Seyyid Muradi Reis – Barbaros Hayreddin Pasa’nin Hatıraları

Hızır Hayreddîn Paşa, Midilli Adası fethedilince, Fâtih Sultan Mehmed Han’ın emri üzerine buraya Vardar Yenicesi’nden getirilip iskân edilen sipahilerden Yakub’un dört yiğit oğlundan biridir. Batılılar, sakalı havuç rengine çalar kırmızı renkte olduğu için ona “Barbaros” demişlerdir. “Hayreddîn” ismini ise kendisine Yavuz Sultan Selim Han vermiştir. Büyüyüp Akdeniz’e açıldıktan sonra, o koca deniz artık bu yiğidin kahramanlıklarıyla çalkalanmıştır. İlk zamanlar kardeşi Oruç Reis de denizde mücâdelel ere girişmişti. Akdeniz’in her köşesinde ve her bucağında Müslümanların im-dâdına Hızır gibi yetişen bu iki bahadırdan Oruç Reis şehîd olunca, Hızır Reis tek başına bu mesuliyeti üstlenmiştir. Barbaros Hayreddîn Paşa, yerine göre gayet yumuşak tabiatlı, halim; selim, müşfik ve mütevazi olan âciz bir kul; yerine göre de kılıcından şimşekler çakan, sesi semada yankılanan, karşısında düşmanları tir tir titreten bir heybet âbidesidir. Kılıcıyla fethettiği bir ülkeye hükümdar olmak yerine, Osmanlı’ya bağlı olmayı tercih eden, Osmanlı sultanlarının duasını almayı Cezâyir’e sâhip olmaktan daha üstün tutan bu nümûne şahsiyet, gerek onların ve gerekse kılıcının gölgesinde huzur bulan mazlum mü’minlerin duaları bereketiyle o kadar yücelmiştir ki, kendisini Hristiyan dünyasının lideri kabul eden ve akıl almayacak derecede kibirli olan İspanya kralının başını önüne eğdirmiştir. O aynı zamanda, bütün gazâlarında Allâh rızasını ön plânda tutmuş, ibâdetlerini ve günlük manevî vazîfelerini hiç ihmal etmemiş, tereddütlü kaldığı durumlarda istihâre ederek tereddüdünü gidermiş bir mânâ eri ve gönül sultanıdır. Küçük bir gemi reisliğinden başlayıp günün birinde kaptân-ı deryâ olan bu müstesnâ kişinin hayatının bütün safhalarını maddesiyle mânâsıyla, inceden inceye anlatan bu eser, Kânûnî Sultan Süleyman Han’ın Hayreddin Paşa’ya emri üzerine onun Seyyid Murâdî’ye yazdırdığı “Gazavât-ı Hayreddîn Paşa” isimli eserdir. Seyyid Murâdî, Hayreddîn Paşa’nın yanında ve hizmetinde bulunmuş reislerdendir. Çok açık bir Türkçe ile yazdığı eserindeki hâdiselerin bir kısmını Barbaros Hayreddîn Paşa’dan, bir kısmını gazâlara iştirâk edenlerden, çoğunu da bizzat kendisinin iştirâk ettiği seferlere şâhit olarak kaleme almıştır. Gazavât-ı Hayreddîn Paşa’nın İstanbul Üniversitesi Kütüpha-nesi’nde TY 94, TY 2459, TY 2490, TY 2639’da ve Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesi’nde manzum ve mensur nüshaları bulunmaktadır. Ayrıca eserin birkaç yayını da bulunmaktadır. Biz bu eseri neşrederken İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndeki bulunan TY 94, TY 2459, TY 2490, TY 2639 numaralı yazmalardan istifâde ettik.


Okuyucuya kolaylık olsun diye de metni tamamen sadel eştirdik. Seyyid Murâdî’nin kaleminden süzülerek satırlara dökülen bu metni yayınlayarak istifâde edilmesinde bir hizmetimiz olmuşsa kendimizi bahtiyar hissederiz. Çamlıca Basım Yayın Mart 2012 Müellifin Mukaddimesi Sonsuz hamd ü senâ ve şükürl er bütün mevcudâtı yaratan ve canlıları rızıklandıran Allâhü Teâlâ’ya olsun ki, bizi yoktan var edip îmân elbisesiyle süsleyerek Kur’ân-ı Azîm nimetleriyle nimet-lendirdi ve onlarla zenginleştirdi. Salât ve selâm, kâinatın serveri, mevcûdâtın övünç vesilesi, Âdemoğlunun efendisi, iki cihan sultanı, ins ve cinnin peygamberi Hazret-i Muhammed Mustafa (s.a.v.) üzerine olsun ki o, bütün günahkârların şefâatçisidir. Yine salât ve selâm onun ailesi, evlâdı ve ashâbı üzerine olsun ki onlar, Muhammed Mustafa (s.a.v.) Hazretlerinin sevgilileri ve dostlarıdır. Adâlet ve ihsânıyla yeryüzünü donatan, melek tabiatıyla nam salan Arap, Acem ve Rum ülkesinin büyük hükümdarı, Sultan Süleyman Han’ın hatırına şöyle bir şey geldi ki, kendisinden önceki devirlere âit yazılan ve okunan târihl er gibi, kendi zamanında meydana gelen hâdiselerin tamamı da -büyüğüyle küçüğüyle ve târih sırasıyla- bir kitap hâline getirilip okuna. Pâdişâh hazretl eri bu düşünce çerçevesinde olarak, Cezâyir beylerbeyi Hayreddîn Paşa’ya: “Şimdi sen ve kardeşlerin nasıl ve ne sebeple ortaya çıktınız, sizler kimlersiniz? Bu zamana gelinceye kadar, karada ve denizde, büyük küçük ne kadar gazalar ettiniz? – Başlangıcından sonuna kadar- bunları eksiksiz olarak ve tafsilatıyla yazıp, kitap hâline getirip gönderiniz ki, onlar da benim zamanımda yazılan târihe kayd olunsun” diye yazdığı fermanı gönderdiğinde, onlar da -sultânın emri îcâbı- nazmıyla, nesriyle ve tafsilatıyla hayatlarını yazıp bir araya getirmeye teşebbüs ettiler. Bunun üzerine Hayreddîn Paşa bilgilerin toplanması ve yazılması hususunda bana emir verdi ve ben de onun emri îcâbı doğru, açık ve Türkçe olarak yazmaya karar verdim. Bu bilgilerin bâzısını kendilerinin mübârek ağızlarından işittim, bazısını onlarla birlikte gazâlarda bulunan mücâhidlerden aldım, bazısını da -bu fakir 1 birçok gazâlarda onlarla birlikte bulunduğumdan- bizzat şâhit oldum ki, doğruluğunda hiç şüphe yoktur.

1 Seyyid Murâdî Böyl ece bu kitabı yazdık ki, hem pâdişâhın emri yerine gelsin ve hem de kardeşlerimiz okuyup, dinleyip istifâde etsinler. Bu ve-sîle ile de pâdişâh hazretlerine dualar etsinler. Bu arada Hayred-dîn Paşa’yı ve bu âcizi de duâdan unutmayıp bir Fâtiha-i şerîfe, üç ihlâs-ı şerîf ile yâd etsinler… Ne var sala özüm tahte’s-serâya Ki ere her sözüm fevka’l-ulâya Umarım şah katında ola makbul Görüle her kelâmım anda ma’kûl. Dünyada söylenmedik ve işitilmedik bir şey kalmamıştır. Mak-sud olan bu fânî dünyada bir eser bırakıp, hayır duâ ile anılmamıza vesîle olmasıdır. Nitekim denilmiştir ki: Er oldur ki dünyada koya bir eser, Esersiz kişinin yerinde yeller eser. Kaptân-ı Deryâ Barbaros Hayreddîn Paşanın Hâtıraları (Gazavât-ı Hayreddîn Paşa) Hayreddîn Reis’in Aslı ve Nesli Fâtih Sultan Mehmed Han, (Hazret-i All âh kabrini nurlandır-sın) Midilli Kalesi’ni 2 fethedip, düşmanın elinden almıştı. Bu kalenin korunması için de yeteri kadar muhâfız seçilip yazılarak orada kalmaları kararlaştırıldı. Bunun üzerine bu yiğitler bir arzuhal yazarak pâdişâh hazretlerine takdim ettiler. Şöyle ki: 2 Midilli: Ege Denizi’nde, Batı Anadolu kıyısında Edremit Körfezi’ne doğru sokulmuş büyük bir ada. “Bizim burada kalmamızı emir buyurdunuz. Bâri bazı ihtiyaçlarımız karşılansın ki perişan olmayalım. Biliyorsunuz burası bir adadır, biz de bir bölük bekâr tâifeyiz. Etrafımızda İslâm beldeleri yoktur ki onlarla muamele edelim. Ömrümüz burada bekâr olarak geçer mi?” dediler.

Fâtih Sultan Mehmed Han bunun üzerine: “Gerçekten doğru söylüyorlar. Ancak bunlar orada niçin bekâr kalsınlar? Düşmanlar ile aralarında iyi münâsebetler olması için bazı tedbirler alınması gerekir.” deyip şöyle emir buyurdu: “Benim emr-i şerîfimle Midilli’de kalan bu erlerim, yine benim emr-i şerîfimle bu adanın kızlarından beğendiklerini nikâhlayıp, onlarla evlensinler. Bu hususta hiç kimse güçlük çıkarıp mâni olmasın. Böylece Müslümanlarla Müslüman olmayanlar arasında bir yakınlaşma meydana gelir ve Midilli Kalesi’nin korunması sağlanmış olur.” Bu emr-i şerîfi ve kendilerine yapılan himmeti gören muhâfız-lar orada kalmaya razı oldular. Bu muhâfızların içinde, Selanik yakınlarında bulunan Vardar Yenicesi’nden Yakub Ağa diye bilinen bir şahbaz yiğit vardı ki, -o da bir sipâhî oğluydu- beğendiği bir kızı nikâhlayıp evlendi. Ondan dört oğlu dünyaya geldi. Bunların en büyüğünün adı İshak, ikincisinin adı Oruç, üçüncüsünün adı Hızır ki -bu Hayreddîn Paşa’dır-en küçüğünün adı da İlyas idi. Bu yiğitlerin dördü de -Allâh’ın izniyle- kemâle erdiklerinde İshak, Midilli’de yerleşip, hayatını orada devam ettirdi. Oruç, reisliğe heves edip bir gemi tedârik ederek ticârete başl adı. Hızır da aynı şekilde on sekiz oturak bir gemi yaptırıp, kendi gemisinin reisi olarak ticâret etmeye başladı. Bunlar ticâretle uğraşırlar; bir memleketten aldıkları malları diğer memlekette pazarlarlar ve bu şekilde bütün ihtiyaçlarını karşılayıp, kimseye ihtiyaçları kalmazdı. Hızır, ekseriyetle Sire, Selanik ve Eğriboz’a sefer ederdi. Oruç, İskenderiye, Trablus ve Şam taraflarına gider gelirdi.

Ilyas’ın Şehâdeti ve Oruç Reis’in Esir Düşmesi Oruç Reis bir gün kardeşi İlyas’ı da yanına alarak Şam Trablus’u taraflarına gitmişti. Yolda Rodos 3 gemileriyle karşılaştılar ve aralarında şiddetli cenk meydana geldi. Netîcede Rodoslular gâlip gelip İlyas’ı şehîd ettiler. Oruç Reis esir düştü ve onu gemileriyle birlikte alıp Rodos’a götürerek hapsettiler. 3 Rodos: Ege Denizi’nin güney doğusunda, Türkiye kıyılarının yakınında büyük ada. Bu kötü haber yayılıp, Midilli’de bulunan Hızır Reis’e ulaştığında son derece üzülüp perişan oldu. “Hüküm ve takdir Allâh’ındır.” dedi. Olacak olsa gerek çâr nâ-çâr Gerek kalbin gen tut, gerek dar. mazmûnu üzere, bu dinsizlerin pençelerinden Oruç’u kurtarmak için hayli mal ve para tedârik ettikten sonra, Aslen Rodoslu olup da Midilli’ye yerleşmiş gayri müslim tanıdığı vardı. Bu adam sık sık Rodos’a gider gelirdi o kişiye kardeşi Oruç’un başına gelenleri anlattı ve kendisine bin akçe verip yanına alarak gizlice Bodrum’a gittiler. Oradan bu kişiye: ”Var şimdi sen Rodos’a git, Oruç’la buluş ve bir haber al gel bakalım durumu nedir? Onu nasıl kurtarabileceğimiz hususunda istişâre ediniz. Ne yapılması gerekiyorsa söylesin. Sakın ha bizden habersiz bir iş yapma!” dedi. O kişi, bir düşman teknesiyle Rodos’a varıp, bir şekilde Oruç’la buluştu ve ona gizlice: “Kardeşin Hızır beni sana gönderdi, selâmı var.

Senin için yanar tutuşur ve hayırlı bir haber bekler. O seni kurtarmak için büyük miktarda dünyal ık getirdi. Bunun için ne gerekiyorsa yapacak. Şimdi sen, kurtuluşun için ne yapılması gerektiğini söyle!” dedi. Oruç Reis bunu duyunca sevincinden ağladı ve: “Sağ olsun, bu gün bana kardeşlik hakkını yerine getirdi. Var şimdi sen git istirahate çekil ve bu söylediklerini unut. Öyl e ki bu sırdan sırtındaki gömleğinin bile haberi olmasın. Ben işin hal çaresini bir düşüneyim, tekrar görüştüğümüzde sana haber veririm; ama sakın kardeşimin ne kadar para getirdiğinden kimseye bahsetme!” diye tenbihte bulunup o kişiyi yanından savdı. Oruç Reis’in, Rodos Adası’nda, Santurluoğlu isimli bir tanıdığı vardı. Hemen onunla buluşup: “Sen iyi bir kişisin, esir hâlinden anlarsın. Lütfen beni satın al, dilersen yine satarsın, eğer dil emezsen nasıl istersen öyle yaparsın, senin elinde olayım.” diyerek kendisini taltîf edip ricâda bulununca, o da Oruç Reis’in bu iltifâtını ve ricâsını duyunca râzı oldu ve: “Peki, ben filân berberin dükkânına varıp oturayım, kaptanlar ekseriyetle oraya gelirler. Sen onları gözle. Gelip o dükkânda oturdukları vakit dükkânın önünden geç ki ben de seni görüp onlardan isteyeyim, eğer benim elimde senin yiyecek ekmeğin varsa bu iş olur biter, seni alırım; ama seninle bizim anlaşmamızı kimse duymasın.” dedi.

Oruç Reis bu sözleri duyunca, âzâd olmuş gibi sevinip “Senin dediğin gibi olsun” diyerek ayrıldı. Bir zaman sonra bahsolunan dükkânın karşısına vardı ve gördü ki Santurluoğlu oraya gelmiş, diğer kaptanlarla birlikte oturuyorlar. Oruç Reis, kendi hizmetine gider gibi olup, onların önlerinden geçti. Santurluoğlu Oruç’u gördüğü gibi kaptanına: “Ey kaptan! Gel sen şimdi şuradan geçen Türk’ü bana sat; fiyatı her ne ise vereyim” dedi. O da razı oldu ve fiyat olarak bin kızıl altın para istedi. Nihâyet diğer düşmanların da araya girmesiyle yirmi beş bin akçeye anlaştılar. Ancak, o zamanlar Rodos’un bir âdeti vardı ki, adayı iki kaptan yönetirdi. Bunların biri denize hükmeder, diğeri de vilâyeti idâre ederdi. Yine birisi eski, diğeri yeni tâyin edilmişti. Oruç Reis bu iki kaptanın da hissesine düşmüştü, dolayısıyla Oruç Reis’e ikisi de ortaktı. Santurluoğlu Oruç’u istediğinde ikisi de orada bulunuyordu. Bu satışa eski kaptan razı olduğu halde, yenisi razı olmadı. Aralarında anlaşmazlık çıkınca yeni kaptan diğerine: “Madem bu Türk’ün bahası yirmi beş bin akçedir, o halde senin on iki bin beş yüz akçe hissen olur. Ben sana bu parayı veriyorum, al da çık aradan. Ben nasıl istersem öyle yaparım” dedi.

Eski kaptan da topluluk içinde böyle küçük düşürücü sözleri duyunca: “Getir sen bana on iki bin beş yüz akçeyi ver de, sonra nasıl istersen öyl e yap!” dedi. Mel’un kaptan hemen on iki bin beş yüz akçeyi eski kaptana teslim ettikten sonra Oruç Reis’i evine götürüp, öncekilere bir demir daha ilâve ederek hendeğe bıraktı. Evvelki kaptanın yanın-dayken hafif işler görüp sadece bir ayağı demirliyken, şimdi daha ağır şartl ar içinde ve daha zor işler gördürülmeye başlandı. Oruç Reis başına gelen bunca dertlerin ve sıkıntıların sebebini sorgular, ağlar ve Allâh’ın kaza ve kaderine razı olurdu. Bir gün başında bekleyen gardiyana: “Gel beni bu gün kaptana götür; ona birkaç sözüm var; söyleyeyim ki içime dert olmasın” dedi. Gardiyan da onu alarak kaptanın yanına götürdü. Kaptan öfkeli bir şekilde: “Murâdın nedir, neye geldin?” dedi. Oruç Reis de ona: “Senin murâdın nedir, benden ne istiyorsun? Bana bir demir yetmez miydi ki bir demir daha vurup hendeğe bıraktın ve bana eziyetler edersin?” dedi. Düşman bunları duyunca: “Ey Türk! Seni bu kadar demirlerle bırakacağımı zannetme. Ben sana birkaç demir daha vurup, ne eziyetler, ne işkenceler edeceğim; başına ne işler açacağım göreceksin!” dedi. Oruç Reis bu uygunsuz kelimeleri duyunca, düşmana: “Bunlardan murâdın nedir? Bilelim” dedi. O da: “Benim ne istediğimi bilmez misin ki? Senin kardeşin hadsiz hesapsız mal getirmiş, Bodrum’da beklermiş; ancak sen vermek istemezmişsin. İşte gör şimdi hâlini” deyince, Oruç Reis: “Ey kaptan! Senin bu söylediklerin asılsız ve boş lakırdılardır, böyle asılsız şeylerden eline bir şey geçmez. Bunları bırak da ben sana olacakları söyleyeyim. Eğer gerçekten beni satmak istersen gel beni, bana sat.

Ben kendimi satın alayım” dedi. Kaptan: “Ne verirsin?” deyince, Oruç Reis: “Ne versem gerektir? Sana Rumeli’nin tamamını arpalık ve Anadolu’yu da cep harçlığı olarak vereyim, tek senin elinden kurtulayım, hemen beni serbest bırak” dedi. Bunun üzerine kaptan öfkeyle ayağa kalkıp: “Bre Türk! Bunlar ne biçim sözlerdir. Sen beni maskaralığa mı alıyorsun ki böyle mantıksız şeyler söylersin. O vilâyetlerin hâkimi yok mudur, sultanı yok mudur ki bana bunları vermekten bahsedersin? Bunlar ne biçim kelimelerdir?” dedi. Oruç Reis: “Ey kaptan! Hiç kızma ki benim sözlerim senin sözünden daha edepsiz değildir!” Kaptan: “Ben ne edepsiz söz söyledim ki beni edepsizlikle itham edersin?” deyince, Oruç Reis: “Sen bana dersin ki, “senin Rumeli ve Anadolu’da neyin var?” Peki benim Bodrum’da olan malda neyim olabilir? Bilirsin ki “Deryâda tutulmadık balığın nihâyeti yoktur.” Siz beni gemimle ve bütün malımla birlikte aldınız. O halde benim Bodrum’da veya diğer yerlerde neyim olur ki? Asıl sen edep dışı kel imeler edersin ve ağır bahalar kesmek istersin. Öyle ya ben sultan çocuğu muyum? Ben bir rençper kimseyim. Eğer beni satmak istersen, bir gemiye koyup gönder, değerime göre baha buluvereyim.” Bu sözl er kaptanın canını sıkarak, hemen onu yine hendeğe gönderdi. Oruç Reis anladı ki bu düşmanın elinden baha ile kurtulmak mümkün değil, hemen samîmî bir kalble yüzünü İlâhî dergâha tutup: “Ey All âh’ım! Bütün kimsesiz kalmışlara derman senden olur. İbrahim peygambere (aleyhisselâm) Nemrud’un ateşini gülistan eyleyen sensin; Yusuf peygambere (aleyhisselâm) zindandan necat veren sensin; bütün zorlukları kulların için kolaylaştıran sensin; bütün muradına kavuşamayanları muradına erdiren sensin. Ha-bibin Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve sellem hürmetine beni bu düşmanların elinden sen azad eyle!” diye göz yaşıyla duâ ettikten sonra uykuya vardı. Rüyasında nur yüzlü bir zât gelip: “Ey Oruç! Sen sabret ve hiç üzülme! Sıkıntılardan kurtulman yakındır.

Sen, kurtuluşun için bu kadar para vermeye razı olmuşken, merhametlilerin merhametlisi olan Allâhü Teâlâ seni bir akçe bile vermeden kurtarmaya kâdirdir. Daha nice gazalara gideceksin” deyip kayboldu. Oruç Reis uykudan uyanınca Allâh’a şükredip sabaha kadar ibâdet ve tâatle meşgul oldu. Düşmanların Alay Etmesi! O sıralarda Sultan Korkut Antalya’da idi. Onun öyl e bir âdeti vardı ki, her yıl bir hayli altın ve gümüş ayırarak, güvenilir adamlarıyla Rodos’a gönderir, Allâh rızâsı için bir nice esiri azad ettirirdi. Yine o zaman da, yeteri kadar parayı kapıcıbaşının eline verip: “Var, Rodos’ta düşmanlar elinde esir olan Müslümanlardan kırk neferini alıp Allâh rızası için azad eyle!” diye gönderdi. O da bir gemiyle Rodos’a geçip, istenilen kırk Müslümanı düşmanların elinden satın aldı. Düşmanlar da esirleri teslim mahalline götürmek için üç adet kadırga 4 ile yola çıktılar. Oruç Reis’i de kürek çekmek için gemiye almışlardı. 4 Kadırga: Her küreğini dört-beş kişinin çektiği ve yirmi beş oturaklı savaş gemisi. Yolda giderken sohbet esnasında Oruç Reis’e: “Sen Müslümanlıktan ne fayda sağlıyorsun, gel sen Hıristiyan ol. Bak işte bizim lisanımızı da biliyorsun. Eğer bizim dinimize girersen aramızda itibarlı bir kişi olursun” dediler. Gerçekten Oruç Reis Rumcayı çok güzel konuşurdu ve sohbeti pek tatlıydı. Onun için nereye varsa düşmanl ar başına toplanır, büyüğü ve küçüğü onunla sohbet ederlerdi.

Burada da düşmanlar, küfürlerini tercîh edip bu teklifi yaptılar. Düşmanların bir âdeti vardı ki gemilerinde heykeller ve resimler taşıyıp götürürler ve onlardan yardım umarlardı. Oruç Reis de bu inançsızlara bunları gösterip dedi ki: “Sizin iyiliğiniz bu mudur ki, kendi elinizle yaptığınız şu resimlerden ve heykellerden medet umarsınız. Onlardan size ne fayda gelir. Eğer şimdi onların başlarına bir musîbet gelse, ateşe atılsalar, kuyuya bırakılsalar veya bir balta ile parçalansalar, kendilerini kurtarabilirler mi?! O halde, felâketten kendini kurtaramayan, musîbet-ten selâmete çıkamayan bir varl ığın sana ve bana ne faydası olur? Ben bunları bilirken ve görürken sizin dininize nasıl girerim?” dedi. Onlar da alay yollu: “Peki senin durumun böyle perişanlıkken senin Muhammed’in senin için ne yapıyor? Neden seni kurtarmıyor?” dediklerinde, Oruç Reis onlara: ”Benim Muhammed’imin bana ne yardım ettiğini yakında görürsünüz. Benim Muhammed’im iki cihân fahridir. Bütün peygamberler ve velîler hep ondan şefâat umarlar. Onlara şefâat eder de bana etmez mi? Allâh’ın izniyle en kısa zamanda o gelip beni kurtaracaktır. Her kim can ü gönülden dilerse mutlaka onun şefâ-atine nâil olur. Ben de kendimi samimi bir kalple Hak Sübhânehû ve Teâlâ Hazret lerine ısmarlayıp, o iki cihan fahri Muhammed Mustafa (s.a.v.)’i şefâatçi kabul ediyorum, elbette beni mahrum bırakmaz, gelip bir gün kurtarır.” deyince, inançsızlar gülüşerek: “Hele sen şimdilik bir taraftan kürek çekmeye, bir taraftan da gönlünü teselli etmeye devam et.

Bakarsın bir gün Muhammed’in gelir de seni hem esâretten ve hem de kürek çekmekten kurtarır!” diye alay ederlerdi. Oruç Reis ise, samimi bir kalple Cenâb-ı Hakk’a yönelip ellerini kaldırarak: “Allâh’ım! İzzetin ve celâlin hakkı için, beni bu inançsız müşrikler arasında utandırma! Bana en kısa zamanda kurtuluş nasip edip, habîbin mûcizesini göster!” diye niyaz ederdi. Oğul, Elhamdülillâh Rabbin Sana Yol Vermiş Rodos’tan yola çıkan üç gemiden ikisi Rum’a gitti. Oruç Re-is’in olduğu gemi ise Antalya yakınlarında bir buruna demir attı ve geminin sandalı da kaptan için balık avlamaya gittiğinden gemi sandalsız kaldı. Ortal ık süt liman iken, kısa bir süre içinde Rüzgâr ters yönden esti ve fırtınalar kopup dünyayı karanlık bürüdü. Öyle ki herkes kendi hâliyl e meşgul olmaya başladı. Bir müddet sonra da her birisi yorgun düşüp uyudul ar. Oruç Reis daha Rodos’ta iken ayağındaki demirlerin birisini kesip inceltmişti. Bunu kimse bilmiyordu. O gece de fırsat bulup bir demirini daha kestikten sonra Hak Teâlâ’ya sığınıp, besmele çekerek kendisini denize bıraktı ve yüze yüze kıyıya çıktı. Ayağı toprağa değince şükür secdesine kapandı; yüzünü gözünü toprağa sürüp yola koyuldu. Sâhile yakın bir tepenin başında bir köy gördü. Oraya hareket ederek ihtiyar bir kadının evine misafir oldu. O kadına başından geçenleri anlattı. Kadın: “Oğul, elhamdülillâh Rabbin sana yol verip akrabalarını sevindirmiş” diyerek, hemen önüne yemek getirdi.

Bu arada köy halkı da duyup Oruç Reis’in yanına geldiler, durumunu öğrenip sevin-dil er. O köyün halkı hep iyi insanlardı; misafir-perver, cömert ve mü’min kimselerdi. O köy Rodos yakınlarında ve deniz sâhilinde olduğundan, Rodos’tan kaçıp kurtulan esirler hep oraya varırlardı. Köy halkı da gelen esirlere iyi davranır, onları alıp evlerine götürerek ikramda bulunurlar ve üstlerine elbiseler giydirip, memnun ederek gönderirlerdi. Oruç Reis’e de -ellerinde bulunandan- üzerine don, gömlek ve kaftan, başına tülbent ve ayağına ayakkabı giydirip, eline de bir miktar harçlık vererek, gerektiği gibi ikramda bulundular. Oruç Reis sabaha kadar o köyde kaldı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir