Umberto Eco – Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti

Sözlerime, sekiz yıl önce gene burada altı Norton Lectures’ını verecek olan, ancak yalnızca beşini yazmaya vakit bulabilen ve Harvard Üniversitesi’ne gelemeden aramızdan ayrılan Calvino’yu anarak başlamak istiyorum, yalnızca dostluğumuz nedeniyle değil, bu konferanslarımı büyük ölçüde okurun anlatı metinlerindeki durumuna ayırdığım için. Calvino’nun en güzel kitaplarından biri olan Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu,1 anlatıda okurun varlığı konusuna ayrılmıştır. Calvino’nun kitabının çıktığı sıralarda, İtalya’da benim Lector in fabula adlı kitabım yayımlanıyordu (Lector in fabula, The Role of the Reader [Okurun Rolü] başlıklı İngilizce metnime ancak kısmen benzemektedir). İtalyanca başlık ile İngilizce başlık arasındaki farkın nedeni, sözcüğü sözcüğüne İngilizceye çevrilmesi durumunda İtalyanca (daha doğrusu Latince) başlığın “Masaldaki Okur”a dönüşecek, yani hiçbir anlam taşımayacak olmasıdır. Oysa İtalyancada, kendisinden söz edilirken çıkagelen birisi için, İngilizcedeki “speak of the devil”in karşılığı olarak “lupus in fabula” deyimi kullanılır. Ancak İtalyanca deyimde, tüm masallarda boy gösteren popüler kurt figürü çağrıştırıldığından, okuru masala, daha doğrusu tüm anlatı metinlerine koymak için İtalyancada söz konusu deyimden yararlanabiliyordum. Aslına bakarsanız, kurt yer almayabilir masalda, onun yerine sözgelimi bir gulyabani bulunabilir; ancak okur her zaman vardır, yalnızca öykü anlatmanın oluşturucu öğesi olarak değil, öykülerin oluşturucu öğesi olarak. 1. lulo Calvino, Bir Ki] Gecesi Eğer Bir Yolcu, Çev. Ülker İnce, Can Yayınlan, İstanbul, 1990. 7 Bugün Lector in fablda adlı kitabımı Calvino’nun Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu romanıyla karşılaştıranlar, benim kitabımın Calvino’nun romanı üzerine kuramsal bir yorum olduğunu düşünebilirler. Ancak iki kitap hemen hemen aynı zamanlarda yayımlanmıştır ve açık bir biçimde aynı sorunla uğraşmamıza karşın, hiçbirimiz ötekinin ne yapmakta olduğunu bilmiyordu. Calvino bana kitabını gönderdiğinde, benim kitabımı kesin olarak almış olmalıydı, çünkü ithafı şöyleydi: “A Umberto, superior stabat lector, longeque inferior Italo Calvino”. Açıkça belli olduğu üzere, alıntı Phaedrus’un kurt ile kuzu masalındandı (“Superior stabat lupus, longeque inferior agnus”; yani “Kurt nehrin yukarısındaydı, kuzu ise aşağısında”) ve Calvino benim Lector in fabula’ına göndermede bulunuyordu. “Longeque inferior” oldukça belirsiz bir sözdür (hem “nehrin aşağısında”, hem de “daha az önemli” anlamına gelmektedir).


“Lector”u de dicto alırsak, yani sözcüğün benim kitabıma göndermede bulunduğunu kabul edersek, o zaman ya Calvino’nun ironik bir alçakgönüllülükte bulunduğunu ya da kuzu rolünü üstlenip, kuramcıya Hain Kurt rolünü bırakmak gibi (mağrur) bir seçimi ortaya koyduğunu düşünmemiz gerekecektir. Ancak eğer “Lector”u de re alırsak, yani sözcüğün Okur’a göndermede bulunduğunu kabul edersek, o zaman bir poetikanın onaylanması söz konusuydu ve Calvino Okur’a olan saygısını dile getirmek istiyordu. Calvino’ya olan saygımı yerine getirmek için, onun Norton Lectures için yazmış olduğu Amerika Dersleri’ nin ikincisinden, kendi derlemiş olduğu İtalyan Masallarin’dan 57’ncisine göndermede bulunduğu, hızlılığa ayrılmış bölümden yola çıkacağım: Kralın biri hastalanmış. Doktorlar gelip Krala: “Bakın, yüce efendimiz”, demişler, “eğer iyileşmek istiyorsanız, Gulyabani’nin tüylerinden birine ihtiyacınız var. Zor bir tedavi bu, neden derseniz Gulyabani önüne çıkanı yutuyor”. Kralın başvurmadığı kimse kalmamış, ama bir Allahın kulu dahi gitmek istemiyormuş. Kral çok sadık ve cesur bir hizmetkârından istemiş aynı şeyi, o da “Ben giderim” de8 miş. Adama yolu tarif etmişler: “Bir dağın tepesinde, yedi çukur var: Yedi çukurun birinde Gulyabani bulunuyor”.1 Calvino şunu belirtir: “Kralın hastalığının ne olduğu, nasıl olup da bir Gulyabani’nin tüyleri bulunabileceği ve çukurların neye benzediği hakkında hiçbir açıklama getirilmez”. Ve bu gözlemlerden, hızlılık özelliğini övme fırsatını elde eder, ancak şunu da anımsatır: “Hızlılıkla ilgili bu savunmada oyalanmanın zevklerini yadsımayı düşünmüyorum”.2 Calvino’nun sözünü etmediği oyalanmaya üçüncü konferansımı ayıracağım. Ancak şimdi, her kurmaca anlatının zorunlu olarak, kaçınılmaz olarak hızlı olduğunu söylemek istiyorum; çünkü anlatı, olayları ve kişileriyle bir dünya kurarken, bu dünya ile ilgili her şeyi söyleyemez. Belli şeylere değinir ve kalanı için okurdan bir dizi boş alanı doldurarak işbirliği yapmasını ister. Kaldı ki, daha önce yazmış olduğum gibi, her metin, okurdan onun işine katılmasını isteyen tembel bir araçtır. Bir metin, alıcının anlaman gereken her şeyi söylese mahvolurduk: Asla sona ermezdi böyle bir metin.

Size telefon eder ve “yola çıkıp, bir saat içinde geliyorum” dersem, yola çıkmamın yanı sıra arabamı alacağımı da örtülü olarak belirtmiş olurum. Büyük mizah yazarı Achille Campanile’nin Agosto, moglie mia non ti conosco adlı yapıtında, şu diyalog geçmektedir: Gedeone abartılı hareketlerle, sokağın dibinde durmakta olan bir atlı arabayı çağırdı. Yaşlı arabacı, sürücü yerinden güçlükle aşağı inip, saygıyla dostlarımıza doğru gelerek: “Size nasıl yardımcı olabilirim?”, dedi. “Yo, hayır”, diye bağırdı Gedeone sabırsızlıkla, “Ben arabayı istiyorum!” “Ah”, dedi arabacı hayal kırıklığına uğramış bir biçimde, “beni istiyorsunuz sanmıştım”. Geri dönüp, sürücü yerine çıktı ve arabada Andrea ile 1. Italo Calvino, Amerika Dersleri, Gelecek Binyıl İçin Altı Öneri, Çev. Kemal Atakay, İstanbul, Can Yayınlan, 1994, s. 54. 2 a.g.y., s. 64. 9 birlikte yerini almış olan Gedeone’ye sordu: “Nereye gidiyoruz?” Gideceği yeri gizli tutmak isteyen Gedeone, “Bunu ona söyleyemem” diye haykırdı. Meraklı biri olmayan arabacı fazla üstelemedi.

Hepsi birkaç dakika öylece durup manzaraya baktılar. Sonunda Gedeone’nin ağzından zorla bir “Fiorenzina şatosuna” lafı çıkıverdi, bu söz atın sıçramasına, arabacının da “Bu saatte mi? Ancak gece yarısı varabiliriz oraya” demesine yol açtı. “Doğru”, diye mırıldandı Gedeone, “yarın gideceğiz Fiorenza’ya. Sabah tam yedide gelip bizi al”. “Arabayla mı?”, diye sordu arabacı. Gedeone bir süre düşündü. En sonunda “Evet, daha iyi olur”, dedi. Pansiyona doğru yürürken, tekrar dönüp: “Aman atı unutma sakın!” diye bağırdı. “A, öyle mi?” dedi beriki, şaşırmış bir biçimde. “Peki, nasıl isterseniz”.1 Alıntı saçma görünüyor, çünkü önce kişiler söylemeleri gerekenden azını söylüyorlar, sonunda ise metnin söylemesi gerekmeyen şeyleri söylemek (ve söylendiğini duymak) gereksinimini duyuyorlar. Kimi zaman bir yazar, çok fazla şey söyleyerek kişilerinden daha komik hale gelebilir. XIX. yüzyılda İtalya’da kuşaklar boyunca işçileri Ölü Bir Kadının Busesi, Deli Bir Kadının İntikamı ya da Suçlayan Ceset gibi adları olan öykülerle düşlere daldıran Carolina Invernizio çok popülerdi. Carolina Invernizio çok kötü yazan bir yazardır ve bazıları onun, genç İtalyan Devleti’nin küçük bürokrasi dilini edebiyata sokmak cesaretini ya da zaafını gösterdiğini belirtmişlerdir (askeri bir fırının yöneticisi olan kocası da bu bürokrasi sınıfındandı).

Bakın Carolina Cinayet Oteli romanına nasıl başlıyor: Çok soğuk olmasına karşın, güzel bir akşamdı. Gökyüzünün yukarılarındaki ay, Torino’nun sokaklarını sanki günışığıyla aydınlanmışçasına aydınlatıyordu. İstasyondaki saat, 1. Achille Campanile, Öpere, Milano, Bompiani, 1989, s. 830. 10 yediyi gösteriyordu. Geniş çatının altında sağır edici bir gürültü işitiliyordu, çünkü iki direkt tren karşılıklı geçiyordu: Biri yola çıkmakta, öteki istasyona varmaktaydı.1 Bayan Invernizio’ya karşı çok katı olmayalım. O, hızın büyük bir anlatısal erdem olduğunu belli belirsiz seziyordu, ancak Kafka gibi öyküsüne “Bir sabah tedirgin düşlerden uyanan Gregor Samsa, dev bir böceğe dönüşmüş buldu kendini”2 benzeri bir girişle başlayamazdı. Okurları hemen ona Gregor Samsa’nın niçin ve nasıl bir böceğe dönüştüğünü ve önceki gün ne yemiş olduğunu sorarlardı. Öte yandan, Alfred Kazin, Thomas Mann’in bir zamanlar Kafka’nın bir romanını Einstein’a ödünç verdiğini ve Einstein’ın kitabı geri getirdiğinde: “Okuyamadım bu kitabı: İnsan beyni bu derece karmaşık değil!” dediğini anlatıyor.3 Belki de öyküde belli bir yavaşlığın olmamasından yakınan Einstein bir yana (ancak daha sonra oyalanma sanatını öveceğiz), okur her zaman metnin hızıyla işbirliği içine giremeyebilir. Reading and Understanding’de Roger Schank bize bir başka öykü anlatıyor: John, Mary’yi seviyor, ancak Mary onunla evlenmek istemiyordu. Bir gün, bir ejderha Mary’yi şatodan kaçırdı. John atının terkisine atlayıp, ejderhayı öldürdü.

Mary onunla evlenmeyi kabul etti. O andan sonra memnun ve mutlu yaşadılar. Bu kitabında çocukların okuduklarından ne anladıklarıyla ilgilenen Schank, üç yaşındaki bir kız çocuğa öyküyle ilgili bazı sorular sormuştur: — John ejderhayı niçin öldürdü? — Kötüyde de ondan. — Kötü olan yönü neydi? — John’u yaralamıştı. 1. Carolina Invernizio, L’albergo deI delitıo, Torino, Quartara, 1954, s. 5. 2. Küçük bir değişiklikle çeviri Franz Kafka, “Değişim”, Çev. Kâmuran Şipal, İstanbul, Cem Yayınevi, 1991, s. 5’ten alınmıştır. 3. Alfred Kazin, On Native Grounds, New York, Harcourt Brace, 1982, s. 445. 11 — Nasıl yaralamıştı onu? — Belki de onun üzerine alev püskürtmüştür.

— Neden Mary, John’la evlenmeyi kabul ediyor? — Mary onu çok seviyordu da ondan, John da onunla evlenmeyi çok istiyordu. — Nasıl olup da Mary başlangıçta John’la evlenmeyi istemezken sonradan onunla evlenmeye karar veriyor? — Bu zor bir soru. — Evet, ama sence yanıtı ne? — Çünkü başlangıçta Mary onu istemiyordu, sonra John çok tartıştı ve Mary’e onunla evlenmekten söz etti, u zaman da Mary onunla evlenmek istedi.1 Açıkça görülüyor ki, ejderhaların burun deliklerinden alev püskürttüğü, bu kız çocuğunun bildiği şeyler arasındaydı; ancak karşılıksız bir sevgiye, yalnızca minnettarlık ya da hayranlık adına karşılık verilebileceğini bilmiyordu. Bir öykü az ya da çok hızlı veya az ya da çok kısa olabilir, ancak öykünün kısalığı, yönelinen okur göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir. Seçmeyi aklıma koyduğum tüm başlıkları haklı çıkarmaya çalıştığıma göre, izin verirseniz Norton Lectures’ım için seçtiğim başlığı da haklı çıkarayım. Orman, anlatı metninin bir eğretilemesidir; yalnızca masal metinlerinin değil, tüm anlatı metinlerinin. Kırmızı Şapkalı Kız yerine Molly Bloom’la karşılaştığınız Dublin gibi ormanlar da vardır, Ilsa Lund veya Rick Blaine’le karşılaştığınız Casablanca gibi ormanlar da. Borges’in bir eğretilemesini kullanmak gerekirse (Norton Lectures’ın bir başka konuğu da o olmuştu, Borges’in ruhu bu konferanslarımda bana eşlik edecek), bir orman yolları çatallanan bir bahçedir. Bir ormanda çizilmiş patikalar bulunmadığında bile, herkes belli bir ağacın, vb. sağından ya da solundan ilerlemeye karar vererek, her karşılaştığı ağaçta bir seçim yaparak kendi güzergâhını çizebilir. Bir anlatı met1. Roger Schank, Reading and Understanding, Hillsdale, N. J., Lawrence Erlbaum, 1982, s.

21. 12 ninde okur her an bir seçim yapmaya zorlanır. Hatta bu seçim zorunluluğu herhangi bir sözel anlatım düzeyinde, en azından bir geçişli fiilin belirdiği her durumda kendini gösterir. Konuşucu cümlesini bitirmeye çalışırken, bilinçdışı olarak da olsa biz bir seçim yapar, onun seçimini önceler ya da hangi seçimin yapılacağını kaygıyla kendi kendimize sorarız (en azından “dün akşam mezarlıkta gördüğüm…” gibi dramatik sözel anlatımlar söz konusu olduğunda). Bazen anlatıcı, öykünün devamıyla ilgili öngörülerimizde bizi özgür bırakmayı ister. Sözgelimi, Poe’nun Gordon Pym öyküsünün sonuna bakalım: Ama işte yolumuza dünyadaki tüm canlılardan daha uzun boylu bir insan figürü çıkıyor. Üzerine bir kefen geçirmiş ve yüzünün renginde karın kusursuz beyazlığı var. Anlatıcının sesinin durduğu bu noktada yazar, ömrümüzün kalanını kendimize öykünün devamında ne olduğunu sorarak geçirmemizi istemektedir. Bize hiçbir zaman açıklanmayacak olanları bilme tutkusunun henüz tüm bedenimizi sarmadığını düşünerek yazar (anlatan ses değil), anlatı sona erdikten sonra bir not ekler, notta okuru şöyle uyarır: Mr. Pym’in ortadan yok olmasının ardından “Korkum odur ki, öyküsünü sonuçlandıracak olan birkaç bölüm … onun sonunu getiren olayda bir daha ele geçirilmesi olanaksız bir biçimde kaybolmuştur”. O ormandan artık hiç çıkmayacağız demektir bu, Pym’in öyküsünü sürdürmeye karar veren Jules Verne, Charles Romyn Dake ve H.P. Lovecraft da bir daha çıkmamışlardır zaten. Ancak anlatıcının bize Stanley değil, Livingstone olduğumuzu göstermek istediği ve hep yanlış seçimi yaparak ormanlarda kaybolmaya mahkûm olduğumuz durumlar vardır. Laurence Sterne’e bakalım, Tristram Shandy’nin başlangıcına: Annem ile babamın, daha doğrusu bu işte paylan olduğuna göre, her ikisinin birden, beni peydahladıklarında ne yaptıklarına dikkat etmiş olmalarını isterdim.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir