Şeyhmus Diken, Nurcan Baysal – Kürdistan’da Sivil Toplum

Güneydoğu’da Sivil Hayat kitabının yayımlanmasından beri tam on dört yıl geçmiş. Öncesindeki bir yıllık hazırlık süreci de dikkate alınırsa on beş yılı geride bırakmışız. Megerse ne çok şey degişmiş bu süre zarfında! Devletle arasına mesafe koyan, koymaya çalışan sivil toplum! Veya devletten himmet bekleyen, müdahale bekleyen bir başka sivil toplum! Veya aman devlet bize karışmasın, her işimize bumunu sokmasın, her çalışmamızda “yasadışılık” aramasın, başka bir şey istemiyoruz, diyen sivil toplum! Sorulan sorulara çogu kez soru(n)ların kenanndan köşesinden dolanarak, amiyane tabiriyle “yuvarlayarak” yanıt vermekle yetinen sivil toplum! Ve her şeyden ötesi yazarının, yayın koordinatörünün ve yayıncısının ve hatta röportaj verenlerin dahi bilinçaltına yansıyan korkunun, tedirginligin, kitabın diline, hatta yer yer ruhuna yansıdıgı bir sivil toplumun kitabı: “Güneydogu’da Sivil Hayat” Oysa bütün yakın uzak tarihin, cografya bilgilerinin dillendirdigi gibi l2 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası kara m izah yazarlarının yakıştırmasıyla “Orası” Aslında Ortadogu’nun hayli uzun zamandır kanayan yarasıdır bölünmüş, parçalanmış Kürdistan cografyası. Ortadogu’daki dört ülkenin, Türkiye, Suriye, lran ve Irak’ın birbirine komşu oldugu, parçalayarak kendi topraklarına kattıklan ve hepsinin bir bölgesinde birer Kürdistan’ının oldugu bir cografya ! Ama cografyanın asli ve kadim sahiplerinin kendilerine ait olmayan/ olamayan Kürdistan’ları! Irak için Kuzey, Suriye için Kuzeybatı, lran için Kuzeydogu ve Türkiye için Güneydogu ve Dogu; Kürtçeleriyle Başur, Rojava, Rojhelat ve Bakur… 13 Egemenler, muktedirler, sömürgeciler için cografi tanımlama ile yetinme psikolojisi. Yok sayıcıhgın insanın ruh haline ve diline yansıyan garip tezahürü … Bugünkü bakış açısıyla bütün eksikligi ve yetersizligine ragmen “Güneydogu’da Sivil Hayat” kitabı 2000’de yayımianmasının ardından bölge için adeta bir sivil toplum rehberi olmuştu. Konusunda ve döneminde yapılmış tek alan çalışması olması sayesinde hayli ilgi görmüştü. tki yıl içinde baskısı tükenmiş ve bir daha da yeni basımı yapılmamıştı. Kitapta röportaj yapılan kırk sivil toplum örgütünden birçogu bugün artık kapanmış olup bölgedeki sivil hayatın içinde yer almasa da dönemin sivil toplum yapısını ve sivil hayat ruhunu yansıtması açısından hala önemli bir kitap. “Acaba sivil hayat, sivil toplum çalışması Barış ve Çözüm Süreci dedigirniz yeni dönemde bir daha ele alınabilir mi, yeniden masaya yatırılabilir mi?” sorusunu defalarca yazarının gündemine taşıması da bu yüzdendi. Ama yük agırdı. 2000’li yıllarda en politik kesimlerin bile “bölge” ya da yargılanmayı göze alarak “Kürt cografyası” diyebildigi topraklar için bugün artık sahici adıyla “Kuzey Kürdistan” ya da ‘Türkiye Kürdistanı” ifadeleri kullanılabiliyordu. Hatta ülkenin Başbakanı (şimdiki Cumhurbaşkanı) bir Diyarbakır programında Kürdistan sözcügünü kullanmıştı. Ankara’ya döndükten sonra da kullandıgı sözcügün arkasında durmuştu. Bu da tabii devletin agzına bakan kimilerinin hafızasını tazelerneyi ve “gönülsüz” de olsalar geçmişte yargılanmayı ve mahkum olmayı gerektiren bir ifadeyle buluşmalarını ve bu ifadeyi dagarcıga katınayı beraberinde getiriyordu. Ezcümle artık “Kuzey”de sivil toplum, sivil hayat yeniden dile gelebilirdi.


Hayat zaten bütün örgütlülügü ile “Ben buradayım” diyor ve yazılmayı, dillendirilmeyi bekliyordu. Hepsi bu kadardı. Bir gün “Güneydogu’da Sivil Hayat” kitabının yazarı Şeyhmus Diken’in kapısı uzun yıllardır tanıştığı ve epeyce ortak işler yaptığı Nurcan Baysal tarafından çahndı. 2013 sonbahanydı. “Güneydoğu’da Sivil Hayat kitabı artık güncellenmeli, ne dersin?” diye sordu Nurcan BaysaL “Bu on beş yıllık zaman dilimi içinde düşünmedim değil!” diye yanıtladı Şeyhmus Diken, “Ama kolay bir iş de değil! Beraber yapacaksak, neden olmasın?” Bir söz üzerine mutabık kahnan iş 2014 yılbaşısının hemen ertesi günü başladı. Önce “Güneydoğu’da Sivil Hayat” kitabı masaya yatınldı. Kim ne demiş, neler söylemiş? Tabii on beş yıl sonrasının siyasal, toplumsal, kültürel ve entelektüel algısıyla bir okuma yapıldığında kitabı degeriendiren birçok insanın hatta yazannın bile ürktüğü bir tablo çıkmıştı ortaya. Aman Tanrım! Ne büyük bir korku imparatorluğu kurmuşlardı Cumhuriyet’in kendinden menkul, mağrur muktedirleri! Yarattıkları “Korku Cum14 huriyeti” ile ne denli övünseler azdı. Entelektüellerin çözüm amacıyla risk alarak kurmaya yeltendikleri sivil kuruluşların diline, duruşuna bile yansıyan tedirgin, ürkek korku cumhuriyetinin zulmü kim bilmez ki vatandaşa neler neler yapmış, yaptırmış, dedirtmişti! Koca kitapta Kürdistan şöyle dursun, Kürt kelimesi bile geçmiyorrlu neredeyse. Adı olmayan bir “bölge” lafı geçiyordu sürekli. Muglak, sadece düşüncede ya da hayallerde var olan ve sanki “zahiri” bir bölge ! Ya da hani “içinden oku” hatta “dudagın kıpırdamasın” derler ya! Aynen öyle. “Içinden Kürdistan … ” Kürtçe müzik yerine “otantik müzik”! Kürt sorunu yerine “yaşanan talihsizlik, bölgenin özel durumu, kimlikten kaynaklanan sorun”! Kürt-Kürdistan diyememenin dile yansıyan haleti ruhiyesi … Sivil toplumun “yasadışı” bir örgütlenme alanı olmadıgının devlete, bürokrasiye aniatılmaya çalışıldıgı bir dönemin dili. Bütün bir bölge cografyasını adeta tarumar eden, ÜÇ bin köyü boşalttırıp dört milyon insanı yer degiştirmeye mahkum eden “zorunlu göç”ün nasıl ve neden oldugu sorusuna göç alanında örgütlenen yapının yanıtı olarak “Nasıl olduguna girmeyelim, herkesçe malum!” demeye zorlayan dil. Sivil toplum – siyaset ilişkisinde siyaset yapmanın hayli daraltıldıgı hatta neredeyse imkansızlaştırıldıgı bir dönemde (2000’lere kadar) sivil toplum örgütlerinin “siyaset yapma”ya yeltenmelerinin yarattıgı sıkıntılar… Avrupa Birligi fon kaynakları ve projeleri nedeniyle Istanbul eksenli sivil toplum kuruluşlarının bölgede sıkça yaptıkları programlarda projeciligin “özendirilmesi”nin sivil toplum örgütlerine degen yüzü … Sivil toplum örgütlerinin kültürel miras degerindeki “taş”ın ya da “agaç”ın izini de sürebilmek yerine salt, “can derdi”ne düşmesinin olagan kabul edildigi “o yıllar” Açlık ve yoksullugun dillendirilmedigi, açlıgın etnik ve sınıfsal kimliginin adının dahi telaffuz edilmedigi, “can derdi”nin öne çıktıgı “o yıllar” Ve “Bu yıllar” Yani 2014 ve sonrası. 201 4’ün sivil toplum profili on beş yıl öncesinden oldukça farklı ve çeşitli.

Bu çeşitliligin içinde kadın, çevre, ekoloji derneklerinin yanı sıra cemaat derneklerinin, Islami derneklerin de boy verdigini görmek mümkün. Islami kimligin ön plana çıktıgı sivil toplum örgütleri son on beş yılda epeyce yaygınlaştılar Kürdistan’da. Buna paralel LGBTl dernekleri, etnik dernekler ve dini azınlık dernekleri de bu çeşitliligin içinde hızla çogalmış durumda. Ve işin belki de “hoş” tarafı, neredeyse Kürdistan’daki tüm STK’ların Kürdistanİ bir bakış açısından yana olduklarını ve Kürtlerin hak mücadelesinin yanında olduklarını yüksek sesle korkusuzca dillendirmeleri. Görüşülen birçok Islami dernegin temsilcilerinin inanç vurgusundan daha çok Kürdi tara15 fa vurgu yapmaları dikkat çekici. Bir lsh1mi derneğin yöneticisinin dediği gibi: “lnsan ağrıyan yönüyle öne çıkar. Müslümanlık inkar edilmiyor, Kürtlüğümüz inkar ediliyor, o nedenle Kürtlüğümüz öne çıkıyor.” Bu yıllar, Kürt siyasal hareketinin kadın ve ekoloji söyleminin sivil toplum üzerindeki ciddi etkisinin öne çıktığı yıllar. Kadın ve ekoloji söyleminin halkın ve sivil toplumun üzerindeki etkisi o kadar güçlü ki birçok sivil toplum örgütü eşbaşkanlığa geçmiş durumda. Kürdistan’ın talan edilen coğrafyası ve ekolojisinin hakları sık sık dile getirilmekte. Ekoloji ve çevre dernekleri ya bağımsız örgütlenmesini gerçekleştirmiş ya da STK’ların ilgi alanları içine dahil edilmiş. Bu söylem sadece Kürt sivil toplum örgütlerini değil, Kürdistan’da yaşayan diğer halkları da etkisi altına almış durumda. Bugün, halkların kardeşliğinin söylemden çıkarak realiteye dönüşmesini Kürdistan’daki sivil toplum örgütlerinde gözlemlemek mümkün. Görüşülen Süryani, Ermeni, Alevi, Arap, Arami vb. farklı din ve kültüre sahip azınlıkları temsil eden derneklerin hemen hepsi Kürt siyasal hareketinin söylemlerinin topluma yansıması sonucu, bugün Kürdistan’da çok rahat bir şekilde kendilerini ifade edebildiklerini ve ötekileştirilmediklerini belirttiler.

Yine birçok azınlık derneği Kürt siyasal hareketinin içerisinde temsilcileriyle yer aldıklarını ve bu hareketin tarafı olduklarını dile getirerek çalışmalarında Kürt siyasal mücadelesinden destek aldıklarını belirttiler. Nitekim bölgedeki çokkültürlülüğü yansıtan birçok dernek de kurulmuş durumda. Bunların bir kısmı bu çalışmada yer buldu. Öte yandan mevcut Kürt derneklerinin de azınlık dernekleriyle bölgede buluştuğunu ve ortaklaşa çalışmalar yaptığını söyleyebiliriz. Örneğin bir yandan KÜRDl-DER’de Ermenice kursu açılırken öte yandan Arami, Süryani, Mıhallemi Dernekleri faili meçhullerle ilgili çalışmalara destek verebilmekte. Bölgedeki din alimlerinin, derneklerinde islami bayramların yanı sıra Hıristiyanların Paskalya, Ezidilerin Çarşema Sor ve Alevilerin Cemlerinin de kutlandığını ve dernek olarak bu dini grupların yanlarında olduklarını belirtmeleri kayda değer. Buna göre, “halkların kardeşliği” söyleminin Türkiye genelinde çok marjinal kalırken Kürdistan’da hayli güçlü bir algıya dönüştüğünü söylemek mümkün. Belki teknik bir ayrıntı ama önemli: Kürdistan’daki STK’ların çoğunluğu kendi kaynakları ve yerel olanakları ile varlıklarını sürdürmeye çalışıyor. Dış kaynaklardan ve AB fonlarından yararlanan sivil toplum sayısı bir elin parmağını geçmiyor. Özellikle Kürt dili, kültürü ya da Kürt sorununun çeşitli boyutlarıyla ilgilenen sivil toplum örgütlerinin herhangi bir destek alması 2014’te dahi oldukça istisnai. Farklı fonlardan kaynak alan sivil toplum örgütlerinin çoğunun bu fonları Kürdistan’da ilkelerinden ödün vermeden, “projecilik” yanılgısına düşmeden yönettiklerini görüyoruz. Sivil toplumda 16 oldukça eleştirilen “projecilik” veya “proje kirliliği” fenomeni pratikte henüz Fırat’ın doğu yakasına fazla değmemiş sanki! Görüşülen birçok STK önümüzdeki yıllarda kırsal alanlarda çalışmalar yapacaklarını dile getiriyorlar. Kürdistan kırsalının sivil toplum açısından hareketleneceğini şimdiden söylemek mümkün. Bu çalışma Türkiye’nin barış sürecine girdiği bir tarihi kavşakta yapıldı, sivil toplum dünyasının “barışa” ve “sürece” nasıl baktığını çalışma boyunca anlamaya çalıştık. Genel olarak görüşme yaptığımız herkes sürecin devamından yana olmakla birlikte sürecin iyi yönetilemediğinden şikayetçi.

Ancak özellikle 90’ların çocuklarından “Kalbim asla barışmaz” sözlerini sık duyduk. Barış süreciyle ilgili önemli bir nokta, hakikat, adalet, yüzleşme olmadan, gerçekleşecek barışın asla kabul edilmeyeceğinin hemen herkes tarafından vurguianmış olmasıydı. Öte yandan yine 90’lann çocukları dediğimiz daha genç nesil Kürtler “savaşa da barışa da hazır” olduklarını dile getirdiler. Sivil toplum açısından bugünkü ortamın 90’larla ve 2000’li yılların başıyla kıyaslanamayacak kadar rahat olduğu söylenebilir. Ancak halen çeşitli şekillerde baskıların sürmekte olduğu da dillendirildi. Mesela yeni ceza yasasına göre şartlı salıverilme ekseninde beş yıl ceza ertelemesi birçok sivil toplumcunun gündelik çalışmasında ağır bir Demokles kılıcı gibi tepelerinde sallanmakta. Basit bir toplumsal olay ya da basın açıklamasında ikinci kez yargılanmak üzere gözaltı bir önceki cezanın da eklenmesi tehlikesini taşıyor. Ve sivil toplumcunun hareket kabiliyetini sınırlıyor. Sivil toplumculuk açısından ciddi bir tehdit. Bazen tedirginliklerini sözler ve bakışlardan çıkardık Bazen anlatılanların anlatılamayanların ufak bir parçası olduğunu hissettik. Bu hissiyat Kürdistan’ın doğusuna doğru seyahat ettikçe arttı. Şırnak, Cizre, Roboski, Hakkari, Yüksekova görüşmeleri bu hissiyalı yoğun olarak yaşadığımız yerlerdi. Belki de bunun sebebi bir zamanlar kimilerince “muhayyel Kürdistan” olarak telakki edilen “oraların” artık fiili Kürdistan’a dönüşmesiydi. Bunun hayata yansıyan tarafını görmek için 201 4’te Devlet-STK ilişkileri nasıl diye bakıldığında Hakkari, Yüksekova, Şırnak gibi Kürdistan’ın kimi yerlerinde böyle bir ilişkinin neredeyse hiç olmadığını söylemek mümkün. Nitekim Yüksekova’da görüştüğümüz bir dernek bunu şöyle dile getirmişti: “Devlet burada hiçbir zaman sivil toplumu esas almaz.

” Bölgedeki sivil toplum örgütlerinin Kürt siyasal hareketinin kazanılmış yerel iktidarlarıyla ilişkilerinde daha çok ortaklaşmadan söz edilebilir. Bazı alanlarda ortaklaşmanın daha ötesine gidilerek sivil toplumun kentin yönetiminde söz hakkı aldığı, sorumluluk aldığı çalışmalar da yapılıyor. Örneğin Diyarbakır EngeliHer Meclisi, Büyükşehir Belediyesi’yle yaptığı protakole göre, kent tasarımı ile ilgili projelere müdahildir. 17 Bağımlılık-bağımsızlık, tarafgirlik-tarafsızlık, politik-apolitik gibi kavramlar söyleşiler boyunca sık sık tartışılan kavramlar oldu. Birçok sivil toplum örgütü kamu kurumlarından ve belediyelerden bağımsız çalıştıklarını, ancak Kürdistan coğrafyasında “taraf’ olduklarını, Kürt halkının haklarından, mücadelesinden, acısından, sevincinden yana taraf olduklarını açıkça söyleyip savundular. Van’da görüştüğümüz bir Kürt kadın bunu şöyle dile getiriyordu: “Tabii ki politiğiz, sivil toplum olarak politiğiz, duruşumuz var bu hayatta, hayallerimiz var.” Kürdistan’da bugünkü örgütlerin çoğu daha genç bir nesil tarafından, 90’ların çocukları tarafından yönetiliyor. Ayrıca bu örgütlerin çoğunluğu Türkiye’nin batısından ve yine geçmişten farklı olarak hiyerarşinin olmadığı, örgüt içi demokrasinin daha iyi işletildiği yapılar. Kadınların eşitliğinden yana, farklı kültür, inanç ve cinsel eğilimiere saygılı yeni bir sivil toplum anlayışının Kürdistan’da filizlendiği söylenebilir. Görüşme yaptığımız islami derneklerin bir kısmı “farklı cinsel yönelimlere saygı duyduklarını” be li rt til er. Girizgahta çok söz etmek elbette mümkün. Ama devletin SODES’leri aracılığıyla birçoğu adeta tabela örgütlenmeleri olan ve devletin sırf kaynak transfer etmek amacıyla kurdurtıuğu her halinden anlaşılan kaymakamlı, daire müdürlü, bürokratlı ve “sivil” yandaşlı devletin sadece adı “sivil” olan örgütleri bir yanda … Artık üzerindeki bütün korkuyu silkip atmış, yüksek sesle adını koyarak “taraf’ olduklarını dillendiren sivil toplum örgütleri diğer yanda … Coğrafyada adını varlık kavgası üzerinden dünyaya anlatan, hatta paydaşlarını haklılık zemini üzerinden hayli çoğaltarak anlatan, siyasi ve Kürdi mücadelenin taraftarı olan sivil toplum örgütleri … Devletin sadece para aktarmak üzerinden şekillendirdiği ve toplum içinde hiçbir okuması olmayan, geleceği de olmayan, projesi ve fon kaynağı bittikten sonra devlet koruması tükenince kapısına kilit vurulacağı aşikar STK’lar yerinde dursun! Öbür yakada “ihtiyaçtan doğan” sivil toplum örgütlenmeleri hızla boy veriyor. Üstelik kadınlı erkekli, yani eşbaşkanlı kimlikle. Para bulmakta zorlansalar da ne gam! Sivil toplum örgütçülüğünde olmazsa olmaz olan “gönüllülük” sanki daha bir ete kemiğe bürünmüş ve adeta varlık sebebi olmuş gibi … Aynı/benzer alanlarda çalışan örgütlenmelerin kıskanç bir ruh haliyle birbirlerini öteleyip yok saymak yerine ortaklaşacılık temelinde birlikte iş yapma yol ve yöntemini tercih ettikleri inadına sivil toplumculuk şekilleniyor. Korkusuz olmayı öğrenince, yürütülen haksız savaşta mağdurun ve mazlumun tarafında olmayı içselleştirince meydan okuyan bir sivil toplumculuk kendini gösteriyor.

18 Geçmişte “can” derdine düşen sivil toplurnculuktan “ekoloji”yi ilkesel hale dönüştüren “cinsiyetçi ve ekolojik” yaşarn felsefesini varlık sebebi sayan bir sivil toplum. Bu çalışma “yaralan sarrna” döneminde yapıldı ve tabii her savaştan sonra oldugu gibi yaralan saracak insanlara düştü ortalıgı toparlarnak. Bu ruh halinin elbette sivil toplurnda yansımalan var. Yaraları sarmak için yoksullukla mücadele örgütleri, yardım örgütleri, sanat aracılıgıyla bir anlarnda terapi yapan örgütler, rnayın rnagdurları için örgütler, zorunlu göçün çocuklarına yönelenler, kayıp babaların kemiklerini arayan örgütler… Hepsi, ama hepsi içten, yürekten bu yaraları sarrna döneminin ürünleri, örgütlenmeleri … Kürdistan’da yara bir anlarnda hala kamyor, kabuk baglarnadı. Bunu sivil toplum çalışanlarında da gözlemlemek mümkün. Birçogu kendi de travma yaşayan ama “acılarırnızı erteledik” diyen direngen insaniardı görüştüklerimiz. Söyleşi sırasında bazen gözlerimiz yaşardı, bazen gözyaşlanrnızı içimize akıttık. Geçmiş sadece bireysel olarak bizlerin üzerinde degil, Kürdistan’daki tüm sivil toplum örgütlerinin üzerinde de gezrneye devarn ediyor. Görüşme yapılan rnekanların çogunda öldürülen Kürt şahsiyetlerinin fotografları asılıydı, birçogunun odalarına, kurdukları sahnelere, tiyatrolarına katledilen Kürtlerin isimleri verilmişti. Bir kısmı kendi üyelerini kaybetmişti. Karşırnızda çogu zaman yorulan, ugraşan ama yaptıgı işle de gurur duyan direngen insanlar vardı. Velhasılıkelarn fazla söze hacet yok! Neredeyse on aylık bir saha çalışmasının ürünü olan, kasıt elbette “Türkiye Kürdistanı” ya da “Kuzey Kürdistan” olmakla birlikte adım “Kürdistan’da Sivil Toplum” olarak koydugumuz ortak kitabırnız elinizde. Bu çalışmayı yaparken izledigirniz yönteme dair de birkaç şey söyleyip noktayı koymakta yarar var. Anafikri 2013 yılı içinde şekillenen kitabın saha çalışması Ocak-Haziran 2014 tarihleri arasında yapıldı. Bu süre içerisinde defalarca farklı şehirlere ziyaretler yapıldı.

Çogunlugunu birlikte yaptık. Ve bu gidip gelmeler arasında da Diyarbakır görüşmeleri gerçekleştirildi. Kitap için 29’u Diyarbakır’dan olmak üzere Kürdistan genelinde 17 ilden 83 sivil toplum örgütüyle görüşme yapıldı. Bu görüşmelerin hangi bağlamda, nasıl bir ortamda ve Türkiye’nin hangi politik ruh halinde yapıldığını dillendirrnenin, geriye dönüp bakacağımız zaman 201 4’te Türkiye’nin ve Kürdistan’ın haleti ruhiyesini anlamarnıza yardırncı olacağını düşündük. Bu nedenle her görüşmenin önüne kısa da olsa o günkü Türkiye ve Kürdistan kamuoyunun neler konuştuğunu ve görüştügürnüz STK ile ilgili kendi ruh halimizi de yansıtan kişisel gözlernlerirnizi eklerneye özen gösterdik. Söyleşilerde görüştüğümüz sivil toplum örgütünü tanımanın yanı sıra 19 Kürdistan’da sivil toplum deyince çok tartışılan bagımlılık, bagımsızlık, taraf olma, apolitiklik, politiklik, projecilik, gönüllülük gibi kavramları da tartışmaya açtık. Bu kitap Türkiye’nin barış sürecine girdigi çok tarihsel bir kavşakta bir belge olarak tarihe not düşmek için hazırlandı, yazıldı. Bu nedenle bu kadar önemli bir dönemin, döneme ait vurgular ve kavramlarla kitapta yer bulması gerekiyordu. Sivil toplumla ilgili soruların yanı sıra görüşme yaptıgımız sivil toplum örgütleri ile “barış”ı ve onların “nasıl bir barış” beklediklerini de konuştuk. Bu çerçevede “Kürtler nasıl bir barış istiyor”u merak edenler için de bu kitabın önemli bir kaynak olduguna inanıyoruz. Ve tabii hayallerini de … Görüşme yapmak üzere mümkün oldugunca yerel yönetimler ve devlet kurumları ile organik bağı olmayan örgütleri seçmeye özen gösterdik. Yine Batı merkezli kurulup, bölgede temsilcilik şeklinde çalışan sivil toplum örgütlerini kapsama almadık. Yan resmi ya da yarı sivil denilen ticaret odaları, baro ve sendikalar gibi meslek kuruluşu yapılarını bu kitabın dışında tuttuk. Bölgede Kürt halkıyla birlikte yaşayan halkları ve onların kültürlerini temsil eden sivil toplum örgütlerinin birçogu bu kitapta yer buldu. Henüz yeni yeni çıkan sesleri daha da gürleşsin diye onlara ses, nefes olmaya çalıştık.

Hangi ilde hangi sivil toplum örgütüyle görüşecegimizi çogu zaman önceden belirledik Ancak bazen seyahatler sırasında tesadüfler bizi başka örgütlerle de buluşturdu. Kimi örgütlerin temsilcileri ile çeşitli toplantılar vesilesiyle farklı şehirlerde buluştuk ve görüşmelerimizi yaptık. Bazen Vanlı bir STK ile Urfa’da, Kars’tan bir STK ile İstanbul’da, Agrılı bir STK ile Diyarbakır’da buluştuk. Bu çalışmanın harcamalarını gönüllü karşılayan Ayşen Özyegin’e teşekkür ediyoruz. Zamanını ve deneyimlerini bizimle paylaşan Lezgin Yalçın’a, görüşme kayıtlarının büyük bölümünü özveriyle çözen Melikcan Sapan’a içten teşekkürler. Gittigirniz illerde gerek ev sahiplikleri, gerekse rehberlikleriyle işimizi kolaylaştıran gönüllü sivil toplumcu dostlara minnettarız. Ve tabii yayınevimiz lletişim’e ve editörümüz Tanı) Bora’ya teşekkür ediyoruz. Şiddetin bu kadar yogun yaşandıgı bir cografyada sivil toplum içinde mücadeleyi seçen bu insanların çogu bize sadece kurumlarını degil, kalplerini de açtılar. Bu yaralı cografyada “yaralarımızı sarmak” için mücadele eden bu insanlara minnettarız, sonsuz teşekkürler.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir