önce: çalışma nedir? Çalışma iki çeşittir: birincisi, yeryüzünde veya yeryüzüne yakın bulunan maddenin durumunu, böyle başka bir maddeye göre değiştirmek; ikin­ cisi de, başkalarına, yeryüzünde veya yeryüzüne yakın bulunan bir maddenin durumunu, böyle başka bir maddeye göre değiştirmelerini söylemektir. Birinci cins çalışma tatsızdır ve az para getirir; ikinci cins çalışma ise tatlıdır ve çok para getirir. İkinci cins çalışma çok çeşitlidir: emir verenler yamsıra, ne gibi emirler verileceği konusunda akıl verenler de vardır. Genellikle, iki insan grubu tarafından aynı anda, birbiriyle taban tabana zıt iki cins akıl verilir; buna da siyaset denir. Bu cins çalışma için gerekli marifet akıl verilecek konu üzerinde değil, meselâ reklâmcılık gibi, inandırıcı konuşma ve yazma sanatı üzerinde bilgi sahibi olmaktır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir