Sandra Field – Farkli Bir Dunya

Moria sıkıntıdan patlıyordu, patlıyordu… Aslında dış görünümünden bunu anlamak mümkün değildi tabii. Göz kamaştıran güzlliğinden emin, kaygısız bir hali vardı. Kalabalığın arasında rahat adımlarla dolaşıyor, zaman zaman tanıdıklarıyla konuşuyor, zaman zaman da yanından geçen bir garsonun elindeki tepsiden bir kanepe alıp ağzına atıyordu. Bütün gözler onun üzerindeydi. Kadınlar onu yukarıdan aşağıya süzdükten sonra tahminlerde bulunuyorlardı. “O elbiseye bir servet harcamış olmalı. bütün o altın işlemeler… Hale incileri…“ “Bütün elbiselerini indirimli alıyormuş, hayatım. bahar koleksiyonlarını Moria Tennant sergileyecek olduktan sonra hangi mağaza ona indirim yapmaz ki? İncilerde öyle tabii…Baksanıza, kiminle birlikte gelmiş…“ Moria Tennat’ın yanındaki erkek, masmavi bir denizin üzerinde zarif bir şekilde salınan yatı izleyen bir sandal gibiydi. Adamın giydiği takım elbise ve gömlek son derece pahalı olmasına rağmen, yine de kendilerinden beklenen havayı sağlayamamışlardı. Koyu kumral saçları tam tepesindeki açıklığı örtmek için dikkatle taranmıştı; durmadan terliyordu. “Anton Barber değil mi o?“ “Evet. New York’un en zengin erkeklerinden biri, canım.“ Erkeklerin gözleri de hiç ayrılmaksızın Moria Tennant’ı izliyordu. Bu gözlerde hayranlıktan şehvete kadar değişen türlü duyguyu okumak mümkündü. Moria bütün bu bakışları hiç umursamadan dolaşmaya devam etti.


Beş altı yıldır kendisine yönelen bu bakışları o kadar kanıksamıştı ki artık… Birden durdu. Kavalyesini, bir büyükelçi ve yanındaki zarif eşi ile tanıştırdı. Edwina Talcourt’a öteden beri hayranlık beslerdi. Kendinden emin, zarif, hoş bir kadındı. Bir süre Metropolitan Operası’nda oynamakta olan Don Carlo ve Guggenheim’daki heykel sergisi üzerine sohbet ettiler. Moria sanat galerilerinin sürekli ziyaretçilerindendi. Hiçbir sergiyi kaçırmamaya çalışırdı. Ama sanata duyduğu bütün ilgiye rağmen, bu sohbet bile kafasındaki sabit fikrin zayıflamasına yardımcı olmamıştı. Sıkılıyordu… Bazı günler, bu duygudan bir daha asla kurtulamayacağını hissediyordu. Garip bir duyguydu bu.Kendisini bir sis perdesinin arkasına saklamıştı sanki. Yıllardır severek yaptığı işler dayanılmaz bir biçimde sıkıcı gelmeye başlamıştı artık.Daha da kötüsü enerjisinin giderek tükenmekte olduğunu hissediyordu. Oysa, New York gibi bir kentte, modellik mesleğinin zirvesindeki bir kadının ihtiyacı olan şeylerin başında, güzelliğin yanı sıra enerji ve hırs gelirdi. Kendini zorlayarak dikkatini Trevor Talcourt’ın konuşmasına vermeye çalıştı.

yaşlı adam punk müziği ile ilgili ilginç şeyler anlatıyordu. Schoebrg ve Hindemith’in fanatik hayranlarından biri olan Anton ise ağzının içinde gevelediği anlamsız bir iki söz ile büyükelçinin düşüncelerine katıldığını belirtmeye çalışıyordu. Moria birden gülümsememek için kendini zor tuttu. Komik bir adamdı Anton. Ondan hoşlanıyordu. Zaten davetlerini kabul etmesinin nedeni de buydu. Hiç kimsenin inanmayacağını bilmesine rağmen, Anton’ın servetinin kendisi için hiç bir önemi yoktu. Üstelik Anton da Moria’yı servetiyle etkileyemediğini gayet iyi biliyordu. Onunla birlikte etrafta görünmek istemesinin tek nedeni, Moria gibi bir kadınla birlikte dolaşan bir adamın şöhretinin arttığının farkında olmasıydı. Mori yanından geçen garsonun elindeki gümüş tepsiden bir bardak şampanya aldı. Sonra gözlerini salonda gezdirdi. Partiyi televizyon program yapımcılarından Ted Price veriyordu. Yaptığı programların başarısını kutlamak için verdiği partiler Ted’in ününe ün katıyordu.Üç yıl önce Moria ile uzun bir röportaj yapmıştı.O zamanlar Moria’nın yüzü yebni bir kozmetik kampanyası sayesinde bütün ülkede tanınmıştı.

Televizyon programından sonra Ted, moria’yı yemeğe davet etmiş ve genç kızı yatağa götürebilmek için epey kararlı bir mücadele vermişti. Ama Moria’nın bu teklifi nazik bir biçimde reddettiğini görünce yenilgiyi kabul etmiş ve o zamandan beri de çok iyi dost olmuşlardı. Ted’in verdiği partilere davet edilebilmek birçok insanın rüyasında bile göremeyeceği kadar büyük bir şanstı. Ama Moria burada da sıkılıyordu… Demek durum artık çok ciddi bir hal almaya başlamıştı. ’sıkıntı’ sözcüğü, içinde bulunduğu ruh haline gerçekten açıklayabiliyor muydu acaba? Kendini berbat hissediyordu. Yalnız, mutsuz ve tuzağa düşmüş… ’Şaçmalama!’ diye yükseldi içinden bir ses. ‚Neden mutsuz olacakmışsın? New York’un en güzel kadınlarından birisin Dünya kadar paran var. gardırobun birbirinden şık elbiselerle dolu. Bir yığın arkadaşın var. Neden mutsuzsun?’ ’Ama şu koskoca salonda seni gerçekten seven bir tek insan bile yok,’ diye yükseldi içinden bir başka ses. ‚Eper şu kapıdan çıkıp gitsen ve bir daha geri dönmesen, senin için gerçekten endişelenecek bir tek insan bile bulamzsın.Evet, senden hoşlanan bazı insanlar var ama bir çoğu daha çok kıskanıyor. Hiç kimse için dünyanın en önemli insanı değilsin.’ ’Peki, bu durumun suçlusu kim? Yıllardır zirveye tırmanmaktan başka bir şey düşünmedin. Hiç kimsenin gerçekten seni sevmesine izin vermedin.

O yüzden yakınmaya hakkın var mı?’ “Modern sanatlara yoğun bir ilginiz var sanırım“, diyen bir erkek sesi duydu Moria kulağının dibinde. “Beni şaşırtıyorsunuz MissTennat. ben bütün modellerin kendilerinden başka hiç bir şeye ilgi duymadıklarını sanırdım.“ Moria şaşkınlıkla başını çevirdi. Ve birden dünyanın en mavi ve en alaycı gözleriyle karşılaştı. üstelik oldukça uzun boylu olmasına ve ayağında epey yüksek ölçeli ayakkabılar bulunmasına rağmen karşısındaki adamın boyu en az beş santim daha uzundu. Soğuk bir sesle karşılık verdi. „Siz de kimsiniz?“ Adam yine o alaycı tavırla başını hafifçe öne eğdi. „ Patrick Casey hizmetinizde, hanımefendi.“ Demek o ünlü oyun yazarı bu adamdı! Patrick Casey’nin son oyunu olan bütün Broadway’i altüst etmiş, biletleri aylar öncesinden kapılmıştı. Moria oyunu görmesine rağmen, yazarı ile daha önce hiç karşılaşmamıştı. Birden gazetelerde gördüğü fotoğrafları hatırladı. Ama anlaşılan o fotoğraflar Patrick Casey’ye haksızlık etmişlerdi.Siyah gür saçları, masmavi gözleri, sert kaslı vücudu ile yakılıklıdan da öte, çok değişik, ilginç bir adamdı. Onunla ilk kez karşılaşan bir insan onun yazar olabileceğini asla tahmin edemezdi.

Üstünde şık smokin bile o vahşi, kaba saba dağ adamı havasını silememişti. Moria adamın açık imasını hatırlayarak sinirlendiğini hissetti. Son derece tatlı bir sesle karşılık verdi. „Oyunlarınızı çok ilginç buluyorum Mr. casey. Bu kadar ilginç yapıtlar veren bir yazarın kendisine takma ad olarak da daha ilginç bir isim bulacağını düşünmüştüm nedense. Aksanınızdan ve yüz hatlarınızdan çıkarabildiğim kadarıyla İskoç kökenlisiniz, öyle değil mi?“ Adamın yüzünde yumuşak bir gülümseme belirdi. „Birincisi, Patrick Casey benim gerçek adım. Takma değil.İkincisi, şu karşıdaki tabloyu neden öyle ağzınız bir karış açık izlediğinizi sorabilir miyim Miss Tennant? Sanki en yakın dostunuzu kaybetmişsiniz gibi dalgın gözlerle bakıyordunuz da.“ Moria yardım istercesine çevresine göz attı. Ama Talcourtlar yanlarına gelen yeni bir çift ile hararetli bir konuşmaya dalmışlardı. Anton da tam ortalarındaydı. Demek oradan yardım gelmesi mümkün değildi. „Daha önce tanıştığımızı sanmıyorum,“ diye cevap erdi sert bir sesle.

„Adımı nereden biliyorsunuz? “New York!un en ünlü modelini nasıl tanımam? Televizyon, gazeteler, dergiler hep sizden söz ediyor…’Büyüleyici güzel Moria Tennant, Yves St. Laurent’in kış koleksiyonunu sergiliyor…Miss Moria Tennant yılın partisindeydi…Moria Tennant sarışın sözcüğüne yeni bir anlam kazandırdı…Ha, aklıma gelmişken sorayım. Şu pırıl pırıl sarı saçlar bir şişe boyanın mı eseri acaba?“ Moria dalgalı ve gür sarı saçlarını eliyle düzelttikten sonra nazik bir sesle konuştu. „Saçlarım şimdiye kadar boyayla tanışmadı Mr. Casey, Ya sizinkiler?“ “Ah demek, büyüleyici güzelimizin pençeleri de sivriymiş? Yüzünüzün, diş macunundan kürk mantolara kadar her şeyi satabileceğini bilmek sizde nasıl bir duygu yaratıyor?“ “Anlaşılan mesleğimle görünmek istediğiniz kadar yakından ilgilenmiyorsunuz, Mr. Casey. Yoksa kürk mantolar için asla modellik etmediğimi bilirdiniz.“ Bir an için adamın yüzündeki alaycı ifade silindi. Gözlerinde merak ve ilgi belirdi. „Öyle mi! Peki neden?“ Çünkü doğanın, hayvanların hayatını yeterince zora soktuğunu biliyorum.Onların kürklerini sırtımda sergileyerek birde ben dert açmak istemem başlarına.“ Doğrusu hayranlık uyandıran düşüncelerinizle beni şaşırtıyorsunuz. İlkelerinize sıkı sıkıya bağlı bir insansınız demek. Daha başka hangi konularda bu kadar kararlı davranırsınız, Miss Tennant? “Mesleğim nedeniyle bana saldırıda bulunabileceklerini sanan erkeklerden de nefret ederim, Mr. Casey.

Ben sizin mesleğinize burnumu sokmuyorum.Öyleyse siz benimkine karışma hakkını nereden buluyorsunuz?“ Tan o sırada bir garson yanlarına geldi. „Biraz daha şampanya alır mıydınız efendim.“ Patrick Casey doğal bir hareketle Moria’nın elindeki boş bardağı alıp tepsiye bıraktıktan sonra ona dolu bir bardak uzattı. Moria bir oyun yazarının ellerinin beyaz, yumuşak ve manikürlü olduğunu düşünmüştü hep. Oysa Patrick Casey’in elleri daktilo başında oturan bir adamınkinden çok, ormanda elide baltayla odun kesen birininkine benziyordu. Güneşte yanmış, sert ve güçlü ellerdi bunlar. Genç kız belkemiğinde garip bir ürperti hissedince telaşla şampanyasından bir yudum aldı. Patrick Casey aralarındaki bu soğuk savaş sanki hiç kesintiye uğramamış gibi doğal bir tavırla konuşmaya devam etti. „Sanırım benim sizi anlatmaktaki güçlüğüm mesleğinizden kaynaklanıyor. Bütünüyle yapay bir dünyayı yansıtmayı amaçlayan bir meslek olmasından.“ Moria gözlerini kırpıştırdı. Birden yüreğini saran sıkıntının kaybolduğunu hissetti. „Sanırım sizin mesleğiniz için de aynı şeyleri söylemek mümkün.“ “Ah yanılıyorsunuz…Tiyatro dünyasında ve oyuncular arsında yapay bir ortam bulunduğu söylenebilir ama ben sonunda seyircilerle yüz yüze geliyorum.

daha başka bir deyişle, benim kullandığım araçlar yapay olabilir, ama sonunda daima gerçekle karşı karşıya gelirim. Sizin mesleğiniz ise başından sonuna kadar yapaylık içinde gelişiyor. Sadece dış görünüm önemli O sergilediklerinizi giyen veya kullanan insanların ruh durumu sizi asla ilgilendirmiyor.“ Moria birden sarsıldığını hissetti. Uzun bir süredir ruhunu saran sıkıntının kaynağı işte bu sözlerde gizliydi. Ama bütün bunlar Patrick Casey’nin üstüne vazife değildi. Bir başkasını böyle kolayca harcayarak kendi mesleğinizi aklamaya çalışmanız alkışlanmaya değer doğrusu.“ “Oyun yazmak dünyanın en belalı işlerinden biridir. O yüzden ne yapıp edip kendime haklı nedenler bulmak zorundayım.Öyle değil mi?“ “Öyleyse isterseniz gelin ikimiz de meslek değiştirip daha değerli ve saygın işler bulalım kendimize, Mr. Casey. Bundan böyle sadece sosyal yardım faaliyetlerinde görev almaya ne dersiniz?“ Patrick Casey bir kahkaha attı ve Moria nefesinin kesildiğini hissetti. Bu adamı ilk gördüğü anda dünyanın en yakışıklı erkeğiyle karşı karşıya olduğunu düşünmüştü. Oysa mesleği gereği şimdiye kadar sayısız yakışıklı erkekle tanışmıştı. Patrick Casey’nin yüz hatları profesyonel bir mankenin düzgün ve yumuşak çizgilerinden çok uzaktı.

Çenesinin hatları çok sertti. Uzun bir burnu ve çukurlarına hafifçe gömülmüş gözleri vardı.Ama…ama özellikle güldüğü zaman dünyanın en yakışıklı erkeği oluyordu. Moria elinde olmaksızın gülümsedi. Patrick casey rahat bir tavırla konuştu. „Sizin derdiniz ne biliyor musunuz, Miss Tennant? Bu kadar güzel olmanız. Güzel kadınlara karşı artık bağışıklık kazandığımı sanıyordum. Ama şu anda sizi omzuma atıp şuradan çıkıp gitmek için dayanılmaz bir istek duyuyorum.“ Moria birde kızardı. „Bu arada giderken Tarzan gibi çığlıklar atmayı da düşünüyor musunuz acaba?“ “Elbetyte. Bir tiyatro oyununun finali olarak çok etkileyici olurdu, değil mi?“ “Evet. Oldukça etkileyici bir final olurdu.“ Moria genç adamın mavi gözlerinde beliren kıvılcımı fark edince birden toparlandı. „Her neyse, yine de böyle bir oyunda rol almamayı tercih ederim.“ “Etkileyici olduğunu siz de kabul ettiniz ama.

üstelik böyle bir şey yaptığım zaman, o kendinden emin ve sakin maskenizi düşürüp düşürmeyeceğimi görmek de benim için ayrı bir zevk olurdu.“ “Benim ne yapacağımı merak edeceğinize kendi durumunuzu düşünmeniz daha akıllıca bir davranış olurdu sanırım. Ted’in partilerine katılan insanlar bu tür skandallara pek alışık değillerdir.“ “Ted’inkiler de dahil olmak üzere bütün partilerden mümkün olduğu kadar uzak kalmaya çalışırım. Ama yine de söylediklerinizi kabul ediyorum.“ “Buna sevindim. Partilerden uzak kalmaya çalışmanızın nedeni nedir, Mr. Casey?“ “Adım Patrick. Sorunun cevabına gelince, partileri hep çok sıkıcı bulmuşumdur.“ ’Sıkıcı’ sözcüğü Moria’nın gözlerinin büyümesine neden oldu. „Sıkıcı mı?“ diye tekrarladı şaşkınlıkla. “Evet, sıkıcı. Sen de sıkılıyorsun, değil mi?“ “Hayır! Tabii ki sıkılmıyorum.“ “Hadi canım, bütün diğer erkekler gibi ben de partinin başından beri seni izliyorum. bana çok sıkılıyormuşsun gibi geldi.

“ Moria başını hafifçe yukarı kaldırınca, kulaklarındaki sallantılı iri inci küpeler öne arkaya gitti geldi. Genç kızın gri ve yeşil pırlantalarla yanan gözlerinde çaresiz bir ifade belirdi. Pek inandırıcı olamayan bir sesle „Sıkılmadım,“ diye karşılık verdi. “Hem de sıkıntıdan patlıyorsun. Salondaki bütün erkeklerin seni gözleriyle soymaları bile hiç bir şey ifade etmiyor senin için. Bu ilgisizliğin nedeni şimdiye kadar sayısız erkekle birlikte olmandan mı geliyor?“ Moria bütün vücudunun öfkeyle kasıldığını hissetti. Ama yüzündeki o kayıtsız ifadede bir değişiklik olmamıştı. „Evet, o kadar çok erkekle birlikte oldum ki sayısını ben bile unuttum,“ diye mırıldandı. Patrick Casey birden onu bileğinden yakaladı. canını acıtacak kadar çok sıkıyordu. „Bu söylediğin gerçek mi?“ diye homurdandı hiddetle. “herhalde bu tür sorularınıza cevap vermemi beklemiyorsunuz, değil mi?“ “Oh, sayısız erkek tanıdığından eminim.“ Genç adam Moria’nın bileğini sıkmaya devam etti. Ama Moria onun, bunun farkında bile olmadığından emindi. Tam o sırada arkalarında ev sahiplerinin sesi duyuldu.

„Anlaşılan siz ikiniz tanışmışsınız bile. Güzel. Patrick, sana telefonda tanışmanı istediğim birinden söz etmiştim ya, işte o Moria idi.“ Patrick Casey, Moria’nın bileğini bırakarak içkisinden bir yudum aldı. Sakin bir sesle, „Ama Miss Tennant’ın benden öyle pek etkilendiğini sanmıyorum,“ dedi. “Bu konuda yanılıyor olabilirsiniz.“ Moria acıyan bileğini ovuşturmamak için kendini zor tutuyordu. „Bir ara safari giysilerinin defilesi için Güney Amerika’ya gitmiştim. Orada ilk defa bir boğa yılanı görmüştüm. Ne kadar etkilendiğimi bilemezsiniz.“ Patrick yumuşak bir kahkaha attı. „Biraz çocukça bir espriydi Moria, ama pek de kötü sayılmaz.“ Ted’in gözleri ikisi arasında gidip geliyor, bir şeyler yakalamaya uğraşıyordu. „Televizyonda ikinizle birlikte bir röportaj yapsam oldukça ilgi toplayacağından eminim.“ “Hayır, teşekkürler,“ diye itiraz etti Moria.

„Mr. casey’nin modellere karşı özel bir antipatisi var.“ “İyi ya işte. Herkesin hayran olduğu bir modelle modellerden hoşlanmayan bir adamın röportajı müthiş bir şey olur.“ “Röportajı unut Ted.“ Moria kararlı bir tavırla elini uzattı. „Teşekkür ederim, çok güzel bir partiydi. Ama şimdi eve dönmem gerekiyor. Yarın sabah dokuzda bir randevum var. O yüzden bu gece erken yatmak zorundayım.“ Ted onu yanağından öptü. „Öyleyse seni eve Patrick götürsün. Anton’ın daha bu saatte gitmek isteyeceğini sanmıyorum.“ “Mr.Casey’nin beni eve götürmek için can attığını hiç sanmıyorum Ted.

Bir taksi çağıracağım. İyi geceler ve tekrar teşekkürler. İyi geceler Mr. Casey.“ “Yanılıyorsun Moria. Ben de artık gidiyorum. Üstelikseninle aynı taksiyi paylaşmak hoşuma gider.“ Patrick casey’nin yüzünde hafif bir gülümseme vardı. Moria kaşlarını çattı. „Partiden ilk ayrılanlar bir olacağız. Hadi ben yarın sabah çalışmak zorundayım. Sizin için de aynı şeyin geçerli olduğunu sanmıyorum.“ “Oyun yazarları da zaman zaman çalışırlar, Miss Tennant.“ Patrick kalabalık salona şöyle bir göz gezdirdi. „Ama partidfen erken ayrılmamın nedeni bu değil tabii.

Sen gittikten sonra kalmak için bir neden göremiyorum.“ Ev sahibimiz için pek hoş bir kompliman değil sanırım bu.“ Ted gülümseyerek, Ne yapalım, dayanmaya çalışırım,“ dedi. Sonra diğer konuklarıyla ilgilenmek üzere yanlarından ayrıldı. Moria gözlerini Patrick’e çevirdi. „Anton’a haber vereyim ben.“ Anton hala Trevor Talcourt ile konuşuyordu. Moria artık gitmek istediğini ve kendisini eve kadar götürecek birini bulduğunu söylediği zaman eğilip onu yanaklarından öptü. Bu tür partiler Anton’ın en çok sevdiği şeylerin başında geliyordu. O yüzden Moria’nın kendisine bir kavalye bulması rahatlatmıştı onu. Moria Talcourtlarla vedalaştıktan sonra mantosunu alıp Patrick ile beraber sokağa çıktı. Soğuk şubat rüzgarı insanın içini titretiyordu. Moria taksiye bindiklerinde şoföre adresini verdikten sonra başını camdan dışarı çevirdi. Kısa bir sessizlikten sonra Patrick’in sesi duyuldu. „Seni tekrar görmek istiyorum.

“ Moria şaşırarak döndü.“Neden?“ Genç adam omuzlarını silkti. „Bilmem. Sadece istiyorum.“ “Benden hoşlanmıyorsunuz bile.“ Arabanın loş ışığında genç adamın gözlerinde garip bir pırıltı yandı söndü. „Aslında hoşlanıp hoşlanmadığımı bilmiyorum. belki de öğrenmek istediğim bu. Ama öğrenmek istediğim başka şeyler de var. Seni ilk kez gördüğümde sadece canın sıkılmıyordu. Aynı zamanda çok mutsuz görünüyordun. Ne düşünüyordun o sırada Moria?“ Genç kız kollarını göğsünde kavuşturarak mantosuna daha sıkı sarıldı. Sonra neşeli bir sesle karşılık verdi. „Bu sorunun cevabı çok açoık değil mi? Hayatımın ne kadar yapay olduğunu düşünüyordum.“ “Lütfen…Gerçekten öğrenmek istiyorum.

“ Moria insanın ruhunu okuyan bu gözlerden hiçbir şey saklayamayacağını hissetti bir an. Üstelik yine kaçamak bir cevap vermenin de doğru olmayacağını düşünüyordu. „Benim utlu veya mutsuz olmam seni ilgilendirmez Patrick,“ dedi usulca. Ona ilk kez adıyla hitap ettiğinin bile farkında değildi. Evet, mutsuz olduğu doğruydu, ama Patrick’in bu konuda yapabileceği bir şey yoktu. Hiç kimse bir şey yapamazdı. „ Bir birimizi bir daha görmemize de gerek yok,“ diye sözlerini sürdürdü. „Ama söylemek istediğim bir şey var. Oyunlarını çok seviyorum. Seninle tanıştığıma da sevindim.“ Sonra hemen telaşla şoföre dönüp ekledi. „Soldaki çıkmaz sokağa girip en son evin önünde duracaksınız.“Para çıkartmak üzere çantasını çıkardı. “Bırak o çantayı. ben ödeyeceğim,“ dedi Patrick sert bir sesle.

„Ayrıca seni kapıya kadar da götüreceğim.“ Moria bu adamı pek fazla tanımıyordu, ama şu anda onunla tartışmanın bir yararı olmayacağını anlamıştı. çantasından anahtarını çıkartıp nehre bakan bahçe içindeki iki katlı evlerin en sonuncusuna doğru yürüdü. Bahçenin çakıl taşlı döşeli yolunda yürürken Patrick’in ayak seslerini tam arkasında duyuyordu. Kapının önüne geldiklerinde genç adama döndü. „Beni buraya kadar getirdiğin için teşekkür ederim,“ dedi resmi bir sesle. Patrick onun gözlerinin içine baktı. Bir birimizi tekrara göreceğimize dair bir his var içimde,“ dedi yavaşça. „Görüşeceğimizi umuyorum. İyi geceler.“ Sonra birden arkasını dönüp yürümeye başladı. Moria taksinin kapısının kapandığını duyunca anahtarı çevirip içeri girdi. Kapının zincirini taktıktan sonra mantosunu çıkardı ve mutfağa girip bir bardak süt aldı. Evi, nehre bakan evlerin en küçüğüydü. Aşağı katta bir mutfak, bir oturma odası ve küçük bir yemek odası vardı.

İki yatak odası ve banyo üst kattaydı. İki yıl önce bu evi fahiş denilebilecek bir fiyatla satın almıştı. Ama ne kadar pahalı olursa olsun, iyi bir yatırım yaptığının farkındaydı. Bu korkunç ve kalabalık şehirde kaçıp saklanabildiği tek yerdi burası. Sadece ona ait olan tek yer. Belki de şehrin kalabalığına ve karmaşasına tepki olarak son derece sade ve pastel renklerle döşemişti evini. Duvarlarda bir kaç tablo vardı. Yerler halı döşeliydi. Eşyalar ise az ve rahattı. Yılda ancak bir veya iki kez parti veriyordu bu evde. yalnız yaşamaktan memnundu.Şimdiye kadar sadece bir iki kadın arkadaşını yemeğe davet etmişti. Erkeklerle yemeğe çıkacağı zaman ise kentin lokantalarını tercih ediyordu. Elindeki süt bardağıyla oturma odasına gidip koltuğuna gömüldü. Küçük masanın üstünde sarı çiçekler de odaya sıcak bir hava vermişti.

Patrick Casey’yi rahatça düşünebilirdi artık. Garip bir adamdı.Patlamaya hazır bir volkan gibi.İnsanın içine işleyen bakışlarına dayanabilmek çok güçtü. En fazla yarım saat birlikte olmalarına rağmen, Moria’nın artık unuttuğu sandığı duygularını alevlendirmeyi bilmişti. Zaten genç kızın o kadar ters davranmasının nedeni de buydu. Başında zaten yeterince dert vardı. dertlerinin arasına birde bu adamı eklemek istemiyordu. Üstelik o aksini iddia etse de, onunla bir daha görüşebileceklerini hiç sanmıyordu… İkinci Bölüm Şubat ayı oldukça soğuk geçiyordu. Günler birbirini izliyor, sokaktaki insanlar paltolarına sıkı sıkı sarınarak yürüyorlar, trafik her zamanki sıkışıklığı ile insanı deli ediyordu. Central Park’taki ağaçlar yapraklarını dökmüşler, çakıl taşları bile buz tutmuştu. Moria bir daha Patrick Casey’den ahber alamamıştı. Özel telefon numarası rehberde yazılı olmamasına rağmen, Patrick isterse Ted’den öğrenebilir ve onu arayabilirdi. Anlaşılan Patrick Casey bir model için kendini sıkıntıya sokmaya gerek duymamıştı. Moria’nın aslında buna sevinmesi gerekirdi, ama nedense sevinemiyordu.

İşi ise her zamankinden daha yoğundu. Bir kozmetik firmasıyla yaptığı anlaşma nedeniyle yılda üç hafta sadece onlar için çalışması gerekiyordu. Stütyoyla, yeni çıkan ürünlerin kamuoyuna tanıtılması için düzenlenen partiler arasında mekik dokuyordu. Bu üç haftalık çalışma son derece yorucu olmasına rağmen, aldığı ücret de o derece doyurucuydu. Nehir kıyısındaki o küçük eve ancak bu işler sayesinde sahip olabildiğinin farkındaydı. Ama bu yıl durum farklıydı. Duygularının görünümünü etkilemesine izin vermeyen bir işte çalışmasına rağmen, sinirlerinin her geçen gün biraz daha yıprandığını hissediyordu. Saatlerini ayna karşısında geçirmekten ve dudağındaki parlak rujun kırmızısının daha iyi göze çarpması için başını belli bir açıda tutmaktan yorgun düşüyordu. Sanki o rujun rengi dünyanın en önemli sorunuydu!. Patrick Casey için rujun kırmızı veya pembe olmasının hiç bir şey fark etmeyeceğini düşünüyordu zaman zaman. Güney California’da geçirdiği üç haftadan sonra New York’a döndüğünde yorgunluktan bitkindi. Yine de California’nın parlak güneşinden sonra New York’un soğuk ve gri havası bir şok etkisi yapmıştı. Evinin o sıcak ve rahat havası bile çekici gelmiyordu artık. Buz gibi vücudunu, küvetteki sıcak suyla ısıtmayla çalışmaktansa California’daki bir plajda güneş altında sereserpe yatmayı tercih ederdi. Banyodan çıktıktan sonra üstüne bir ev elbisesi giyip televizyon seyretmek üzere koltuğuna oturdu.

Ekranda bir televizyon oyunu vardı. Pek iyi bir oyun değildi. Aslında, oldukça kötüydü. Kaşlarını çatarak seyrederken Patrick Casey’nin asla böyle bir oyun yazmayacağını düşündü. Tam o sırada telefon çaldı. Ahizeyi kaldırarak yorgun bir sesle cevap verdi. „Alo?“ “Ben Margarita. nerelerdesin kuzum? Üç gündür seni arıyorum.“ Moria rahatlayarak gülümsedi. Margarita Stendal bir reklam şirketinin yöneticisiydi. Otuz yaşında, dul, kızını tek başına büyüten ve mesleğini yirmi dört saat sürdüren bir kadındı. Margarita’nın kızı Sheley ile arasındaki derin bağı bilen birkaç kişiden biri de Moria idi. Reklam şirketindekiler bunu asla tahmin edemezlerdi. “San Diego’dan daha yeni döndüm,“ diye karşılık verdi Moria. “Ne kadar şanslısın! Oradaki işlerini daha iki ay uzatmayı beceremedin mi?“ “New York’ta uçaktan iner inmez bunu yapmadığıma pişman oldum zaten.

Ne kadar berbat bir hava var burada, değil mi? Shelley nasıl?“ Biraz havadan sudan konuştular. Sonra Margarita içini çekti. „Yarın akşam işin vardır herhalde, değil mi? Patrick Casey’in yeni oyunu için aylardır bilet arıyordum. Sonunda buldum. Reklam şirketinde harika bir var. Onu da davet ettim. Ne yazık ki bu yakışıklı erkeğin gece apandisiti tuttu ve hastaneye yattı. Onun için üzüldüm, ama kendim için daha çok üzüldüm doğrusu.“ “Davetini bekleyen birçok erkek olduğundan eminim.“ “Ben seninle gitmeyi tercih ederim ama. Seni görmeyeli yıllar geçti gibi geliyor bana.“ Moria bir an tereddüt ettikten sonra alçak bir sesle karşılık verdi. „Tiyatro sezonu açıldığında ben o oyunu görmüştüm Margarita. Ama üç dört hafta önce Patrick Casey ile tanıştım. Şimdi onu biraz daha iyi tanıyorum.

Oyüzden oyunu yeniden görmek isterdim.“ “Ne! Patrick Casey ile tanıştın mı? Nasıl becerdin bunu? Epeyce ilginç bir adam olduğunu söylüyorlar. Zamanının yarısını Kanada’nın vahşi tepelerinde geçiriyormuş. Diğer yarısında da o kadar meşgulmüş ki, hiç kimsenin randevusunu kabul etmiyormuş.“

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir