Sidney Sheldon – Intikam Plani

Leslie Stewart’m günlüğü şöyle başlıyordu: Sevgili Günlük: Bu sabah evleneceğim adamla tanıştım. Bu, gelişecek çarpıcı olaylar zinciri hakkında en ufak bir ipucu vermeyen basit, iyimser bir bildirmeydi. O gün, hiçbir şeyin ters gidemeyeceği, ters gitmeye cesaret edemeyeceği, mutlu olaylara gebe, ender günlerden biriydi. Leslie Stewart’m astrolojiye hiç merakı yoktu, ama o sabah Lexington Herald-Leader’in sayfalarını karıştırırken Zoltaire tarafından yazılmış bir sütun gözüne takıldı. Şöyle diyordu: ASLAN BURCU (23 Temmuz – 22 Ağustos): YENĐ AY AŞK HAYATINIZI IŞIKLANDIRIYOR. YÜKSELEN BURCUNUZUN DÖNEMĐNDESĐNĐZ VE HAYATINIZDAKĐ YENĐ BĐR OLAYA DĐKKATĐNĐZĐ VERMELĐSĐNĐZ. UYUMLU BURCUNUZ BAŞAKTIR. BUGÜN HAYATINIZI DEĞĐŞTĐRECEK BĐR GÜN OLACAK. TADINI ÇIKARMAYA HAZIR OLUN. Leslie ekşi bir suratla neyin tadını çıkarmaya, diye düşündü. Bugün de bütün öteki günler gibi olacaktı. Astroloji aptalların beynini oyalayan bir saçmalıktı. O Leslie Stewart, Lexington, Kentucky’deki Bailey & Tomkins firmasının halkla ilişkiler ve reklam müdürüydü. O gün öğleden sonra üç toplantısı vardı; ilki onlar için hazırladığı yeni kampanyadan çok mutlu olan Kentucky Gübre Şirketi’ydi. Özellikle başlangıcına bayılmışlardı: “Eğer gülleri koklamak istiyorsanız…” Đkinci toplantı Yetiştiriciler Damızlık Çiftliği’yle, üçüncüsü de Lexington Kömür Şirketi’yleydi.


Ne de hayatını değiştirecek gün yani! Yirmi yaşlarının sonlarında olan Leslie Stewart’m ince, tahrik edici vücudu, gri ceylan gözleri, çıkık elmacık kemikleri ve sade ama zarif bir biçimde taradığı uzun, yumuşak bal renkli saçlarıyla heyecan verici, egzotik bir görünüşü vardı. Bir arkadaşı bir keresinde ona, “Şekerim, eğer güzelsen, bir beynin ve bir vajinan varsa, dünyaya sahip olabilirsin,” demişti. Leslie Stewart güzeldi, IQ’su 170’ti ve tabiat gerisini halletmişti zaten. Ama kendisi güzelliğini bir dezavantaj olarak görüyordu. Đşyerindeki erkeklerin çoğu ona sürekli olarak tekliflerde bulunuyorlardı, ama pek azı onu gerçekten tanımakla ilgileniyordu. Bailey & Tomkins’teki iki sekreter dışında tek kadın Les-lie’ydi. Đşyerinde on beş erkek çalışıyordu. Leslie bir haftadan daha kısa bir sürede bu erkeklerden daha zeki olduğunu farket-mişti. Ama bu keşfini gizli tutmak niyetindeydi. Başlangıçta firmanın her iki ortağı da onu kendileriyle yatmaya ikna etmeye çalışmışlardı. Bunlardan biri kırk yaşlarında, tatlı dilli ve şişman Jim Bailey, ötekiyse ondan on yaş daha genç olan sıska ve çok hareketli Al Tomkins’di. Onları, “Bir kere daha teklif ederseniz işten ayrılırım,” diyerek susturuvermişti. Bu yanıt onlara yetti de arttı bile. Leslie elden kaçırılacak bir eleman değildi doğrusu. 6 — Đlk işe başladığı hafta bir kahve molası sırasında arkadaşlarına bir fıkra anlatmıştı.

“Üç adam kendilerine birer dileklerini yerine getireceğini söyleyen dişi bir cine rastlamışlar. Birinci adam, ‘Yüzde yirmi beş daha akıllı olmayı dilerdim,’ demiş. Cin gözünü bir kırpmış, adam heyecanla bağırmış. ‘Hey, şimdiden kendimi daha akıllı hissediyorum.’ “Đkinci adam, ‘Ben yüzde elli daha akıllı olmayı isterdim,’ diye dilekte bulunmuş. Cin gözünü kırpmış ve adam, ‘Harika!’ demiş. ‘Galiba şimdi eskiden bilmediğim şeyleri biliyorum.’ “Üçüncü adam, ‘Ben,’ demiş. ‘Yüzde yüz daha akıllı olmak isterdim.’ Bunun üzerine cin gözünü bir kırpmış, adam kadın oluvermiş.” Leslie masadaki erkeklerin yüzlerine baktı. Hepsi ona bakıyorlardı, hiç hoşlarına gitmemişti. Leslie hedefi vurmuştu. Astrologun vaat ettiği o önemli gün, sabah saat on birde başladı. Jim Bailey, Leslie’nin ufak, daracık odasına girdi.

“Yeni bir müşterimiz var,” diye haber verdi. “Ona senin bakmanı istiyorum.” Zaten firmada herkesten daha fazla işe o bakıyordu, ama itiraz etmemesi gerektiğini de biliyordu. “Pekâlâ,” dedi. “Nedir?” “Ne değil, kim. Oliver Russell’ı duymuşsundur tabii?” Oliver Russell’ı duymayan yoktu ki. Kentucky’nin her tarafındaki panolarda resmi bulunan vali adayı yerel bir avukattı ve parlak kanuni siciliyle, otuz beş yaşında, şehrin en elverişli bekârıydı. Lexington’daki WDKY, WTVQ, WKYT gibi büyük televizyon istasyonlarının ve WKQQ, WLRO gibi radyo istasyonlarının bütün talk showlannda daima vardı. Siyah, dağınık saçları, koyu renkli gözleri, atletik vücudu ve sıcak gülümsemesiyle, Lexington’daki kadınların çoğuyla yatmış olma şöhreti vardı. “Evet, ondan söz edildiğini duydum. Peki, ne yapacağız onun için?” “Onu Kentucky valisi yapmak için gayret edeceğiz. Şimdi buraya gelmek üzere yola çıktı zaten.” Oliver Russell birkaç dakika sonra geldi. Fotoğraflarından bile daha çekiciydi. Leslie’yle tanıştırıldığında sıcak bir tebessümle, “Sizin hakkınızda çok şey duydum,” dedi.

“Kampanyamı siz yöneteceğiniz için çok mutlu oldum.” Hiç de Leslie’nin beklediği gibi biri değildi. Vali adayında insanın bütün şüphelerini yok eden bir içtenlik vardı. Leslie bir an için söyleyecek hiçbir şey bulamadığını hissetti. “Ben, şey, teşekkür ederim. Lütfen oturun.” Oliver Russell oturdu. “En baştan başlayalım,” dedi Leslie. “Neden valiliğe aday oldunuz?” “Gayet basit. Kentucky harika bir eyalet, bunun böyle olduğunu biz biliyoruz, çünkü burada yaşıyoruz ve büyülü havasının tadını çıkarıyoruz. Ancak ülkenin geri kalan kısmı bizleri bir alay dağlı gibi görüyor, ben bu imajı değiştirmek istiyorum. Kentucky’nin bir düzine eyaletten daha fazla kapasitesi var. Bu ülkenin tarihi burada başladı. Amerika’daki en eski eyalet meclisi binası buradadır. Kentucky bu ülkeye iki Başkan verdi.

Burası Daniel Boone, Kit Carson ve yargıç Roy Bean’in vatanı. Heyecan dolu mağaraları, nehirleri, mavi otlarıyla dünyanın en güzel doğasına sahibiz. Ben bütün bunları dünyaya tanıtmak istiyorum.” Derin bir inançla konuşuyordu. Leslie onun cazibesine kapıldığını hissetti. Astroloji sütunu aklına geldi. Yeni ay aşk hayatınızı ışıklandırıyor. Bugün hayatınızı değiştirecek bir gün olacak. Tadını çıkarmaya hazır olun. — 8 — Oliver Russell, “Bu kampanya ancak, siz de benim kadar güçlü inanırsanız başarılı olur,” diyordu. “Đnanıyorum,” dedi Leslie çabucak. Çok mu çabuk? “Gerçekten heyecanla bekliyorum bunu.” Bir an tereddüt etti. “Size bir soru sorabilir miyim?” “Gayet tabii.” “Sizin burcunuz nedir?” “Başak.

” Oliver Russell gidince, Leslie, Jim Bailey’nin ofisine gitti. “Hoşlandım ondan,” dedi. “Samimi, yaptığı işi gerçekten önemsiyor. Bence iyi bir vali olur.” Jim düşünceli bir ifadeyle baktı ona. “Kolay olmayacak,” dedi. Leslie şaşırmıştı. “Öyle mi? Neden?” Bailey omzunu silkti. “Emin değilim. Anlayamadığım bir şeyler oluyor, Russell’ı bütün panolarda, televizyonlarda görüyordun, değil mi?” “Evet.” “Đşte, bunlar kesildi.” “Anlayamıyorum, neden peki?” “Kimse işin aslını bilmiyor ama bazı garip söylentiler var. Bunlardan biri, Russell’ı destekleyen, kampanyasına para koyan biri, her nedense aniden bırakıvermiş onu.” “Kazanmakta olduğu bir kampanyanın ortasında mı? Buna inanmak biraz zor, Jim.” “Biliyorum.

” “Neden bize geldi?” “Bunu gerçekten istiyor. Sanırım, hırslı biri ve bir fark yaratabileceğine inanıyor. Kendisine çok paraya malolmayacak bir kampanya hazırlamamızı istiyor. Daha fazla reklam ve televizyon için para ayıracak durumda değil. Onun için tek yapabile- — 9 — ceğimiz, mülakatlar ayarlamak, gazetelere yazılar yazdırmak gibi şeyler işte.” Jim başını sallayarak, ‘Vali Addison kampanyasına bir servet harcıyor. Son iki haftadır Russell anketlerde çok düştü. Çok yazık. Çok iyi bir avukat ve bence çok da iyi bir vali olurdu,” dedi. O gece Leslie yeni günlüğüne ilk notu düştü. Sevgili Günlük: Bu sabah evleneceğim adamla tanıştım. Leslie Stewart’in çocukluğu saf ve temiz bir mutluluk tablo-suydu sanki. Olağanüstü zeki bir çocuktu. Babası Lexington Community Koleji’nde Đngilizce profesörü, annesiyse evkadınıy-dı. Leslie’nin babası yakışıklı, aristokrat bir aydındı.

Ailesine düşkün bir babaydı ve ailenin tatillerini birlikte geçirmesine, birlikte geziler yapmasına özen gösterirdi. Leslie’ye tapardı. “Sen babanın kızısın,” derdi hep. Ona ne kadar güzel olduğunu söyler; notları, davranışları ve arkadaşlarından dolayı kızını daima överdi. Onun gözünde Leslie’nin hiçbir kusuru olamazdı. Dokuzuncu doğumgünü için aldığı dantel manşetli, çok güzel kahverengi kadife elbiseyi ona giydirir, yemeğe geldikleri zaman arkadaşlarına kızını gösterip, “Ne kadar güzel değil mi?” derdi. Leslie de ona tapardı. Bir yıl sonra bir sabah ansızın Leslie’nin bu harikulade hayatı yok oluverdi. Annesi yüzü gözyaşlarıyla ıslanmış bir halde oturdu ve, “Sevgilim,” dedi. “Baban bizi terketti.” Leslie önce anlamadı. “Ne zaman geri gelecek?” “Geri gelmeyecek artık.” Her kelime keskin bir bıçak gibiydi. Annem uzaklaştırdı onu, diye düşündü Leslie. Annesi için üzüldü de, çünkü şimdi bir de boşanma ve velayet kavgası olacaktı.

Babası onu asla bırakmazdı. Asla. Benim için gelecektir, dedi kendi kendine. 10 Ama haftalar geçmesine rağmen babası hiç aramadı. Beni görmeye gelmesine izin vermeyecekler, diye bir sonuca vardı Leslie. Annem onu cezalandırıyor. Velayet davası filan olmayacağını Leslie’ye yaşlı teyzesi anlattı. Leslie’nin babası, üniversitede ders veren bir dula âşık olmuş ve onun Limestone Sokağı’ndaki evinde beraber yaşamaya başlamıştı. Bir gün alışverişe gittiklerinde, annesi Leslie’ye evi gösterdi ve acı bir ifadeyle, “Đşte burada oturuyorlar,” dedi. Leslie babasını ziyaret etmeye karar verdi. Beni görünce, diye düşündü, eve geri gelmek isteyecektir. Bir cuma günü okuldan sonra Limestone Sokağı’ndaki eve gitti ve kapıyı çaldı. Kapıyı Leslie’nin yaşlarında bir kız açtı. Üzerinde dantel manşetli kahverengi bir elbise vardı. Leslie şok içinde bakakaldı.

Küçük kız merakla bakıyordu ona. “Kimsiniz siz?” Leslie koşarak kaçtı. Ertesi yıl Leslie annesinin içine kapanışına tanık oldu. Hayata bağlılığını giderek tümüyle yitirdi. Leslie ‘kalbi kırıldığı için öldü’ lafını hep saçma bulmuştu, ama annesinin yavaşça solarak ölüşünü seyrettikten sonra, neden öldüğünü soranlara, “Kalbi kırıldığı için öldü,” diye cevap verdi. Leslie hiçbir erkeğin kendisine bunu yapmasına izin vermemeye kararlıydı. Annesinin ölümünden sonra teyzesiyle yaşamaya başladı. Bryan Station Lisesi’ne gitti, sonra da Kentucky Üniversitesi’nin şeref listesine giderek mezun oldu. Üniversitedeki son yılında güzellik kraliçesi seçildi ve bir sürü mankenlik ajansından gelen teklifi geri çevirdi. Leslie’nin, biri üniversitenin futbol kahramanı, diğeri kendi ekonomi profesörüyle iki kısa macerası oldu. Đkisi de kısa süre- — 11 — de canını sıktı. Mesele kendisinin her ikisinden de akıllı olmasıydı. Leslie mezun olmadan hemen önce teyzesi öldü. Okulu bitirince Bailey & Tomkins reklam ve halkla ilişkiler firmasına başvurdu. Vine Sokağı’nda, U biçiminde, bakır damlı ve avlusunda bir çeşme olan bir ofisleri vardı.

Büyük patron Jim Bailey, Leslie’nin özgeçmişiyle ilgili belgeleri inceledi ve başıyla onayladı. “Çok etkileyici. Talihlisiniz. Bir sekretere ihtiyacımız var.” “Sekreter mi? Ümit ediyordum ki…” “Evet?” “Hiçbir şey.” Leslie sekreter olarak işe başladı, toplantılarda not tutarken aynı anda önerilen kampanyaların daha geliştirilebilmesi için yollar düşünüyordu. Bir sabah bir müşteri temsilcisi, “Rancho Bifteği için harika bir logo buldum. Kutunun üzerine iple ineği bağlayan bir kovboy resmi koyabiliriz. Bu, inek etinin taze olduğunu gösterir ve…” Felaket bir fikir, diye düşündü Leslie. Herkes ona bakıyordu ve Leslie dehşet içinde yüksek sesle konuşmuş olduğunu farketti. “Ne demek istediğinizi açıklar mısınız lütfen, genç bayan?” “Ben…” Keşke o anda başka bir yerde olabilseydi. Herhangi bir yerde. Hepsi bekliyorlardı. Leslie derin bir nefes aldı. “Đnsanlar et yerken, ölü bir hayvanı yemekte olduklarının hatırlatıl-masını istemezler.

” Tam bir sessizlik oldu bir an. Jim Bailey boğazını temizledi. “Belki,” dedi. “Bunu biraz daha düşünmeliyiz.” Ertesi hafta yeni bir güzellik sabununun pazarlaması için yapılan toplantıda, temsilcilerden biri, “Güzellik kraliçelerini kullanalım,” dedi. — 12 — “Affedersiniz,” dedi Leslie utangaç bir sesle. “Sanırım bu daha önce de yapıldı. Neden güzellik sabunumuzun evrensel olduğunu göstermek için dünyanın her yanından güzel havayolları hosteslerini kullanmayalım?” Bundan sonraki toplantılarda, erkekler kendilerini Leslie’nin fikirlerini sormak için ona başvurur buldular. Bir yıl sonra telif haklarına bakıyordu ve iki yıl sonra da müşteri temsilcisi olmuştu. Hem ilancılık, hem de reklam işlerini yönetiyordu. Oliver Russell, Leslie’nin ajansta kendini kanıtlayacağı ilk önemli işiydi. Russell’ın onlara başvurmasından iki hafta sonra Bailey onun ajans ücretini ödeyemeyeceğini ileri sürerek Oliver Russell’ın kampanyasından vazgeçmelerinin daha iyi olacağını söylediyse de, Leslie onu işi bırakmamaya ikna etti. “Bunu bir iyilik diye düşün,” dedi. Bailey bir an ona baktı. “Tamam.

” Leslie ve Oliver Russell, Triangle Park’taki bir bankta oturuyorlardı. Gölden tatlı bir esintinin geldiği serin bir sonbahar günüydü. Oliver Russell, “Politikadan nefret ediyorum,” dedi. Leslie hayret içinde baktı ona. “Peki, o zaman neden…” “Çünkü sistemi değiştirmek istiyorum, Leslie. Bu sistem, yanlış kişileri işbaşına getirip sonra onları kontrol eden kuruluş ve lobiciler tarafından kuşatılmış. Yapmak istediğim pek çok şey var.” Sesi tutku doluydu. “Ülkeyi yönetenler onu Eski Dostlar Kulübü’ne çevirdiler. Halktan çok, kendilerini düşünüyorlar. Bu hiç doğru değil ve işte ben de bunu düzeltmek istiyorum.” Oliver konuştukça Leslie, turn bunları yapabilir, diye düşünüyordu. Onda öyle zorlayıcı bir heyecan vardı ki… aslında onun her şeyini heyecan verici buluyordu. Şimdiye kadar başka hiçbir erkek için böyle hissetmemişti ve bu da son derece keyif verici bir deneyimdi. Onun kendisi hakkında ne düşündüğünü .

__ -f Q ı o bilmesi mümkün değildi. Her zaman kusursuz bir centilmendi Tanrı’nın cezası. Leslie’ye, sanki her an insanlar bankın yanına gelip onun elini sıkarak başarılar dileyeceklermiş gibi geliyordu. Kadınlar gözleriyle bıçaklar fırlatıyorlardı Leslie’ye. Hepsi onunla çıktılar herhalde, diye düşündü. Hepsi de mutlaka yatmışlardır onunla, neyse benim üstüme vazife değil bunlar. Kısa zaman öncesine kadar bir senatörün kızıyla çıktığını duymuştu, ne oldu acaba, diye merak etti. Neyse bu da benim üzerime vazife değil. Oliver’in kampanyasının iyi gitmediğini görmemek mümkün değildi. Ekibine verecek parası, televizyon, radyo ve gazete reklamları olmadan, imajı her yerde görünen Vali Addison’la rekabet etmeleri imkânsızdı. Leslie, Oliver’in şirket pikniklerinde, fabrikalarda ve bir düzine sosyal etkinlikte bulunmasını sağlamasına rağmen bunların yetersiz kaldığını biliyor ve deli oluyordu. “Son anketleri gördün mü?” diye sordu Jim Bailey, Leslie’ye. “Senin adamın dibe batmış gibi görünüyor.” Öyle olmaması için elimden geleni yapacağım, diye düşündü, Leslie. Leslie ve Oliver, Cheznous’da yemek yiyorlardı.

“Olmuyor, değil mi?” diye sordu Oliver yavaşça. “Daha çok zaman var,” dedi Leslie güven verici bir tonla. “Seçmenler seni daha iyi tanıyınca…” Oliver başını salladı. “Anketleri ben de görüyorum. Benim için yapmaya çalıştıklarını ne kadar takdir ettiğimi bilmeni istiyorum, Leslie. Harikaydın.” Masanın üzerinden ona bakarken, şimdiye dek karşılaştığım en mükemmel erkek ve ben ona yardım edemiyorum, diye düşündü. Onu kollarının arasına alıp sarılmak ve teselli etmek istedi. Teselli etmek mi? Kimi kandırıyorum? — 14- Tam giderlerken, bir adamla kadın ve iki küçük kız masalarına yaklaştı. “Oliver! Nasılsın?” Kırk yaşlarında, tek gözündeki siyah bantla çapkın bir korsanı andıran yakışıklı bir adamdı. Oliver ayağa kalkıp elini uzattı. “Merhaba Peter. Leslie Ste-wart’la tanıştırayım seni. Peter Tager.” “Merhaba, Leslie.

” Tager ailesini işaret etti. “Bu eşim Betsy, bunlar da Elizabeth ve, Rebecca.” Sesinde müthiş bir gurur vardı. Peter Tager, Oiiver’e döndü. “Olanlardan dolayı çok üzgünüm. Çok yazık. Bunu yapmaktan nefret ettim ama başka seçeneğim yoktu.” “Seni anlıyorum, Peter.” “Yapabileceğim bir şey olsaydı…” “Önemli değil, ben iyiyim.” “Biliyorsun sana daima şans diliyorum.” Eve dönerlerken Leslie, “Ne demek istedi?” diye sordu. Oliver tam söze başlayacakken durdu. “Önemli değil.” Leslie, Lexington’un Brandywine bölgesinde tek odalı, derli toplu bir apartmanda yaşıyordu. Binaya yaklaşırlarken Oliver çekinerek, “Leslie,” dedi.

“Sizin ajansın benimle neredeyse bedavaya uğraştığını biliyorum, ama doğrusunu söylemek gerekirse, zamanınızı boşa harcıyorsunuz gibi geliyor bana. Belki de ben şimdiden çekilsem daha iyi olacak.” Sesinde kendisini bile şaşırtan bir kesinlikle, “Hayır,” dedi Leslie. “Çekilemezsin. Bir yolunu bulup her şeyi düzelteceğiz.” Oliver ona dönüp baktı. “Gerçekten önemsiyorsun, değil mi?” Çok mu anlam çıkarıyorum bu sorudan acaba? “Evet,” dedi yavaşça. “Çok önemsiyorum.” Apartmana geldiklerinde Leslie derin bir nefes aldı. “Đçeri gelmek ister miydin?” — 15 — Oliver uzun süre baktı ona. “Evet.” Leslie sonradan düşündüğünde, ilk hamleyi kimin yaptığını hiç bilemedi. Bütün hatırladığı birbirlerinin giysilerini çıkardıkları ve onun kollarının arasında olduğuydu. Sevişmelerinde vahşi bir telaş vardı, sonra zamanı olmayan coşkun bir ritm içinde yumuşak, tatlı bir erime. Leslie’nin şimdiye dek tattığı en harikulade yaşantıydı bu.

Bütün gece beraberdiler ve gece sihir doluydu. Oliver aynı anda hem vermesini, hem istemesini biliyor, arzusu doymak bilmiyordu. Bir hayvandı o. Ve Leslie, oh Tanrım, diye düşündü, ben de öyleyim. Sabahleyin portakal suyu, yumurta, kızarmış ekmek ve beykınla kahvaltı ederken Leslie, “Bugün Green River Gölü’nde bir piknik olacak, Oliver,” dedi. “Bir sürü insan gelecek. Senin için bir konuşma ayarlayacağım. Radyodan da orada olacağını duyururuz. Sonra da…” “Leslie,” diye karşı koydu Oliver. “Benim bunu yapacak param yok.” “Ona aldırma sen,” dedi Leslie uçarı bir tavırla. “Ajans ödeyecektir.” Ajansın asla ödemeyeceğini biliyordu tabii. Bunu kendisi yapmaya niyetliydi. Jim Bailey’e de bu paranın Russell’ın bir destekleyicisinden geldiğini söyleyecekti.

Bu da doğruydu zaten. Ona yardım edebilmek için dünyadaki her şeyi yapabilirim, diye düşündü. Green River Gölü’ndeki piknikte iki yüz kişi vardı ve Russell halka çok parlak bir şekilde hitap etti. “Bu ülkedeki insanların yarısı oy vermiyor,” dedi onlara. “Dünyadaki sanayi ülkelerinin içinde en düşük oy verme oranına sahibiz, yüzde elliden az. Eğer bir şeylerin değişmesini isti- — 16 — yorsanız, onların mutlaka değişmesini sağlamak sizin sorumlu-luğunuzdur. Bu, sorumluluktan da öte, bir ayrıcalıktır. Yakında bir seçim var. Bana veya rakibime mutlaka oy verin. Sandık başında olun.” Onu coşkuyla alkışladılar. Leslie, Oliver’in mümkün olan her toplantıda bulunmasını sağladı. Russell bir çocuk kliniğinin açılışına başkanlık etti, bir köprü açılışını yaptı, kadın ve işçi gruplarıyla hayır derneklerinde ve huzurevlerinde konuşmalar yaptı. Ama hâlâ anketlerde inişteydi. Oliver’in kampanyayla meşgul olmadığı zamanlarda, o ve Leslie beraber olabiliyorlardı.

Triangle Park’ta at arabasıyla gezdiler, Antikacılar Çarşısı’nda bir cumartesi öğleden sonrası geçirip Lucie’de akşam yemeği yediler. Oliver, Leslie’ye Groundhog Günü için, Bull Run Savaşı’nın yıldönümü için çiçekler verdi, telesekreterine aşk dolu mesajlar bıraktı. “Sevgilim… neredesin? Seni özlüyorum, özlüyorum, özlüyorum.” “Senin telesekreterine deli gibi âşığım. Ne kadar seksi geliyor sesin, biliyor musun?” “Bu kadar mutlu olmak gayri meşrudur herhalde. Seni seviyorum.” Oliverle nereye gittikleri Leslie için hiç önemli değildi, sadece onunla birlikte olmak istiyordu. Yaptıkları en heyecanlı şeylerden biri bir pazar günü Russell Fork Nehri’nde raftinge gitmeleriydi. Gezi önceleri sakin sularda tehlikesizce sürüyordu, tâ ki nehir dağların eteklerinden nefes kesen, sağır eden, deli gibi dev taklalarla aşağı akmaya ve başdöndürücü akıntılar oluşturmaya başlayıncaya kadar. Gezi üç buçuk saat sürdü, Leslie’yle Oliver rafttan indikleri zaman sırılsıklamdılar ve hayatta olduklarına şükrediyorlardı. Birbirlerine dokunmadan duramıyorlardı. Kabinde, arabanın arkasında, ormanda, her yerde seviştiler. 17 — intikam Planı / F: 2 <*£»&*•’ Bir sonbahar akşamı erken saatlerde Oliver, Lexington’un Versailles bölgesindeki güzel evinde yemek hazırladı. Soya sosu, sarmısak ve çeşitli otlarla marine edilmiş ızgara biftek, yanında fırınlanmış patates, salata ve nefis bir kırmızı şarap vardı. Leslie ona sokularak, “Harika bir aşçısın,” dedi.

“Aslında her şeyin harika, sevgilim.” “Teşekkür ederim, aşkım.” Birden bir şey hatırladı. “Denemeni istediğim küçük bir sürprizim var sana.” Bir an için yatak odasına gitti ve elinde içinde berrak bir sıvı bulunan küçük bir şişeyle geri döndü. “Đşte burada,” dedi. “Nedir bu?” “Hiç Ecstasy adını duydun mu?” “Duymak mı? Ben vecd halinde yaşıyorum zaten.” “Ben uyuşturucuyu kastediyorum, Ecstasy. Bu sıvı Ecs-tasy’dir. Daha da güçlü olduğu söyleniyor.” Leslie kaşlarını çattı. “Sevgilim… senin ona ihtiyacın yok. Bizim ona ihtiyacımız yok, hem tehlikeli olabilir.” Bir an tereddüt etti. “Sık sık kullanıyor musun onu?” Oliver güldü.

“Aslında kullanmıyorum. Şu suratındaki ifadeyi sil. Bunu bir arkadaşım verdi ve kullanmamı söyledi. Bu ilk sefer olacaktı.” “Đlk seferi de olmasın,” dedi Leslie. “Atar mısın şunu?” “Haklısın. Tabii atarım.” Banyoya gitti ve biraz sonra Leslie sifonun çekildiğini duydu. Oliver tekrar göründü. “Hepsi gitti.” Sırıttı. “Şişedeki Ecstasy’ye kimin ihtiyacı var ki, burada daha iyi paketlenmişi varken,” dedi ve onu kollarının arasına aldı. Leslie aşk öyküleri okumuş ve aşk şarkıları dinlemişti ama hiçbiri onu inanılmaz gerçeğe hazırlamamıştı. Romantik şiir ve şarkı sözlerinin duygusal saçmalık, arzulu düşler olduğunu düşünmüştü hep. Şimdi aslını biliyordu.

Birdenbire gözüne dünya — 18 — daha aydınlık, daha güzel görünüyordu. Her şeye bir sihir değmişti ve bu büyü Oliver Russell’dı. Bir cumartesi sabahı Oliver ve Leslie etraflarındaki harika manzaranın tadını çıkararak, Breaks Interstate Park’ta yürüyüş yapıyorlardı. Leslie, “Daha önce bu yoldan hiç geçmemiştim,” dedi. “Hoşlanacağından eminim.” Yol üzerinde keskin bir dönemece yaklaşıyorlardı. Köşeyi döner dönmez Leslie şaşkın, kalakaldı. Tam yolun ortasında tahta bir levhanın üzerinde: LESLIE, BENĐMLE EVLENĐR MĐSĐN? yazısı elle boyanmıştı. Leslie’nin kalbi deli gibi çarpmaya başladı. Dili tutulmuş bir halde Oliver’e döndü. Oliver onu kollarının arasına aldı. “Evlenir misin?” Nasıl bu kadar şanslı olabilirim, diye düşündü Leslie. Ona sıkıca sarılarak fısıldadı. “Evet, sevgilim. Tabii evlenirim.

” “Korkarım sana bir valiyle evleneceğini garanti edemem ama çok iyi bir avukatımdır.” Leslie ona sokularak fısıldadı. “Bu bana yeter canım.” Birkaç gece sonra Leslie yemekte Oliver’le buluşmak için hazırlanırken, telefon çaldı. “Sevgilim, çok özür dilerim ama ani bir şey çıktı. Bu gece bir toplantıya gitmem gerekiyor, onun için yemeği iptal edeceğiz. Beni affedecek misin?” Leslie tatlı bir tebessümle yavaşça, “Affedildin,” dedi. Ertesi gün Leslie bir Sfafe Journal gazetesi aldı. Başlığında KENTUCKY NEHRĐ’NDE BĐR KADIN CESEDĐ BULUNDU yazıyor ve hikâye şöyle devam ediyordu: Bu sabah erken saatlerde, polis Lexington’un on mil kadar doğusundaki Kentucky Neh-ri’nde, yirmi yaşlarında çıplak bir kadın cesedi buldu. Ölüm nedenini tespit için otopsi yapılmaktadır…” — 19 — Hikâyeyi okurken Leslie’nin tüyleri diken diken oldu. Bu kadar genç yaşta ölmek. Acaba bir sevgilisi var mıydı? Ya da bir kocası? Hayatta olup bu denli mutlu olduğum ve bu kadar sevildiğim için şükretmeliyim. Sanki bütün Lexington yaklaşan düğünü konuşuyordu. Lexington küçük bir şehirdi ve Oliver Russell da popüler biriydi. Oliver esmer, yakışıklı; Leslie’yse çok güzel yüzlü ve vücutlu, bal sarısı saçlıydı.

Bu iki güzel insan harika bir çift oluşturmuştu. Onlar hakkında haberler hızla yayılıyordu. Jim Bailey, “Umarım ne kadar şanslı olduğunu biliyordur,” dedi. Leslie gülümsedi. “Đkimiz de şanslıyız.” “Kaçacak mısınız?” “Hayır. Oliver resmi bir nikâh istiyor. Calvary Kilisesi’nde evleneceğiz.” “Bu mutlu olay ne zaman?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir