Seymour Chatman – Öykü ve Söylem, Filmde ve Kurmacada Anlatı Yapısı

Seymour Chatman, alanında referans haline gelmiş Story and Discourse adlı kitabı yazalı otuz yıldan fazla zaman geçmiş. Ancak onun kullandığı, birçoğu çok daha önceleri de kullanılan edebiyat kuramı ve sinemaya ilişkin teknik kavramların Türkçe karşılıkları hala oturmuş değil. Bu nedenle her kaynakta farklı karşılık buluyorlar. Bu karşılıklar da her nedense büyük ölçüde yeniden yarattığımız “öz Türkçe” paradigması içinde türetilen, saydam (anlamını çağrıştırmayan) sözcükler oluyor. Belki de on birinci yüzyılda at binip kılıç kuşanan atalarımızın roman okumadıklarını ya da film seyretmediklerini hatırlayıp, bu alanlardaki kavramlara önereceğimiz karşılığın kulağa Çağatayca gibi gelmesi zorunluluğunu bir kenara atmalıyız. Sizleri bilmem ama ben ne zaman ‘almaç’ lafını duysam, aklıma kamera değil, önceki cümledeki adamların heybesinde saklı tuhaf aletler geliyor. Buna rağmen birçok kavrama ‘-sel’, ‘-sal’ ekleriyle türetilmiş karşılıklar Önerdiğimi (edimsel, deyimsel vb) ancak zorlama bir “arılıkla” kendimi kısıtlamayıp, dilimizin ‘muhatap’, ‘tezahür’ gibi ‘olanaklarım’ da doya doya kullandığımı belirtmeliyim. Bu tartışma bir yana, okura kolaylık sağlaması için elinizdeki çeviride dilimizde karşılığı oturmamış kavramların orjinalleriyle, kullanılan karşılıkların verildiği bir kavram indeksi yer alıyor. Chatman’in kuramı sıklıkla anlatısal ya da sinemasal gramerle doğal dilin grameri arasında koşutluk arıyor. Doğal dildeki belli kullanımların, özellikle de zaman kiplerinin kullanımından yola çıkarak anlatı gramerine ilişkin çıkarımlarda bulunuyor. Chatman’in İngilizce’nin gramer yapısına dayanarak kurduğu bu ilişkiyi dilimize olduğu gibi çevirmek pek olası değil. Çünkü İngilizce ve Türkçe’nin örneğin zaman kipleriyle ilgili birbiriyle tamamen örtüşmeyen farklı olanakları var. Bu nedenle Chatman’in kuramım Türkçe’ye çevirmek yerine Türkçe içiıı yeniden düzenlemek belki de daha anlamlı olurdu. Ancak bu görev çevirmenin sorumluluk alanım aşıyor. Bir alıntı içinde ‘ç.


n.’ notu olmayan bir köşeli paranteze rastlarsanız, içeriğinin bu kitabın orjinal yazarına ait olduğundan emin olabilirsiniz. Ancak yukarıda bahsettiğim çeviri/uyarlama sorunları nedeniyle metinde zaman zaman çevirmenin notlarına da rastlayacaksınız. Bu nedenle doğrudan yazara ait metinler içinde yer alan ve tabii ‘ç.n.’ kısaltmasıyla başlayan köşeli parantezlerle zaman zaman metne müdahale etmekten kaçınamadığımı ama bunun zorunluluktan ötürü olduğunu belirtmem gerekiyor. Özgür Yaren Van 8 Önsöz Fransızlar son zamanlarda edindikleri etimolojik coşkularıyla, anlatı yapısı çalışmaları için narralologie sözünü icat ettiler. AngloAmerikan entelektüel topluluğu ise belki de haklı nedenlerle, -oloji takısının olur olmadık yerlerde kullanılmasına şüpheyle yaklaşıyordu. Yine de bu adlandırmanın sorgulanabilirliğiyle konunun geçerliliği birbirine karıştırılmamalıdır. Kütüphaneler İngilizcede yazılmış belirli türler, sözgelimi romanlar, epikler, kısa öyküler, masallar, fabllar, vs üzerine yapılan çalışmalarla dolup taşsa da genel olarak anlatı konusunda çok az kitap bulunur. Türsel farklılıkların analizinin ötesinde geni olarak anlatının kendi içinde ne olduğunun saptanması yatar. Edebiyat eleştirmenleri sözlü ortamı özellikle ve fazlasıyla dikkate alma eğilimindedirler. Oysa onlar da gündelik yaşantılarında filmler, karikatür bantları, resimler, heykeller, dans hareketleri ve müzik yoluyla öyküler tüketirler. Bu farklı yapılar arasında bir ortak payda olmalıdır, yoksa “Uyuyan Güzef’in filme, baleye ya da bir mim gösterisine dönüşebilmesini açıklayanlayız. Bana göre bu sorunları en ilgi çekici biçimde ele alan, Aristocu gelenekten gelen düalist ve yapısalcı yaklaşımdır.

Ben, Roland Barthes, Tzvetan Todorov ve Gerard Genette gibi Fransız yapısalcıları takip ederek kafamda ne ve hangi yolla sorularını oturtuyorum. Anlatının ne’si, onun ‘öykü’südiir, yoPu ise onun ‘söylem’i. Birinci bölüm argümanımın özet halindeki açıklamasını ve varsayımlarını içeriyor. İkinci ve üçüncü bölümler, ‘öykü’nün bileşenlerine, olaylara ve varlıklara (karakter ve zamanAızam) odaklanıyor; Dördüncü ve beşinci bölümler ‘söylem’i, öykünün aktarılmasında kullanılan yolları ele alıyor. Kitabı düzenlerken sadece iki ana grubun sıralamasında keyfi davrandım. Söylemle başlayıp öyküyle bitirmek de mümkündü ancak anlatının kuramsallaştırılması tarihini daha iyi yansıttığını düşündüğüm için, bu düzenlemenin tersini seçtim (kuramsal tarihle doğrudan ilgilenmek istediğim için değil; konunun 9 Önsöz tarihsel boyutuna sadece argümanım için geri plan olarak, asgari düzeyde eğilebilirdim). Ancak okuyucuya kendi bölümlerini seçip istediği sırayla okuması gibi popüler bir seçeneği istesem de öneremeyeceğim. Parçalarının bir anlam ifade edebilmesi için, ne pahasına olursa olsun, kuram bir bütün olarak okunmalı. Bir kuramı okumak, onu yazmak kadar zordur. Kuram, titiz, katı ve sıkıcıdır. Yine de ben elimden geldiğince onu canlı tutabilmek, ayrımlarını kafa karıştırıcı olmadan kışkırtıcı kılabilmek için uğraştım ve hepsinin de ötesinde uygulanabilirliğini değerlendirmek ve göstermek için mümkün olan her yerde örneklerden alıntılar yaptım. Kitabın yazım aşamasında bazen örnek önce gelip ayrımı berraklaştırdı. Sanat, kuramın kuramının dile getirdiklerini belgeleyerek yardım etti bana. Sözgelimi dolaylı serbest edebi biçemin olumlu ve olumsuz yanları hakkında yazarken, akademik düzyazıya bir parça Joseph Conrad alaycılığı karıştırmak okumayı kolaylaştırır. Bu arada kitabı satın alınabilir ve okunabilir sınırlarda tutabilmek için birçok hoş ve zor bulunan örneği elemek zorunda kaldım.

Bu çalışmayla ilgili en çok denge ve amaç sorunlarını yaşadım. Neden tam bu kadar kuramı (daha fazlasını değil) ortaya koyduğumu açıklamak durumundayım. İlk amacım elimden geldiğince açık bir şekilde öykü-söylem dikotomisinin sınıflandırma meselesini çözmek ve konunun başkalarının ve kendimin aklına getirdiklerini ortaya koymak oldu. Bu nedenle edebiyat üzerine çalışan akademisyenleri ilgilendiren, anlatıya ilişkin birçok başlığı dışarıda bıraktım. Buluş, mimesis, türlerin tarihsel gelişimi, anlatıların, edebiyatın diğer boyutlarıyla, antropolojiyle, felsefeyle, dilbilimle ve psikolojiyle olan ilişkileri gibi başlıklar böylece dışarıda kaldı. Çünkü anlatıya bir kenarından değen her ilginç konuyu tek bir cilt altında toplamak mümkün değildi ve belki de onlardan bahsetmemek, bahsedip de asıl tartışmayla ilişkilendirmemekten daha iyiydi. “Anlatı Nedir?” sorusuna makul ve modern bir karşılık öneriyorum. “Anlatının gerekli ve yardımcı bileşenleri nelerdir ve bunlar aralarında nasıl bir ilişki kurarlar?” Ancak anlatıda yer alabilecek her şeyi hesaba katmak istemiyorum (buna gücüm de yetmezdi zaten). Ben içerikten çok biçimle ya da bir biçim olarak ortaya konulabilen içerikle ilgileniyorum. Benim asıl nesnem anlatı biçimidir, sözel nüans, grafik tasarım, bale adımları gibi anlatıların yüzey formu değil. Biçem, üslup ya da stil, bu anlamda ortamın dokusu, etkileyicidir ve çalışmamı okuyanlar bunun üzerinde çok zaman harcadığımı bilirler. Yine de biçemsel detaylarla ancak 10 kendilerinden daha geniş, daha soyut anlatısal hareketlere katıldıkları ya da onları açığa çıkardıkları ölçüde ilgileniyorum. Anlatı yapısıyla ilgili başlıkların bana özellikle çarpıcı, tartışmalı ya da zor gelenleri üzerine odaklandım. Eleştirel tartışmalarda “‘bakış açısı”, “bilinç akışı”, “anlatının sesi”, “üçüncü kişi anlatımı” gibi kavramlar çok sık suistimal edilirler. Terminolojiyi açıklarken, eleştirel kavramları mümkün olduğunca uygulanabilir ve tutarlı olarak tanımîayabilmeyi, ancak sıkıntılı konuları, avangard öyküleri, konunun sınırları olarak değerlendinneyi umuyorum.

Kuram dediğiniz şey aslında meta eleştiri olduğundan, hiç çekinmeksizin Wayne Booth, Mikhail Bakhtin, Barthes, Genette, Todorov gibi eleştirmenlerin ve kuramcıların yazılarından oldukça büyük boyutlarda alıntılar yaptım. Amacım polemikleştirmek değil en güçlü kavrayışları, Anglo-Amerikan, Rus ve Fransız anlayışlarını sentezlemekti. Belirli bir ekolü savunmadım. Benfilgilendiren, sanatçıların ve seyircilerin olduğu kadar kuramcıların ve eleştirmenlerin pratiği (davranışları diyesim geliyor) idi. Son olarak özel bir nedenle ilgilendiğim sanılabilecek kadar çok alıntı yaptığım belli bir öyküden, James Joyce’un “Eveline”inden bahsetmek istiyorum. Elbette bu öyküyle aramda bir tür aşk ilişkisi var: Eveline, benim anlatı kuramıyla ilgilenmeye ilk cüret edişimin; Roland Barthes’in 1966’da geliştirdiği fazlasıyla detaylı tekniği uyguladığım nesnesidir. Ancak bu öyküye karşı süren ilgim, duygusal olmaktan daha fazlasıydı. Bu öyküyle karşılaşmalarımın tarihini izleyerek, kuramsal merakın bazı analitik katmanlarını ortaya çıkartabildim. Yeni bir materyalle muhtemelen gerçekleşmeyecek bir durumdu bu, Dahası orjinal makaleyi bu kitapla karşılaştıran Fransızca bilmeyen okurlar, narratolojisfler arasında benzer gelişmeler bulabilir. Her durumda, aksi belirtilmedikçe çeviriler bana aittir. Nazik eleştirileri ve tavsiyeleri nedeniyle Zelda ve Julian Boyd’u, Eric Rabkin, Jonathan Culler, Bernhard Kendler, Barbara Herrnstein Smith, Susan Suleiman ve Thomas Sloane’u burada anmak isterim. Bu çalışmanın son müsveddesini okumasalar da Robert Alter, Robert Bell, Christine Brooke-Rose, Alain Cohen, Umberto Eco, Paolo Fabbri, Marilyn Fabe, Stanley Fish, Gerard Genette, Stephen Heath, Brian Henderson, Frederic Jameson, Ronald Levaco, Samuel Levin, Louis Marin, Christian Metz, Bruce Morrissette, Ralph Rader, Alain Robbe-Grillet, Robert Scholes, Tzvetan Todorov’dan ve Boulder, Colorado, 1977 Estetik Yaz Enstitüsü, Irvine, California, 1977 Eleştiri Okulu katılımcılarından Öykü ve Söylem: Filmde ve Kurmacaaa Anlatı Yapısı 11 Önsöz çok şey öğrendim. Roland Barthes’in çalışmaları benim için özel bir ilham kaynağı oldu. Berkeley, California Üniversitesi Araştırma Komitesi’ne, bu kitabın yazım aşamasında sağladıkları fınansal destek nedeniyle minnetarım. Judith Bloch ve Margaret Ganahl, kitabın hazırlanmasında paha biçilmez yardımlarda bulundular.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir