Dostum, Daha önce sana sıklıkla söyledi. Şimdi bir kez daha söyleyeceğim, hatta haykıracağım: yalyada. Önlem olarak sunulan tek bir ya konuları açıklığa kavuşturmak için yeterli olmayacaktır. Zira buradaki soru, kişinin tek bir parçayla tatmin olamayacağı kadar önemli ve bütün olarak kavranamayacak kadar da içsel tutarlılıktan uzaktır. Yaşamda ycüyaddyı uygulamanın saçma yada bir tür delilik olduğu hâller vardır. Ayrıca kişilikleri yalyaddyı hissederek söyleme enerjisinden yoksun, böyle bir ikilemin sonuçlarını kavrayamayacak kadar parçalanmış ruhlara sahip kişiler de vardır. Bu iki sözcük üzerimde daima güçlü bir izlenim bıraktı ve özellikle bu şekilde, ortamından koparılmış halde söylediğimde bile, hâlâ güçlü etkilerini sürdürüyorlar. Bu şekilde kullanılarak en korkunç çatışmalar başlatılabilir. Bu sözcüklerin benim üzerimdeki etkisi bir tür sihir gibi; onları duyduğumda bazen aşırı derecede ciddileşiyorum; hatta titremeye başlıyorum. Geçmişe, yaşamda bir seçim yapmanın ne anlama geldiğini tam olarak kavrayamadan, çocukça bir güven içinde büyüklerimin (bu sözleri) söylemesini dinlediğim, o yaşta seçimin yalnızca başkasının talimatını dinleme olmasına rağmen, seçim anının benim için kutsal ve ihtişamlı bir ana dönüştüğü zamana, dönüyorum. Yaşamımın daha sonraki yıllarında, ruhumun karar anında olgunlaştığı, bir kavşakta durduğum zamanlara da dönüyorum. Yaşamda seçimin önem kazandığı ciddiyeti daha az, ama benim için öyle olmasının fark oluşturmadığı bir çok anı düşünüyorum. Bu sözcüklerin kendi mut- Soren Kierkegaard lak anlamını kazandığı yalnızca bir durum, yani bu sözcüklerin bir yandan gerçek, doğruluk ve kutsallığa; öbür yandan ise arzu ve kuşkuya ve loş tutkular ve günaha işaret ettiği tek bir zaman vardır. Seçeneğin kendisi zararsız olsa dahi doğru seçim yapmak; kişinin asla başlangıç noktasına geri dönmek zorunda kalmamak için kendisini test etmesi ve Tanrıya şükür kişinin kendisini zamanını boşa harcadığı için azarlamasından daha kötü hiçbir şeyinin olmaması önemlidir. Bu sözcükleri günlük konuşmalarımda tıpkı diğerlerinin kullandığı gibi kullanıyorum ve böyle yapmayı bırakmak aşırı kuralcılık olacaktır. Ama bazen kendimi bu sözcükleri tamamen birbirinden farklı şeyler için kullanırken buluyorum. Sonra da sözcükler mütevazı çatılarını üzerlerinden atıyorlar. Birbirinden ayırdıkları önemsiz düşünceleri unutuyorum; sözcükler cüppeleri içinde tüm haşmetleriyle görünüyorlar bana. Bir memurun günlük işlerde sivil kıyafetlerle görünmesi ve kalabalığın içine karışması gibi, bu sözcüklerde günlük konuşmalarda kendilerini fark etmeksizin kayboluyorlar. Memur resmî makamında olduğunda, onu herkesten ayıran bir görüntüye bürünür. Aynı şekilde bu sözcükler de yalnızca ciddî zamanlarda karşıma çıkıyor ve onları gören ruhum daima ciddileşiyor. Her ne kadar benim yaşamımın ardında da bir ölçüde yaiyada bulunuyorsa da, deyimin tam anlamıyla karşılaşılmayan bir çok durum olduğunu çok iyi biliyorum. Ancak bu sözcüklerin, en azından değerli bir zihin hali içindeyken yoluma çıkmalarını ve böylelikle doğru yönü seçmede başarılı olmamı diliyorum. Her halükarda sahtelikten uzak bir ciddiyeti seçeceğim ve o zaman en azından er yada geç doğru yola döneceğim konusunda kendimi rahatlatab ileceğim. Sana gelince, bu sözcükleri o kadar çok kullanıyorsun ki, sayende atasözüne dönüştü. Peki senin için ne anlam ifade ediyor? Hiçbir şey. Senin kendi ifadenle, bu sözcükler bir göz kırpması, 6 bir parmak şaklatması, bir ani saldırı, bir abrakadabradan ibaret. Etkisini düşünmeden her fırsatta kullanıyorsun. Senin üzerindeki etkisi, kendini çok bitkin hissettiğinde içtiğin güçlü bir içki kadar. Böylelikle senin ifadenle daha yüce bir deliliğin cezbeye kapılıyorsun. ‘Bu sözcükler içinde yaşamın tüm hikmetini barındırıyor; ama hiç kimse onun gerçek anlamı üzerinde düşünmüyor -sanki tanrı insanlığa acı çektirmek için konuşan bir gulyabani kılığına girmiş gibi- Tıpkı şapkasını yere atan bir adama bir büyük düşünür ve gerçek yaşam filozofunun dediği gibi; “eğer şapkanı yerden alırsan, dayak yiyeceksin; yerden almazsan da dayak yiyeceksin; şimdi seçim senin” , insanlar kriz anında sana başvurduklarında onları ‘rahadatmaktan büyük zevk alıyorsun. Onları dinliyorsun ve sonra şöyle diyorsun: ‘Evet, şimdi oldukça açık bir şekilde görebiliyorum. İki olasılık var: ya yapacaksın yada yapmayacaksın. Benim samimi görüşüm ve dostça tavsiyem şudur: ister yap ister yapma, her ikisinden de pişman olacaksın. Ama başkalarıyla alay eden aslında kendisiyle alay eder. Bu yaptığın önemsiz bir iş değil; kendinle derin bir dalga geçiş; ruhunun eklemlerinin nasıl çözüldüğünün üzücü bir kanıtı. Zira hayat görüşün tek bir cümleye odaklanıyor: yalnızca yalyada diyorum’. Eğer gerçekten ciddî olsaydın senin için yapılacak hiçbir şey olmazdı. Sana bu halinle kadanmak ve melankoli yada aptallığın aklını zayıflatmasına üzülmek gerekirdi. Hâlbuki ciddî olmadığını çok iyi bildiğimden, içimden sana acımak yerine yaşam şartlarının, bir gün boynuna ipi takıp, seni içinde gerçekten olanı açığa çıkarmaya zorlamasını, konuşma ve alaycılıkla yetinmeyecek daha şiddetli bir sınamanın başlamasını arzulamak geliyor. Sen bize yaşamın bir maskeli balo olduğunu söylüyorsun ve bu durum senin için bitmek bilmeyen bir eğlence kaynağı. Buna karşın hiç kimse seni anlamayı başaramadı. Zira senin tüm açığa vurdukların yalnızca illüzyonlar. Ancak bu şekilde nefes alabiliyor ve insanların sana baskı yapıp, Kişiliğin Gelişiminde Etik-Estetik Dengesi 7 Soren Kierkegaard nefes almanı önlememesini sağlıyorsun. Faaliyederin kendini gizli tutmak üzere tasarlanmışsın ve bunda başarılısın. Yüzüne anlaşılması en güç olan maskeyi takmışsın. Zira sen hiçbir şeysin ve yalnızca başkalarıyla ilişkili olarak varsın ve sen bu ilişkide olduğun şeysin. Sevimli bir çoban kıza tembelce elini uzatırsın ve anında her türlü köylü duygusallığı maskesinin ardına gizlenirsin; saygın bir rahibi kardeşçe bir öpücükle kandırırsın vs… Sen alnına ‘ya/yadd yazılmış gizemli bir şahsiyetten başka bir şey değilsin. ‘Bu sözcükler benim sloganımdır, yoksa dilbilimcilerin sandığı gibi zıtlık oluşturan bağlaçlar değildir. Hayır, bu sözcükler birbiriyle ayrılmaz şekilde bağlıdır ve bu yüzden tek bir sözcük olarak yazılmalıdır. Onların, tıpkı bir Yahudi’ye “Hip!” diye seslenilmesi gibi,1 insanlığa haykırmak için kullandığım duygu ifadeleri oluşturduğunu görüyorum. Şimdi bu yönde söyleyeceğin hiçbir şey benim üzerimde herhangi bir etki yapmayacağını veya eğer yapsa bile en fazla haklı bir öfkeyi tahrik edebileceğini bilmeme rağmen, senin hatırın için cevap vereceğim. Herkesin maskesini çıkarması gereken gece yarısı vaktinin geleceğini bilmiyor musun? Yaşamın her zaman kendisiyle alay edilmesine izin vereceğini mi sanıyorsun? Bundan kurtulmak için gece yarısından hemen önce sinsice kaçabileceğini mi sanıyorsun? Peki bu senin hevesini kırmıyor mu? Gerçek yaşamda sonunda kendi gerçek mizaçları ortaya çıkamayacak kadar uzun süre başkalarını aldatan insanlar gördüm. Çok uzun süre saklambaç oynamaları yüzünden, sonunda deliliğin, o zamana kadar gururla kendi içlerinde sakladıkları gizli düşüncelerini başkalarına son derece kötü bir şekilde açıklamaya zorladığı insanlar gördüm. Bu tavrın yüzünden mizacının, çok yönlü, gerçekten bir çok yönlü tıpkı bir cin çarpmışa, bir Legion a2 dönüşmesinden ve böylelikle insandaki en derin, en kutsal yönü, kişiliğin birleştirici gücünü kaybetmekten daha korkunç bir şey düşünebiliyor musun? Gerçekten de yalnızca ciddi değil, aynı 8 Kişiliğin Gelişiminde Etik-Estetik Dengesi zamanda korkutucu olanla dalga geçmemelisin. Her insanda, onu kendisine karşı tamamen şeffaf olmaktan bir derece alıkoyan bir şeyler var. Bu şeffaflıktan uzak olma, kişinin kendi dışında yer alan yaşam şanları yumağına açıklanamaz bir şekilde dâhil olması ve bu yüzden neredeyse kendisini açıklayamaz hale gelmesi ölçüsünde gerçekleşmektedir. Kendisini açıklayamayan kişi sevemez ve sevemeyen kişi tüm insanların en mutsuzudur. Ve sen aynı serkeşlikle kendini herkese karşı bir bilmece olma sanatında eğitiyorsun. Genç dostum! Peki ya hiç kimse senin bilmeceni çözme zahmetine katlanmazsa? O zaman yaptığının ne zevki kalacak? Ama her şeyden önce kendin için, kendi kurtuluşun için bu vahşi kaçışı, içinde kabaran bu imha etme hırsını durdur. Senin yapmak istediğin bu; sen her şeyi yok etmek yaşama dair kuşku açlığını doyurmak istiyorsun. Kendini bu amaca göre yetiştiriyorsun. Zihnini buna göre eğitiyorsun. Memnuniyede kabul edeceğin gibi, başka hiçbir şeyde iyi olmasan da bunda iyisin. Sana zevk veren her şey yaşamın etrafını yedi kez dolanıyor ve borusunu üflüyor3 ve böylece her şeyin tepe taklak oluyor ki senin ruhun huzur bulabilsin. Evet, ne üzücü ki yankı yapıyorsun ve yankı ancak boşlukta işitilebilir. Ancak seninle bu yönde bir ilerleme kaydedebileceğimden kuşkum var. Ayrıca benim gözlerimin önünde sürekli dönüp duran şeyleri başım kaldırmaz yada senin tercih edeceğin şekilde ifade edersem, aklım bunlardan zevk alamayacak kadar güçlü. Bu yüzden bir başka açıdan başlayacağım. Yaşamın gerçekten anlam kazanmaya başladığı yaşta olan bir genci düşün. Sağlıklı, saf, neşeli, akıllı, umut dolu ve onu tanıyan herkes için de umut kaynağı. Şimdi bu gencin senin hakkında yanıldığını, evet söylemesi güç amayanddığını, senin ciddî, sınanmış ve tecrübeli bir kimse olduğuna, yaşamın muammaları konusunda güvenli bir şekilde aydın9 3İ latacağı umulan bir bilge olduğuna, inandığını düşün. Gençliğinin süsü olan körü körüne güvenme, gençliğe özgü bir ayrıcalık olan yadsınamaz bir ısrar etme tavrı ile sana inandığını düşün. Ona nasıl yanıt vereceksin? Ona ‘Evet, ben yalnızca ya/yada derim’ mi diyeceksin. Pek sanmam. Yoksa başkalarının kendi kişisel sorunlarına seni inandıramaması karşısında onlardan tiksindiğini göstermeye alışkın olduğundan, başını pencereden çıkarıp, ‘başka kapıya’ mı diyeceksin? Yoksa ona da tıpkı senden tavsiye yada fikir bekleyen başkalarına yada kurban istemek için gelenlere dediğin gibi, senin hane sahibi yada aile reisi değil, yaşamda yalnızca kiracı’ olduğunu mu söyleyeceksin? Bunu da yapmayacaksın. Akıllı bir genç için deponda verilecek çok şey var. Ama yine de onunla istediğin gibi bir ilişki kuramayacaksın. Çünkü onunla temas kurmanı sağlayan bir rastlantı değil; mizah duygun tahrik olmadı. O genç, sen ise daha yaşlı olan olmana rağmen, yine de o genç adam asil gençliğiyle karşılaştığınız ana ciddiyet kazandırdı. Sen de genç olmak istiyorsun, öyle değil mi? Gençliğin hem güzelliğini hem de ciddiyetini hissetmek, bu durumun kişinin gençliğini nasıl geçirdiğiyle ilişkisi olduğunu, kişinin bir seçim hakkı, gerçek bitya/yadası olduğunu hissetmek istiyorsun. Önemli olanın, kişinin aklını kişiliğini olgunlaştırma amacıyla beslemesi olmadığını hissediyorsun. (Genç olursan) iyi tabiatın, sempatin harekete geçecek; bu duygularla onunla konuşacaksın; onun ruhunu enerjiyle dolduracak, dünyaya olan güvenini pekiştireceksin. İnsanda tüm dünyayı yenebileceği bir güç bulunduğuna onu ikna edeceksin. Zamanı iyi kullanmanın önemi konusunda onu çok güçlü bir biçimde etkileyeceksin. Bütün bunları yapabilirsin. Yapmak istediğin zaman, gayet güzel yapabilirsin. Ama sana söyleyeceklerime iyi dikkat et genç adam -her ne kadar genç olmasan da, sana daima öyle hitap etmek bir zorunluluk. Burada ne yapmış oldun? Başka şekilde asla teyit etmeyeceğin bir şeyi, ya/yaddnm önemini Saran Kıerkegaard 10 Kişiliğin Gelişiminde Etik-Estetik Dengesi teyit ettin. Peki neden? Çünkü ruhun, genç bir adamın sevgisiyle doldu. Ama yine de onu bir şekilde kandırdın; zira o genç seninle bu sözcüklerin önemini teyit etmenin uygun olmayacağı başka zamanlarda da görüşmek istiyor. Burada insanın mizacının kendisini uyumlu bir şekilde ortaya koyma beceriksizliğinin üzücü bir sonucunu görüyorsun. En iyi olanı yaptığını düşünüyordun; ama yine de onu yaraladın. Belki de senin ona aşıladığın sübjektif, aldatıcı güvene sığınma yerine, senin yaşama olan güvensizliğinle yüzleşmek onun için daha iyi olabilirdi. Şimdi bu genç adamla birkaç yıl aradan sonra tekrar karşılaştığını düşün. Yine canlı, nüktedan, düşünceleri aktif, ifadeleri cesur. Ama senin ustalaşmış hislerin ruhundaki kuşkuyu kolaylıkla seziyor. Öyle bir kuşku oluşturdun ki, o da şu kuşkulu bilgeliğe ulaştı: ‘Yalnızca yalyada diyebilirim’. Onun için üzüleceksin değil mi? Onun bir şeyleri, hayatî önem taşıyan bir şeyleri kaybettiğini hissedeceksin. Ama kendin için üzülmeyeceksin; zira sen kendi kuşkulu bilgeliğinden memnunsun. Evet, hem de o kadar memnunsun ki, başka biriyle paylaşmak istemiyorsun; yalnızca sana ait olmasını istiyorsun. Bir başka açıdan ise, bu durumu kabul edilemez buluyorsun ve senin samimi fikrin, bu genç adamın aynı bilgeliğe ulaşmasının kabul edilemez olduğudur. Ne kadar büyük bir çelişki! Senin tüm mizacın kendisiyle çelişiyor. Ancak bu çelişkiden \At ya/yada ile kurtu- *labilirsin ve seni, senin genç adamı sevdiğinden daha gerçek bir sevgiyle seven ben, yaşamında seçmenin önemini tecrübe etmiş olan ben, daima kaçıracağın bir şeyler olacak olsa dahi, hâlâ genç olduğun için seni tebrik ediyorum. Gençsin, hem de eğer enerjin varsa (yada sahip olmak istersen), yaşamdaki temel unsuru kazanacak kadar gençsin: kendini kazanacak, kendine sahip olacak kadar gençsin…
Soren Kierkegaard – Kişiliğin Gelişiminde Etik-Estetik Dengesi
PDF Kitap İndir |