Doğan Yarıcı – İs Odası

Yemek, ölümü çağrıştırıyor ona. En çok da karnıyarık. mi? Bir ölüyü soyar gibi soyup yatırdıkları için mi? Boydan boya yarıp içine baktıkları için mi? Üzerine kara toprak gibi soğanlı kıymayı döktükleri için Değil! Bahar karnabaharken, enginar kayın ormanıyken, çilav sağanakken, şambaba dağlarken, hanımgöbeği dilberdudağı vezirparmağı yeniyetmezliğiyken, nasıl oluyor da ölümü getiriyor aklına? Yerken, tabağa aktarırken, mutfağın bir köşesinde tencerelerde tepsilerde beklerken üstelik. En sevdiğiyle en korktuğu nasıl bir arada? Çözebiimiş değil. Her okul çıkışı sınavı var. Hastaneye gidecek, arka kapıdan. O karanlık koridoru bütün gücüyle koşup geçmeye çalışacak. Ölecek! Koridorun sonunda onu mutfak bekliyor. Mutfakta ışık var, tepeden tırnağa beyazlar giymiş, hamur yüzlü, yumuşak elli adamlar, dillerini çıkarıp kibarca patlıcan soyan, suya atan. Onlardan birine nefes nefese sarılacak. Dirilecek! Karnını doyuracaklar, kedisi için kıyma makinesinin içinde kalan artığı verecekler. Tulumbanın tulumdan çıkışını, yağa darnlayışını izieyecek pıt pıt. Çuvallarca pirincin dökülüşünü bulut bulut, tek tek ayıklanışını tükrük tükrük. Çıp7 lak ayaklı yuvarlacık adamlarla koca tencerelerin içinde dört dönecek köpük köpük. Kavurucu ocağın başında, kepçelerle verdiği savaşta babasını tutacak.


Oğlumbeğendinin kıvamı tutacak. Acık daha laflayacak, yatışacak. Ağzında güzel tatlar kalacak yeniden. Dişinin kovuğunda ölüm. Dönüp sonra üst kattan, hastanenin cümle kapısından çıkıverecek. Bu kadar, her şey bu kadar kolay. Değil! Koridor olmasa! Cümle kapısı yasak olmasa! Ambulansların ve cenaze arabalarının arasından geçip de burada, servis kapısının önünde, bu ürkütücü koridorun başında çakılı kalmasa! Bu sinsi yaratık hiç konuşmadı onunla. Bir kez bile çıt çıkarmadı. Kalakalmasına karanlık, öylece baktı. Geçmek zorunda olduğunu bilerek bekleyen bir kabus. Sağlı sollu çelik soyunma dolaplarıyla dar, soğuk. Tek tük yanan ölü ampullerle loş, boğuk. Kara, uzun, upuzun, onu içine çekecek bir hortum gibi korkunç. Daha önce annesini, teyzesini, dayısını, tanıyıp sevdiği hemen herkesi yutmuş. Onu da yutacak yeterince hızlı koşmazsa, ortalarda bir yerde aralanmış yeşil kapının önünden bir çırpıda geçmezse.

Bugün yorgun, hacakları yanıyor biraz, geri dönecek. Dönmese, koşmasa da, yürüse? Yavaşça, meydan okurcasına. Birkaç adımda arkasına dolanarak bedenini saran karanlığa aldırmasa, yeşil kapının aralığından korkmadan içeri baksa, böyle yapsa bugün. Yapamıyor! Her seferinde koşuyor, koştukça hortum uzuyor, açık dolap kapakları çürük omuzlarına yeni çürükler ekliyor, bitmiyor, yeşil kapı gelmek geçmek bilmiyor, karanlık dinmiyor, ışık görünmüyor! “Yine nefes nefese bu çocuk! Niye koşuyorsun oğlum, bu kireç gibi surat ne?” diyor babası ona. “Ölümden kaçtım, yemeği hak ettim,” diyemiyor. 8 Öğrenmesine zaman var daha, babası o yeşil kapıdan girerdi her gün. İşe orada başladıydı, gençken. Korkardı elbet o da. O zamanlar öğrenciler gelir, küçük kapakları onlar için açar, çıkarırdı sahipsizleri. Keser biçer, söküp takariardı saatlerce, başlarında hocalar. Ertesi gün gelmek üzere giderlerdi. Onların ardından parçalanmış bedenleri küçük soğuk odalarına sakardı tekrar. Bu böyle aylarca sürdü. Aylarca yalvardı, sonunda aldılar, mutfağa verdiler. Aşçı oldu.

Orada, her zaman aralık yeşil kapının ardında ölüler dinleniyor. Yıkıyor, sarıyor, tabutun içine tıkıyorlar. Sokaklarda hırpalıyor, toprağa gömüyorlar. Kımıldayamıyor. Ardında sokak, önünde karanlık hortum, ucunda yemek. Bugün sahiden hiç gücü yok. Koşamayacak Dönmeye kesin kararlı. Aç kalacaklar, kedisi anlar. Değil! Servis kapısından sesler geliyor. Dönüyor. Dört kişi, dört elin ortasında siyah torba, torbanın ucundan sarkmış apak bir ayak. Ne yapacak? Çekil yoldan diyorlar, git oradan diyorlar, git ileri! Geçecek yer yok. Yürü diyorlar, git yeşil kapıyı aç! Üzerine geliyorlar. Birkaç adım geri gidiyor, karanlığa yaslanıyor, kalıyor. Ayak değdi değecek! Son anda yanındaki çelik d olabın içine giriyor, kapağı çekiyor, gözlerini kapıyor.

Geçiyor lar. Midesi ağzından çıkıyor! Biliyor ki, bu bir sınav. Bir ceza. Karşılığı hayat. Titriyor. Güleç yüzler anlatıyor. Kurtulacağını söylüyorlar artık. Her şey aydınlanacak diyorlar. Eğer şu yeşil kapıdan girerse, orada uza� 9 nıp beklerse, hortumu yutarsa. Yeni bir aletmiş bu, ucunda minik bir kamera var, içini görecekler, fotoğrafını çekecekler, yıllarca aradıkları kötülüğü bulacaklar. Yatırıyorlar, çenesini kelepçeliyorlar, ağzı aralık. Bir dolabı açıp gösteriyorlar, bunu yutacak, çengelde asılı duruyor yutacağı kara uzun upuzun boğucu bitmeyen hortum. Sinsi yaratık, kımıldamadan, çıt çıkarmadan duruyor, kalakalmasına öylece bakarak. İçine girmek zorunda olduğunu bilerek bekleyen bir kabus. Yut diyorlar, yut! Yutuyor! Yutuyor! Küçük dili kopacak, gırtlağı patlayacak, boğazı parçalanacak Dönüş yok.

Girdi artık. Durmuyor. Yürüyor. Her şey tanıdık. Hala aynı, yaşlanmamış, kamburu çıkmamış, soğuk. İçinde annesi var, teyzeleri, dayıları, babası, tanıyıp yitirdiği insanlar, çocukluk. Çelik dolaplar dizili aynı yerde, dimdik ayaktalar, bir cenazeyi selamlıyorlar. Yeşil kapının ardında biri daha var, boylu boyunca uzanmış, çıplak, ağzı aralık. Yeşil kapıyı geçince, geçerse, koridoru aşınca, aşarsa, diplerde, mutfakta, ölüm kalım savaşı veren insanları doyuran, artık tanımadığı, tepeden tırnağa beyazlar giymiş, haıpur yüzlü, yumuşak elli adamlar akşam için patlıcan soyuyor, suya atıyor. Onlardan birine nefes nefese sarılacak!

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir