Sevim Burak – Yanık Saraylar

GELDiLER. Çok yorgundular. Sokağm başına diziidiler. Sekiz on kişi vardılar Bunların ardından kadınlar göründü. Çok yavaş yürüyorlardı, yanyana sıralanınalan uzun sürdü bu yüzden. Ayaklan çıplakh. Erkeklerin önüne çömeldiler Birden elleri kollan kımıldamaz oldu. Kadının birinin kucağında ZİYA BEY’in küçüklük fotoğrafına hpkı hpkısına benzeyen bir çocuk vardı. NURPERİ Hanrm “Ziya Bey! Ziya Bey!” diye bağırdı. Ziya Bey yere çömelik kadının kucağından ona bakh; olup bitenlere ilgi duymuyordu. Pencerenin önünden kaymaya başladı NURPERİ Hanım. Düşmernek için elleriyle pervaza tutundu, aşağı bakh, sütçü kadını gördü, sütçü kadın O’na “aşağı atla” anlamına gelen bir el işareti yapb. İyi anlamadı NURPERİ Hanım.


Ziya Bey mi, Ziya Bey mi diye sordu. Birazdan BAGLARBAŞI – KISIKLI tramvayından Madam Nıvart inecekti. Ona geliyordu. Dizlerini kıvırdı, vücudunu geriye çekti, sütçü kadına bakh, “Aşağı atla,” dedi gene sütçü kadın. Atlamak istemiyordu. Ziya Bey, Ziya Bey diye direndi Nurperi Hanım. 7 Çömelik kadının kucağında hala ona bakıyordu Ziya Bey. Yüzünde hafif bir solma vardı. O sırada ÜSKÜDAR-PAZARYERİ ipierin üstüne geriliyordu. Bitmez tükenınez sessizliğin ortasına asılmış kalmıştı. Madam Nıvart’ın BAGLARBAŞI-KISIKLI tramvayı köşeyi döndü. ZiYA BEY bacaklanru karyoladan aşağı sarkıtmiş dik durmaya çalışıyordu. GELDiLER Kınm … meydan savaşı kahramanlanydı; Başlan kalpaklı iki kişi geride durdu, Üç kişi gelip karyolanın önüne diziidiler Kardeştiler. “Efendi Ağabey/’ dedi en uzun boylusu, Öbür kardeşler ellerini göğüslerinin üstüne kenetlemişlerdi. Omuzlanndan, göğüslerinden, nişanlar, kordonlar sarkıyordu. Ziya Bey karşıki duvara bakıyordu; Çok yaşhydı, çürümüştü yaşlılıktan. Ellerini yashğın üstüne sürdü, çarşafın alhna soktu.

Kemikten pannaklanru oradan oraya dolaşhrdı. Yashğın ucunu kaldırdı sonunda. Aradığı oradaydı. Küçük bir mendil, saat, boş bir ilaç kutusu. Parmaklanru kıvırmadan avucunun içine aldı onları. ”Efendi Ağabey,” diye seslendi uzun boylusu Ziya Bey d uymadı. Bilinçsiz, avucunun içindekilere bakıyordu. Soluk alrnıyordu bakarken. Göz oyuklanna ölümlü iki karanlık oturmuştu. Öksürdü. Kardeşlerden Kımıldamadı birinin nişanı yere düştü. hiç Ziya Bey bacaklannın arasındaki oturağı dürttü, üstü gazeteyle örtülüydü, göz oyuklannda iki lamba yanar gibi oldu. Hırsla titremeye başladı dudaklan. Yumruklannı sıkh, 8 Bir daha öksürdü. Meydan savaşı kahramanlan yardım edemediler ağabeylerine, Yumnıklarını sıkhlar, “Efendi Ağabey,” dedi uzun boylusu, “Efendi Ağabeyimiz,” dediler hep, “Aziz büyüğümüz.

” “Velinimetimiz.” Ziya Bey düşürdü gazeteyi sonunda Oturağa tükürmeye başladı, Tükürdü, tükürdü; Bitti. Yaslığın üzerine düşen başı yuvadak bir yarayı andınyordu, Nurperi Hanım’ın diktiği siyah gecelik takkesi bu yarayı alına kadar kapıyordu, İçinde kalan ufacık karanlık bir soluğu tutmak için ağzını sımsıkı kapadı. Ayak ta duranlar resme benzerneye başladılar gittikçe. Yaş sırasına göre dizilmişlerdi. Resmin kenannda SÜLEYMAN ŞEFİK PAŞA duruyordu. Sağ omuzuna bir melek kondu. En önde parlak çizmeleriyle Ziya Bey. Titredi, Yok oldu … GELDiLER. Dört beş kişiydiler, Kapının önünde dlıDdiler. Nurperi Hanım bu seferkinin gerçeğe daha yakın olduğunu anladı, Gelenler dostlanydı Yüzlerindeki en küçük sivilceyi görebiliyordu. Pencereden gülerek selam verdi. Bağlarbaşı’ndan tramvayla gelmiş Madam Nıvart, radyo tamircisi Anesti ile yanyana duruyordu. Dönüşte yollan aynıydı, Madam Nıvart bir elini Anesti’nin omuzuna koymuş, öbür eliyle mendili yüzüne kapamış ağlıyordu. Nurperi Hanım’ ı görmemişti.

Anesti’ye hızlı hızlı bir şeyler an9 lahyordu. Anesti hep pencereye bakaraktan kafasını sallıyordu. Madam Nıvart'”ın lafı biter bitmez gene pencereye bakaraktan bir şeyler söyledi; Madam Nıvart mendilini yüzünden kaldırdı. Nurperi Hanım’la göz göze geldiler. “Vah yavrum, vah yavrum,” diye başını iki yana sallamaya başladı. Nurperi Hanım sütçü kadını aradı göremedi, yolun ucuna bakh, taşçı Hayri Usta geliyordu; yüzü ince mermer tozuna bulanmıştı, kolunun tersiyle sildi yüzünü, kirpikleri gene de beyazdı. Gömleğinin cebinden keskisinin ucu görünüyordu. Hayri Usta başını pencereye kaldırdı, onu gördü, aşın bir saygı ile “Başın sağolsun,” dedi. Beyaz kirpikleri titreyip duruyordu. Ziya Bey’in tabutu kapıdan çıktı. ilerlemeye cesaret edemiyormuşçasına kısa bir an durdu. Sonra yoluna devam etti; sokağın köşesine gelince tabutu taşıyan adamlar koşmaya başladılar. Güçlü bir şeyin üstesinden geldiğini düşündü Nurperi Hanım. Ziya Bey ölmüştü, o sırada yapılacak hiçbir işi yoktu, görevi bitmişti. Kırk yıldan bu yana onun için yorulduğunu anladı.

Pencerenin önünden çekildi. Ziya Bey’in gömüleceği mezarlığa bakan, başka bir pencereye geçti. GELDiLER. Sekiz on kişiydiler, Ellerinde ağız armonikalan vardı. Hepsi gençti, Nurperi Hanım yiyecek sepetini açtı. Çok keyifliydi; Sepetin en dibinden binlik rakı çıkardı. Cıvıl cıvıl bir sesle “Arkadaşlarınız nerde?” dedi. Ağaçlar aralandı. Bir o kadar genç daha çıktı. İki sıra aydınlık göz gördü, Nurperi Hanım. Gerilerde bir yerde Ziya Bey BAGLARBAŞI-KISIKU tramvayını bekliyordu. BAGLARBAŞI-KISIKLI tramvayı geldi; İçinden Madam Nıvart’la Hayko Efendi çıktılar. lO Kan ter içindeydiler, Hayko Efendi’nin ensesinde ıslak bir mendil vardı. “Kilise korosundan geliyoruz,” dediler. Armonika yer yer kopuk TUNA DALGALARI valsini çalmaya başladı.

Ziya Bey Nurperi Hanım’ın önünde eğildi. Tek bonjurlu adam oydu. Çabucak sarhoş olmuştu Nurperi Hanım. Topuklanyla kannca yuvalanna basa basa döndü. Madam Nıvart “Danube bleu, Danube bleu!” diye çığlık alıyordu. “Bis, bis!” diye el çırph, yirmi kişi Ziya Bey, Nurperi Hanım’ın kulağına eğilip “Bonjurumu tavan arasına kaldır/’ dedi. Ziya Bey’in tabutu yavaş yavaş ilerliyordu. Mezarlığa bakmaya koyuldu. Mezarlığın eteklerinde tek katlı küçücük ev ler vardı. Nurperi Hanım’ın yıllardır özlemini çektiği düzayak bir hayat göze çarpıyordu. Cenaze küçük evlerin arasından geçerek tepenin eteklerini hrmanmaya başladı. Taşıyanlar ikide bir duruyorlardı. Tabut sallanarak ilerliyor ara sıra dalların arasına takılıp kalıyordu. Kederli sayınıyordu kendini. Öldükten sonra Ziya Bey’i görmemişti, son olarak aslan ayaklı koltuğuncia oturmuş burnunun kıllannı kesiyordu Ziya Bey.

Gece bir iki kez de üstünü örttü onun; eskiden de yapardı. Arkadaşça aynlrnışlardı. A ynlmak bile değildi. Nerdeyse birkaç günlüğüne geziye çıkmı.şh Ziya Bey. Nurperi Hanım bekleyecekti. Ağaçların arasında ilerleyen tabuta bakh. Sanki tabut değildi, tabut biçiminde kesilmiş bir uçurtmaydı. Sağa sola yalpa vurması küçük çocuklann hoşuna gidecek bir şeydi. Bu uçurtmayı birden kendine benzetti, rakı içtikten sonra evin içinde boyuna kapılara merdivenlere çarpardı eli yüzü çürürdü, daracıkh ev, ne kadar kaçsa önüne ya duvar ya dolap çıkardı. Tabutla uçurtma, uçurtmayla kendisi arasındaki benzerliği ve birbirine benzeyen başka şeyleri düşündü; sonunda her şeyi birbirine benzetti. Düşüne düşüne hayalının en h urda ayrımianna kadar indi. ll Fakat düşünürken bazı şeyleri atlıyordu, her şeyi unuttuğunu sanması onda aJışkanlıkh. Yıllar yılı Ziya Bey’in evinde mutfakla merdiven arasında oyalandı gitti. Gelenlerden, gidenlerden, mektuplardan uzak kaldı.

Kendini işe verdiği gibi Ziya Bey’e vermedi. Şimdi bazı şeyleri değiştirip değiştiremeyeceğinidüşündü. Kırk yıl yaşlı bir adamı yedirip içirmesi, yıkayıp paklaması, tıraş etmesi niyeydi? Bazı şeyleri neden yaptığını, bazı şeyleri neden yapmadığını bilemiyordu hala. Ziya Bey ölmeden önce bunları ne zaman oturup düşünecek olsa bir işi çıkardı; evde hiç düşünemezdi, kapının önüne ya da aşağıya, bostana inerdi. Arnavut bahçıvanla bir iki sözcük konuşurdu, anlamı yoktu pek konuştuklanrun, yeşilliklere falan bakar, içi açılırdı. Ziya Bey’le iki söz edemezdi. Ziya Bey hep kendinden söz açardı, alçak sesle tane tane konuşurdu. Yaşlandıkça kapının önünden ne geçerse istemeye başlamıştı. Hep istiyordu … Bugün, çorba -ıspanak-maden suyu Yarın, maden suyu- tatlı- odun Öbür gün, maden suyu – şeker – sirnit -halka. Ziya Bey’in bencilliği gün günden art

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir