Sandra Field – Bahar Yagmuru

O gün de diğerlerinden pek farklı değildi. Shannon’ın, hayatının değişeceğini önündeki günlerin eskisinden çok farklı olacağına dair hiç bir önsezisi yoktu. Pasifik sahillerine özgü yağmur bütün gün aralıksız yağmış ve doğanın yeşilliğini iyice ortaya çıkarmıştı. Shannon çimenlerin kokusunu duyuyor ve anıları tazeleniyordu. zaten son günlerde çocukluk anılarını düşünmekten başka bir iş yapmıyordu. Elleri, oturduğu sandalyenin kumaşını yırtarcasına sıkıyor, kendisini boğan bu duyguyla savaşmaya çalışıyordu. Bu sırada evin önünde park eden bir araba sesi duyuldu. Bir kapı açılıp kapandı. <<İyi akşamlar. Miss Hart evde mi acaba?>> Bu derinden gelen tanıdık ses Shannon’ı titretmişti. Bridget, neşeli bir sesle, <<Tabii, efendim! Böyle buyurun lütfen,>> dedi. Gelen mutlaka Rick’ti…Aylr sonra kendisini tekrar görmeye gelmişti! Ait olduğu yere! İlk aklına gelen saçlarının o gün yıkanmadığı ve üzerindeki elbisenin eski olduğuydu. <> Bridget’in tanıdık sesinde azarlayıcı bir ton vardı. Shannon, sandalyesinde hafifçe doğrularak, yüzünü yeni gelene doğru çevirdi. <<Rck, gerçekten sen misin? Senin geri gelmeni nasıl beklediğimi bir bilsen! Yanıma gelsene…>>Yüzüne belirgin bir sevinç yayılmıştı.


<<Özür dilerim…Ben Rick değilim. Adım Blaise Strathern…Rick’in üvey ağabeysiyim.>> Shannon tokat yemişçesine irkildi ve tekrar arkasına yaslandı. Yüzündeki sevinç aniden kaybolmuş, bütün kanı çekilmişti sanki. Feryat eder gibi bir sesle. <> diye bağırdı. <> Shannon hala inanamıyor gibiydi. Kuşkulu bir sesle, <> diye mırıldandı. <<Ben, Rick değilim!>> Shannon kendini toparlamaya çalışarak , <<İsminiz neydi? >> diye sordu. <<Blaise,>> <<Fransız ismi galiba?>> <> Genç adamın sesinde daha fazla bilgi vermek istemiyormuş gibi bir ifade vardı. Shannon, hemen sözü değiştirdi. <<Bridget, belki Mr. Strathern bir şeyler içmek ister.>> <> <<Tabii, efendim. Shannon, sana ne vereyim canım?>> <> Yaşlı kadın dışarı çıkınca odaya tatsız bir sessizlik çöktü.

Shannon’ın kafasında bir sürü soru uçuşuyor, ama hiçbirini sormaya cesaret edemiyordu. Ama Blaise Strathern bu sessizlikten memnun gibi görünüyordu. Shannon, ondan yana dönerek dikkatle, <> diye sordu. <<Hayır.Şu sıralar Quebec’teyim.>> Ardından yine sessizlik! Shannon ne söyleyeceğini bilmeden dudaklarını ısırdı. Neyse ki o sırada Bridget’in içeri girdiğini duydu. <<İşte, içkiniz efendim. Seninkini de yanında ki masanın üzerine koyuyorum, Shannon.>> <<Teşekkür ederim, Bridget.>> Shannon, bardağı dikkatle dudaklarına götürdü. <> <<Bak, öncelikle şu ‘Mr. Strathern’ lafını bir kenara bırakalım. Bana her seslenişinde bir takım anıların tazelenmesin bari! İkinci olarak da nezaket konuşmalarını bırakıp işimize dönelim.>> Genç adamın kişiliğinden taşan güç, Shannon’un üzerinde soğuk bir duş etkisi yapmıştı.

<<İş mi? Neden söz ettiğinizi pek anlayamadım.>> <> Shannon birden öne doğru eğilince gür siyah saçları yüzüne düştü. <> <> <> <<Evet, nişanlın olduğunu biliyorum. Ama kendisinin sorumlu olduğu o kazadan sonra da seni yüzüstü bırakıp kaçtı, değil mi?>> Bu acımasız soru odanın duvarlarında yankılanmıştı sanki. Shannon yemyeşil gözlerini boşluğa dikerek sehpanın üzerindeki kristal bardağa uzandı. Ama titreyen elleri bardağa çarpmıştı. Birden çaresizlik içinde, omuzları düştü. <> diye mırıldandı. Blaise’in zalim sesi yine odanın duvarlarında yankılandı. <<Gözlerin görmüyor da ondan! Kıymetli kardeşimin sana bir armağanı işte! Sorumsuzca araba kullanıp kaza yapıyor, ondan sonra da seni bırakıp kaçıyor!>> Shannon onun ses tonundan irkilmişti adeta. <> <> <<Hayır!>> <<Gerçekleri neden gizliyorsun, Shannon? İçeri girdiğimde yüzündeki ifadeyi çok iyi gördüm.>> <<Bunların hiç biri senin üzerine vazife değil!>> <><> <> Bu kısa cevap Shannon’u rahatsız etmişti. <> <<Şimdilik öyle. Ama ileride yabancı olmayacaksın.>> <<Yarım saat öncesine kadar varlığınızdan haberim bile yoktu ve şu anda da buraya neden geldiğinizi hala anlamış değilim.

Ama bildiğim bir şey varsa o da sizden hiç hoşlanmadığımdır. Bütün hayatım boyunca sizin kadar kaba ve tahammül edilemez bir insana rastlamamıştım!>> <> Shannon nefret dolu bir soluk aldı ve sandalyesinin yanındaki zile doğru uzandı. Blaise o kadar çabuk ve sessiz hareket etmişti ki, Shannon onu fark etmedi bile. Güçlü bir el bir anda bileğini kavramıştı. <<Sakın böyle bir şeye kalkışma. Ta Quebec’ten buralara kadar kapının önüne konulmak için gelmedim ben!>> Shannon bileğini ondan kurtarmak için çırpınıyordu ama boşunaydı. Birden kalp atışları hızlanmış ve korkmaya başlamıştı. Annesi evde değildi. Yaşlı bir hizmetçiyle kör bir kız bu adamla evde yapayalnız kalmışlardı. Blaise bir elini onun omzuna koyarak yumuşacık bir sesle mırıldandı: <<Korkma, Shannon! Sadece içindeki savaşma gücünü ortaya çıkarmaya çalışıyordum, anlamıyor musun? Bu odaya ilk girdiğimde seni gördüm ve bir an için çok geç kaldığımı sandım.>> Shannon çaresizlikle balını salladı. Blaise onu hala bırakmamıştı. Genç kız onun sıak nefesini hissediyordu. Acaba Blaise nasıl biriydi? Shannon aniden gözlerinin görmemesinin içini acıyla doldurduğunu hissetti. <> <<Ayağa kalkarsan görürsün.

>> <<Şakamı bu şimdi yani?>> <<Efendim?>> <<Görmekten söz ettiniz de…>> <<Haa! Ne yapmamı istiyorsun, Shannon? Gözlerin görmüyor diye özel bir dil mi kullanayım? ‘Görmek, bakmak ve göz!, sözcüklerini hiç kullanmayacak mıyız yani? Anladığım kadarıyla son derece normal bir genç kızsın ve körlüğünü önünde duran hayatı yaşamamak için bir bahane olarak kullanıyorsun! Kusura bakma ama, sana bu konuda yardımcı olamayacağım.>> Blaise’in bu kadar açık konuşması Shannon’ı kızdırmıştı, ama yaşamına da sanki yeni bir soluk getirmişti. Annesinin arkadaşları körlükle ilgili bir söz ettiklerinde ortalık derin bir sessizliğe gömülürdü. Bu yüzden de Shannon çok fazla hassaslaşmıştı. Fakat Blaise ona herhangi biriymiş gibi davranıyordu. Shannon yavaşça yerinden doğrularak ayağa kalktı. Ellerini uzatarak Blaise’in göğsüne dokundu. Ellerini omuzlarında ve başında gezdirdi. <>. Blaise hafif bir kahkaha attı. <> Shannon utangaç bir tebessümle başını ona doğru kaldırdı . <> <<Boks, koşu ve kayak yaparım.>> Shannonda gülmeye başlamıştı. Blaise, gözlerini bu güzel yüzde bir süre dolaştırdı. <> <<Kör bir kızla vaktinizi boşa harcamanız birden komik geldi de bana.

>> Shannon, onun gözlerinde yanıp sönen pırıltıları görememişti. <<Şu anda benden daha avantajlı durumdasın. O kadar güzelsin ki!>> Shanon, hemen bir adım geri çekildi. <> <> <<Sözlerinizi hiç sakınmıyorsunuz!>> <<Böyle bir şeye hiç bir zaman gerek duymadım ben!>> Shannon içi burkularak Rick’i hatırladı. Blaise’in, kardeşiyle en ufak bir benzerliği yoktu. Rick onu hiç bir zaman kırmamış ve kaba bir söz söylememişti. <<Rick’le birbirinize benziyor musunuz?>> dedi. <> <> <> Yine başladıkları noktaya dönmüşlerdi. Shannon, şaşkın bir ifadeyle, <<Neden?>> diye sordu. <> Shannon hemen en resmi yüzünü takınmıştı. <<Yanlışınız var. Mr. Strathern. Bu evin içinde sizin yapabileceğiniz hiç bir şey yok. Ben çok iyiyim ve iyilik perisi rolünü oynamanıza da hiç gerek yok!>> Sesindeki acılık Shannon’ı bile şaşırtmıştı.

Kazadan hemen sonra etrafında pervane olan ve şimdi birer ikişer kaybolmaya başlayan annesinin arkadaşları gelmişti aklına. Ama Blais sanki onu duymamış gibiydi. <<Şu kapıdan içeri girdiğimde karanlıkta yalnız başına oturan genç bir kız gördüm. Hiçbir şey yapmayan, sadece oturan! Üzerinde berbat bir elbise, saçları darmadağınık, bembeyaz yüzlü bir genç kız!>> <<Aslında berber eve gelip saçlarımızı yapar ama, iki haftadır gelmedi.>> <> Shannon birden patladı. <<Nasıl gidebilirim acaba? Bir keresinde bir bastonla gitmeye çalıştım, ama yarı yolda düştüğüm için taksiyle eve dönmek zorunda kaldım!>> <> <> Blaise’nin derin bir soluk aldığı duyuldu. <<Anlıyorum. Pekala, o zaman yarın sabah berbere telefon edip bir randevu al. Seni ben götürüp gei getireceğim. Daha sonra da saat ikide gelip seni arabayla gezdireceğim. Şu yanaklarına biraz renk gelsin.>> <> <> <> <> Shannon konuşmak için ağzını açtı, ama Blaise’in kapıyı açıp dışarı çıktığını duymuştu. Bacaklarının titrediğini hissettiği için yavaşça sandalyesine çöktü. <<Sahannon, yavrum, iyisin değil mi? Mr. Strathern’ın gittiğini duydum.

>> <<Evet, iyiyim, Bridget.>> Shannon kendini tutamadan güldü. Bu akşam kim bilir kaçıncı kez ‘iyiyim’, diyordu? Ama hiç biri de doğru değildi. <> Shannon’ın küçüklüğünden beri Bridget onların yanındaydı. Her zaman modası geçmiş siyah hizmetçi elbisesi giyer ve ısrarla da beyaz kepini takardı. Shannon için yaşlı kadın her zaman iyi bir arkadaş ve sırdaş olmuştu. Kazadan sonraki o korkunç günlerde ise, onu kendi kendine yemek yemeğe alıştıran ve evde tek başına dolaşmasını öğreten Bridget’ti. <<YArın gelip beni arabayla dolaştıracakmış. Gitmek istemediğimi söyledim, ama beni dinleyeceğini hiç sanmıyorum.>> <<Dediği dedik bir adama benziyordu.>> <<Nasıl biri, Bridget?>> Bridget, bir sandalye çekerek Shannon’ın yanına oturdu. <<Çok uzun boylu ve atletik yapılı biri. Gür, kumral saçları var ve gözleri…Masmavi gözleri insana uçsuz bucaksız gökyüzünü hatırlatıyor.>> <<Kaç yaşlarında?>> <> <<İki sularında.>> <> Bahçede dolaşmak dışında Shannon haftalardır dışarı çıkmamıştı.

Bu yüzden korkuyordu <> <> <<Keşke buna inanabilsem. Ama bu kadar basit olduğunu sanmıyorum.>> <> <<Hayır, teşekkür ederim.>> <> Shannon sessiz odada bir kez daha düşünceleriyle baş başa kalmıştı. O elbiseyi son giydiğinde Rick’le beraberdi. Sıcak bir gündü ve Rşck’le uzun bir süre el ele dolaşmışlardı. O zamanlar aşık olduğu için Shannon’a her şey ne kadar da güzel görünüyordu! Shannon, Victoria Üniversitesi’nin Tarih bölümünde okurken, ilk yarıyılın sonunda Rick’le tanışmıştı. Rick, Victoria’nın büyük firmalarından birinin danışmanıydı ve üniversitede de ekonomi dersleri veriyordu. Annesi, Shannon’ın blucinli, sakallı sınıf arkadaşlarından hoşlanmadığı için, Rick’i görür görmez gözü tutmuştu. Rick’in yakışıklılığı, kültürlü oluşu ve durmadan Sahannon’a iltifatlar yağdırması genç kızı büyülemiş ve bir anda ona aşık olduğunu hissetmişti. Ağustos ayında evlenmeye karar vermişlerdi. Temmuz ayında bir gün Rick’in, Fraser Valley’deki arkadaşlarını ziyarete gideceklerdi. Turist mevsimi olduğu için yollar çok kalabalıktı ve Rick de geç kaldıkları için arabayı son hızla kullanıyordu. <> <> <> <> <> <<Kötü bir şekilde dile getirdin ama, aslında söylediğin doğru.>> <> Rick ona bakarak sırıttı.

<> Shannon ona gülümsedi, ama bu konuşmada hoşuna gitmeyen bir hava vardı. <> <<Yoo, pek fazla sayılmaz.>> <> <> Shannon bu cevaptan tatmin olmuştu. uzun bir süre hiç konuşmadan gittiler.Yirmi dakika sonra orada olacaklardı. Yol gittikçe daralmış, tepeye doğru tırmanmaya başlamışlardı. Rick, önlerindeki arabaya bakarak ağzının içinden bir küfür savurdu. Dikiz aynasına bir göz attı ve arabayı sollamaya başladı. Karşı yoldan üzerine doğru gelen kocaman bir kamyonla karşılaşmışlardı. Kamyon ağzına kadar çelik ve krom yüklüydü. Şoför dehşetle onlara bakarak korna çalmaya başladı. Rick, lastikleri gıcırdatarak arabayı geri almaya çalışmıştı, ama çok geçti artık. Kamyon onlara sol taraftan bindirmiş ve bir anda ortalık kararmıştı. Ondan sonraki bir kaç günü hiç hatırlamıyordu Shannon. Boşluk…Duyduğu sonsuz acı…Ve uğultu halinde gelen insan sesleri… Kazadan beş gün sonra ancak kendine gelebilmişti.

Hiç sesini çıkarmadan, şaşkınlık ve korku içinde yatıyordu. Neredeydi acaba? Neden bu kadar karanlıktı? Gözlerinin üzerinde yumuşak bir temas hissedince gözlerini açmaya çabaladı ama başaramadı. Aniden paniğe kapılarak, <<Lütfen…neredeyim ben?>> diye bağırdı. Artık hayatının kabusu başlamıştı. Her an bu kabusun içindeydi.Bir kadın sesi, her şeyin yolunda olduğunu mırıldanıyordu, ama Shannon hiç de öyle olmadığının farkındaydı. Bu sırada doktor söze karışmıştı. ‘Görme sinirlerinde hasar…bir iki yıl sonra belki ameliyat!.Sonuç olarak körlük!

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir