Sezgin Kaymaz – Sandik Odası

Ateşin Var mı Birader? Bir süredir takip ediliyormuş gibi bir hisle, sanrılı sanrılı durup dönüyor, arkasını kollayıp kimseyi göremeyince yoluna devam ediyordu. En son, izbenin kırık dökük merdivenlerinden yukarı çıkarken bir de ayak sesi duymuş gibi olmuştu. “Kim o?” Ses yoktu. Az beklemiş, nefes bile almadan geceye kulak vermiş, bir şey işitemeyince mini el fenerini yakıp öteleri taramış, sonunda gene takıntılı davrandığına hükmedip, “Bu halde böyle hissetmem normal!” diyerek tırmanmayı sürdürmüştü. Tepeye gelmiş, tepesinde sadece tavan duvarı, uca kadar ilerlemişti. “Ateşin var mı birader?” İrkildi. Az kalsın ayağının önünde derinlemesine uzanan boşluğa yuvarlanıyordu tepetaklak. Zaten o boşluğa yuvarlanmak için gelmişti hoş, ama gene de insan kendi iradesiyle yuvarlanmak istiyordu. Hemen iki adım geri atıp ölüm sınırından uzaklaştı. Bu sesi ve bu sesin bu soruyu soruş tarzını çok iyi tanıyordu, gene de alışkanlıkla sordu soğuk karanlığa: “Kim o?” Alacağı cevabı da gayet iyi biliyordu. “Kimi bekliyordun ki?” diyecekti şimdi Recep. Nitekim, “Kimi bekliyordun ki?” diye yanıtladı Recep. Kaç küslük sonrası, olmadık zamanda kapısı çalınıvermiş, “Ateşin var mı birader?” diyerek sırıtan bir tip, gelenin kim olduğunu göre göre, bu da affetmeye her zaman mütemayil, sırı-ta sırıta “Kim o?” diye sormuş o tipe, hep aynı cevabı almıştı: “Kimi bekliyordun ki?” Kısacık bir süre için, kendisinin de anlam veremediği şekilde yüzü aydınlandı. Severdi Recep’i ama niye sevdiğini bilmezdi hiç. Kurda kuşa hayrı olan, eşine, dostuna, özellikle de “En iyi arkadaşım!” deyip durduğu halde buna bir türlü yâr olmayan hayırsızlardandı bu hayırsız.


“Vay anasını!” dedi, belli belirsiz sevinip, sevindiği için de kendine kızarak. “Ne işin var lan senin burda?” “Ne işim olacak? Sana gelmiştim, ama nasıl karşılayacağını bilmediğim için kapını çakmıyordum bir türlü. Arabamı da az öteye park ettiydim; uzaktan bakıp duruyordum öyle evinin karanlık perdelerine. Sonra, gecenin bu vaktinde dışarı çıktığını, bir taksiye atladığını gördüm. Meraklandım, seni takip ettim.” “iyi halt ettin. Kafayı yiyordum burda. Elli defa dönüp arkama baktım hiç bakmadıysam. Manyak mısın sen? Niye takip ediyorsun beni?” “Dedik ya birader; merak ettik! Allah Allah yaa!” Arkadaşlıkları gençlik yıllarına dayanıyordu. Samet’e göre bu her zaman tek taraflı bir arkadaşlık olmuştu ama olsun. Arkadaşlık, arkadaşlıktır. O vakitler bok gibi para vardı Recep’te. İşleri hep rast gider, gitmediği zaman da her nasılsa Samet sayesinde dört ayak üstüne düşerdi her zaman. Samet ise daima sürünen tiplerdendi. Başını suyun üstüne çıkarmayagörsün, ilahi bir dalga gelir, onun o suyun üstüne güç bela çıkartabildiği kopasıca kafasını bulur, saçlanndan tuttuğu gibi dibe çalar, yeniden gömerdi içeriye.

Ki bu ilahi dalganın adı çoğu kez “Recep” olurdu. Şu gece şurada bulunmasının sebeb-i hakikati Recep. “Bana bak… intihar falan etmeyeceksin, değil mi?” Ters ters baktı Samet. “Hayır,” dedi. “Hiç işim yoktu, geceyarısmı iki saat geçe gezeceğim tuttu, çıkıp Tusso Bloklan’nın terk edilmiş tek binasını buldum, dolaşmaya geldim.” “Manyaksın sen aslanım! Nerden çıktı şimdi bu intihar işi?” Samet, bir güzel dövmek istiyordu şu hayvanı. “Sorduğu soruya bak!” diye düşünüyordu. Batırmış, batırmış, batırmıştı onu ve şimdi de “Niye ki?” diye soruyordu. Hayvan! Sanki bilmiyor. “Ulan it!.” dedi nitekim. “Bir de soruyor musun utanmadan! Battım ulan, battım. Kurtuluşum kalmadı…” Durdu, merdivenleri yeni çıkmış gibi soluk soluğa bekledi bir müddet. “Hale bak…” dedi, sinirli sinirli gülerek. “Tutmuş kime anlatıyorum derdimi! Veba mikrobuna vebadan dert yanmak gibi bir şey! Bende de kafa kalmadı.

” Recep, sinsi adımlar atarak boşlukla arasına girmişti Sa-met’in. Şimdi sırtı on dört kat aşağıdaki ecel boşluğuna, yüzü, on dördüncü katta intihar etmek için bekleyen Samet’e dönüktü. Samet dik dik baktı Recep’e; hasmına bakar gibi. Şu pezevengin kucağına atlasam da beraberce düşsek aşağıya! Ölmeyi hak eden asıl o! Benim bu gece buraya çıkmamın sebebi bizzat o. Recep, onun bu düşüncesini okumuş gibi sağ kolunu açtı, en yakındaki duvara sıkı sıkı geçirdi pençesini. “Tabii ki bana anlatacaksın aslanım!” dedi. “Arkadaşın değil miyim? Benden başka kime anlatacaktın ya?” Samet, hırsından zangır zangır titredi; öyle ki, zelzele başlamış da bina titriyor sandı bir an için. Çifte intihar senaryosunu, başlattığı yerden geliştirmeye, evirip çevirmeye devam etti kafasının içinde. “Niye çifte intihar olacakmış? Aslında bunu itelesem ya doğrudan. Ben niye atlıyorum ki?” noktasına vardı. “Lan gıcık!” diye patladı, aradaki mesafeyi kapatmaya çalışarak. “Ne arkadaşlığından bahsediyorsun sen! Arkadaş dediğin, kötü günde arkadaşının yanında olur. Benim, karınla ilk kavganı yaptığın o gece senin yanında olduğum, kızcağızı geri getir il mek için ömrümde söylemediğim kadar yalan söylediğim, pasajdaki esnaftan dayak yemek üzere olduğunu haber verdiğin zaman dul anama koca yetiştirirmiş gibi koşup geldiğim yok mu? Sen anlamazsın ama, bir arkadaş böyle şeyler yapar, böyle zamanlarda yanında olur arkadaşının. Sen ne yaptın, düşün bakalım.” Recep, Samet’in arayı kapatır gibi olduğunu fark edip, sonuçlarına katlanmaya razı, gene mesafeyi az daha kapatmaya yönelik bir adım daha atmıştı çaktırmadan.

Bu hamle, ikisini de tek adımlık ecel mesafesinden bir miktar daha uzaklaştırmış, matematik hesapla, Samet’in yolunu daha beriden kesmiş oldu. “Her zaman yanında olmadığımı mı söylüyorsun?” dedi, kırılmış gibi. “Ne yani? Şu anda yanında değil miyim? Bu en kara gününde, Tusso Blokları’nın bilmem kaçıncı katma kimin için geldim, senin için gelmedimse? Bak, ecelle aranda duruyorum. Senin en kara günün bugün değil mi?” “Değil!” dedi Samet sertçe, sonra düzeltti: “Değildi, ama şurada da karşıma çıktın ya, kesin en kara günüm budur artık.” “Saçmalama. Bir duyan olsa sahiden de sana kötülük yaptım falan sanacak. Şu abartma huyun yok mu!” Samet, saçını başını yolabilirdi hırsından. Ter ter tepinebilir, kafasını duvarlara vurabilir, kendine jilet atabilir, daha kolayı, şuradan aşağıya tıpkı niyetlendiği gibi atlayabilirdi. Ama yapmadı. Buz gibi bir gerginlikle kendini tuttu, karşısında dikilmiş, aklınca iyilik yapmaya çalışan, uzun yıllar boyunca “arkadaş” dediği, “arkadaş” zannettiği yaratığa baktı. “Yapmadın mı?” dedi. Hınç dolu bir sırıtma belirmişti suratında. “Sen bana hiç kötülük yapmadın mı Recep? Dinine imanına söyle!” Recep bir adım daha attı, Samet bir adım daha uzaklaşmış ol- y du boşluktan. “Bir teklifim var.” Samet sırıtmaya devam etti.

“Görelim neymiş.” “Sırıtıp durma. Ben ciddiyim. Teklifim şu: Sen bana, benim sana ne kötülük yaptığımı anlat, ben de seni bu intihar saçmalığından kesinkes vazgeçireyim.” Samet, makam odasında öfkeyle dolanan bir genel müdür gibi geriledi, terk edilmiş binanın içlerine doğru kıvrana kıvrana, bir elinin dışıyla öbür elinin içine vura vura dolanmaya başladı. O kadar karanlıktı ki, cebinde merdiven çıkarken önünü görebilmek için getirdiği minik el fenerini yakmayı bile düşündü. Kendi şaşırmışlığına kendi güldü. Ne olacaksa fener mener? Sabrı tükenmişti ve intihar zaten delilikken, bir başka delilik daha yapıp şu asalağı kendisiyle birlikte on dört kat aşağı yuvarlamamak için sinirlerine hakim olması gerekiyordu. Çıldırmak işten değildi hani! “Manyaksın sen! Manyaksın, delisin, alçaksın.” Atak yapıp tekrar Recep’in dibine sokuldu. “Ulan, başıma ne geldiyse senin yüzünden geldi… bilmiyor musun, dalga mı geçiyorsun? Orospu çocuğu!” Recep bu hamleyi sakin karşıladı; biraz da kırgın. “Anneme laf etme de adam gibi konuşalım. Sana ne kötülüğüm dokundu, söyler misin lütfen?” Samet, ani bir kararla bir adım daha yaklaştı, gözlerini kısıp ellerini beline dayadı ve, “Peki lan!” dedi. “Söyle bakalım, beni besi çiftliği kurmaya teşvik eden kimdi?” “Been.” “Bak bir de söylüyor ‘been’ diye.

Deli olacağım! Sonra beni ateşe atıp geri çekilen kimdi?” “O da ben. Bu mu yani kötülük?” “Ulan… Receeep… Giderayak katil etme beni gözünü seveyim! Lan oğlum, sen olmasan o iş aklımın ucundan geçer miydi benim? Kim ikna etti de gırtlağıma kadar krediye battım? Vahiy mi geldi bana lan? Bir başıma nereme güvendim de boyumdan büyük borçların altına yattım? Sana soruyorum; buraya bak! Kim soktu beni o işe?” “Ben ama…” “Tabii sen. Yüzüp yüzüp kuyruğuna geldiğimiz son ana kadar ‘Sermayenin tamamını ben koyuyorum. Borca girmekten korkma. Babamla konuştum, problem yok,’ deyip deyip, ben evimi, arabamı ipotek etmişim, balıklama dalmışım banka kredisi bataklığına, ‘Olmadı. Babam vazgeçti,’ diyen sen değil miydin?” Recep de ellerini beline dayamıştı. Karşılıklı, az sonra düelloya başlayacak gibi duruyorlardı şimdi. “Biz ne diyoruz?” dedi sertçe. “Babam izin vermedi demiyor muyuz? Peder Bey razı gelmeyince ben mi satmış oluyorum seni?” “Ya kim satmış oluyor? Madem babanın böyle bir ibnelik yapma ihtimali vardı, baştan ne demeye…” “Ağır ol… Babam hakkında doğru konuş.” “Kes lan! Babana da sana da şimdi haa… Ulan, oğluna aslanlar gibi iş kurması için para vermeyen o baba, nasıl oldu da sermaye için vermekten kaçındığı o miktarın çok daha fazlasını bayılıp altına sıfır kilometre BMW çekmesine izin verebildi? Konuşalım demesi kolay. Konuş hadi.” Recep, Samet’e hak vermeye başlayacakmış gibi baktı şöyle. Boşluğa yakın yerler, Konya-Samsun Asfaltı’ndan ışık alıyordu. Yüzler epeyce net. “İyi ama…” dedi, “… biliyorsun, O BMW de kaçak çıktı, bize de yâr olmadı yani.

Ağır cezalarda süründük, bir BMW parası da tazminat ödedik devlete.” Samet, saçlarını yoluyormuş gibi yaptı. “Allah’ım, kime meram anlatmaya çalışıyorum ben?” Recep, omuz silkip bir sigara yaktı, geri geri gitti, boşluğu soluna alarak, gene o boşluğa sıfır, balkonda oturur gibi yere oturup tehlikeli bir biçimde ayaklarını öne uzattı, sırtını da duvara yaslayıp sağ eliyle sağ yanma şap şap vurdu. “Gel hele şöyle,” dedi. “Gel otur, konuşalım adam gibi. İntihar etmeye o kadar meraklıysan gene edersin. Ömrüm boyunca peşinde dolanıp çobanlık yapacak halim yok. Önce aramız-dakini halledelim, sonra ne yaparsan yap.” Samet, şaşkın bir şekilde bakmaya devam etti sözde arkadaşına. “Ne demek şimdi bu?” “Ne demek olacak… Benden dolayı intihar etmeni istemiyorum demek. Başka sebeplerden edeceksen et, ama benim yüzümden etme. O kadar yük ağır gelir bana. Taşıyamam. Samet, söver gibi güldü. Nefesi, küfür kıyamet çıkıyordu.

Yaptığına kendi de bir anlam veremeyerek, büyük bir şaşkınlık içinde uslu uslu gitti, kendisine gösterilen yere oturdu. Sol omzu, arkadaşının sağ omzuna değiyordu. Şöyle sertçe bir omuz darbesi vursa, öteki aşağıya uçup giderdi. Neden olmasın? Ürperdi. Deliyle deli olma Samet! “Ver bir sigara,” dedi. “Sen içmezsin ki.” “Lan, ver dedik. Her sırnaştığında ‘Ateşin var mı birader?’ demeyi biliyorsun… Sağlığımı düşünmek sana mı kaldı?” “Arkadaş değil miyiz? Hem ben o lafı şaka olsun diye diyorum. Muhabbet gülümseyerek açılsın, gergin bir kavuşma olmasın diye. Yok arkadaş! Olmaz! Veremem sigara migara. Bu saate kadar içmemişsin, bu saatten sonra da alışmanı istemem. Hele ki de benim yüzümden olursa…” Paketi kaldırıp gömlek cebine soktu. Samet hırladı. “Allah senin tepeni yere getireceği yerde benimkini getiriyor ya, en çok o gücüme gidiyor.” Recep, Samet’in hırıltısına kuru gürültü muamelesi yapıp, hiç umursamadan, sigarasından düşünceli düşünceli nefesler çekti.

“O araba meselesini diyordum.” dedi; sanki orada onun dertlerini konuşmak için toplanmışlar. “Heves ettik, aldık… > Ulan, ertesi gün kapıma dayanmasın mı emniyette ne kadar polis varsa! Hem motor, hem de şasi numarası vurmaymış, tamam mı! Emniyette, ben bir taraftan, babam bir taraftan açıklamaya çalışıyoruz, ‘Dün arabanın kaydını üstümüze geçirtirken niye fark etmediniz? Kaç yıllık emniyet! Sizin bile gözden kaçırdığınız şeyi biz nasıl fark edelim?’ diyoruz, başkomiser bizi azarlıyor. ‘Tanju da sizin dediğinizi dediydi, ama Türk adaleti yemedi,’ diyor. Galericinin adım veriyoruz, ‘İftira atmaya utanmıyor musunuz elin adamına?’ diyor başkomiser bu sefer. Kaldırıp kaldırıp bir tomar kâğıt gösteriyor. Meğer bizim suçladığımız herifin adı bile geçmiyormuş bizim satış sözleşmesinde. Biz arabayı, adı kaçakçılığa çoktan karışmış puştun tekinden almış gibi görünüyormuşuz. Tabii, ben de polis olsam inanmam bana. Neticede, adamcağız kıyak olsun diye nezarette yatırmadı beni, hemen nöbetçi savcıya sevk etti. Babamın kefaletiyle serbest kaldım, ama bir ay sonra mahkemeye çıktım tabii. Hülâsâ, hüküm giydim, ama hâkim, kastı aşan kabahat gibi bir şeyi işleme koyup cezamı hapisten para cezasına çevirdi… Ahin mı tuttu nedir; senin çiftliğe vereceğimizden çok daha fazla parayı devlete ve de asla binemeyeceğim o patlıcan rengi BMVV’ye vermiş olduk. Babama acayip sitem ettim o arada. ‘Senin yüzünden hem o kadar paramız havaya gitti, hem ben gene işsiz kaldım, hem de en iyi arkadaşım Samet iflas etti,’ dedim. Ama babamı bilirsin, seni hiç sevmez.

” Samet, o saatte, üstelik de intiharına beş kala orada oturmuş, uslu uslu bunları dinlediğine inanamıyordu. “Bilirim,” dedi. “Bilmem mi? Allah ondan razı olsun. Ee? Sadede gel. Zaten bildiğim şeyleri bana bir daha niye anlatıyorsun? İntihar etmeden önce hakkımı helal etmemi mi istiyorsun? Avucunu yalarsın! Cehennemde cayır cayır yanacağımı bilsem gene hakkımı helal etmem sana.” “Ama, bir düşünsene… Galericinin oyununa geldik biz. Babamda o para olmamış olsaydı hâlâ hapis yatıyor olacaktım bugün. Her bilmem kaç lira için üç gün… Hapsin paraya çevrilmesi öyle hesaplanıyormuş…” Samet sırıttı. “Alnından öpmek isterdim o galericiyi,” dedi. “Allah’ın sopası yok. Bak bak… İyi bak… Senin bana, bizim ortaklığımıza çok gördüğün parayı, çocuğun elinden balonunu alır gibi nasıl alıvermiş elinden.” Recep onayladı. “Ben de onu diyorum ya işte. Bir hata yaptık ve Allah bize dersimizi verdi. Babama da dedim aynısını.

‘Ne güzel iş kuracaktık, arabamızı da kendi kazandığımızla alacaktık, sen bunu çok gördün, gitti dünya kadar para,’ dedim.” “O ne dedi?” ‘“Ben, her işi ağzına yüzüne bulaştıracağını bildiğim için, kendisini hiç sevmem ama, hâlâ sana güvenen o Samet anda-vallısına acıdım, o yüzden vermedim parayı,’ dedi. Üstüne de, ‘Bak, en heves ettiğin şeyi bile kanununa kitabına uydurup almayı beceremedin. Koskoca şirketi yönetmeyi nasıl becerecektin?’ diyerek cila çekti.” Samet bir an duruldu. Sonradan bu herif yüzünden başına gelenleri düşündüğünde bayağı da gerçekçi bir adam sayılırdı Recep’in babası. Oysa kendisi, tam da onun dediği gibi, anda-vallının tekiydi. Geri zekâlı, aptal, salak, ahmağın teki! Babası biliyordu oğluna güvenilmeyeceğini de bu bilmiyordu. “Haksız da sayılmaz,” dedi. “Ama, ben de babana kızmayıp sana kızmakta haksız sayılmam o zaman. Sen dümbüğün tekisin. Arkadaş kıymeti bilmeyen…” “Dur dur. Daha hikâyenin devamını anlatmadım…” “Anlat lan, anlat! Nasıl olsa son dinleyişim seni.” Kendi sabrına bir kere daha şaşarak dinlemeye devam etti Samet. İki defa yalandan öksürdükten sonra, “İşin peşini bırakacak değildim,” dedi Recep.

“Dünya kadar paramız galericinin cebine cup diye dalıvermiş, bir daha da çıkmamıştı. Yetmezmiş gibi de hapis tehlikesi atlatmıştım. Çok hınçlıydım. Acayip hırs yapmıştım, anlıyor musun? Mahkemeden paçayı sıyırdıktan sonra, yanıma iki arkadaş alıp ziyaretine gittim itin. O sıralar sen bana, çiftliğin için sermaye koymadım diye küsmüştün, o yüzden bu detayları bilmiyorsun.” “Ee? Ne oldu ziyaretine gittin de?” “Ne olacak? Bizi bir temiz dövdüler orda.” “Ohh! Ellerine kollarına sağlık!” “Tuttum, bir de mahkemeye verdim ben bunu. Hem fiili saldırıdan, hem de bana kaçak araba satmaktan. Ama mahkemede işler tersine döndü. Herif, komşu dükkânları da ayarlamış, bir araba dolusu yalancı şahitle geldi, işyerine taşlı sopalı saldırıdan karşı dava açtı. Biz hem mahkemeyi kaybettik, hem de hüküm giydik tekrardan. Bizim arkadaşların avukatı sıkı herifti; benim azmettirdiğimi söyletip yırttırdı onlara paçayı… Ben, Haymana Açık Cezaevi’nde iki ay yattım.” “Allahıma şükürler olsun! Bunu önceden söyleseydin, her sene, hapse girdiğin o mübarek gün aşure dağıtırdım komşulara.” Recep, yalancı öksürükler eşliğinde devam ediyordu anlatmaya:

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir