Seyyid Sabık – Fıkh-Us Sünne

İslâm, akide ve amel gibi birbirini tamamlayan iki temel unsurdan meydana gelir. Akidesiz amel etmenin bir anlamı olmadığı gibi, amelsiz imanın da devamlı ve sıhhatli olması mümkün değildir. Aîlahu Tcâlâ, Ankcbût süresinde: “İnsanlar sadece ‘iman etlik’ demekle, denemeden geçirilmeden birakılıvereceklerini mî sandılar?” (Ayet: 2) buyurarak yalnız iman etmenin yeterli olmadığını bizlere bildirmektedir. Kur’ân’da İman’dan söz edilen hemen her âyeƩe, arkasından “sâlih amel” ifadesi kullanılır. Bunun en güzel örneğini Asr sûresinde görürüz. Bu sûre, hüsrana uğramaktan kurtulmanın sadece iman etmekle değil, buna ilaveten salih amellerde bulunup hakk’ı ve sabr’ı tavsiye etmekle mümkün olacağını belirtmektedir. Allah’ın Rasûlü de —salât ve selam üzerine olsun— : “Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şahadet edinceye, namazlarını kılıp zekâtlarını verinceye kadar insanlarla savaşmaya emrolundum.” diyerek, sadece iman’ın kurtuluş için yeterli olmadığını ifade buyurmuştur. Şu halde amei, imanın tamamlayıcısıdır ve amel olmadan, yalnızca imanla bu dünya imƟhanı kazanılmaz. İslâm’ın amel cephesi, yani muamelât; fert ve toplum hayaƨnın tâbi olması gereken kurallarla helâl ve haram hudutlarını tayin eder. Müslüman, yapması ve yapmaması gerekenleri bilmek zorundadır. Aksi halde İslâm’ı yaşaması mümkün olmaz. İslâm Fıkhı: Teorik kalıplardan, faraziyelerden ve birtakım soyut tc-rimlerndcn ibaret olamaz. Fıkıh: Pratik, canlı ve delillere dayalı olmak zorundadır. Bugün, Türkiye müslümanları genelde, iki uç noktada seyrediyorlar: Ya mü’mini delillere ulaşmaktan alıkoyan taklitçi, kolaycı ve yer yer bid’atlara boğulmuş, şekilcilikten kurtulamayan bir Islâmî anlayış (yani ifrat), ya da müslümani yine delillere ulaşmaktan alıkoyan, amelden çok akideye, dua ve zikirden çok cihad, tebliğ vb.


konulara önem veren ‘radikal’ anlayış (yani tefrit), islâm sadece cihaddan ibaret olmadığı gibi, yalnızca dua ve zikirden de ibaret değildir. İslâm; Kuran ve sünnet’te iman edilmesi emredilen şeylere inanmak, yapılması İstenenleri yapmak, yasaklanan şeylerden kaçınmaktır. işte “Fıkh’us-Sünne”, müslümanın günlük hayaƨnda yapması ve yapmaması gerekenleri en ince ayrınƨlarıyla, Kuran, sünnet ve selef-i sâlihin’den deliller sunarak ortaya koyan mufassal bir eser. Müslüman, ihƟyaç duyduğu bütün ķkhı konuları bu eserde genelde delilleriyle birlikte bulacakƨr. Eserde hemen bütün ķkhı meseleler ele alınmış olup, konuyla ilgili sahabe, tabiîn ve müetehid imamların (Ebû Hanife, Mâlik, Şafiî, Hanbel, Ev/.âî, Scvrî vb.) görüşlerine de yer verilerek delillerinin kuvvet-liği veya zayıflığı da incelenmiştir. Bu arada elinizdeki eserin yayınlanmasını bize tavsiye eden, birinci cildin tercümesinde Tayyar Hoca ile beraber çalışan ve baştan sona kadar kontrolden geçiren Ahmed Hoca’mızdan bahsetmeyi yerine geƟrilmesi gereken bir görev olarak görüyoruz. Ahmed Hoca bu tür delillere dayalı, Kuran ve sünnet çizgisinde eserlerin yayınlanmasını büyük bir heyecanla isƟyordu. Kendisinden “Fıkh’us-Sünne’yi tercüme etmesini istediğimizde, zaman olarak hiç de müsait olmamasına rağmen, sadece bu yüzden kabul eƫ. Tayyar Hoca ile birlikte, büyük bir ƟƟzlikle birinci cildin tercümesini tamamladılar. Ahmed Hoca bu süre içinde bize, “Fıkh’us-Sünne” gibi kaynak eserlerin mutlaka dilimize kazandırılması gerekƟğini ve bunun gerçek bir hizmet olacağını telkin ediyordu. Bir gün kendisine tbni Kayyım’m “Zad-ül Mead”, Şevkânî’nin “Feüı’ul Kadir” adlı eserlerini tercüme eƫrmeyi düşündüğümüzü söylediğimizde, heyecanla elini uzatarak bizi susturdu. Ve memnuniyeƟni belirten bir ifadeyle “bir kitap ismi daha söylerseniz bu hasta kalbim böylesi bir heyecanı kaldırmaz, beni kalpten gönderirsiniz” dedi. Evet biz bir kitap ismi daha söylemedik ama, o basta kalp, her zaman taze olan heyecanı gerçeklen kaldıramadı.

Heyecanla, tercümesine ortak olduğu bu birinci cildin basımını göremeden genç yaşta Rahmct-i Rahman’a kavuştu. Kendisini rahmetle anıyor, “Fıkh’us-Sünne’nin, delillerle, amel etme düşüncesinin bir basamağı olması dileğini, aynı zamanda kendi dileğimiz olarak da tekrar ediyoruz… ŞEHİT HASAN EL-BENNA’NIN TAKDÎMİ 1 [1] Hamd Allah’a mahsustur. Salât ve selam, efendimiz Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem’e, ö’nun âline ve ashabına olsun. “Mü’minlcrin tümünün savaşa çıkmaları gerekmez. Her topluluktan bir grubun toplanıp dini iyice öğrenmeleri (ķkhetmeleri) ve kavimleri kendilerine dönüp geldikleri zaman onları uyarıp korkutmaları gerekir. Umulur ki onlar yanlış lıarckettten kaçınıp-sak miri ar” (Tevbe: 122) Şüphesiz, İnsanları Allah’a yaklaşƨracak amellerin en büyüklerinden biri de; islâm daveƟni ve bu daveƟn hükümlerini yaymak ve islâm’ın ķkhı yönünü açıklayarak sonuçta insanları ibadet ve muamelaƩa belli bir eses üzerinde birleşƟrmekƟr. Nitekim Rasulüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah -—celle celâlülü—, kendisine hayır dilediği kişiyi dinde fakîh yapar.” Şüphesiz, ilim Öğrenmekle olur. Muhakkak âlimler, nebilerin mirasçılarıdır. Nebîler, ne bir dirhem, ne de bir dinar miras bırakmışlardır. Onların bırakƨğı miras sadece ilimdir, ilme nail olan ise, büyük bir nasibe ve yüksek bir mertebeye ulaşmış demektir. İbadete teallûk eden hükümlerle, bütün ümmete sunulacak olan umumî dinî bilgiler başta olmak üzere, islâm ķkhını öğreƟrken takib edilecek en güzel mcıod; akıllara ve kalplere hitab edecek yolu seçmek, İslâm ķkhını bir takım teknik terimlerden ve varsayımlardan uzaklaşƨrmak, mümkün olduğu kadar kolay ve akıcı bir üslûpla Kuran ve hadisten delillere dayandırmakƨr. Ayrıca ķkıh ilmini okuyanların, öğrendikleri şeylerden dünya ve ahireƩe yararlanmalarını sağlamak ve doğrudan doğruya Allah ve Rasûlü’nün hükümlerine bağlandıklarını hissetmeleri için, bu delillerdekİ hüküm ve faydalara da işaret edilmelidir. Bu metod; müslümanlann bilgilerinin artmasını ve onların ilme yönelmesini sağlayacak güçlü ve sevkedici bir metoddur. Allah —celle celâlühü— faziletli üstad Seyyid Sabık’ı bu yolda muvaffak kılmışƨr.

O, bu kitabını, kolay bir üslûpla ve kaynaklara dayanarak açıklamışƨr. İnşallah, bu çalışmasıyla Allah’ın bahşedeceği sevaba nail olmuş ve islâm’ı öğrenmeye çalışanların takdirini kazanmış olacaktır. islâm’a olan hizmeƟ, Ümmet-i Muhammed’i faydalandırması ve islâm’a yapƨğı daveƩen dolayı Allah —celle celâlühü— kendisini hayırla mükafatlandırsın ve bu çalışmasıyla Allah Teâlâ kendisine ve insanlara hayır ihsan eylesin. Amin Hicrî: 1365 (15 Şaban) Kahire GİRİŞ İslâm Daveti, Umumî Oluşu ve Gayesi Allah Teâlâ (ceîle celâlühû), Muhammed (saüallâhu aleyhi ve sel-lem)’i, insanlar için düzenli bir hayaƨ garanƟ eden, onlara en olgun ve en yüce mertebelere ulaşƨran mükemmel tevhid diniyle, evrensel islam niza-mıyla gönderdi. Rasûlüllah (sallallâhu aleyhi ve sellem), yaklaşık yirmiüç sene boyunca, insanlara Allah’a davet konusunda bu mükemmel nizamla hükmeƫ ve dini tebliğ edip insanları bu dinde toplamak amacına da ulaştı. İslam dini, daha önceki dinler gibi, bir nesle ya da kabileye mahsus olan ve diğerlerini ilgilendirmeyen mahallî, sınırlı bir din değildir. Bilâkis, yeryüzündekilerin hepsini kuşatan umumî bir dindir. Bir bölgeye veya belirli bir zaman dilimine has değildir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Bütün âlemlere bir korkutucu olsun diye, kuluna Kuranı indiren Allah’ın şanı ne yücedir” 2 [2] Yüce Allah yine şöyle buyuruyor: “Ey Rasulüm, biz seni ancak insanlara CenneƟ müjdeleyici, azabı haber verici bir peygamber olarak gönderdik” 3 [3] Bir başka ayeƩe de şöyle deniyor: “Rasulüm de ki: ‘Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize gelen Allah’ın peygamberiyim. O Allah ki, göklerin ve yerin tasarrufu O’nundur. O’ndan başka hiç bir ilah yoktur, Öldürür ve dirilƟr. O’nun için hem Allah’a, hem de bütün kelimelerine iman geƟren o ümmî peygambere, Rasûlüne iman edin ve o peygambere uyun ki, doğru yolu bulaşınız” 4 [4] Keza sahîh bir hadiste de şöyle buyurulur: “Her nebî, hususî olarak kendi kavmine gönderilmiştir. Ben İse kızıl ve siyah derili bütün insanlara gönderildim.” Bu davetin genel ve kapsamlı olduğunu pekiştiren deliller şunlardır: 1- İslâm dininin, insanlar için, inanması zor ve yaşanması güç olan bir taraķ yoktur. Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Allah bir kimseye ancak gücü yeƫği kadar teklif eder.

” 5 [5] “Allah size kolaylık diler, güçlük dilemez.” 6 [6] “Allah din işlerinde üzerinize birgüçlük yüklemedi.” 7 [7] Buhâri’de, Ebû Sa’îd el-Hudrî’den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (sallallahu aleyhi ve sellem); “Bu din kolaydır; kim bu dini zorlaşƨrmaya kalkarsa, “din ona galib gelir,” buyurmuştur. Müslim’de, Rasulüllah (sallalahu aleyhi ve sellem) den rivayet edilen hadiste şöyle buyurulmuştur: “Allah’a en sevimli gelen din, kolay din olan islâmiyet’tir.” 2- Apaçık delillerle gelmesi ve ifadelerinin anlaşılır bir şekilde olmasından dolayı; zaman ve mekanın değişmesiyle, iƟkad ve ibadet hükümleri değişmez. Hiç bir kimsenin bunlara ilavede bulunmaya veya nok-sanlaşƨrmaya yetkisi yoktur. Dinî masiahat, siyasî işler ve harp durumları gibi zaman ve mekanın değişmesiyle değişen unsurlar; her asırda insanların maslahatlarına uygun düşsün, ûlülemr’in hak ve adaleƟ yerine geƟrmesi mümkün olsun diye anahatlarıyla zikredilmiştir. 3- İslâm’daki her talimat i!e, dinin, akim, neslin ve malın muhafazası kasdedilmişƟr. Bu durumun ķtrata uygunluğu, akla ve ilerlemeye her zaman ve mekânda uygun olduğu apaçıkƨr. Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor: “De ki: ‘Allah’ın kulları için çıkardığı zineƟ, temiz ve hoş nzıklan kim haram etmiş?’ De ki: ‘bu zinet ve hoş nzık, dünya hayaƨnda iman edenler içindir. Kâfirler de faydalanır. Fakat kıyamet gününde yalnız mü’minlere aiƫr.’ Böylece ayetlerimizi bilen kimselere açıklıyoruz!” “De ki: ‘Rabbim şunları haram elƟ: Bütün fuhşiyyaƨ, -açığını ve gizlisini-, her türlü günahı, haksız isyanı ve Allah’a, hakkında hiç bir zaman bir burhan indirmediği herhangi bir şeyi ortak koşmanızı ve bilmediğiniz şeyleri Allah’a isnad etmenizi!” 8 [8] “RahmeƟm her şeyi kuşatmışƨr. Fakat ahireƩe onu; küfürden sakınanlara, zekâƨ verenlere ve ayetlerimize iman etmiş olanlara has kılacağım. Onlar ki, yanlarında bulunan Tevrat ve incil’de ismini yazılı buldukları ümmi Nebi olan o Resule tabi olurlar.

O kendilerine iyiliği emrediyor, fenalıklardan alıkoyuyor; onlara nefislerine haram eƫkleri temiz şeyleri helâl kılıyor, murdar şeyleri de üzerlerine haram kılıyor; onların ağır yüklerini, üzerlerindeki bağlan indiriyor. Ve onlar ki, o Rasûl’e îman ederler, kendisine tazim ederler, O’na yardım ederler ve kendisine indirilen Kur’an’a tabi olurlar, işte bunlar kurtulanlardır.” 9 [9] İslâm Davetinin Gayesi islâm daveƟnin yöneldiği gaye; nefisleri temizlemek, insanları Allah’ı öğrenme ve O’na ibadet etme yoluna scvkelmck, insanlık bağlarını kuvvetlendirerek o bağları sevgi, rahmet, kardeşlik, ve adalet esasları üzerine oturtmakƨr. İşte insan, bununla dünya ve ahiret saadeƟne erer. Ailâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Çoğu okuma-yazma bilmeyen araçlar için, soylarından bir Rasâl gönderen O’dur. Üzerlerine O’nun ayetlerini okuyor, onları temizliyor, kendilerine Kur’ân ve şeriat ÖğreƟyor. Halbuki bundan önce açık bir sapıklık içinde idiler” 10 [10] “Biz seni, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” 11 [11] Hadisde ise; “Ben hidayet yolunu gösteren bir rahmetim” buyurulmaktadır. İslâm Teşrii: Fıkıh islâm teşrii, İslâm daveƟnin düzenlediği mühim kısımlardan birisidir. RisaleƟn amelî bölümünü temsil etmektedir, islâm şeriaƨ, Allah’ın Nebisine olan vahyinden başka bir şeyden çıkmış değildir. Rasulüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in gayreƟ, şeriaƨ tebliğ ve açıklama dairesini aşmamaktadır. Allâh’u Teâlâ: “O, kendi nefsine göre konuşmaz: O’nun konuştukları, kendisine gelen vahiyden başkası değ ildir.” 12 [12] buyurmuştur. Hüküm verme, siyaset ve harp gibi dünya işleriyle ilgili teşrie gelince: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, bu konularda müşavereyle emrolunmuştur. Bazan bir meselede -Bedir ve Uhud savaşlarında olduğu gibi- görüş belirƟr, sonra ashabının görüşüne dönerdi.

Ashab, bilmedikleri konulan Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e sorar, ayetlerin manasından kapalı olanların açıklamasını ister ve kendi anladıklarını Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e sunarlardı. Rasûlüliah sallallahu aleyhi ve sellem, bazan onların anlayışlarını beğenir, bazan da görüşlerinin hatalı yanlannı onlara açıklardı. İslâm’ın, ışığında yürümeleri için müslümanlara koymuş olduğu genel kaideler şunlardır: 1- Meydana gelmeyen bir olay hakkında soru sormayı, olay meydana gelinceye kadar nehyetmesi. Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Ey îman edenler! Öyle şeylerden Rasûl’e sormayın ki; size açıklanırsa fenanıza gidecekƟr. Halbuki, Kur’ân indirilirken sorarsanız, onlar size açılır, meydana çıkar. Allah, şimdiye kadarki sorularınızı bağışladı. Allah çok bağışlayıcıdır, azabında aceleci değildir.” 13 [13] Bir hadîs-i şerifinde Nebî aleyhisselatu ve’s-selam, meydana gelmemiş meseleler hakkında soru sormaktan nen yetmiştir. 2- Çok soru sormaktan ve karmaşık meseleler ortaya atmaktan sakındırması. Hadiste şöyle geçmektedir: “Allâh’u Teâlâ size, dedikoduyu, çok soru sormayı ve malı zâyî etmeyi hoş görmez.” Yine bir başka hadiste şöyle buyuruluyor: “Allah’u Teâlâ bir lakım farzlar koymuştur, onları zayi etmeyiniz; bir takım hudutlar çizmişƟr, onları aşmayınız; bir takım haramlar koymuştur, onları çiğnemeyiniz; bir takım şeyler hakkında -unutmaksızın- sizlere rahmet olsun diye hüküm belirtmemişƟr, onları araşƨrmayınız.” Yine bir hadiste; “İnsanların en suçlusu, bir şey haram değilken, onun sorusundan dolayı haram kılındığı kişidir,” denmektedir. 3- Dinde tefrika ve ihƟlaŌan uzak durmak. “İşte bu dininiz, esasta tek bir dindir.” 14 [14] “Elbirlik Allah’ın dinine sımsıkı sarılın.

Birbirinizden ayrılıp dağılmayın.” 15 [15] , “Çekişmeyin, sonra içinize korku düşer ve kuvveƟniz elden gider. ” 16 [16] “Dinlerini ayrı ayrı ķrkalara ayırıp parçalayanlar var ya, senin onlarla hiç bir ilgin yoktur. ” 17 [17] , “Böylece parça parça olmuşlardı.” 18 [18] Ey Mü’mlnler! Kendilerine açık deliller ve ayetler geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşen HırisƟyan ve Yahudi’ler gibi olmayın. İşte onlar için çok büyük bir azab vardır.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir