Sally Tyler Hayes – Golgedeki Koruyucu

Güzel doktor Grace Evans’ı ve ekibini tehdit eden tehlikeyi geceyarısı ortaya çıkan bir adam söylemişti. Grace karanlıkta yüzünü görmediği bu adamın sesinin etkisinden kurtulabilecek miydi? Sean Douglas’ın Grace’yi uzaktan izlemesinin bir nedeni vardı elbette. Ama şimdi onu koruyabilmek için daha yakınına gitmek zorundaydı. O zaman kimliğini, duygularını ve sırrını nasıl saklayabilirdi. Doktor Grace Evans bir zamanlar din kitaplarının koyulduğu çekmeceleri karıştırırken birden ürperdi. Ama fazla üzerinde durmadı. Pek de önemli bir şey değil, diyordu kendi kendine. Düşünmesi gereken onca sorun vardı zaten. İlahiler çoktan bir kenara atılmış yada birazcık olsun ısınabilmek için yakılmış olmalıydılar. Yakıt stokları çoktan tükenmişti ve kasabanın üç tarafını saran karlı dağlar kolay kolay yakıta sahip olamayacaklarını tehdit edercesine zirvelerini siyah bulutların arasına saklamışlardı. Sonra o tuhaf duyguyu bir kez daha hissetti. Birisi tarafından izleniyor gibiydi. Yo… Daha da fazlası söz konusuydu. Nefesi tutulur gibi oldu. O geri dönmüştü.


Doğruldu ve bakışlarını bombaların harap ettiği kilisede gezdirdi. Orayı altı haftadır klinik olarak kullanıyorlardı. Kızılay doğu Avrupa’nın bu uzak köşesindeki çalışmalarına son vermiş ve işlerini Uluslar arası İlkyardım Komitesi’nin sadece Grace, Jane ve Allıson’dan oluşan tıbbi yardım koluna bırakıp çekip gitmişti. Şehirde hiç elektrik yoktu. Kilisede çalıştıkları süre boyunca da gelmemişti. Zaten elektrik olsa da ne işe yarayacaktı ki? Yarı çökmüş tavanda aydınlanmalarını sağlayacak tek bir ampul bulunmazken. Etraf hasta, yaralı, yorgun ve aç insanlarla doluydu. Karanlık çökmek üzereydi. Harap olmuş binaların arasında gölgeler dansediyor, sessizliği sadece arada bir duyulan silah sesleri bozuyordu. Grace oraya geldiğinden beri saçma sapan bir çok şey dilemişti. Keşke bir çift elim daha olsaydı, diyordu bazen. Ya da, keşke daha çok antibiyotiğim olsa. Daha fazla kişiye şifa dağıtabilsem. Kimsenin kimseye ateş etmediği bir dünyada yaşayabilsem. O anda istekler zincirine bir yenisi daha eklendi.

Basit ama önemli bir eksik… Işık. Birazcık daha ışık olsa onu görebilirdi çünkü. Bütün cesaretini topladı ve arkasına döndü. İşte oradaydı ve tam tahmin ettiği gibiydi. Geniş omuzlu, dar kalçalı, uzun bacaklı. Üzerinde siyah bir kıyafet, etrafında gizemli bir hava, dudaklarında ise görülmeyen ancak hissedilen bir gülümseme vardı. Bu o idi, o olmalıydı… Ama emin olmanın bir yolu yoktu. Çünkü hep karanlıkta ortaya çıkıtor ve onu şaşırtıyordu. Bir melek olsa aydınlıkta da görünürdü zaten Hiçbir zaman fazla uzun kalmıyor, ona yüzüne dikkatli bakma fırsatı vermiyordu. Ancak her gelişinde başka biri gibi görünüyordu ona. Yine de Grace’nin hayalperest yönü bile tek bir kişinin söz konusu olduğunu biliyordu. Kendini sesindeki, kokusundaki ya da yürüyüşündeki bir şeyden etkilendiğine inandırmaya çalışıyordu. Ancak aslında gerçek bu kadar somut değildi. Sadece bir histi bu. Belki daha da ötesiydi.

Ruhunun derinliklerinde hissettiği, tam olarak anladığını iddia edemeyeceği bir düşünceydi. Onu tanıyordu. Nasıl ve nereden bilmiyordu ama onu tanıdığına ismi gibi emindi. Onun kendisini tanıtmak istemediğini, kasıtlı bir şekilde onu bilerek şaşırtmaya çalıştığının da farkındaydı. Onu ilk gördüğünde son derece düzgün bir İngiliz aksanıyla konuşuyordu. Yumuşak tavırlı ve alçak gönüllü olduğu söylenebilirdi. Ancak ağzını açıp emirler vermeye başladığı an da her şey değişiyor, ne kadar otoriter bir yaratık olduğu o zaman ortaya çıkıyordu. Grace o zamanlar tıp fakültesinde öğrenciydi ve tanımadığı birinde emir almak, emir aldığı kişinin ona emir verme yetkisinin olup olmadığı umurunda bile değildi. İki yıl sonra tekrar gördü onu. O sıralarda Afganistan’daydı. Ve o ağır İrlanda aksanı ile konuşuyordu. Arkadan ensesinde bağladığı saçları omuzlarına ulaşıyor, sakalı yüzünü gizliyordu. Üzerinde siyah bir pelerin ya da bol bir cekete benzeyen bir şey vardı. Ona pelerini daha çok yakıştırdığı için olsa gerek hayalinde hep pelerini olduğunu düşünmüştü. O ise gitmeleri gerektiği konusunda bir kez daha uyarmıştı onları.

Savaş bütün şiddetiyle başlamadan önceydi bu. Ve ardından Yugoslavya ziyareti gelmişti. Bu kez o Amerikan aksanıyla konuşuyordu ve tavırları eskisinden daha buyurgandı. Geçen yıllar kendine güvenini arttırmıştı sanki. Efsanevi bir kişiliğe bürünmüş gibiydi. Grace’nim koruyucu meleği. Arkadaşı Jane ona bu ismi takmıştı ve isim tam ona göreydi. Gecenin ilerleyen saatlerinde bakacak hasta ve konuşulacak konu kalmayınca birliğin masalcısı ve tarihçisi olan Jane, Grace ve takımı sürekli olarak onları izleyen esrarengiz adam hakkında bir hikaye uydururdu. Tam zamanında beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan ve onları uyaran adam hakkındaydı hep bu hikayeler. Grace’nin adamın kim olduğu ve nereden geldiği hakkında en ufak bir bilgisi yoktu. Ancak onunla ilgili bir altıncı hisse sahipti. Onun kendisini ve personelini gece gündüz takip ettiğini, güvenliklerine büyük önem verdiğini sezinliyordu. Birçok kişi ona tutamayacakları sözler vermişlerdi. O ise hiçbir söz vermediği halde Grace, ona sonsuz bir güven duyuyordu. Bunun mantıklı bir nedeni yoktu aslında.

İşler kötüye gitmeye başladığında onu bekliyor, etrafta onu görmediği zamanlarda yakında endişelenecek bir şey olmadığını anlıyordu. Görmediği ve anlamadığı bir şeye inanırken bu yaptığının saçmalık olduğunu kendi de biliyordu. Ancak tanıdığı herkes böyle garip şeylere inanıyordu. Etrafındaki insanlar uğur olarak kabul ettikleri şeyleri yanlarından eksik etmiyorlardı. Kore savaşında ölen babasının kimliği Allisom’un boynundaydı. Jane elinde daime bir tespih bulundururdu. Bütün bunlara karşılık Grace’nin esrarengiz erkeği vardı. Koridorda ağır ağır ve sessizce ilerlerken yanaklarının alev alev yandığını hissetti. Savaş alanlarında ya da insanların evsiz barksız kaldığı, gidecek hiçbir yerlerinin olmadığı bçlgelerde çok bulunmuştu. Erkeklerin çoğu hasta ya da yaralıydı ve Grace onları karşı cinsten birileri olarak değil, tedaviye muhtaç hastalar olarak görüyordu. Ama esrarengiz erkeği ona bu ortamda bile kadın erkek arasındaki ilişkiyi hatırlatıyordu. Bunun ne kadar ilginç olabileceğini, erkeksiz bir kadının kendini ne kadar yalnız hissedebileceğini, uzun zaman önce unuttuğu duygular canlanıyordu onun varlığını hissedince. Onun da bu harap kilisenin koridorunda yürüdüğünü görmeyi ne çok isterdim, dedi kendi kendine. Yürüyüşünde bile bir asalet, bir güç ve etkileyici bir hava vardı. Grace en son ne zaman bir erkeğe hayranlıkla baktığını hatırlamıyordu bile.

Koruyucu meleği az ötedeki kapının eşiğinde durmuş, bakışlarını onlara dikmişti. Başını hafifçe eğerek Allison, Jane ve onu selamlarken mükemmel Fransızcasıyla ‘’Hanımefendiler’’ dedi. Grace’nin dil konusunda epey bilgisi vardı. Ancak onun konuşmalarında hiç kusur yoktu. Onun iki dilin anadil olarak konuşulduğu bir evde büyümüş olabileceğini, her iki dili de mükemmel bir şekilde öğrendiğini ve muhtemelen bu iki kültürü de özümsediğini düşündü. Ama yine de aynı anda nasıl hem İngiliz, hem İrlandalı, Hem Amerikalı hem de Fransız olabileceğini bir türlü anlamıyordu. Yine de karşısındakinin o olduğuna emindi. Yabancı başıyla işaret etti ve, ‘’Bir dakikanızı alabilir miyim, doktor?’’ dedi. ‘’Lütfen.’’ Arkasındaki orta yaşlı iki hemşirenin kıkırdadığını duyuyordu Grace. Sanki ikisi de on beş yaşında çocukluktan gençliğe geçen iki kızdı ve yabancı da onlara sevişme teklifinde bulunmuştu. Grace savaş bölgesinde olduklarını ve kendisininde son derece yorgun ve bakımsız göründüğünü biliyordu. Adam onun cazibesine kapılmış olamazdı. Zaten eğlenceli bir partide falan da değillerdi. Ancak ne yaparsa yapsın midesinin kasılmasını engelleyemiyordu.

Arkasında bir takım fısıltılar hissetti. Anlaşılan yıllardır yanında olan Jane, Allison’a açıklamalar da bulunuyordu. ‘’Grace’nin koruyucu meleği’’dediğini duydu. Ancak sadece birkaç aydır yanlarında olan Allıson, ‘’Bu adam melek falan değil.’’ diyordu. Konuşmalarını yabancı da duymuştu. Ağır adımlarla büyük sütunlardan birinin arkasına doğru yürürken dudaklarında bir gülümseme dolaştı. Grace’de arkasından gitmişti. Gitmemeyi akılının ucundan bile geçirmemişti zaten. Önce kilisenin dışına çıktılar, bitkilerle sarılmış taş bir terasın bulunduğu yere, ardından arka tarafa yöneldiler. Gökyüzünü parlak yıldızların süslediği sakin ve serin bir geceydi. Yabancı sırtını duvara yaslamış, çok az hareket ediyor, bu arada yüzünü göstermemeye özen gözteriyordu. O geceye dek Grace’den başka gören olmamıştı onu zaten. Hatta Grace’nin de zaman zaman hayal gördüğünü düşündüğü olmuştu. Uzanıp ona dokunmak, bir hayal değil etten kemikten bir insan olduğunu kendine ispatlamak geliyordu içindem.

Ancak kendini tuttu ve titrek bir sesle onun ki kadar mükemmel olmayan bir Fransızcayla, ‘’Kimsin sen?’’ diye sordu. Yabancı ise gülümsedi. ‘’Sadece bir erkeğim.’’ ‘’Onu biliyorum.’’ İçini çekti. Bir görünüp bir kaybolduğunu ve kesinlikle kolayca ele geçirilebilecek biri olmadığını da biliyordu. Yabancı ise hala gülümsüyordu. ‘’Hayal kırıklığına mı uğradın?’’ diye sordu bir süre sonra. ‘’Hayır.’’ Ona sormak istediği o kadar çok şey vardı ki. Ancak doyurucu cevaplar alabileceğini pek sanmıyordu. ‘’Korkarım gitme zamanı geldi, Grace.’’ dedi yabancı. Grace gözlerini kıstı. Hem şaşırmış hem de tuhaf bir şekilde etkilenmişti.

Yabancı ona ilk kez adıyla hitap ediyordu. Gözlerini kırpıştırdı. Bu küçücük şey onu tahmin edemeyeceği kadar mutlu etmişti. Yabancı adını biliyordu demek. ‘’Grace?’’ dedi yabancı. ‘’Sana gitmen gerektiğini söyledim.’’ Konu Başlığı: Ynt: Gölgedeki Koruyucu / Sally Tyler hayes Gönderen: dinowilma üzerinde Temmuz 28, 2007, 01:35:37 ÖS ‘’Grace?’’ dedi yabancı. ‘’Sana gitmen gerektiğini söyledim.’’ ‘’Şey… Yarın mı?’’ Heyecandan aklı başından gitmiş bir genç kız gibi kekelemeye başlamıştı. ‘’Gün ışır ışımaz’’ dedi yabancı ısrarla. ‘’Sahildeki yoldan güneye doğru git ve sınırı geçinceye kadar hiç durma. Sakın geri gelmeye de kalkma.’’ ‘’Tamam.’’ ‘’Sana gitmeni söylediğimden altı hafta sonra Afganistan’a geri döndün.’’ ‘’Evet.

’’ Bunu nereden biliyordu? Ve ona kızmış mıydı? ‘’Yapmam gereken bir işim var.’’ ‘’Biz seni kollayıp sağ kalmanı sağlayamazsak yapamayacağın bir iş. Araban var mı? Ya benzini?’’ Grace evet anlamında başını salladı. Böyle bir durumda kalabileceklerini düşünmüş ve benzin depolamışlardı. Geride bırakacağı kişiler bir bir aklından geçmeye başlamıştı. İçinin burkulduğunu hissetti. Neden sadece onu kurtarıyor, diğerleri için bir şey yapmıyordu bu adam? Bakışlarını tekrar yüzüne çevirdiğinde yabancı uzaklaşmaya başlamıştı. ‘’Bekle,’’ dediGrace umutsuz bir sesle. Yabancı başını ona doğru çevirdi. Omuzlarının hafifçe inip kalkmasından derin bir nefes aldığı belliydi. ‘’Kuveyt’teki de sendin değil mi?’’ diye sordu. Cevap alamamıştı. ‘’Ve Yugoslavya bölünürken oradan kaçmamızı söyleyen yine sendin.’’ Yine cevap alamamıştı. ‘’Nasıl oluyor da olacakları önceden bilebiliyorsun?’’ ‘’Bilmek benim işim.

’’ ‘’Neyi bilmek?’’ Ortalığın ne zaman karışacağını mı bilmekten söz ediyordu, yoksa onun başının ne zaman derde girebileceğinden mi? ‘’Her şeyi,’’ dedi yabancı. Bu işten hoşlandığını daha fazla gizleyemiyordu. Grace kaşlarını çattı. Onun sadece kendisiyle ilgilendiğini, tüm becerisini ve yeteneklerini onu zor durumlardan kurtarmak için kullandığını hayal etmişti hep. Bunun çok aptalca olduğunu biliyordu. O sadece bir kadındı. Bir doktor. Farklı olmaya çalışan onca kişiden biri. ‘’Ama işin? Ne iş yapıyorsun?’’ Aldırmaz ve gizemli bir tavırla omuzlarını silkti yabancı. ‘Her şeyi yaparım.’’ ‘’Kimin için?’’ ‘’Herkes için.’’ ‘’Ana…’’ Yaklaştı. O ana dek hiç bu kadar yakınına gelmemişti. Parmaklarını yüzüne dokundurdu. Sonra yanağına değdirdi avucunu.

Hayal değil gerçekti. Baş parmağını birden titremeye başlayan dudaklarına dokundurduğunda Grace nefes bile alamayacak kadar heyecanlanmıştı. Tepeden tırnağa ürperdiğini, bedeninin bir ateş dalgasına tutulduğunu hissediyordu. Eğer bizzat yaşamasaydı bir kadının bu derece tahrik olabileceğine ihtimal dahi vermezdi. Yabancı ise gülümseyerek ‘’Gerçekten çok güzel olmuşsun, Grace.’’dedi. Bu kez İngilizce konuşuyordu. ‘’Ne?’’ dedi Grace nefes nefese. Yabancı son derece sakindi. ‘’Sen,’’ dedi ağır ağır. ‘’Sen gerçekten çok güzelsin.’’ Hayır, diyordu Grace içinden. Hayır, güzel değilim. Ancak yabancının bakışları, sesi ve dokunuşu onu bambaşka bir aleme sürüklemiş gibiydi. Grace çekici olduğuna inanıyordu artık.

Zamanı durdurmak geldi içinden. Bakışlarını ondan ayırmıyor, yüzünün görüntüsünü beynine kazımak istiyordu. Çenesini, dudaklarını ve siyah gözlerini nasıl olsa unutamazdı. Kokusunu doyasıya içine çekmek ve dokunuşunu asla unutmamak için elinden geleni yapabilirdi o anda. Gitmesini istemiyordu. ‘’Kimsin?’’ diye sordu bir kez daha. Cevabını umutsuzlukla bekliyordu. ‘’Tanıdığını sanmıştım, doktor,’’ dedi yabancı. Sesinde onunla eğleniyormuş gibi bir hava vardı. ‘’Birisi beni savaş bölgelerinden bir türlü uzak duramayan güzel, inatçı, kızıl saçlı ve iyi kalpli bayan doktorların koruyucu meleği olarak tayin etti.’’ Grace büyülenmiş gibiydi. Ne bir şey söyleyebiliyor ne de bir şey yapabiliyordu. ‘’Uğraşabileceğin başka bir felaket bulamaz mıydın?’’ diye sordu yabancı. ‘’Sel, deprem ya da salgın hastalık gibi bir şey? Kimsenin sana ateş etmediğinden emin olsam geceleri daha rahat uyurdum, Grace.’’ Grace elinde olmadan onun bembeyaz bir çarşaflı yatakta uzanıp yattığını düşündü.

Bronzlaşmış bedeni ne kadar etkileyici görünürdü kim bilir? Kızardığını hissetti. Yabancı da onu kendisinin omu düşündüğü kadar sık düşünüyor muydu acaba? Onu düşünürken uyuyakalıyor muydu? ‘’İşimden vazgeçemem,’’dedi. ‘’İnsanların bana ihtiyacı var. Bana güveniyorlar. Hem sonra…’’ Biraz düşündü. ‘’Hem sonra sen varsın. Beni gözetiyorsun.’’ ‘’Her ihtiyacın olduğunda yanında olmayabilirim. Bir gün geç kalmaktan korkuyorum.’’ Kaşlarını çattı. ‘’Herhangi bir yanlış anlama olmasın, Grace. Doğa üstü bir olay ya da bir sihir söz konusu değil.’’ Grace içini çekti. Onun durumunda olan her kadının düşünebileceği gibi o da onda doğa üstü bir şeyler olduğuna inanmıştı çünkü. ‘’Sana sadece bir erkek olduğumu söyledim,’’dedi yabancı gülümseyerek.

‘’Ve seni arkadaşının bir konuda haklı olduğunu söyleyerek uyarmak istiyorum.’’ ‘’Hangi konuda?’’ Yabancı daha da yaklaşmıştı. Dudaklarını dudaklarına hafifçe dokundurduğunda Grace karşı koymayı aklının ucundan bile geçirmedi. Dokunuşundaki ateşi söndürmeye hiçbir şeyin gücü yetmezdi zaten. Büyük bir açlıkla sarıldı ona. Sıkı sıkı sarılmak, onu hiçbir zaman bırakmamak geliyordu içinden. Tutkulu bir öpüşmeden sonra yabancı hafifçe geriye çekilerek bakışlarını ona dikti ve ‘’Grace,’’ dedi inlercesine. ‘’Ben ne bir aziz ne de bir meleğim.’’ Gitmişti. Grace’nin ona sıkı sarılmak, asla ayrılmamak istemesine rağmen elinden tıpkı bir kuş gibi uçup gitmişti. Konu Başlığı: Ynt: Gölgedeki Koruyucu / Sally Tyler hayes Gönderen: dinowilma üzerinde Temmuz 28, 2007, 03:36:44 ÖS Grace ise öylece kalakalmıştı. Elleri titriyor, göğsü heyecanla inip kalkıyordu. Bu bir hayal olamaz dedi kendi kendine. Bir hayal bu kadar canlı ve etkileyici olmaz ki… Hayallerinde kimse kimseyi öpmez , kimse bir diğerinin kulağına baştan çıkarıcı aşk sözcükleri fısıldamaz, kimse bu kadar etkileyici,güven verici ve sıcak olamazdı çünkü. O gerçekti.

İçeri girdiğinde Allison ve Jane’nin onu soru yağmuruna tutacaklarını adı gibi biliyordu. Onlar da görmüşlerdi bu esrarengiz yabancıyı. Çünkü o gerçekti. Sadece bir erkek, dedi kendi kendine. Hepsi bu kadar. Ve onu sürekli olarak izliyordu. Neden? Bu soru onu cezbediyordu. Bildiği kadarıyla ne başkalarını gözetmek için kiralanacak ne de efsanevi yaratıklar vardı ortada. Güldü. Onu görmek istiyordu. Geri gelmesini, onunla konuşmasını, adını söylemesini istiyordu. Parmaklarını titreyen dudaklarına koydu. Onunla tekrar öpüşmek için neler vermezdi ki… Ona güzel olduğunu söylemişti. Yo, büyüyünce güzel bir kadın olduğunu. Bu ne anlama geliyordu? Yoksa küçük bir kızken mi başlamıştı kendisini izlemeye? Gülmeye başladı.

Kendini bir türlü tutamıyordu. Bir kenara oturdu. Başkası olsa, her an şiddetli bir savaşın patlak verebileceği bir ortamda bulunmanın verdiği gerginlik ve sıkıntıdan etkilenirdi. Ancak o küçüklüğünden beri kimse tarafından düşünülmemiş ve kendini bildi bileli sürekli olarak gergin ortamlarda çalışmaya alışmıştı. Ve yabancı onu izliyordu. İyi de ne zamandan beri? Ürperdiğini hissederek kollarını ovuşturmaya başladı. Hafif bir rüzgar çıkmıştı. Bakışlarını ağaçların tepelerine çevirdi ve yabancının o anda nerede olduğunu düşündü. Hala onu izliyor olabilir miydi? İçinden bir ses evet, diyordu bu soruya. Birden arkasında ayak sesleri ve bir takım fısıltılar duydu. ‘’Grace?’’ diye seslendi Jane. ‘’Bu o muydu?’’ ‘’Evet.’’ ‘’Gitti mi?’’ diye sordu Allıson ‘’Evet.’’ ‘’İyi misin?’’ Grace evet anlamında başını salladı< ‘’Kimmiş?’’

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir