Sigmund Freud – Uygarlık, Toplum ve Din

“UYGARLAŞMIŞ”CİNSEL AHLAK VE ÇAĞDAŞ SİNİR HASTALIĞI Uygarlaşmış cinsel ahlak … kendisine boyun eğilmesi insanları yoğun ve üretken kültürel etkinliğe sevk eden bir cinsel ahlaktır. Uygarlaşmış bir cinsel ahlakın egemenliği altında tek tek bireylerin sağlık ve etkinliğinin bozulma eğiliminde olabileceğini ve kendilerine dayatılan özverilerin neden olduğu bu yaralanmanın sonunda ulaşabileceği derece nedeniyle, dolaylı yoldan söz konusu kültürel hedefin de tehlikeye düşebileceğini varsaymak zor değildir. … Von Ehrenfels … görüşüne göre bize egemen olan uygarlaşmış cinsel ahlakı niteleyen şey kadınlardan istenenlerin erkeklerin cinsel yaşamına aktarılması ve tek eşli evlilik dışındaki tüm cinsel ilişkilerin yasaklanmasıdır. Yine de cinsler arasındaki doğal farkların göz önüne alınması erkeklerin günahlarına daha az katı yaklaşılmasını ve böylece de aslında onlar için bir çifte ahlak benimsemeyi gerekli kılmıştır. Çağdaş zamanların olağandışı başarıları, her alandaki keşifler ve icatlar, artan rekabetin karşısında gelişmenin sürdürülmesi, tüm bunlar yalnızca büyük zihinsel çabayla elde edilmiştir ve yalnızca onunla korunabilir. … Aynı zamanda bireyin gereksinimleri ve yaşamın zevklerinden beklentileri tüm sınıflarda artmıştır; daha önce görülmemiş bir lüks toplumun daha önce ona dokunmamış katmanlarına dek yayılmıştır: geniş sosyal çevrelerde dinsizlik, hoşnutsuzluk ve açgözlülük gelişmiştir. … iletişimlerin yoğun biçimde yaygınlaşması, ticaret ve alışveriş koşullarını tümden değiştirmiştir. “Sinirli” olmanın daha belirsiz biçimlerini göz ardı eder ve sinir hastalığının özel türlerinden söz edersek uygarlığın yaralayıcı etkisinin, uygar insanların (ya da sınıfların) cinsel yaşamını, o insanlarda hüküm süren ‘uygarlaşmış” cinsel ahlak aracılığıyla, çoğunlukla, zararlı bir baskılamaya indirgediğini görürdük. Dikkatli klinik gözlem iki grup sinir hastalığını ayırt etmemize olanak verir: asıl nevrozlar ve psiko nevrozlar. … Birincide, … kalıtsal bir iz olması gerekmeksizin cinsel yaşamdaki belirli yaralayıcı etkilerin sonucunda ortaya çıkabilirler. … asıl nevrozların nedeni olan cinsel etmeni temel bir etmen sayabiliriz. Psiko nevrozlara gelince kalıtsal etki daha belirgindir ve neden daha az saydamdır. … Ruh çözümlemesi … ruhsal kökenli olduğunu ve bilinçdışı (bastırılmış) düşünsel yapılara bağlı olduğunu fark etmemize olanak vermiştir. … Çok genel olarak konuşacak olursak onların cinsel bir içeriğinin bulunduğunu göstermiştir. Onlar insanların doyurulmamış cinsel isteklerinden fışkırırlar ve bir tür yerine geçici doyumu temsil ederler.


Bu nedenle cinsel yaşamı sakatlayan, etkinliğini baskılayan ya da hedeflerini çarpıtan tüm etmenleri psiko nevrozlarda da hastalandırıcı etmenler olarak kabul etmemiz gerekir. Genel olarak konuşacak olursak uygarlığımız içgüdülerin baskılanması üzerine inşa edilmiştir. Her birey sahip olduklarının bir kesiminden -her şeye gücü yeterlik 2 duygusunun bir kesiminden ya da kişiliğindeki saldırgan veya öç alıcı eğilimlerindenvazgeçmiştir. … Bu katkılardan uygarlığın ortak malvarlığı maddi ve düşünsel zenginlik olarak gelişmiştir. … Uygarlığın ilerlemesi içinde özveri de ilerleyici olmuştur. Ondaki tek gelişme din tarafından kabul edilmiştir; her bir kişinin özveride bulunduğu içgüdüsel doyum parçası bir kurban olarak Tanrıya sunulmuş ve bu biçimde edinilen toplumsal malvarlığı “kutsal” olarak ilan edilmiştir. Vazgeçemeyen yapısı nedeniyle bu içgüdüyü baskılamayı kabul edemeyen adam toplumun gözünde bir “suçlu”, bir “yasadışı” haline gelir – toplumsal konumu ya da istisnai yetenekleri kendisini topluma büyük bi r adam, bir “kahraman”olarak empoze etmesine olanak vermedikçe. Cinsel içgüdü, … olasılıkla insanda üst düzey çoğu hayvandan daha güçlü biçimde gelişmiştir; kesinlikle çok daha ısrarlıdır çünkü hayvanlarda bağlı olduğu dönemselliğin üstesinden tümüyle gelmiştir. … Başlangıçtaki cinsel hedefi artık cinsel olmayan ama ruhsal olarak ilk hedefle ikili başka bir hedefle değiştirme yeteneğine yüceltme yeteneği denir. … Cinsel içgüdünün özgün gücü ol asılıkla her bireyde değişiktir: yüceltmeye uygun olan oranı da kesinlikle değişir. … Belirli miktarda doğrudan cinsel doyum çoğu örgütlenmeler için vazgeçilmez gibi görünmektedir ve bu, bireyden bireye değişen, doyum miktarında bir yetersizlik, işleyişteki zarar verici etkileri ve öznel hazsızlık nitelikleri nedeniyle hastalık sayılması gereken görüngülere yol açar. İnsanda cinsel içgüdünün başlangıçta hiç de üreme amaçlarına hizmet etmediğini, hedefinin belirli türlerde haz elde etmek olduğunu göz önüne aldığımızda daha farklı görünümler ortaya çıkar. İnsanın, haz elde etme hedefine yalnızca cinsel organlardan değil bedenin “başka kesimlerinden de (erotojen bölgeler) ulaştığı ve bu nedenle elverişli olanlar dışında, her nesneyi göz ardı ettiği çocukluğunda, cinsel içgüdü kendini bu şekilde gösterir. Bu evreye otoe rotizm evresi adını veriyoruz ve çocuğun yetiştirilmesinin bunu kısıtlamayı içerdiği görüşündeyiz. Eğer cinsel içgüdünün bu evrimi akılda tutulursa uygarlaşmanın üç evresi ayırt edilir: birinci evre, cinsel içgüdünün üreme hedeflerine aldırış etmeksizin özgürce uygulanabildiği evredir; ikinci evre, üreme hedeflerine hizmet eden dışındaki tüm cinsel içgüdünün baskılandığı evre ve üçüncü evre de cinsel hedef olarak yalnızca yasal üremeye izin verilen evredir.

Bu üçüncü evre günümüzdeki “uygarlaşmış” cinsel ahlakta yansımasını bulur. Dönmeliğe yakalanmış insanların -eşcinsellerin- yapısı cinsel içgüdülerinin kültürel yüceltme için özel bir fazlalığa sahip olmasıyla dikkati çeker. İkinci durumda -cinsel içgüdünün genelde zayıf olduğu durumda- sapıklar kendilerini uygarlık evrelerinin ahlaki beklentileriyle çatışmaya sokan eğilimlerini tümüyle baskılamayı başarırlar. Ama ideal bir bakış açısından bu onların başarabildikleri tek şeydir çünkü cinsel içgüdülerini baskılamak için başka durumda kültürel etkinl iklerde kullanacakları güçleri tüketeceklerdir. İçgüdünün baskılanması sonucu ortaya çıkan yerine geçici görüngüler bizim sinir hastalığı ya da daha doğru olarak psiko nevrozlar dediğimiz dereceye dek ulaşabilir. … Nevrozları sapıklıkların “negatif”i olarak tanımlamıştım, çünkü nevrozlarda sapık itkiler bastırıldıktan sonra kendilerini aklın bilinçdışı kesiminden ortaya koyarlar – çünkü 3 nevrozlar bir “bastırma” durumunda da olsa pozitif sapkınlıkların eğilimlerinin aynısını içerirler. Deneyimler bize çoğu insanın, uygarlığın beklentilerine uyamayacağı, bir sınırı olduğunu göstermiştir. Yapılarının izin verdiğinden daha soylu fikirli olmak isteyenlerin tümü nevrozun kurbanı haline gelirler; daha az iyi olmak onlar için mümkün olabilseydi daha sağlıklı olurlardı. … Çok sık olarak bir erkek kardeş bir cinsel sapıktır. Oysa kız kardeşi, bir kadın olarak daha zayıf cinsel içgüdüsü olduğu için, belirtileri cinsel olarak daha etkin erkek kardeşinin sapkınlıklarıyla aynı eğilimleri dışa vuran bir nevrotiktir. Ve buna uygun olarak çoğu ailede erkekler sağlıklıdır ama toplumsal bakış açısından istenmeyecek derecede ahlaksızdır, oysa kadınlar yüce gönüllü ve aşırı incelmiştir ama ağır derecede nevrotiktir. Uygarlığın standardının herkesten cinsel yaşamına aynı tutumu … göstermesini beklemesi, her ne kadar haksızlık genelde ahlaklılığın istemlerine itaatsizlikle yok edilirse de, apaçık bir toplumsal haksızlıktır. Uygarlığımızın üçüncü aşaması her iki cinsin bireylerinden evleninceye dek yoksunluk uygulamalarını ve yasal bir evlilik sözleşmesi yapamayanların tümünün de yaşamları boyunca yoksun kalmalarını bekler. … Ona yüceltme yoluyla egemen olmak, cinsel içgüdüsel güçleri cinsel hedeflerinden daha yüce kültürel hede flere saptırmak bir azınlık tarafından o da yalnızca ara sıra başarılabilir; hele ateşli ve güçlü gençlik döneminde hiç de kolay değildir. Geri kalanların çoğu nevrotik hale gelirler ve şu ya da bu biçimde zarar görürler.

… Cinsel doyumun ruhsal değeri, engellenmesiyle artar. Bu üç, dört, ya da beş yıldan sonra evlilik eğer cinsel gereksinimlerin doyurulmasını vaat etmişse bir başarısızlığa dönüşecektir. … Cinsel ilişkinin sonuçlarından duyulan korku önce çiftin fiziksel sevgilerini son erdirir ve sonra daha geç bir sonuç olarak başlangıçtaki tutkulu aşklarını izlemiş olan aralarındaki zihinsel sempatiyi de durdurur. Çoğu evliliklerin bu biçimde yazgılı olduğu ruhsal düş kırıklığı ve bedensel yoksunluk, her iki eşi de bu kez bir yanılsamanın yitimiyle daha da zavallı bir durumda evlenmeden önce içinde bulundukları konuma geri götürür ve bir kez daha cinsel içgüdülerine egemen olma ve onu çarpıtmak için dayanıklılıklarına başvurmak zorunda kalırlar. Toplumumuzda erkekler , için geçerli olan “çifte” cinsel ahlak toplumun kendisinin de ortaya attığı zorlayıcı beklentilerin gerçekleşmesi olasılığına inanmadığının en yalın itirafıdır. … Kadınlar evliliğin düş kırıklıklarına maruz kaldıklarında kalıcı biçimde yaşamlarını karartan ağır nevrozlara yakalanırlar. Günümüzde çok belirgin olan bireysel kişilik farklılaşmasının yalnızca cinsel kısıtlamanın varlığı sayesinde mümkün hale geldiği kabul edilmelidir. Ama olguların büyük çoğunluğunda cinselliğe karşı savaşım bir kişilikte sağlanabilen enerjiyi yiyip bitirir ve bu, tam da genç adamın toplum içindeki payını ve yerini elde etmek için tüm güçl erine gereksinimi olduğu zamanda olur. … Bu yoksunluk sonradan güçlü bireylerin gösterdiği yönleri isteksizce izleyen büyük halk kitleleri arasında yitip giden terbiyeli ürkekler üretmektedir. 4 Uygar eğitim içgüdüyü yalnızca geçici olarak, evliliğe kadar, baskılamaya kalkışabilir; niyeti o zaman kullanmak için evlilikten sonra onu özgür bırakmaktır. Ama içgüdüye karşı aşırı önlemler onu biçimlendirme girişimlerinden daha başarılıdır, bu nedenle baskılama sıklıkla çok ileri gider, sonunda da özgür bırakıldığında içgüdünün kalıcı biçimde sakatlanmış olması gibi istenmeyen bir sonuç elde edilir. Bu nedenle gençlikte tam yoksunluk genç bir adam için çoğunlukla evliliğe en iyi hazırlık değildir. Kadınlar bunu sezerler ve talipleri arasından erkekliklerini başka kadınlarda kanıtlamış olanları yeğlerler. … Kızın zihinsel duygulan hala otoriteleri cinselliğini baskılamasına yol açmış olun ana babasına ilişiktir ve fiziksel davranışında kendisini, erkeği herhangi bir yüksek düzeyde cinsel zevkten yoksun bırakan soğuk bir biçimde ortaya koyar. … Sonradan kadının gelişimindeki gecikmenin üstesinden gelindiğinde ve bir kadın olarak yaşamının zirvesindeyken sevme yeteneği uyandığında kocasıyla ilişkileri çoktan tahrip edilmiş olacak ve daha önceki uysallığının ödülü olarak yatıştırılamayan arzu, sadakatsizlik ya da bir nevroz arasında seçim yapmak zorunda kalacaktır.

Bir insanın cinsel davranışı sıklıkla onun yaşama tepki verişinin tüm diğer türlerinin örüntüsünü ortaya koyar. Eğer adam aşkının nesnesini kazanmada enerjikse başka hedefleri de aynı derecede sarsılmaz bir enerjiyle izleyeceğine güvenebiliriz, ama her ne nedenle olursa, olsun güçlü cinsel isteklerini doyurmaktan kaçınırsa yaşamın başka evrenlerinde de davranışı sert değil yatıştırıcı ve çekinik olacaktır. Yoksunluk (mahrumiyet) sorununu söz konusu edince onun ik i türü, -yani ne olursa olsun herhangi bir cinsel etkinlikten kaçınmak ile karşı cinsle cinsel ilişkiden kaçınmakarasındaki ayrım yeterince kesin değildir. Yoksunluğu başardığı için övülen insanların çoğu bunu yapabilmeyi ancak erken çocukluğun oto erotik cinsel etkinlikleriyle ilişkili mastürbasyon ve benzeri doyumların yardımıyla başarırlar. Ama tam da bu bağlantı nedeniyle böylesi yerine ge çen türünden cinsel doyum araçları hiç de zararsız değildir. … İlk planda insanlara sıkıntıya girmeden ve enerjik bir güç harcaması yerine kolay yollardan önemli hedeflere ulaşmayı öğretir – yani davranış örüntüsünü cinsellik ortaya koyar ilkesine uyar; ikinci olarak doyuma eşlik eden düşlemlerde cinsel nesne gerçeklikte pek de kolay bulunamayacak bir mükemmellik (*) derecesine ulaştırılır. (*) Mastürbasyon düşlemindeki partner uygar cinsel ahlakın kısıtlamalarından etkilenmemiş ya da onlara uymayan bir partnerdir. Kadın mastürbasyon düşlemlerinde tecavüz ve tecavüzcüye sıkça rastlanması buna bağlanabilir. Normal ilişki ahlak tarafından – ayrıca enfeksiyon olasılıkları yüzünden hijyen tarafındanbu denli amansızca izlendiği için iki cins arasında bedenin başka kesimlerinin cinsel organların yerini aldığı ve ilişkinin sapkın türleri olarak bilinen şeyler kuşkusuz, toplumsal önem kazanmıştır. … Normal cinsel yaşamın zorluklarının abartılmasının başka bir sonucu eşcinsel doyumun yaygınlaşmasında bulunabilir. Yoksunluk gereğinin tüm bu kaçınılmaz ve niyetlenilmemiş sonuçları evliliğe hazırlanmayı tümüyle tahrip etme ortak sonucunda birleşir. Libidosu mastürbasyon ya da sapkın cinsel uygulamalar sonucunda normal olmayan durum ve k oşullardaki doyumlara alışkanlık geliştirmiş her erkek, evlilikte azalmış bir güç sergiler. Benzer önlemlerle bekaretlerini koruyabilmiş olan kadınlar da evlilikteki normal ilişkide kendilerini duyusuz olarak gösterirler. … Böyle bir çift çocuk yapmaktan korunmada da sağlıklı çiftlerden daha fazla 5 zorluklar yaşarlar çünkü kocanın azalmış gücü gebelik önlemlerini kull anmaya katlanamaz. Bu karışıklık içinde, tüm sıkıntılarının kaynağı olan cinsel ilişkiden kısa sürede vazgeçilir ve bununla da evliliğin temeli terk edilmiş olur.

Bu koşullarda en açık sonucun sinir hastalığı olduğunu daha önce açıklamıştım. … Kocasıyla doyumsuz nevrotik bir kadın bir anne olarak çocuğuna karşı aşırı duyarlı ve aşırı kaygılı olacak, sevgi gereksinimini ona aktaracak ve onun cinsel olarak erken gelişmesine neden olacaktır. Telafi sağlamada benzer bir hata, doğrudan cinsel olmayan, uygarlık düşmanı itkilerin baskılanmasından sonra da görülecektir. Örneğin bir adam kabalık ve kıyıcılığa yapısal yatkınlığını şiddetle baskılayarak aşırı nazik bir hal alırsa sıklıkla bunu yapmak için o kadar çok enerji harcayacaktır ki gerekli tüm telafi edici itkilerini ortaya çıkaramayacak ve sonuçta baskılama olmasaydı olacağından daha kötü olabilecektir. Bir toplumda cinsel etkinliğin kısıtlanmasına genellikle yaşama ilişkin kaygının ve ölüm korkusunun artmasının eşlik ettiğini, bunun da bireyin zevk alma yeteneğini bozduğunu ve herhangi bir amaçla ölümle yüzl eşmeye hazır oluşunu yok ettiğini ekleyelim. Sonuç, çocuk yapma eğiliminde bir azalmadır ve söz konusu toplum ya da insan grubu böylece gelecekteki herhangi bir paydan dıştalanırlar. SAVAŞ VE ÖLÜM ZAMANLAR I ÜZERİNE DÜŞÜNCELER (1915) I SAVAŞIN DÜŞKIRIKLIĞI Bu devletlerin hepsinde bireyin önüne eğer uygar bir toplum içinde ye r almak istiyorsa yaşam tarzının boyun eğmek zorunda olduğu yüksek ahlaki tutum normlar ı konmuştur. … Uygar devletler bu ahlaki standartları varoluşlarının temeli sayarlar. … Bu nedenle devletin kendisinin de onlara uyacağı varsayılır ve bu normlara karşı kendi varoluşunun temeliyle çelişecek bir şey yapacağı düşünülmez. Bu savaşta bizim düş kırıklığı duygumuzu iki şey uyarmıştır: iç ilişkilerinde ahlaki standartların bekçisi gibi görünen devletler tarafından dışarıda gösterilen düşük ahlak ve en üst insan uygarlığının üyesi olarak insanın böyle davranışlar gösteremeyeceğini düşündüğü bireyler tarafından sergilenen acımasızlık. Ruhbilimsel -ya da daha kesin konuşmak gerekirse ruh çözümsel- araştırma, insan doğasının en derin temelinin ilksel doğada, her insanda benzer olan ve belirli ilkel gereksinimleri doyurmayı hedefleyen içgüdüsel itkilerden ibaret olduğunu göstermiştir. Bu itkiler kendi içlerinde ne iyi ne de kötüdürler. Onları ve dışavurumlarını insan toplumunun gereksinim ve beklentileriyle ilişkilerine göre iyi ya da kötü diye sınıflandırırız. Bu ilkel itkiler erişkinde ortaya çıkmalarına izin verilmeden önce uzun bir gelişim sürecinden geçerler. Onlara ket vurulur, başka hedef ve alanlara yöneltilirler, karıştırılır, nesneleri değiştirilir ve bir ölçüde sahiplerine geri dönerler.

Belirli içgüdülere karşı tepki 6 oluşturmalar içeriklerinde değişiklik gibi aldatıcı bir biçim alırlar; sanki bencillik özgecilliğe, kıyıcılık acımaya dönüşmüştür. Bu tepki oluşturmalar, hemen hemen başlangıçtan beri bazı içgüdüsel itkilerin kendilerini zıt çiftler halinde -çok dikkate değer ama sıradan halk için yabancı ve “duyguların çifte değerliliği” diye bilinen bir görüngüortaya koyduğu ortamlarda kolaylaşır. Bunun en kolay gözlemlenebilen ve en anlaşılır örneği şiddetli aşk ve şiddetli nefretin aynı insanda bu kadar sık olarak bir arada bulunmasıdır. Ruh çözümlemesi iki zıt duygunun nesnesinin aynı kişi olmasının hiç de seyrek olmadığını ekler.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir