Sandra Brown – Kaza Kursunu

Kurtarma operasyonu 18.56’da durduruldu. Tatsız haber, yerel kanaldan yayınlanan basın toplantısında Polis Şefi Clarence Taylor tarafından açıklanmıştı. Kısa saç tıraşı ve asker duruşu, melankolik ifadesiyle uyumluydu. “Polis merkezi ve diğer kuruluşların hepsi kurtarma umuduyla bu aramaya saatlerini ayırdı. Ama başarılı olunamadı. “Polisler, Sahil Güvenlik ve sivil gönüllülerin birkaç gündür gösterdikleri yoğun çabalar, umut verici bir kanıta ulaşılmasını sağlayamadığı için maalesef organize bir aramaya devam etmenin faydasız olacağı sonucuna vardık.” Bardaki köşeye yerleştirilmiş karlı televizyon ekranına bakan müşteri, boşalan viski bardağını iterek barmene yenisini doldurmasını işaret etti. Barmen açık şişeyi viski bardağının üzerinde bekletti. “Emin misin? Oldukça hızlı gidiyorsun, dostum.” 5 Sandra Brown “Sen doldur.” “Seni eve bırakacak biri var mı?” Adam bu soru üzerine kötü bir bakış fırlattı. Barmen omuzlarını silkip bardağı doldurdu. “Senin cenazen.” Hayır, benimki değil.


Savannah şehir merkezinin kiraların ucuz olduğu sapa kesiminde bulunan Smitty’s, turistlerin ve saygın yerel halkın rağbet ettiği bir yer değildi. İnsanların eğlenmek ve dağıtmak için gelecekleri türden bir barda değildi. Aziz Patrick Günü’nde şehrin ünlü barları listesinde yer almıyordu. Şirin isimli pastel renkli içkiler sunmuyordu. İçecekler hemen sipariş verilirdi. Barmenin televizyonda Seinfeld dizisinin tekrarına tercih edilen haber bültenini izlerken pervasızca soyduğu limonlardan alıp alamayacağınız kesin değildi. Televizyon ekranında Polis Şefi Taylor, şerifin ofisinin, polis köpeklerinin, deniz devriyesinin ve dalış ekibinin, vs. vs. vs.’nin bitmez tükenmez çabalarını övüyordu. “Şunun sesini kısar mısın, lütfen?” Barmen, müşterisinin isteği üzerine, uzaktan kumandaya uzanıp televizyonun sesini kıstı. “Lafı dolandırıyor, çünkü öyle yapmak zorunda. Ama zırvayı bir kenara bırakırsak, asıl söylemek istediği cesedin çoktan balıklara yem olduğu.” Müşteri iki dirseğini birden bara koyarak, kamburunu çıkardı. Cilalı ahşap yüzeyin üzerindeki elleri arasında ileri geri kaydırdığı bardağın içindeki kehribar rengi içkinin çalkalanışını izledi.

“Nehre düştükten on gün sonra?” Barmen kötümser bir ifadeyle başını iki yana salladı. “Bir insanın hayatta kalmasının imkânı yok. Yine de, çok korkunç bir şey. Özellikle de ailesi için. Yani, sevdiğiniz birinin akıbetini bilememek?” Başka bir limon almak üzere uzandı. “Sevdiğim biri6 Kaza Kurşunu nin canlı ya da ölü olarak nehirde veya okyanusta bir yerde olduğunu düşünmek korkunç bir şey.” Çenesiyle barın tek penceresini gösterdi. Geniş bir pencereydi, ama derinliği yalnızca beş santim kadardı; duvarda yükseğe monte edilmişti, tavana yere olduğundan daha yakındı ve bakmak isteyen olursa, dışarısının bir parça görülmesine imkân tanıyordu. Barın sıkıcı karanlığını biraz olsun azaltan bir aydınlık sunuyordu ve içerideki umutsuzlara azıcık umut veriyordu. Son kırk sekiz saattir Aşağı Georgia’da ve Güney Carolina’da can sıkıcı bir yağmur yağıyordu. Şiddetli bir yağmur. Opak bulutlardan sel gibi sular iniyordu. Bazen yağmur öylesine şiddetli yağardı ki nehrin karşı kıyısı görünmezdi. Deniz seviyesine yakın yerler göl haline gelirdi. Yollar sel yüzünden kapanırdı.

Su yolları, köpüklü sular kadar hızlı akımlarla köpürürdü. Barmen parmaklarındaki limon suyunu silip bir havluyla bıçağını temizledi. “Şu yağmura bak, aramayı durdukları için onları suçlayamam. Büyük ihtimalle cesedi artık asla bulamayacaklar. Ama sanırım, bu tüm olanların sonsuza kadar bir muamma olarak kalacağı anlamına geliyor. Cinayet miydi, yoksa intihar mı?” Havluyu kenara atıp bara yaslandı. “Sence ne oldu?” Müşteri, ona uykulu gözlerle bakarak, boğuk bir sesle, “Ne olduğunu biliyorum,” dedi. 7 Kaza Kurşunu BİRİNCİ BÖLÜM Altı Hafta Önce Robert Savich cinayet davasının dördüncü günüydü. Cinayet Masası Dedektifi Duncan Hatcher neler olduğunu merak ediyordu. Öğle tatilinden sonra mahkeme yeniden toplandığında, davalının avukatı Stan Adams, yargıca özel görüşme talebinde bulunmuştu. Buna Savcı Yardımcısı Mike Nelson kadar şaşıran Yargıç Laird yine de bu talebi kabul etti ve üçü birlikte yargıcın odasına çekildiler. Jüri de jüri odasına çekilmişti ve geride bu beklenmedik toplantının ne anlama geldiğini merak eden seyirciler kalmıştı. Toplantıları yaklaşık yarım saat sürdü. Duncan’ın endişesi her geçen dakika artıyordu. Davanın temyiz kararı ya da Tanrı korusun kararın bozulmasıyla sonuçlanabilecek bir aksilik olmadan ilerlemesini istiyordu.

Bu yüzden kapalı kapılar ardında yapılan bu toplantı onu fazlasıyla endişelendiriyordu. Daha fazla sabredemeyerek koridora çıkıp aşağı yukarı yürümeye başladı, ama kulağı mahkeme salonundaydı. Dördüncü katın sağladığı 9 Sandra Brown geniş görüş alanı sayesinde bir çift romörkörün kanaldan okyanusa doğru bir ticaret gemisine kılavuzluk ettiğini gördü. Sonra, belirsizliğe daha fazla dayanamayarak mahkeme salonundaki koltuğuna geri döndü. “Duncan, Tanrı aşkına, yerinde dur! İki yaşındaki bir çocuk gibi kıpır kıpırsın.” Ortağı Dedektif DeeDee Bowen vakit geçirmek için çapraz bulmaca çözüyordu. “Orada ne konuşuyor olabilirler?” “Ceza pazarlığı? Belki de kasıtsız cinayet?” “Gerçekçi ol,” dedi. “Savich katil olmayı bir kenara bırak, park ihlalini bile itiraf etmez.” DeeDee, “Teslim olmanın on bir harfli eşanlamlısı nedir?” diye sordu. “Çekilmek.” Kadın, ona sıkıntılı bir ifadeyle baktı. “Nasıl bu kadar çabuk buldun?” “Ben bir dâhiyim.” DeeDee kelimeyi denedi. “Bu sefer değil. ‘Çekilmek’ uymuyor.

Çünkü sekiz harfli.” “O zaman, bilmiyorum.” Davalı Robert Savich cinayetten yargılanan bir adam için fazlasıyla rahat bir tavır ve Duncan’ın endişesini yatıştıracak bir güvenle savunma masasında oturuyordu. Savich sanki Duncan’ın ona baktığını hissetmiş gibi arkasını dönüp ona gülümsedi. Sadece kendisinin duyabildiği, çabuk kavranan bir melodiyi yakalamak için sandalyesinde parmaklarıyla ritm tutuyordu. Rahat bir tavırla bacak bacak üstüne atmıştı. Sakinliğin resmi gibiydi. Onu tanımayan biri, Robert Savich’in moda konusunda biraz gösterişi seven saygın bir işadamı olduğunu düşünebilirdi. Bugün mahkeme için sade gri bir takım giymişti, ama giysinin zarif dikişinden Avrupa’dan Kaza Kur§ıınu olduğu hemen anlaşılıyordu. Gömleği açık mavi, kravatı ise eflatun rengiydi. Ayırt edici özelliği olan at kuyruğu düzgün ve parlak görünüyordu. Kulak memesinde birkaç karadık bir pırlanta parlıyordu. Şık giysileri ve umursamazlığı, arkasındaki vicdansız caniyi görünmez kılan gösterişli maskesinin elemanlarıydı. Daha önce tutuklanmış, cinayet, kundakçılık ve çoğu uyuşturucu madde ticareti gibi daha hafif birçok suçtan dolayı büyük jürinin karşısına çıkarılmıştı. Ama uzun ve şöhretli kariyeri boyunca sadece iki kez aleyhine dava açılmış ve yargılanmıştı.

Birincisi uyuşturucu suçuydu. Devlet, davasını kanıtlayamamış, yetersiz bulunan kanıtlar sonucunda Savich beraat etmişti. İkinci davası Andre Bonnet’in cinayetiydi. Savich, adamın evini havaya uçurmuştu. Duncan, ATFn ajanlarıyla birlikte bu cinayeti araştırmıştı. Maalesef, kanıtların çoğu ikinci derecedendi, ama suçlu bulunmasına yetecek kadar güçlü olduklarına inanıyorlardı. Ama savcılık ofisi, Sa-vich’in suçlu olduğuna bütün jüri üyelerini ikna edecek yeterli bilgi ve tecrübeye sahip olmayan acemi bir savcı görevlendirmişti. Davada jüri oybirliğine varamamıştı. Ama her şey burada bitmemişti. Genç savcı yardımcısının Avukat Stan Adams’dan aklayıcı delilleri sakladığı ortaya çıkmıştı. Çıkardığı yaygaradan korkan savcılık ofisi zamanında yeniden dava açamamıştı. Dava kayıtlara geçmişti ve büyük ihtimalle kutuptaki buzlar eriyene dek de orada kalacaktı. Bu yenilgi Duncan’a çok ağır gelmişti. Genç savcının acemiliğine rağmen, bunu kendi başarısızlığı olarak görmüş ve kendini Savich’in gittikçe gelişen suç kariyerine bir son vermeye adamıştı. ” Alkol, Tütün ve Silah Bürosu.

11 Sandra Brown Bu kez, suçlu bulunması için varını yoğunu ortaya koymuştu. Savich gizli narkotik polisinin methamphetamine yapıp dağıtırken yakaladığı, birçok çalışanından biri olan uyuşturucu satıcısı Freddy Morris’in cinayetiyle suçlanıyordu. Freddy Morris’in aleyhindeki deliller su götürmezdi, mahkûmiyeti hemen hemen garantiydi ve daha önceden birçok sabıkası olduğu için uzun yıllar hapis yatacaktı. DEAr) ve polis merkezinin narkotikleri bir araya gelip Freddy Mor-ris’e bir anlaşma önermişlerdi: aslında peşinde oldukları elebaşı Savich karşılığında, hafifletilmiş suçlamalar ve daha az hapis cezası. Freddy karşı karşıya olduğu hapis cezasını düşününce, bu teklifi kabul etmişti. Ama dikkatlice planlanmış idamın gerçekleşmesine fırsat kalmadan, Freddy’nin işi bitirilmişti. Bir bataklıkta kafasının arkasında bir kurşun deliğiyle yüzüstü yatar halde bulunmuştu. Duncan bu sefer Savich’in yakasını kurtaramayacağına inanıyordu. Sava, onun kadar iyimser değildi. Bir gece önce Mike Nelson, Duncan’ı tanık sandalyesindeki ifadesine hazırlarken, “Umarım, haklısındır, Dunk,” demişti. “Her şey senin ifadene bağlı.” Sonra alt dudağını çekerek düşünceli bir ifadeyle konuşmuştu. “Adams’ın, muhtemel sebep konusunda üzerimize gelmesinden korkuyorum.” Duncan, “Savich’i sorgulamak için çeşitli sebeplerim vardı,” diye devam etti. “Freddy’nin teklifi karşısında verdiği ilk tepki, eğer bizim tarafımızda olursa, Savich’in onun dilini keseceğini söylemek olmuştu.

Freddy’ nin cesedine baktığımda, sadece beyninin patlamadığını aynı zamanda dilinin de kesildiğini görüyorum. Adli tıbba göre, dili kesildiğinde hâlâ yaşıyormuş. Sence bu Savich’i derhal sorgulamam için muhtemel bir sebep değil miydi?” ° Uyuşturucu ile Mücadele Bürosu. 12 . , Kaza Kurşunu Duncan ve DeeDee tüyler ürpertici olay mahalline çağrıldıklarında Freddy’nin vücudu hâlâ sıcaktı ve kan hâlâ tazeydi. DEA görevlileri ve Savannah Polis Merkezi narkotik polisleri, Freddy’nin gizliliğini kimin bozduğuna dair hararetli bir tartışmaya girmişlerdi. DEA ajanlarından biri polislerden birine, “Güya, onun her hareketini izleyen üç adamınız vardı,” diye bağırdı. Narkotik polisi bağırarak, “Sizin dört adamınız vardı! Onlar neredeydiler?” diye karşılık verdi. “Evde daha güvende olacağını düşünüyorlardı.” “Öyle mi? Biz de aynısını düşünüyorduk.” Federal ajan sinirli bir şekilde, “Tanrım!” dedi. “Elimizden nasıl kaçtı?” İşleri kimin eline yüzüne bulaştırdığının bir önemi yoktu. Freddy artık onların işine yaramazdı ve bu konuda tartışmak zaman kaybından başka bir şey değildi. Duncan birbirlerine hakaretler yağdıran ve birbirlerini suçlayan iki tarafa hakemlik yapması için DeeDee’yi orada bırakıp Savich’in peşine düşmüştü. Duncan, Mike Nelson’a, “Onu tutuklamayı planlamamıştım,” diye açıklamıştı.

“Sadece onu sorgulamak için ofisine gitmiştim. Yemin ederim.” “Onunla kavga ettin, Dunk. Bu bize zarar verebilir. Adams bunun jürinin gözünden kaçmasına izin vermeyecektir. Seni doğrudan bir şeyle suçlamasa bile, polisin şiddete başvurduğunu ima edecektir. Yasadışı tutuklama. Lanet olsun, şapkanın içinden ne çıkaracağını bilmiyorum.” Hiçbir şeyin kesin olmadığını ve duruşma sırasında her şeyin olabileceğini hatırlatarak sözlerini bitirdi. Duncan, savcı yardımcısının endişesini anlamıyordu. Ona göre, her §ey gayet net ve anlaşılırdı. Freddy Morris’in cinayet mahallinden doğruca Savich’in ofisine gitmişti. Duncan önceden haber vermeden paldır kül13 Sandra Brown dür içeri dalmış ve sonradan polis arşivlerinden adının Lucille Jones olduğu öğrenilen bir kadının dizleri üzerinde ona oral seks yaptığını görmüştü. Bu sabah, Duncan’ın bu olayla ilgili ifadesi mahkeme salonunda sessizliğe neden olmuştu. Huzursuz kıpırdanmalar kesilmişti.

Uyuklayan mübaşir, aniden uyanarak, doğrulmuştu. Duncan, jürinin oturduğu bölmeye baktı. Yaşlı kadınlardan biri utanç içinde başını öne eğmişti. Onunla yaşıt başka bir kadın, kelimenin ne anlama geldiği konusunda kafa karışıklığı yaşıyor gibiydi. Dört erkek jüri üyesinden biri, Savich’e hayranlık dolu bir sırıtmayla bakmıştı. Savich sanki o gün daha sonra manikür yaptırmayı planlıyormuş gibi tırnaklarını inceliyordu. Duncan, Savich’in ofisine girer girmez, onun silahına uzandığını ifade etmişti. “Masasının üzerinde bir tabanca vardı. Ona doğru hamle yaptı. Silahı eline alır almaz, beni öldüreceğini anladım.” Adams ayağa kalktı. “İtiraz ediyorum, Sayın Yargıç. Yargıya varıyor.” “Kabul edildi.” Mike Nelson sorusunu düzeltti ve jüriye Duncan’ın muhtemel zarardan kendisini korumak için Savich’e saldırdığını açıkladı.

Bunu takip eden mücadele şiddetliydi ama Duncan sonunda Savich’i engellemeyi başarmıştı. Savcı, “Ve Bay Savich’i kontrol altına aldıktan sonra,” dedi. “O silaha delil olarak el koydunuz mu, Dedektif Hatcher?” İşler burada zorlaşıyordu. “Hayır. Savich’i kontrol altına alana kadar kadın da tabanca da yok olmuştu.” İkisi de bir daha görülmemişti. Duncan, Savich’i polis memuruna saldırıdan tutuklamıştı. Bu suçtan ötürü gözaltında tutulurken, Duncan, DeeDee ve diğer polisler Freddy Morris cinayeti için aleyhine dava açmışlardı. 14 . , Kaza Kurşunu Duncan’ın gördüğü silah ellerinde değildi, Savich’in bu silahı bir saatten kısa bir süre önce Freddy Morris’i öldürmek için kullandığına emindiler. Ellerinde kadının ifadesi yoktu. Olay mahallinde ayak izi ya da tekerlek izleri yoktu, çünkü gelgit ceset bulunmadan önce hepsini alıp götürmüştü. Ellerinde olan tek şey, Freddy’nin korku içinde, yetkililerle bir anlaşma yaparsa, hatta onlarla konuşursa bile Savich’in onun dilini keseceğini ve sonra da onu öldüreceğini söylediğini duyan diğer ajanların ifadeleriydi. Ve Lucille Jones’un nerede olduğu bilinmediği için Savich’in suç işlendiği sırada başka yerde olduğuna dair güvenilir bir mazereti yoktu. Savcılık ofisi çok az delille suçları kanıtlamıştı, böylece dava mahkemeye gelmişti.

Nelson, Duncan’ın öğleden sonra Savich’in avukatı tarafından perişan edileceğini düşünüyordu. Yemekten sonra onu buna hazırlamaya çalıştı. “Taciz olduğunu iddia edecek ve jüriye müvekkiline karşı yıllardır kişisel garez beslediğini söyleyecek.” Duncan, “Kesinlikle besliyorum,” dedi. “O orospu çocuğu bir katil. Ben katilleri yakalamak için yemin ettim.” Nelson içini çekti. “Sadece bunun kişisel bir şey gibi algılanmamasına çalış, tamam mı?” “Denerim.” “Öyle olsa bile.” “Sana deneyeceğimi söyledim. Ama, evet, bu kişisel bir şey haline geldi.” “Adams, Savich’in silah taşıma ruhsatı olduğunu söyleyecektir. Böylece silah tek başına suçlayıcı bir unsur sayılmaz. Ve sonra zaten ortada asla bir silah olmadığını iddia edecek. Ortada gerçekten ona oral seks yaPan bir kadının olup olmadığını bile sorgulayabilir.

Reddedecek, reddedecek, reddedecek ve jürinin kafasında bir şüphe dağı oluşturacak. Söyle15 Sandra Brown diklerini doğrulayan bir şey olmadığından tüm ifadenin geçersiz sayılması için istekte bile bulunabilir.” Duncan neyle karşı karşıya olduğunu biliyordu. Stan Adams’la daha önce karşı karşıya gelmişti. Ama bunu nasıl atlatacağı konusunda endişeliydi. Yargıcın odasına açılan kapıya bakıp açılmasını dilerken, kapı gerçekten de açıldı. Mübaşir tekdüze bir sesle, “Lütfen ayağa kalkın,” dedi. Duncan ayağa fırladı. Mahkeme salonuna geri dönüp yerlerine geçen üç adamın yüz ifadelerini inceledi. DeeDee’ye doğru eğildi. “Ne düşünüyorsun?” “Bilmiyorum, ama hoşuma gitmedi.” Duncan’ın ortağının insanları, durumları okuma konusunda esrarengiz ve güvenilir bir yeteneği vardı; Duncan’ın içine doğan kötü hisleri böylece onaylamış oldu. Başka bir kötü işaret; Mike Nelson başını başka tarafa dönük tutuyor ve onların bulunduğu tarafa bakmıyordu. Stan Adams, müvekkilinin yanına oturdu ve Savich’in pahalı takımının kol kısmına hafifçe vurdu. Duncan’ın yüreği sıkışmıştı.

Yargıç kürsüye çıktı ve mübaşire jüriyi içeri almasını işaret etti. Kürsünün arkasındaki koltuğuna oturdu ve özenle cüppesini düzeltti. Üzerinde bir bardakla cam sürahi bulunan tepsiyi sağ tarafına beş santim uzağına yerleştirdi ve ayarlanması gerekmeyen mikrofonu ayarladı. Jüri sıra halinde içeri girip yerine yerleştikten sonra, “Bayanlar, baylar, gecikme için özür dilerim ama önemli bir konunun derhal görüşülmesi gerekiyordu,” dedi. 16 Kaza Kurşunu Cato Laird, halk arasında ve bir âşık gibi kur yaptığı medyada popüler bir yargıçtı. Ellisine yaklaşmış olmasına rağmen otuz yaşında bir erkeğin fiziğine ve bir film yıldızının yüz hatlarına sahipti. Gerçekten de birkaç yıl önce Savannah’ta çevrilen bir filmde bir yargıcı oynamıştı. Kameralar karşısında rahat olduğu için cinayet, suçlular ya da hukuk bilimi hakkında bir haber hikâyesi söz konusu olduğunda onun oturaklı konuşmalarından faydalandırdı. Şimdi de, o tanıdık, ikna edici ses tonuyla konuşuyordu. “Bay Adams, mülakatlar sırasında on numaralı jüri, oğlunun polis adayı olarak SavannahChatham Polis Merkezi’nin önümüzdeki dönemine kaydolduğunu söylemediğini bana haber verdi.” Duncan jüri bölmesine bakınca ikinci sıradaki boş sandalyeyi fark etti. DeeDee alçak sesle, “Ah, Tanrım,” dedi. Yargıç Laird, “Jüri üyesi, bana bunun doğru olduğunu itiraf etti,” dedi. “Mahkemeyi kasten kandırmaya çalışmadığını, sadece atladığı bu konunun davanın sonucunu nasıl etkileyebileceğinin farkında olmadığını söyledi.” “Ne?” DeeDee, Duncan’ı dürterek, sesini alçatması için onu uyardı.

Yargıç onların bulunduğu tarafa baktı, ama konuşmasına devam etti. “Jüri üyeleri belirlenirken, her iki tarafın avukatının kararı etkileyebileceğini düşündüğü adayı eleme hakkı vardır. Bay Adams, ailesinden biri yakında polis memuru olacak bir jüri üyesinin, bir cinayet davasındaki herhangi bir sanığa, ama özellikle de bu kadar berbat bir katliamla suÇİanan bir sanığa karşı önyargılı olabileceğine inanıyor.” Biraz ara verdikten sonra, “Bu konuda dava vekiliyle hemfikirim ve bu yüzden bu duruşmayı geçersiz kıldığımı ilan etmek zorundayım.” Tok17 F: 2 Sandra Brown mağını indirdi. “Jüri üyeleri, dağılabilirsiniz. Bay Adams, müvekkiliniz gitmekte özgürdür. Mahkeme sona ermiştir.” Duncan sandalyesinden fırladı. “Dalga geçiyorsunuz!” Yargıç, ona bakıp bir elması kesebilecek bir ses tonuyla, “Dalga geçmediğime sizi temin ederim, Dedektif Hatcher,” dedi. Duncan koridora çıkıp parmaklıklara kadar ilerledi. Savich’i göstererek, “Sayın Yargıç, bu adamın buradan çıkıp gitmesine izin veremezsiniz,” dedi. Mike Nelson yanına gelip alçak sesle, “Dunk, sakin ol,” dedi. Yargıç ayağa kalkıp gitmeye hazırlanırken, “Yeniden dava açabilirsiniz, Bay Nelson,” dedi. “Ama bunu yapmadan önce daha somut kanıtlar bulmanızı öneririm.

” Duncan’a bakarak, “Ya da daha güvenilir bir ifade,” diye ekledi. Duncan öfkeden deliye dönmüştü. “Sizceyalan mı söylüyorum?” “Duncan.” DeeDee arkasına gelmişti, kolundan tutup onu çıkışa doğru çekiştirmeye çalışıyordu, ama Duncan, onun elinden kurtuldu. “Tabanca gerçekti. Neredeyse dumanı tütüyordu. Kadın gerçekti. İçeri girdiğimde ayağa fırlamıştı ve…” Yargıç tokmağını indirerek, onu susturdu. “Bir sonraki duruşmada ifade verebilirsiniz. Tabii, eğer olacaksa.” Savich aniden önüne geçip tüm görüş alanını kapladı, gülümsüyor-du. “Gene her şeyi berbat ettin, Hatcher.” Mike Nelson, Duncan’ın kolundan tutup parmaklıkların üzerinden atlamasına engel oldu. “Seni zımbalayacağım, orospu çocuğu. Derini kazıyacağım.

Kıçına dövme yapacağım. Seni yakalayacağım.” Savich tehditkâr bir sesle, “Seninle yakında görüşeceğiz,” dedi. Sonra, Duncan’a öpücük gönderdi. 18 . , Kaza Kurşunu Adams, müvekkilini aceleyle Duncan’ın yanından uzaklaştırdı. Dun-can, yargıca baktı. “Onun gitmesine nasıl izin verirsiniz?” “Ben değil, Dedektif Hatcher, yasalar izin veriyor.” “Yasa sizsiniz. Ya da en azından öyle olmanız gerekiyor.” DeeDee, “Duncan, kapa çeneni,” diye fısıldadı. “Lucille Jones’u arayan adamlarımızı iki misline çıkaracağız. Belki silahı buluruz. Savich’i er geç yakalayacağız.” Duncan sesini alçaltmaya çalışmadan, “Onu daha önce ele geçirebilirdik,” dedi.

“Onu bugün ele geçirebilirdik. Suçlulardan yana değil de, polislerden yana olan bir yargıcımız olsaydı onu şu anda ele geçirebilirdik.” DeeDee, “Oh, lanet olsun,” diye inledi. Yargıç Laird kürsünün üzerinden eğilerek, Duncan’a baktı. Sanki yanan bir çalıdan ona söylev veriyormuş gibi, “Sana bir iyilik yapıp bu sözlerini gözardı edeceğim, çünkü ne kadar öfkeli olduğunu anlıyorum,” dedi. “Bir bok anlamıyorsun. Bana bir iyilik yapmak isteseydin, Sayın Yargıç, mahkemeyi geçersiz kılmak yerine, o jüri üyesini değiştirirdin. Eğer bana iyilik yapmak isteseydin, bu katili etkisiz hale getirmek için bize eşit şans tanırdın.” Yargıcın yakışıklı yüzündeki her kas gerilmişti ama sesi son derece kontrollüydü. “Seni mahkemeye saygısızlıktan tutuklatmama neden olacak bir şey söylemeden önce derhal bu mahkeme salonunu terk etmeni tavsiye ediyorum.” Duncan işaret parmağını biraz önce Savich ve avukatının geçtiği çı-k>ş kapısına doğrulttu. “Savich tıpkı bana yaptığı gibi size de nanik yapıyor- O insanları öldürmeyi seviyor ve biraz önce siz ona gidip biraz daha ‘nsan öldürmesi için bedava bilet verdiniz.” 19 Sandra Brown “Ben kanunlar doğrultusunda karar verdim.” “Hayır, sizin yaptığınız… ” DeeDee, “Duncan, lütfen,” dedi. “…şey saçmalıktan başka bir şey değildi.

Savich gibi suçlulara karşı sert olacağınıza dair verdiğiniz söze inanıp sizi seçen insanların kafasına sıçtınız. Burada Dedektif Bowen’in, savcılık ofisinin ve bu piç kurusunu yakalamak için çalışan herkesin kafasına sıçtınız. Sizin yaptığınız buydu. Sayın Yargıç.” “‘Eller yukarı.'”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir