Sally Goldenbaum – Sahile Düşen Gölgeler

Noel kutlamalarını iptal etmekten bile kötüydü. En azından, Nell Endicott’un telefonu geldiğinde Izzy Chambers’ın ilk düşüncesi buydu. Cuma akşamlan, Ben Amcasının martinileri, ızgara dilbalığı ve dostlarıyla, Endicott-ların verandasında toplanmak kutsaldı. Teyzesinin aklından ne geçiyordu? “Izzy, bu konuşan sen değilsin,” demişti Mae Anderson. Yün dükkânının satış müdürü, yeni gelen bambu çilelerini tasnif ederken, homurdanmayı sürdüren genç patronunu dinliyordu. “İçtiğin diyet gazoz yüzünden, küçükhanım.” Ancak Izzy’yi rahatsız eden diyet gazoz değildi. Kargo finnasmın izini takip edemediği, kaybolan ceviz yün şişleri kargosuydu. Dükkânın tavanındaki akıntıydı ve vitrine çarparak hem camı hem kanadını kıran yaralı kuştu. Henüz hazır olmadığı halde başlayan yazlıkçıların akınıydı. Bunların yükünü bütün ağırlığıyla hisseden Izzy için, cuma akşamını Endicottlarm verandasında dostlarıyla boraber geçirme ihtiyacı, çölde suya hasret kalmak kadar yoğundu. Üstelik bu bir gelenekti. Oysa bu cuma akşamı öyle bir şey olmayacaktı. Nell, bu hafta herkesin Laura Danvers’ın düzenlediği, mükemmel hayır etkinliğine katılmak üzere, Sea Harbor Yat Kulübü’nde olacağını söylemişti. Cass Halloran, bu haberi daha da kötü karşılamıştı.


Günde on saatini tuzakları kontrol edip yemleyerek, ıstakozları gruplandırarak, çok büyük, çok küçük ya da hamile olanları suya geri bırakarak, Lady Lobster’m dümenindeki ciddi çatlağı onararak geçirdiği bir haftadan sonra, Endicottlann verandasına ciddi anlamda ihtiyaç duyuyordu. Nell’in mesajını aldığı akşam, huysuzluk ile yorgunluk arasında bir ruh halindeydi. Yine de, Nell’in tahmin ettiği gibi, Izzy partiye gelecekti. Cass de öyle. “Gracie Santos’u da getir,” diye ekledi Nell. “Yeni açacağı kafede çalışmaya biraz ara versin, masada fazladan herkese ihtiyacım var.” Birdie Favazza fikrini belirtmemişti, bu durum Nell için diğerlerinin sızlanmasından daha ciddiydi. Birdie’nin her zaman bir fikri olurdu, ama son günlerde çok dalgın görünüyordu. Bu durumu Izzy bile fark etmiş ve seksen yaşında olanları etkileyen âdet öncesi sendromuna eşdeğer bir şey olup olmadığını yüksek sesle sormuştu. Birdie, nadiren düzensiz ve daima güvenilir biriydi, ama Nell’in hatırladığı kadarıyla ilk kez, önceki akşam perşembe gecesi örgü toplantısını kaçırmıştı. “Laura Danvers bu etkinlik için bütün masaları doldurmaya kararlı,” dedi Nell her birine. “Sanırım basın da orada olacak ve o yüzden iyi bir görüntü vermek istiyor.” Ardından Nell, son noktayı koymuştu: “Ama gelmenizin asıl sebebi, etkinliğin mükemmel bir sebebi, Anja Ange-lina Park’taki sosyal merkez, olması. Bir kısmı çocuklar için faaliyet alanı olarak ayrılacak; evde kimse olmadığında, okuldan sonra gidebilecekleri bir yer.” “Sadece annem suçluluk duygusunu senden daha iyi kullanabilir,” dedi Izzy kapamadan önce.

Nell bir şey söylemeden gülümsedi. Kız kardeşi Caro-line Chambers bu konuda ondan kat kat daha becerikliydi. Nell bu oyunu oynamaktan hoşlanmazdı, tabii bu akşam olduğu gibi çok iyi bir gerekçesi yoksa. Nell üstüne deniz yeşili yazlık elbisesini geçirdi, kumaşın çıplak bacaklarına dokunuşu hoşuna gitti. Yünlü kazakları ve pantolonları kilerdeki dolaba kaldırmak keyifli bir işti ve yazlık giysilerin hafifliğinin başının üstünde yeri vardı. Omuzlarına incecik, dantel bir şal atıp yatak odasının penceresine doğru yürüdü. Denizden, bir sevgilinin dokunuşu gibi yumuşak ve şefkatli hafif bir meltem esiyordu. Endicottların ebeveyn yatak odası, ferah ve havadar evin arka bölümünde yer alıyor, Nell pencereden ayın gecenin karanlık sularındaki aksini görebiliyordu. Ay bükücülerin işbaşı yapacağı bir akşamdı. Nell sessizce durdu, ay tamamen yok olana kadar gökyüzüne saçtığı gümüş rengi ışık demetlerini örekelerine dolayan ve böylece dünyayı kara bir battaniyeye sararak gelgitleri sakinleştirip hayvanları avcılardan koruyan Kelt mitolojisindeki ay bükücü kadınları gözünde canlandırmaya çalıştı. Tam o anda başka kimlerin pencerenin önünde durduğunu, ya da sahilin kararan gölgelerinde yürüdüğünü, verandalarında stres atarken gözlerini dikip tepelerindeki görüntüyü seyrettiğini merak etti. “Hımmm,” dedi Ben, arkasından yaklaşıp kollarını beline dolayarak. Nell’in bakışlarını takip ederek dışarı göz attı. “Olağanüstü,” diye fısıldadı Nell’in boynuna doğru. Nell, desteğin verdiği rahatlıkla onun göğsüne yaslandı.

“Bazıları ay m sihirli güçleri olduğunu düşünür.” Ben, gözlerini aydan ayırmadan onun saçlarına doğru konuşuyordu. Orada bir dakika daha kaldı, sonra kravatını bağlamak üzere aynaya doğru ilerledi. Nell, daha sonra ne olduğunu tam kestiremeyecekti; uzun süre parlak ışığa bakmanın gerginliği mi, yoksa gideceği partiyle ilgili bir öngörü mü? Ancak gözünü ayırmadan baktığı ay, çocukluğunda Kansas çayırlarında sırtüstü uzanıp bakarak dilekler tuttuğu, sırlarını paylaştığı şefkatli tebessümünden uzak, giderek büyüyor gibiydi. Bu akşam, binlerce kilometre öteden aşağıya gönderdiği şey tebessüm değildi. Ayın ışığı ve gölgesi uğursuz bir biçimde karışmıştı. Nell, kötü bir şeyler olacağını sezdi; bir kasırga Kansas düzlüklerinde ilerlemeye başlamadan önce görülen yeşil gökyüzü ya da Sea Harbor’da poyraz fırtınası patlamadan önce çöken huzursuz sessizlik gibi. İçgüdüsel olarak bir adım geri çekildi ve hafifçe ürpe-rerek bakışlarını başka yere çevirdi. Ben aynada onun görüntüsünü yakaladı. “Nell?” Nell kocasına hafifçe gülümseyerek, içini saran korkuyu bastırdı ve ona doğru yürüyüp yanağına dokundu. “Bu akşam çok yakışıklı görünüyorsun,” dedi işveli bir sesle. “Hadi, gitmemiz gereken bir parti var.” İkinci Bölüm Sea Harbor Yat Kulübü diğer yat kulüplerinden farksız olmasına karşın, o akşam göz alıcı altın renkleriyle çok şık görünüyordu. Titreşen mum ışıklan, minik saksılardaki san gül goncaları ve şaraplı safran sosunun içinde yüzen ıstakoz parçalarıyla dolu zarif kehribar kâseler, sıradan bir kulübü zarif bir yaz partisine dönüştürmüştü. “Yemek inanılmazdı,” diye itiraf etti Izzy.

Peçetesini tabağının yanma koyup sandalyesine yaslandı. “Gelme konusunda bu kadar canını sıktığım için özür dilerim.” “Özür dileyecek bir şey yok. Bu hafta dükkânın ne kadar yoğun olduğunu biliyorum.” “Şikâyet etmemeliyim, değil mi? İşler harika. Örgü insanlar için mükemmel bir terapi, sanırım o yüzden bu kadar yoğunuz. Dün, polis üniformasını her zamanki gibi gururla taşıyarak Tommy Porter geldi ve bana sadece erkekler için kurs açıp açamayacağımı sordu. Baskı dönemlerinde polis kuvvetlerine destek olacağını düşünüyormuş. Yine diin, yirmi beş kişilik grubum bir kez bile sızlanmadan ve tek ilmek kaçırmadan dantel ördü.” Izzy, çıplak omuzlarını örten zar gibi şalın ucunu kaldırdı. “Beğendin mi?” Şal, tüy kadar hafifti. Izzy*nin omuzlarından ve kollarından adeta örümcek ağı gibi dökülüyor, uçları kucağında bir su birikintisi gibi toplanıyordu. Nell, Izzy’nin iki hafta önce perşembe akşamı toplantısında ipek-merinos karışımı bu yünü çıkardığını görmüştü. Izzy, dantel dersleri için bir örneğe ihtiyacı olduğunu söylemişti. Uyurken onun işlerini bitiren cinleri olmalı, diye düşündü Nell.

Normal bir ölümlü bu kadar kısa sürede böyle-sine güzel bir şey ortaya çıkaramazdı. Izzy şalını basit, karışık çizgili bir elbisenin üstüne atmıştı. Yeğeni son derece zarif ve güzel görünüyordu, Endicottların masasını bulmak için salonda yürürken bütün başların kendisine döndüğünün farkında bile değildi. Oysa Nell, onu bu örümcek ağı gibi şalın içinde görenlerin, bir sonraki dantel kursu için sıraya gireceklerini biliyordu. Ve hepsi Izzy gibi görünmek isteyeceklerdi. Mütevazı. Ve güzel. “Izzy haklı,” dedi Cass. “Bu akşam sizin veranda dışında bir yerde olacaksak, burası en doğru yermiş. Huysuzluk ettiğim için kusura bakma. îki yüz elli yengeç sepetiyle başa çıkmak giderek zor geliyor. Üstelik Pete elli tane daha eklemek istiyor.” Cass sandalyesine yaslanıp ince martini kadehini kavradı. Dibinde tek başına bir zeytin tanesi duruyordu. Kadehin sapını parmakları arasında yuvarlarken, suçlar bir ifadeyle zeytine baktı.

“Barmene, Ben’den martini dersleri almasını söyledim. Bu kesinlikle Endicott martinisi değil. Üstünde ince buz tabakası yok. Vermutu fazla kaçmış. Zeytin ise ançüezsiz.” “Eminim barmen seni çok sevmiştir,” dedi Birdie, Cass’in elini okşayarak. “Martini konusunda Cass’e katılmak zorundayım,” dedi Ham Brewster. “Ama sanırım tek bir cuma akşamı bizi öldürmez.” Ham, cuma akşamı martinilerinden kolayca feragat edecek biri değildi. O ve karısı Jane bütün hafta çok yoğun çalışıyor, sadece kendi sanatlarım üretmekle kalmıyor, aynı zamanda Sea Harbor sanat bölgesinin idaresiyle uğraşıyorlardı. işlerine mutlu ve makul bir biçimde devam edebilmek içinse, eski dostlarının verandasına güveniyorlardı. “Kimi öldürmez Bay Brewster?” Stella Palazola sanatçının dibinde bitiverdi. Elindeki tepsi, çikolata köpüğü soslu, çilekli pasta tabaklarıyla doluydu. Gruba samimiyetle gülümsedi ve tabaklardan birini Ham’in eşi Jane’in, diğerini Cass’in çocukluk arkadaşı Gracie Santos’un önüne bıraktı. “Lafın gelişi güzelim,” dedi Ham ve genç garsona gülümsedi.

“Söyle Stella, Sea Harbor’daki en iyi garsonu bu partide çalışması için nasıl ikna edebildiler? Söylentiye göre bu yaz garsonluğu bırakıyörmüşsün?” Ham’in gözü tepsideki tatlılardaydı. Stella önce Ham’e, sonra masanın karşı tarafında oturan Birdie Favazza’ya sırıttı. “Bayan Birdie bana izin verdi. Ablam Liz’i tanıyor musunuz? Elbette tanıyorsunuz. Şey, bu tür şık etkinlikleri o yönetiyor ve birkaç garsona daha ihtiyaçları vardı.” Stella, başıyla yemek salonunun kapı girişindeki genç hatunu işaret etti. Liz Palazola, partideki en hoş konuk gibiydi, kısa elbisesi kıskanılası vücut hatlarını ortaya çıkarıyordu ancak idari becerilerine işaret eden dikkatli bakışları ve gözü açık tavırlarıyla yat kulübü üyeleri arasında olumlu eleştiriler almıştı. “Bir gün bu kahrolası kasabanın tamamını yönetecek,” demişti Ben, son günlerde katıldığı bir yönetim kurulu toplantısının ardından. “Bu, hak edilmiş bir fırsat tatlım,” dedi Birdie, Stella’ya. “Liz seni istemekle akıllılık etti.” “Fırsata ihtiyacım yoktu, Bayan Birdie. Kâhyanız ve kocasıyla takılmam için bana fazlasıyla para ödüyorsunuz. Ella ve kocasının, orada olduğum sürenin yarısı kadar bile bana ihtiyaçları yok. Harold’ı zaptetmek için, kesinlikle kırık bir ayak bileğinden daha fazlası gerek. Bugün evin basamaklarından öyle bir uçtu ki, orada olmasam sizin Lincoln’ün tepesine konacaktı.

Sanki evde yangın çıkmış ve tek su hortumu kendisiymiş gibi davranıyor. Şekerleme yaparken uyanmış ve Ella’nın yanında olmadığını görmüş, sanki karısı tek başına bir şey yapamazmış gibi.” Stella tepsiyi kenara koyup bir yumruğunu kalçasına dayadı. “Onunla kadın haklan konusunda konuşmalısınız, Bayan Birdie. Kendisi, biraz çağın gerisinde kalmış gibi.” Birdie cevap vermemek için kendini zor tuttu, ama Nell onun düşüncelerini okuyabiliyordu. Birdie’yle yıllardır arkadaştılar ve aralarındaki neredeyse yirmi yıllık yaş farkına rağmen, genellikle birbirlerinin aklından geçenleri okuyabilirlerdi. Oysa bu akşam Birdie’nin ifadeleri yanıltıcıydı, kâhyası ve bekçisiyle ilgili düşünceleri yüzündeki çizgilerin ardında gizleniyordu. Nell’in anlayabildiği tek şey, Birdie’nin bazı konularda endişeli olduğuydu. “Pekâlâ, Stella,” dedi Birdie, “bu durum, sana ne kadar ihtiyacım olduğunu gösteriyor. Harold Sampson katır gibi inatçıdır ve o kırık bileğin derhal iyileşmesi gerekiyor; bildiğiniz gibi, artık genç bir delikanlı değil. Doktorun dediğine göre çapraşık bir kırıkmış ve sadece birkaç ay oldu. Kesin olan bir şey varsa, artık su oluklarımdan çamur ve çam iğnesi toplayamayacak. Annenin restoranda seni özlediğini biliyorum ama bütün bencilliğimle, benim sana daha çok ihtiyacım olduğunu düşünüyorum.” Ben ve Nell, Birdie’nin Stella’yı üniversitenin ilk yıl ödemelerini karşılayabilmesi için işe aldığını düşünüyorlardı.

Stella, sonbaharda Salem State’in masrafını çıkarabilmek için bulduğu her işe giriyordu. Annesi ise, onu işe aldığı için Birdie’ye minnettardı. Stella’nm babası öldükten sonra, Annabelle Palazola balıkçı eşlerinin ne kadar cesur olduğunu kanıtlamış ve Joe Palazola’nin çocukları için hayalini kurduğu üniversite eğitimini onlara verebilmek umuduyla bir restoran açmıştı. Sweet Petunia büyük başarı kazanıp kasabanın gözdesi olsa da, Annabelle’in hayallerine ilgi göstermesi gereken dört çocuğu vardı. Ve Birdie Favazza hayalleri gerçekleştirmeye yardım etmesiyle tanınmıştı. Stella masaya iki tatlı daha getirdi, birini Nell’in önüne koydu ve diğerini Birdie’ye verirken kulağına doğru eğilip fısıldadı. “Lincoln konusunda şaka yapmıyorum, Bayan Birdie. Bana verdiğiniz yedek anahtarlar sabah mutfaktaki kancasından uçmuştu. Harold’la konuşmanız gerek.” Birdie kaşlannı çatarak başıyla onayladı. “Onları kafana takma hayatım,” dedi. “Eminim orada bir yerdedirler.” Birdie, diğerlerine bakarken yüzündeki çatık ifadeyi bir gülümsemeyle sildi. “Stella hepimizi çok iyi kolluyor. O olmasa ne yapardım bilmiyorum.

” Birdie, o anda masaya düşerek dikkatleri dağıtan gölgeye minnettar olmuş görünüyordu. Cass ile Gracie’nin arasında şık bir kadın duruyordu. “İyi akşamlar,” dedi Sophia Santos, kendine özgü ses tonuyla. Teyzesinin sesini duyan Gracie sandalyesini itip kalkmaya çalıştı. “Lütfen otur,” dedi Sophia, Gracie’yi hafifçe yanağından öperek. Sophia oradakileri içtenlikle selamlamasına karşın, sesinde bir aciliyet hissediliyordu. “Lütfen,” dedi, “sohbetinize devam edin. Gracie’nin bir dakikasını alacağım.” Ancak sohbetin tekrar başlayıp kendi sözlerini örtbas etmesini bekleyemeden uzandı, sanki kaçmasını engellemek ister gibi Gracie’nin omuzunu sıkıca kavradı. Alçak sesle konuşuyordu, ama sesinin tonu çevredeki coşkuyla tam bir tezat oluşturuyordu. “Sana ulaşmaya çalışıyordum Gracie,” dedi. “Seninle konuşmam gerek. Lütfen yarın sabah eve gel.” Sophia, kocasının otoriter tavrıyla konuşuyordu. Taleplerinin cevaba ihtiyacı yoktu.

Gracie sabah orada olacaktı. “Es urgentediye ekledi Sophia. Doğruldu, hayali bir saç tutamını düzeltti ve araya girdiği için tekrar özür diledi. “Saçma,” dedi Birdie. “Seni görmek her zaman büyük keyif Sophia.” “Santos ve Delaney inşaat şirketleri sosyal merkeze yardımcı olarak mükemmel bir iş yapıyor,” dedi Nell. “Nasıl diyorsunuz, bu, ‘benzersiz’ bir ortaklık,” dedi Sophia Santos, ama sözleri mizah duygusundan yoksundu ve yüzü ifadesizdi. “Kanımca ‘benzersiz’ hafif kalır Sophia,” dedi Ben. “O iki adamın herhangi bir konuda anlaşabileceğine kim ihtimal verirdi?” “Hepsi göstermelik,” dedi Birdie. “Sert görüntülerinin altında ikisi de yumoş oyuncak ayı.” “Yumoş ayı…” diye tekrarladı Sophia, sözlerin görüntüsünü aklında bir yere oturtmaya çalışıyordu. Birdie açıklamaya çalışırken, Nell barın terasından içeri giren Alphonso Santos’u gördü. Ellerini beyaz bir peçeteye silip belediye başkanı ve Sea Harbor polis şefinin yanına gitti. Üç adam bir masaya oturup ciddi bir ifadeyle konuşmaya başladılar. Nell konunun, o akşam yararına parti düzenlenen, sosyal merkezin çocuk bölümüyle ilgili olduğunu tahmin etti.

Bir süre önce çalışmalar başlamıştı, ancak sosyal * (İsp.) Bu acil! (e.n.) bir projede birden fazla şirketin çalışmasının yarattığı sıkıntılar çok açıktı. Nell daha önce bu mesafeden, Alphonso’ya hiç dikkat etmemişti. Kendini biraz suçlu ya da kaba hissetti. Annesi, ona ve kız kardeşi Caroline’e, insanlara asla gözlerinizi dikerek bakmayın, diye öğretmişti. Ama kalabalık bir salonda birine bakmak, tam olarak gözünü dikmek sayılmazdı. Alphonso başını kaldırınca, Nell onun tek kelimeyle yakışıklı bir adam olduğunu fark ederek şaşırdı. Kırlaşmaya başlayan gür saçları ve gösterişli vücudu, kemikli yüzünü ve delici bakışlarını daha da vurguluyordu. Boston ve Sea Har-bor’daki evleri ve Massachusetts’te servetine katkıda bulunan işyerleriyle Alphonso Santos, Cape Ann’in güçlü kimliklerinden biriydi. Alphonso yukarı bakınca Nell’le göz göze geldiler. Bir baş hareketiyle Nell’i selamlayan Alphonso’nun dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı. Eğlendi mi, diye merak etti Nell. Adamın bakışları Nell’in ötesine, yeğeninin yanında bütün ihtişamıyla ayakta duran eşine kaydı.

Alphonso’nun yüzündeki tebessüm kayboldu, ama Nell yerini alan ifadeyi pek çözemedi. Belki de sadece bu mesafeden bir yabancının gözüyle karısına bakan ve onun baş döndüren güzelliğine hayran kalan bir bakıştı. Mikrofondan yükselen tiz ses, kalabalığı susturdu ve ilgiyi, salonun diğer köşesinde kurulan kürsüye topladı. Partinin organizatörü ve sahibesi Laura Danvers, mikrofonun arkasındaki yerini almış, kalabalığa gülümsüyordu. “Hepinize hoş geldiniz diyorum.” Özenle kontrol ettiği sesi, partideki örgücülerin, Laura henüz ayaklanan bebeğini, Izzy’nin raflarını karıştırırken bulduğunda çıkardığı sese benzemiyordu. “Bildiğiniz gibi, bu akşam toplanacak para, Anja Ange-lina Parkımızdaki sosyal merkezin çocuk bölümüne gidecek, oradaki oyun gereçlerinin, bilgisayarların, video donanımının, personelin ve hatta aşı yapacak hemşire odasının masraflarım karşılayacak.” Nazik bir alkış yükseldi. “Bunların hiçbiri mümkün olamazdı,” diye devam etti, “iki Sea Harbor şirketinin katkıları olmasaydı. Onların, iş gücü ve giderler konusundaki cömertlikleri olmasa, sosyal merkezin çocuk kanadı bir parça ozalit kâğıdının üstündeki mimari çizimlerden öteye geçemezdi.” Nell, Gracie’ye baktı. Anons başladığında, muhtemelen dikkatleri üstüne çekmemek için, teyzesi ortadan kaybolmuştu. Sophia Santos kapalı kutuydu, nazik ve cömertti, ama bazen Birdie’nin dediği gibi, sinirleri alınmıştı. Nell, Sop-hia’yı, Ben’le birlikte Boston’dan Sea Harbor’a taşındıkları günden beri tanırdı, ama o günden bu yana gündelik konuşmaların dışında bir samimiyetleri olmamıştı. însanlann dediğine göre Sophia zor bir insandı, hayatında gri tonlarına yer yoktu.

Ancak bir haksızlık, adaletsizlik ya da sadece yanlış bir şey olduğuna inandığı zaman konuşma ihtiyacı duyardı ve bu yönü, nadiren partilerde ortaya çıkardı. Nell, onu hoş. biraz gizemli ve oldukça mesafeli bulurdu. Birdie bir süre önce Sophia’nın fazla arkadaşı olmadığını söylemişti ama kâhyası Ella Sampson’a şaşırtıcı bir ilgi gösteriyor, Harold ayak bileğini kırdığı için ona eşlik edemediğinden, düzenli olarak kadını kilise ayinine taşıyordu. Laura Danvers, kontrol altına aldığı sesiyle mikrofona konuşmayı sürdürdü. “David Joseph Delaney ve Alphonso Nicholas Santos, kendilerine uygun bir biçimde teşekkür edebilmemiz için bana katılabilirler mi?” Ben, NelFe doğru eğildi. “Umarım Laura ikisinin arasında durur, yoksa temmuz fişeklerini bir ay öncesinden izleyebiliriz.” Nell gülmemeye çalıştı. Aralarında kan davası olmasa da, Delaney ile Santoslann arasındaki ilişki dostane olmaktan uzaktı ve onlan birlikte sahneye çıkarmak herkesin harcı değildi. Nell, salonun öte yanında D. J. Delaney’nin sandalyesini arkaya ittiğini gördü. Minyon karısı Maeve gururla ona bakıyordu. D. J.

’in büyük oğlu Davey annesinin yanında oturuyordu. Babasının ismini taşıyan Davey, köşeli yüzü ve boğa gibi güçlü vücuduyla hık demiş burnundan düşmüş gibiydi. Aile işini sürdürmek isteyenin Davey olduğunu ona Ben söylemişti. Delifışek bir yapısı olsa da Ben, onun projelerin idaresinde başarılı olacağından şüpheliydi. Maeve’nin diğer yanında “genç Joey” oturuyordu, doğumundan bu yana otuz altı yıl geçmişti. Annesinin yumuşak, kahverengi bakışlarını, pürüzsüz cildini ve açık renk saçlarını almıştı. Nell’in bakışları, Joey’den Gracie’ye döndü. Platin sarısı ışıldayan saçları, yumuşak bir şekilde omuzlarına dökülüyordu. İnce yüzü sakindi, Delaney ile Santoslann arasındaki çekişmeyi umursamadan gülümsüyordu. Gracie Santos, bu iki ailedeki dalgalanmaları hepimizden daha iyi bilir, diye düşündü Nell. Her iki tarafa da bağlıydı; Santoslarla kan bağı, Delaneylerle evlilik bağı vardı. Kürsüye önce D. J. Delaney ulaştı. Geniş omuzları, kıyafetini germişti ve çiçekli parlak kravatı al yanaklı yüzüyle uyum içindeydi.

Nell onu tanımasa, az önce Sea Harbor maratonunu koşmuş olduğunu söyleyebilirdi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir